DIĞER | |
1. | Ön Sayfalar Frontmatters Sayfalar I - V |
DENEYSEL ÇALIŞMA | |
2. | Duodenum perforasyonlarında “primer tamir” ile “tamir yapmadan dren konulması” yöntemlerinin karşılaştırılması Comparison of “primary repair” and “placing a drain without repair” methods in duodenum perforations Turgay Karataş, Murat Kanlioz, Nurcan Göktürk, Azibe Yıldız, Mehmet Karatas, Engin Burak Selçuk, Furkan Çevirgen, Yusuf Turkoz, Ahmet Kadir Arslan, Davut ÖzbağPMID: 37278083 PMCID: PMC10315930 doi: 10.14744/tjtes.2023.92324 Sayfalar 647 - 654 AMAÇ: Duodenal ülser perforasyonu ciddi bir durumdur. Cerrahi tedavide bir takım yöntemler tanımlanmış ve kullanılmıştır. Bu çalışmada, duode-nal perforasyonlarda “primer tamir” ve “tamir yapmadan dren konulması” yöntemlerinin etkinliklerinin, hayvan modeli kullanılarak karşılaştırılması amaçlandı. GEREÇ VE YÖNTEM: Her biri on sıçandan oluşan üç eşdeğer grup oluşturuldu. Birinci (primer tamir / sütürlü grup) ve ikinci grupta (tamir yapmadan dren konulması / sütürsüz drenaj grubu) duodenumda perforasyon oluşturuldu. Birinci grupta perforasyon sütürle tamir edildi. İkinci grupta ise perforasyon sütürle tamir edilmeden, karın içine sadece dren yerleştirildi. Üçüncü gruba (kontrol grubu) sadece laparotomi uygulandı. Hayvan deneklere preoperatif dönemde, postoperatif 1. ve 7. günlerde nötrofil sayısı, sedimantasyon, serum C-reaktif protein (CRP), serum total antioksidan kapasitesi (TAK), serum total tiyol, serum nativ tiyol ve serum miyeloperoksidaz analizleri yapıldı. Histolojik ve immünohistokimyasal (transforming growth factor beta-1 [TGF-β1])) analizleri yapıldı. Gruplardan elde edilen kan analizleri, histolojik ve immunohistokimyasal bulgular istatistiksel olarak karşılaştırıldı. BULGULAR: Postoperatif 7. gün TAK ve postoperatif 1. gün MPO değerleri dışında birinci ve ikinci grup arasında anlamlı fark yoktu (p>0.05). İkinci grupta doku iyileşmesi birinci gruba göre daha belirgin olmasına rağmen gruplar arasında anlamlı fark yoktu (p>0,05). İkinci grupta izlenen TGF-β1 immünreaktivitesi birinci gruba göre anlamlı olarak yüksek bulundu (p<0.05). TARTIŞMA: Sütürsüz drenaj yönteminin duodenal ülser perforasyonu tedavisinde primer tamir yöntemi kadar etkili olduğunu ve primer onarım yöntemine alternatif olarak güvenle uygulanabileceğini düşünüyoruz. Ancak sütürsüz drenaj yönteminin etkinliğinin tam olarak belirlenebilmesi için daha ileri çalışmalara ihtiyaç vardır. BACKGROUND: Duodenal ulcer perforation is a serious condition. A number of methods have been defined and used in surgical treatment. In this study, it was aimed to compare the effectiveness of “primary repair” and “drain placement without repair” methods in duodenal perforations using an animal model. METHODS: Three equivalent groups of ten rats each were formed. Perforation was created in the duodenum in the first (primary repair/sutured group) and the second group (drain placement without repair/sutureless drainage group). In the first group, the per-foration was repaired with sutures. In the second group, only a drain was placed in the abdomen without sutures. In the third group (control group), only laparotomy was performed. Neutrophil count, sedimentation, serum C-reactive protein (CRP), serum total an-tioxidant capacity (TAC), serum total thiol, serum native thiol, and serum myeloperoxidase (MPO) analyses were performed on animal subjects in the pre-operative period and on the post-operative 1st and 7th days. Histological and immunohistochemical (transforming growth factor-beta 1 [TGF-β1]) analyzes were performed. Blood analysis, histological, and immunohistochemical findings obtained from the groups were compared statistically. RESULTS: There was no significant difference between the first and second groups, except for the TAC on the post-operative 7th day and MPO values on the post-operative 1st day (P>0.05). Although tissue healing was more pronounced in the second group than in the first group, there was no significant difference between the groups (P>0.05). TGF-β1 immunoreactivity observed in the second group was found to be significantly higher than in the first group (P<0.05). CONCLUSION: We think that the sutureless drainage method is as effective as the primary repair method in the treatment of duo-denal ulcer perforation and can be safely applied as an alternative to the primary repair method. However, further studies are needed to fully determine the efficacy of the sutureless drainage method. |
KLINIK ÇALIŞMA | |
3. | Önerilen bir makine öğrenimi modeline dayalı akut apandisit öngörüsünde fekal kalprotektinin değeri Value of fecal calprotectin in prediction of acute appendicitis based on a proposed model of machine learning Zeynep Küçükakçali, Sami Akbulut, Cemil ÇolakPMID: 37278078 PMCID: PMC10315941 doi: 10.14744/tjtes.2023.10001 Sayfalar 655 - 662 AMAÇ: Bu çalışmanın amacı, makine öğrenmesi (ML) algoritmalarından biri olan Random Forest’i (RF) akut apandisit (AAp) ön tanısı olan hastalar-dan oluşan bir veri setine uygulamak ve AAp tanısı ile ilişkili en önemli faktörleri değişken önemliliğine göre ortaya koymaktır. GEREÇ VE YÖNTEM: Bu vaka-kontrol çalışmasında AAp için biyobelirteçleri tahmin etmek üzere AAp’si olan (n=40) ve olmayan (n=44) iki hasta grubunu karşılaştıran açık erişimli bir veri seti kullanıldı. Veri setinin modellenmesinde RF kullanıldı. Veriler eğitim ve test veri seti olmak üzere ikiye ayrıldı (80: 20). Model performansı için doğruluk, dengeli doğruluk, duyarlılık, özgüllük, pozitif tahmin değeri (PPV) ve negatif tahmin değeri (NPV) performans metrikleri değerlendirildi. BULGULAR: RF modeline ait doğruluk, dengeli doğruluk, duyarlılık, özgüllük, PPV, NPV ve F1 skorları sırasıyla %93.8, %93.8, %87.5, %100, %100, %88.9 ve %93.3 olarak hesaplandı. Modele ilişkin değişken önem değerlerinin ardından, AAp tanısı ve öngürüsü ile en çok ilişkili olan değişkenler sırasıyla fekal kalprotektin (%100), radyolojik görüntüleme (%89,9), beyaz kan testi (%51,8), C-reaktif protein (%47,1), semptomların hastane ziya-retinde başlaması (%19.3), hasta yaşı (%18.4), ALT düzeyleri >40 (<%1), ateş (< %1) ve mide bulantısı/kusma (<%1) olarak belirlendi. TARTIŞMA: Bu çalışmada ML yöntemi ile AAp için bir tahmin modeli geliştirildi. Bu model sayesinde AAp’i yüksek doğruluk ile öngören biyobelir-teçler belirlendi. Böylece klinisyenlerin AAp tanısına karar verme süreci kolaylaşacak, yüksek doğruluk ile zamanında tanı konulabilmesi sayesinde perforasyon ve gereksiz ameliyat riskleri en aza indirilecektir. BACKGROUND: The aim of this study is to apply random forest (RF), one of the machine learning (ML) algorithms, to a dataset consisting of patients with a presumed diagnosis of acute appendicitis (AAp) and to reveal the most important factors associated with the diagnosis of AAp based on the variable importance. METHODS: An open-access dataset comparing two patient groups with (n=40) and without (n=44) AAp to predict biomarkers for AAp was used for this case−control study. RF was used for modeling the data set. The data were divided into two training and test dataset (80: 20). Accuracy, balanced accuracy (BC), sensitivity, specificity, positive predictive value (PPV), and negative predictive value (NPV) performance metrics were appraised for model performance. RESULTS: Accuracy, BC, sensitivity, specificity, PPV, NPV, and F1 scores pertaining to the RF model were 93.8%, 93.8%, 87.5%, 100%, 100%, 88.9%, and 93.3%, respectively. Following the variable importance values regarding the model, the variables most associated with the diagnosis and prediction of AAp were fecal calprotectin (100 %), radiological imaging (89.9%), white blood test (51.8%), C-reactive protein (47.1%), from symptoms onset to the hospital visit (19.3%), patients age (18.4%), alanine aminotransferase levels >40 (<1%), fever (<1%), and nausea/vomiting (<1%), respectively. CONCLUSION: A prediction model was developed for AAp with the ML method in this study. Thanks to this model, biomarkers that predict AAp with high accuracy were determined. Thus, the decision-making process of clinicians for diagnosing AAp will be facilitated, and the risks of perforation and unnecessary operations will be minimized thanks to the timely diagnosis with high accuracy. |
4. | Koronavirüs hastalığı 2019 pandemisi sırasında tıkayıcı kolorektal kanser hastalarının klinik sonuçları Clinical outcomes of obstructive colorectal cancer patients during the coronavirus disease 2019 pandemic Cemil Burak Kulle, Berke Sengun, Ali Fuat Kaan Gok, Ilker Ozgur, Adem Bayraktar, Cemalettin Ertekin, Alisan Berk Deniz, Metin KeskinPMID: 37278080 PMCID: PMC10315929 doi: 10.14744/tjtes.2023.44524 Sayfalar 663 - 668 AMAÇ: COVID-19 pandemisi, kolorektal kanserin (KRK) tanı ve tedavisi de dahil olmak üzere global olarak klinik hizmetlerin önemli bir kısmını etkiledi. Pandeminin zirve yaptığı ilk dönemde, sokağa çıkma yasağı uygulandı, elektif cerrahi ve poliklinik hizmetleri kısıtlandı. Bunun sonucunda kolonoskopi işlemlerinde ve hastaneye yatışta önemli bir azalış görüldü. Bu çalışmada, pandeminin tıkayıcı kolorektal kanserli hastaların hastaneye geliş özelliklerinde ve perioperatif sonuçları üzerine etkisini araştırmak hedeflendi. GEREÇ VE YÖNTEM: Tek merkezli, retrospektif kohort olarak dizayn edilen bu çalışmada, yüksek hacimli, üçüncü basamak bir üniversite hastane-sinde kolorektal adenokarsinom tanısı ile ameliyat edilen hastalar dahil edildi. Hastalar Türkiye’de COVID-19 tanısı alan ilk hastanın tanı tarihinden (18/03/2020) 15 ay önce ve sonra olmak üzere iki gruba ayrıldı. Hasta demografik bilgileri, ilk başvuru özellikleri, klinik sonuçlar ve patolojik veriler üzerinden karşılaştırıldı. BULGULAR: Toplam 215 hasta kolorektal kanser ön tanısıyla 30 ay içinde ameliyat edildi. (COVID dönemi: 107, COVID öncesi: 108). Hasta de-mografik özellikleri, tümör yerleşimi ve klinik evreleme iki grup arasında benzerdi. COVID döneminde tıkayıcı KRK ile başvuran (p<0.01) ve acil başvuruda bulunan (p<0.01) hasta sayısı anlamlı olarak arttı. Fakat 30 günlük morbidite, mortalite ve patolojik sonuçlar arasında anlamlı fark yoktu (p>0.05). TARTIŞMA: Çalışmada, pandemi dönemide acil başvuruda anlamlı artış ve elektif başvuruda azalma gözlense de COVID-19 döneminde ameliyat edilen hastalar postoperatif sonuçlar değerlendirildiğinde dezavantajlı değillerdi. Kolorektal kanserli hastaların acil başvuruları ile ilgili risklerin azaltıl-ması ile ilgili yapılacak çalışmalar olumsuz sonuçların azaltılmasında etkili olacaktır. BACKGROUND: The coronavirus disease 2019 (COVID-19) pandemic has affected all aspects of clinical care including diagnosis and treatment of colorectal cancers (CRCs) globally, including in Türkiye. During the initial peak of the pandemic, elective surgeries and outpatient clinics were restricted in addition to the government-imposed lockdown, resulting in a decrease in the number of colonoscopies being performed and patients admitted to inpatient wards for treatment of CRCs. In this study, we aimed to investigate whether the pandemic has affected presentation characteristics and outcomes of obstructive colorectal cancer in this period. METHODS: This is a single-center, retrospective cohort study based on all CRC adenocarcinoma patients that underwent surgical resection in a high-volume tertiary referral center in Istanbul, Türkiye. Patients were divided into two groups before and after 15 months of identification of “patient-zero” in Türkiye (March 18, 2020). Patient demographics, initial presentation characteristics, clin-ical outcomes, and pathological cancer stages were compared. RESULTS: Overall, 215 patients underwent resection for CRC adenocarcinoma during 30 months (COVID era: 107, pre-COVID era: 108). Patient characteristics, tumor location, and clinical staging were comparable between two groups. During the COVID period, the number of obstructive CRCs (P<0.01) and emergency presentations (P<0.01) increased significantly compared to the respective pre-COVID period. However, there were no differences between 30-day morbidity, mortality, and pathological outcomes (P>0.05). CONCLUSION: Although the results of our study indicate a significant increase in emergency presentation and a decrease in elective admissions of CRCs during the pandemic, patients treated during the COVID period were not at a significant disadvantage in terms of post-operative outcomes. Further efforts should be made to decrease risks related to an emergency presentation of CRCs for future adverse events. |
5. | Çocuk ve ergen hastalarda künt dalak yaralanması için splenik arter embolizasyonunun klinik sonuçları Clinical outcomes of splenic arterial embolization for blunt splenic injury in pediatric and adolescent patients Hohyun Kim, Chang Ho Jeon, Chan Yong ParkPMID: 37278075 PMCID: PMC10315932 doi: 10.14744/tjtes.2023.29887 Sayfalar 669 - 676 AMAÇ: Splenik arteriyel embolizasyon (SAE), künt dalak yaralanması ile ilişkili arteriyel kanamanın yönetimi için etkili bir müdahaledir. Bununla birlikte, çocuk ve ergen hastalardaki rolü ve klinik sonuçları belirsizdir. Bu çalışmanın amacı, çocuk ve ergen hastalarda künt dalak yaralanmalarında SAE’nun rolünü ve klinik sonuçlarını değerlendirmektir. GEREÇ VE YÖNTEM: 1 Kasım 2015 ile 30 Eylül 2020 tarihleri arasında üçüncü basamak bir referans hastanesindeki bölgesel bir travma merkezine nakledilen künt dalak yaralanması olan ≤17 yaşındaki hastalarda retrospektif bir kohort çalışması gerçekleştirildi. Nihai çalışma popülasyonu, künt dalak yaralanması olan 40 çocuk ve ergen hastadan oluşmaktaydı. Hasta demografik bilgileri, yaralanma mekanizmaları, yaralanmaların ayrıntıları, anjiyografik bulgular, embolizasyon teknikleri ve dalak kurtarılma oranları ve prosedürle ilgili komplikasyonlar dahil olmak üzere teknik ve klinik sonuçlar incelendi. BULGULAR: Künt dalak yaralanması olan 40 çocuk ve ergen hastanın 17’sine SAE (%42,53) uygulandı. Klinik başarı oranı %88,2 (15/17) idi. Embolizasyonla ilişkili komplikasyon veya klinik başarısızlık vakası gözlenmedi. Tüm hastalarda SAE sonrası dalak kurtarımı sağlandı. Ek olarak, düşük dereceli (Dünya Acil Cerrahi Derneği [WSES] dalak travması sınıflandırması I veya II) ve yüksek dereceli (WSES sınıflandırması III veya IV) dalak yaralanma grupları arasında klinik sonuçlarda (klinik başarı ve dalak kurtarma oranları) istatistiksel olarak anlamlı bir fark gözlenmedi. TARTIŞMA: Splenik arteriyel embolizasyon (SAE) güvenli ve uygulanabilir bir prosedürdür ve çocuk ve ergen hastalarda künt dalak yaralanmalarının başarılı dalak kurtarılmasında etkilidir. BACKGROUND: Splenic arterial embolization (SAE) is an effective intervention for the management of arterial hemorrhage asso-ciated with blunt splenic injury. However, its role and clinical outcomes in pediatric and adolescent patients are unclear. The aim of this study is to assess the role and the clinical outcomes of SAE for blunt splenic injuries in pediatric and adolescent trauma patients. METHODS: A retrospective cohort study was performed in patients aged ≤17 years with blunt splenic injury transferred to a re-gional trauma center in a tertiary referral hospital between November 01, 2015, and September 30, 2020. The final study population consisted of 40 pediatric and adolescent patients with blunt splenic injuries. The patient demographics, mechanisms of injury, details of injuries, angiographic findings, embolization techniques, and technical and clinical outcomes, including spleen salvage rates and pro-cedure-related complications, were examined. RESULTS: Of the 40 pediatric and adolescent patients with blunt splenic injury, 17 underwent SAE (42.53%). The clinical success rate was 88.2% (15/17). No cases of embolization-related complications or clinical failure were observed. Spleen salvage after SAE was achieved in all patients. In addition, no statistically significant differences were observed in clinical outcomes (clinical success and spleen salvage rates) between low-grade (World Society of Emergency Surgery [WSES] spleen trauma classification I or II) and high-grade (WSES classification III or IV) splenic injury groups. CONCLUSION: SAE is a safe and feasible procedure, and is effective for successful spleen salvage of blunt splenic injuries in pediatric and adolescent patients. |
6. | Orta yüksek riskli pulmoner emboli hastalarında düşük doz trombolitik tedaviye karşı fraksiyone olmayan heparin Low-dose thrombolytic therapy versus unfractionated heparin in patients with intermediate-high risk pulmonary embolism Ozgur Surgit, Ahmet Güner, İrem Türkmen, Serkan Kahraman, Nail Guven Serbest, Ezgi Gültekin Güner, Fatih Uzun, Mehmet Ertürk, Mustafa YildizPMID: 37278082 PMCID: PMC10315937 doi: 10.14744/tjtes.2023.55236 Sayfalar 677 - 684 AMAÇ: Akut sağ ventrikül disfonksiyonu ve belirgin hemodinamik bozulma olmaksızın miyokardiyal hasarı olan orta-yüksek riskli pulmoner emboli (PE) hastaları trombolitik tedavi (TT) için aday olabilir. Bu çalışmada orta-yüksek riskli PE hastalarında düşük doz uzamış TT ve fraksiyone olmayan heparinin (FOH) klinik sonuçlarını karşılaştırmayı amaçladık. GEREÇ VE YÖNTEM: Bu çalışmaya 83 [kadın: 45 (%54.2), ortalama yaş: 70.07±10.7 yıl] dahil edilen akut PE tanılı, düşük doz ve yavaş infüzyon TT veya FOH ile tedavi edilen hasta retrospektif olarak değerlendirildi. Çalışmanın birincil sonuçları, herhangi bir nedenden ölüm ve hemodinamik dekompansasyon ve şiddetli veya yaşamı tehdit eden kanama kombinasyonu olarak tanımlandı. İkincil son noktalar, tekrarlayan PE, pulmoner hiper-tansiyon ve orta derecede kanama idi. BULGULAR: Orta-yüksek riskli PE’nin başlangıç tedavi stratejisi 41 (%49.4) hastada TT ve 42 (%50.6) hastada FOH idi. Düşük doz uzamış TT tüm hastalarda başarılı oldu. Hipotansiyon sıklığı TT sonrası anlamlı olarak azalırken (%22’ye karşı %0, p<0.001), FOH tedavi sonrası azalmadı (%2.4’e karşı %7.1, p=0.625). Hemodinamik dekompansasyon oranı TT grubunda anlamlı olarak daha düşüktü (%0’a karşı %11.9, p=0.029). İkincil son nokta oranı FOH grubunda anlamlı olarak daha yüksekti (%2.4’e karşı %19, p=0.016). Ayrıca pulmoner hipertansiyon prevalansı FOH grubunda anlamlı olarak yüksekti (%0’a karşı %19, p=0.003). TARTIŞMA: Düşük doz, yavaş t-PA infüzyonu ile uzun süreli TT rejiminin, akut orta-yüksek riskli PE’li hastalarda FOH’ye kıyasla daha düşük hemo-dinamik dekompansasyon ve pulmoner hipertansiyon riski ile ilişkili olduğu bulundu. BACKGROUND: Patients with intermediate-high risk pulmonary embolism (PE) who have acute right ventricular dysfunction and myocardial injury without overt hemodynamic compromise may be candidates for thrombolytic therapy (TT). In this study, we aimed to compare the clinical outcomes of low-dose prolonged TT and unfractionated heparin (UFH) in intermediate-high risk PE patients. METHODS: This study enrolled 83 (female: 45 [54.2%], mean age: 70.07±10.7 years) retrospectively evaluated patients with the diagnosis of acute PE who were treated with low-dose and slow-infusion of TT or UFH. The primary outcomes of the study were de-fined as a combination of death from any cause and hemodynamic decompensation, and severe or life-threatening bleeding. Secondary endpoints were recurrent PE, pulmonary hypertension, and moderate bleeding. RESULTS: The initial management strategy of intermediate-high risk PE was TT in 41 (49.4%) patients and UFH in 42 (50.6%) cases. Low-dose prolonged TT was successful in all patients. While the frequency of hypotension decreased significantly after TT (22 vs. 0%, P<0.001), it did not decrease after UFH (2.4 vs. 7.1%, p=0.625). The proportion of hemodynamic decompensation was significantly lower in the TT group (0 vs. 11.9%, p=0.029). The rate of secondary endpoints was significantly higher in the UFH group (2.4 vs. 19%, P=0.016). Moreover, the prevalence of pulmonary hypertension was significantly higher in UFH group (0 vs. 19%, p=0.003). CONCLUSION: Prolonged TT regimen with low dose, slow infusion of tissue plasminogen activator was found to be associated with a lower risk of hemodynamic decompensation and pulmonary hypertension in patients with acute intermediate-high-risk PE compared to UFH. |
7. | Tam kan viskozitesi akut mezenterik arter trombozu gelişimini öngörebilir mi? Can whole blood viscosity predict the development of acute mesenteric arterial thrombosis? Sefa Gul, Gultekın Ozan KucukPMID: 37278073 PMCID: PMC10315940 doi: 10.14744/tjtes.2023.92837 Sayfalar 685 - 690 AMAÇ: Tam kan viskozitesi (WBV), kardiyovasküler olayların güçlü bir tahmincisidir. Akut mezenterik iskemi, abdominal organları ve bağırsakları besleyen arterlerde ani tıkanmaya bağlı olarak iç organ hasarı ve bağırsak nekrozu ile sonuçlanan, mortalite oranı yüksek, ciddi bir durumdur. Bunun-la birlikte, kan viskozitesi ile akut mezenterik iskemi (AMI) arasındaki ilişki şimdiye kadar yeterince çalışılmamıştır. Çalışmamızda, mezenter arterin primer aterosklerotik tıkanıklığından kaynaklanan akut mezenterik iskemi için WBV’nin prediktif değerini araştırmayı amaçladık. GEREÇ VE YÖNTEM: Bu çalışma, Ocak 2015-Şubat 2021 tarihleri arasında (AMI) tanısı almış toplam 55 hasta ve kontrol grubu olarak 50 sağlıklı erişkin üzerinde yapıldı. Tam kan viskozitesi, karın ağrısı ile acile başvuran ve tetkikler sonucunda akut mezenter iskemi teşhisi konulan hastaların kan testlerinden hematokrit ve plazma protein seviyeleri kullanılarak De Simon formülü ile hesaplandı. BULGULAR: Yaş (72.1±12.4 ve 65.7±6.4; p<0,001) ve hipertansiyon (%40 ve %23 p=0.002) dışında başlangıç demografik özellikleri açısından iki grup arasında anlamlı fark saptanmadı. Tam kan viskozitesinin hem düşük kesme hızında (LSR) ( (46.3±21.7 vs. 33.4±13.1, p<0.001) hem de yüksek kesme hızında (HSR) (16.5±1.1 vs. 15.8±0.7, p<0.001) AMI hastalarında anlamlı olarak daha yüksek olduğu hesaplandı. Tek değişkenli lojistik regresyon analizinde, AMI’yi öngörmede yaş (OR: 1.066 CI: 1.023-1.111, p=0.003), hipertansiyon (OR: 3.612CI: 1.564-8.343, p=0.003), HSR’de WBV (OR: 2.074 CI: 1.193-3.278, p=0.002) ve LSR’de WBV (OR: 2.156 CI: 1.331-3.492, p=0.002) değerlerinin anlamlı değişkenler olduğnu tespit ettik. Ancak çok değişkenli analizden sonra sadece hipertansiyon (OR: 3.537 GA: 1.298-9.639, p=0.014) ve yaş (OR: 1.085 GA: 1.026-1.147, p=0.004) anlamlılık gösterdi. ROC analizinde, LSR için 43.5 kesim değeri, mezenterik iskemi hastalarında %72 duyarlılığa ve %70 özgüllüğe (eğri altındaki alan (EAA): 0.743, p<0.001) ve HSR için 16.29 kesim değerinin %78 duyarlılığa ve %76 özgüllüğe sahip olduğunu tespit ettik (EAA: 0.773, p<0.001). TARTIŞMA: Çalışmamızda De Simon formülü ile elde edilen WBV değerinin primer mezenter arter tıkanıklığından kaynaklanan akut mezenterik arter iskemisi gelişimini öngörmede değerli bir parametre olduğunu belirledik. BACKGROUND: Acute mesenteric ischemia is a serious condition with high mortality rate, resulting internal organ damage and intestinal necrosis due to sudden occlusion in the arteries feeding the abdominal solid organs and intestines. The most common causes of acute mesenteric artery ischemia are embolic processes and thrombosis that develops on the basis of primary mesenteric artery atherosclerosis. Whole blood viscosity (WBV) was defined by De Simon and could be calculated with a formula that consists of total plasma protein and hematocrit (HCT). In our study, we aimed to investigate the predictive value of WBV for acute mesenteric ischemia caused by primary mesenteric artery occlusion. METHODS: Between January 2015 and February 2021, a total of 55 patients with a retrospective diagnosis of acute mesenteric ischemia (AMI) and 50 healthy volunteers as a control group were included in the study. WBV was calculated with the De Simon for-mula using the HCT and plasma protein levels from the blood tests of healthy volunteers and patients at the time of admission with acute abdomen. RESULTS: No significant differences between the two groups in terms of baseline demographic characteristics except the preva-lence of age (72.1±12.4 vs. 65.7±6.4; p<0.001) and hypertension (40% vs. 23% p=0.002). AMI patients had significantly higher WBV values both at low shear rate (LSR) ([46.3±21.7 vs. 33.4±13.1, p<0.001] and high shear rate [HSR] [16.5±11 vs. 15.8±0.7, p<0.001]). The univariate analysis identified several variables for predicting AMI including age (odds ratio [OR]: 1.066 confidence interval [CI]: 1.023–1.111, p=0.003), hypertension (OR: 3.612 CI: 1.564–8.343, p=0.003), WBV at HSR (OR: 2.074 CI: 1.193–3.278, p=0.002), and WBV at LSR (OR: 2.156 CI: 1.331–3.492, p=0.002). However, after multivariate analysis, only hypertension (OR: 3.537 CI: 1.298–9.639, p=0.014) and age (OR: 1.085 CI: 1.026–1.147, p=0.004) showed significance. In receiver operating characteristic analysis, a cut-off value of 43.5 WBV for LSR had a 72% sensitivity and a 70% specificity for prediction of mesenteric ischemia patients (area under curve [AUC]: 0.743, p<0.001) and a cut-off value of 16.29 WBV for HSR had a 78% sensitivity and 76% specificity for prediction of mesen-teric ischemia patients (AUC: 0.773, p<0.001). CONCLUSION: In our study, we determined that the WBV value obtained with the De Simon formula is a valuable parameter in predicting the development of acute mesenteric artery ischemia caused by primary mesenteric artery occlusion. |
8. | El yanıklarında erken rehabilitasyonun etkinliği Effectiveness of early rehabilitation in hand burns Sevgi Kara, Nevra Seyhan, Sinan ÖksüzPMID: 37278077 PMCID: PMC10315933 doi: 10.14744/tjtes.2023.22780 Sayfalar 691 - 697 AMAÇ: El yanıkları sıklıkla oluşan ve sonucları kişinin günlük bakım fonksiyonlarını, çalışma hayatını, istihdamı, serbest zaman etkinliklerini ve genel sağlıkla ilgili yaşam kalitesini önemli ölçüde etkileyen travmalardır. El yanığı travmalarında genel amaç, el fonksiyonunu optimize etmektir. El fonksi-yonlarının rehabilitasyonu ve restorasyonu; hastanın bağımsızlığı, topluma ve işine yeniden entegrasyonu için kritik öneme sahiptir. GEREÇ VE YÖNTEM: Bu çalışmanın amacı, yanık merkezimize başvuran ve tedavi edilen 105 el yanığı travmalı hastayla ilgili deneyimimizi sunmak ve erken rehabilitasyonun hastaların önceki sosyal yaşamlarına ve işlerine dönme yetenekleri üzerindeki etkinliğini göstermektir. BULGULAR: Çalışmamıza 2017-2021 yılları arasında Gülhane Eğitim Araştırma Hastanesi yanık merkezinde yatarak tedavi gören 105 akut ciddi el yanığı travması olan hastalar dahil edildi. Hastalara her gün seanslar halinde rehabilitasyon programı uygulandı. El yanığı olan hastalar hareket açıklığı (ROM), kavrama kuvveti, Cochin El Fonksiyon Ölçeği (CHFS) ve Michigan El Anketi (MHQ) ile taburculuktan 12 ay sonra değerlendirildi. Parmakların aktif hareket toplamı ortalaması >180 derece idi. Dominant elin kavrama kuvveti ortalama değerleri erkeklerde 27.2±9.3 kg, kadınlarda 22.0±8.8 kg, erkeklerde dominant olmayan el kavrama kuvveti 24.05±13.8 kg, kadınlarda ise 17.8±10.3 kg idi. CHFS’de 5 maddenin toplam puanı 19.0 idi. MHQ’daki ortalama toplam puan 62.3±27.4 idi. Elde edilen tüm veriler normal veya kabul edilen fonksiyonel aralıklar içindeydi. Spearman korelasyon katsayısı, MHQ ile CHFS arasında negatif bir korelasyon olduğunu göstermektedir (p≤0.01). TARTIŞMA: El yanığı travmalarından sonra BACKGROUND: Hand burn trauma occurs quite commonly and the outcome of hand burns can significantly impact self-care daily function, work and employment, leisure activities, and overall health-related quality of life. The overall goal of the management of hand burn trauma is to optimize hand function. Rehabilitation and restoration of hand function are critical for the patient’s independence and re-integration into society and work. The purpose of this study is to present our experience with 105 hand burn trauma patients admitted and treated in our burn center and to show the efficacy of early rehabilitation on their ability to return to their prior social life and work. METHODS: In our study, we included that 105 patients with acute severe hand burn trauma were hospitalized in Gulhane burn center between 2017 and 2021. They underwent rehabilitation program daily sessions. Patients with hand burns are evaluated by ranges of motions (ROM), grip strength, Cochin Hand Function Scale (CHFS), and Michigan Hand Questionnaire (MHQ) 12 months after the injury. RESULTS: Overall, mean digital total active motion were >180°. The mean values for grip strength of dominant hand for men were 27.2±9.3 kg, for women were 22.0±8.8 kg and non-dominant hand for men were 24.05±13.8 kg, for women were 17.8±10.3 kg. Total score of 5 items was 19.0 in CHFS. The mean overall score on the MHQ was 62.3±27.4. All obtained data were within normal or accepted functional ranges. Spearman correlation coefficient indicates a negative correlation between MHQ and CHFS (p≤0.01). CONCLUSION: A comprehensive rehabilitation program is essential in helping patients to regain optimal function after hand burn trauma. Physiotherapy and occupational therapy is most beneficial when started at the time of admission. |
9. | Boğaz ağrısı ve boyun ağrısı olan hastalarda derin boyun enfeksiyonu için risk faktörleri Risk factors for deep neck infection in patients with sore throat and neck pain Seong In Hong, Dong Hoon Lee, Ho Sub Chung, Yoon Hee Choi, Sung Jin BaePMID: 37278070 PMCID: PMC10315931 doi: 10.14744/tjtes.2023.28608 Sayfalar 698 - 704 AMAÇ: Derin boyun enfeksiyonu (DBE), enfeksiyonun hızla yayılarak ciddi komplikasyonlara neden olma ihtimalinden dolayı potansiyel olarak yaşamı tehdit eden bir durumdur. Bu nedenle, diğer boyun enfeksiyonlarından daha fazla dikkat gerektirir. Ancak COVID-19 pandemisi döneminde izolasyon yönergeleri nedeniyle birçok zorluk yaşanmıştır. Acil serviste ilk karşılaşıldığında var olan hasta semptomları aracılığıyla DBE’nun erken öngörülebilirliğini araştırdık. GEREÇ VE YÖNTEM: Bu çalışma, Ocak 2016’dan Şubat 2021’e kadar yumuşak doku boyun enfeksiyonu şüphesi olan hastaların retrospektif bir incelemesidir. Semptomlar; ateş, yabancı cisim hissi, göğüs rahatsızlığı/ağrı, submandibular ağrı, odinofaji, disfaji, ses değişikliği ve şiddetli ağrı olarak geriye dönük analiz edildi. Ayrıca temel karakteristik veriler, laboratuvar bulguları ve prevertebral yumuşak doku (PVYD) kalınlığı değerlendirildi. Bilgisayarlı tomografi (BT) ile DBE ve diğer boyun enfeksiyonları teşhis edildi. Derin boyun enfeksiyonunu öngörmek üzere bağımsız faktörleri belirlemek için lojistik regresyon analizi yapıldı. BULGULAR: Çalışmaya alınan 793 hastanın 267’sine (%33.7) DBE, 526’sına (%66.3) diğer yumuşak doku boyun enfeksiyonları tanıları konuldu. İki grup arasındaki karşılaştırmada, C-reaktif protein (CRP), sodyum, PT (INR), yabancı cisim hissi, göğüs rahatsızlığı/ağrı, submandibular ağrı, odino-faji, disfaji, şiddetli ağrı ve PVYD kalınlığı, istatistiksel olarak anlamlı farklılık gösterdi. Derin boyun enfeksiyonunu öngörmek için bağımsız faktörler; semptomlar arasından şiddetli ağrı (odds ratio: 6.336 (3.635–11.045), p<0.001), yabancı cisim hissi (odds ratio: 7.384 (2.776–19.642), p<0.001), submandibular ağrı (odds ratio: 4.447 (2.852–6.932), p<0.001) ve disfaji (odds ratio: 52.118 (8.662 – 313.588), p<0.001) ve laboratuvar testleri arasından CRP (odds ratio: 1.034 (1.004–1.065), p=0.026) ve PT (INR) (odds ratio: 29.660 (3.363 – 261.598), p=0.002) idi. C2 seviyesindeki (odds ratio: 1.953 (1.609–2.370), p<0.001) ve C6 seviyesindeki (odds ratio: 1.179 (1.054–1.319), p=0.004) PVYD kalınlığı da öngörü için bağımsız birer değişken olarak gösterildi. TARTIŞMA: Boğaz ağrısı veya boyun ağrısı olan hastalarda disfaji, yabancı cisim hissi, şiddetli ağrı ve submandibular ağrısı olanların DBE olma olasılığı daha yüksektir. Derin boyun enfeksiyonu ciddi komplikasyonlara neden olabilir; bu nedenle, yukarıdaki semptomlara sahip hastalar önemli kompli-kasyon potansiyeli nedeniyle yakından izlenmelidir. BACKGROUND: Deep neck infection (DNI) is a potentially life-threatening disease because infections spread quickly, causing se-rious complications. Therefore, more attention is needed than other neck infections, but there are many difficulties due to isolation guidelines in the period of coronavirus disease 2019 pandemic. We investigated the early predictability of DNI through patient symptoms at the first emergency department encounter. METHODS: This was a retrospective study of patients with suspected soft-tissue neck infections from January 2016 to February 2021. Symptoms were retrospectively analyzed in fever, foreign body sensation, chest discomfort/pain, submandibular pain, odynopha-gia, dysphagia, voice change, and severe pain. Furthermore, baseline characteristic data, laboratory findings, and pre-vertebral soft-tissue (PVST) thickness were evaluated. DNI and other neck infections were diagnosed through computed tomography. Logistic regression analysis was conducted to determine the independent factors for predicting DNI. RESULTS: In the 793 patients included in the study, 267 (33.7%) were diagnosed with DNI, and 526 (66.3%) were diagnosed with other soft-tissue neck infections. In the comparison between the two groups, C-reactive protein (CRP), sodium, PT (INR), foreign body sensation, chest discomfort/pain, submandibular pain, odynophagia, dysphagia, severe pain, and PVST thickness showed statisti-cally significant differences. Independent factors for predicting DNI were severe pain (odds ratio: 6.336 [3.635–11.045], p<0.001), for-eign body sensation (odds ratio: 7.384 [2.776–19.642], p<0.001), submandibular pain (odds ratio: 4.447 [2.852–6.932], p<0.001), and dysphagia (odds ratio: 52.118 [8.662–313.588], p<0.001) among symptoms and CRP (odds ratio: 1.034 [1.004–1.065], p=0.026) and PT (INR) (odds ratio: 29.660 [3.363–261.598], p=0.002) in laboratory tests. PVST thickness at C2 (odds ratio: 1.953 [1.609–2.370], p<0.001) and C6 level (odds ratio: 1.179 [1.054–1.319], p=0.004) was also shown as an independent variable for prediction. CONCLUSION: Among patients with sore throat or neck pain, patients with dysphagia, foreign body sensation, severe pain, and submandibular pain are more likely to have DN. DNI can cause serious complications; therefore, patients with the above symptoms should be closely observed due to the potential for significant complications. |
10. | Komplike apandisitin cerrahi tedavisinde ileoçekal rezeksiyon ile sağ hemikolektominin karşılaştırılması Comparison of ileocecal resection and right hemicolectomy in the surgical treatment of complicated appendicitis Hamdi Taner Turgut, Ozkan SubasiPMID: 37278071 PMCID: PMC10315939 doi: 10.14744/tjtes.2023.83357 Sayfalar 705 - 709 AMAÇ: Komplike apandisit tanısıyla basit apendektomi zor olabilir ve bu durumda bazen genişletilmiş rezeksiyona ihtiyaç duyulur. Bu nedenle genişletilmiş rezeksiyon olarak tercih edilen ileoçekal rezeksiyon ve sağ hemikolektomi prosedürlerini; hastaların demografik verileri ve preoperatif laboratuvar tetkiklerinden (WBC (White Blood Cell), N/L (Neutrophil-to-lymphocyteratio), CRP (C-reactive protein)) değerleri, ameliyat süresi, postoperatif komplikasyonlar, hastanede yatış süresi ve bir aylık mortalite olarak karşılaştırmayı amaçladık. GEREÇ VE YÖNTEM: Kliniğimizde Şubat 2015- Aralık 2020 tarihleri arasında komplike apandisit tanısıyla genişletilmiş rezeksiyon yapılan hastalar geriye dönük olarak değerlendirildi. Sağ hemikolektomi veya ileoçekal rezeksiyon prosedürü uygulanan hastalar iki gruba ayırıldı. BULGULAR: Komplike apandisit tanısıyla genişletilmiş rezeksiyon uygulanan 55 hastanın 32’sine (%58.1) sağ hemikolektomi ve 23’üne (%41.8) ileo-çekal rezeksiyon yapıldı. Gruplar arasında demografik özellikler, preoperatif laboratuvar (WBC, N/L oranı, CRP) değerleri, Clavian-Dindo komp-likasyon sınıflandırması, ortalama hastanede yatış süresi ve bir aylık mortalite açısından istatistiksel olarak anlamlı fark yoktu (p>0.005). Operasyon süresi bakımından ise gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı fark vardı (p<0.001). TARTIŞMA: Genişletilmiş rezeksiyon planlanan komplike apandisit tanılı hastalarda ileoçekal rezeksiyon prosedürü güvenle tercih edilebilir. BACKGROUND: Simple appendectomy with a complicated appendicitis diagnosis could prove difficult, sometimes requiring ex-tended resection. Hence, we aimed to compare two procedures that are preferred for extended resection, ileocecal resection, and right hemicolectomy, in terms of patients’ demographic data, preoperative laboratory values (white blood cell [WBC], Neutrophil-to-lymphocyte ratio [N/L], C-reactive protein [CRP]), operation times, postoperative complications, length of hospital stay, and 1-month mortality rates. METHODS: We retrospectively reviewed patients who underwent extended resection with the diagnosis of complicated appen-dicitis in our clinic from February 2015 to December 2020. We divided the patients into two groups those who underwent right hemicolectomy and those who underwent ileocecal resection. RESULTS: Among the 55 patients who underwent extended resection with the diagnosis of complicated appendicitis, 32 (58.1%) underwent right hemicolectomy and 23 underwent ileocecal resection (41.8%). The groups did not differ statistically significantly in terms of demographic characteristics, preoperative laboratory values (WBC, N/L, CRP), Clavien–Dindo classification scores, mean hospital stay, or 1-month mortality rates (p>0.005). However, there was a statistically significant difference between the groups in terms of operation time (p<0.001). CONCLUSION: Ileocecal resection is a safe procedure for patients diagnosed with complicated appendicitis who are scheduled for extended resection. |
11. | Zemin seviyesinden düşmeler: Yaş gruplarına göre bilgisayarlı tomografi bulguları ve klinik sonuçlar Ground level falls: computed tomography findings and clinical outcomes by age groups Selcuk Parlak, Esra Çıvgın, Muhammed Said Beşler, Seçil GündoğduPMID: 37278076 PMCID: PMC10315935 doi: 10.14744/tjtes.2023.28741 Sayfalar 710 - 716 AMAÇ: Bu çalışma, zemin seviyesinden düşmelerde yaralanma paternlerini belirlemeyi ve yaşın yaralanma şiddeti üzerindeki etkisini araştırmayı amaçlamıştır. GEREÇ VE YÖNTEM: Zemin seviyesinden düşmeler nedeniyle seviye 1 travma merkezine başvuran 4712 hastayı retrospektif olarak belirledik ve bilgisayarlı tomografi (BT) çekilen 1214 hastanın verilerini analiz ettik. Demografi, gövde muayene bulguları, BT'de tespit edilen yaralanmalar kaydedildi. Yaşın yaralanma şiddeti üzerindeki etkisini araştırmak için hastalar <65 ve ≥65 yaş olarak gruplandırıldı. BULGULAR: Ortalama yaş 57 idi ve hastaların %55.20'si kadındı. Mortalite oranı %0.50 idi. BT'de 489 (%40.30) hastada yaralanma tespit edildi. Kırıklar en sık görülen yaralanma tipiydi. 32 (%2.60) hastada travmatik kafa içi kanama tespit edildi. Kaburga kırığı olan 63 hastanın sadece üçünde (%0.20) eşlik eden akciğer hasarı vardı. Fizik muayenenin negatif prediktif değeri göğüs yaralanması için %95.80 idi. Abdominal BT çekilen 116 hastanın hiçbirinde batın içi yaralanma tespit edilmedi. ≥65 yaş grubunda hastaneye yatış da daha yüksekti (p<0.001). Tüm ölümler (n=6) ≥65 yaş hastalarda görüldü. TARTIŞMA: Sonuçlarımız, zemin seviyesinden düşmelerin yaşlılarda daha fazla yaralanmaya neden olarak daha fazla hastaneye yatış ve ölümle so-nuçlandığını göstermektedir. Normal fizik muayene bulguları, zemin seviyesinden düşen, bilinci açık, koopere ve oryante hastalarda tüm vücut BT'ye gerekliliği azaltabilir. BACKGROUND: This study aimed to determine injury patterns in ground level falls (GLFs) and investigate the effect of age on the severity of injury. METHODS: We retrospectively identified 4,712 patients who presented to a Level 1 trauma center due to GLFs and analyzed the data of 1,214 patients who underwent computed tomography (CT). Demographics, torso examination findings, and injuries detected on CT were recorded. To investigate the effect of age on injury severity, the patients were grouped as those aged <65 and ≥65 years. RESULTS: The mean age was 57 years, and 55.20% of the patients were female. The mortality rate was 0.50%. Injury was detected in 489 (40.30%) patients on CT. Fractures were the most common injury type. Traumatic intracranial hemorrhage was detected in 32 (2.60%) patients. Only three (0.20%) of the 63 patients with rib fractures had concomitant lung injury. The negative predictive value of the physical examination (PE) was 95.80% for chest injury. Intra-abdominal injury was not detected in any of the 116 patients who underwent abdominal CT. Hospitalization was also higher in the ≥65-year group (p<0.001). All mortalities (n=6) were seen in patients aged ≥65 years. CONCLUSION: Our results indicate that GLFs cause more injuries in the elderly, resulting in more hospitalizations and mortality. Normal PE findings may reduce the need for whole-body CT in GLF patients who are conscious, cooperative, and oriented. |
12. | “Rib Unfolding” yazılımının artıları ve eksileri: Travma hastaları üzerine güvenilirlik ve tekrarlanabilirlik çalışması Pros and cons of rib unfolding software: a reliability and reproducibility study on trauma patients Ahmet Gürkan Erdemir, Mehmet Ruhi Onur, Ilkay Sedakat Idilman, Bulent Erbil, Erhan AkpınarPMID: 37278081 PMCID: PMC10315928 doi: 10.14744/tjtes.2023.64359 Sayfalar 717 - 723 AMAÇ: Aksiyel bilgisayarlı tomografi (BT) kesitlerinde 24 kaburganın tamamının incelenmesi fazla vakit alabilmesinin yanı sıra günlük pratikte kosta kırıkları kolaylıkla gözden kaçabilir. Kostaların değerlendirmesini kolaylaştırmak amacıyla, kostaları iki boyutlu bir planda hızlı bir şekilde değerlendirilmeyi sağlayan, “Rib Unfolding” (RU) isimli bilgisayar destekli tanı koyma yazılımı geliştirilmiştir. RU yazılımını kırık tespiti için kullanmanın; güvenilirliğini, tekrarlanabilirliğini ve hızlandırıcı etkisini değerlendirmenin yanı sıra ve uygulamanın neden olabileceği sorunları belirlemeyi amaçladık. GEREÇ VE YÖNTEM: Çalışmada gözlemci olarak görev almayacak olan araştırmacılar tarfından, göğüs travması olan 51 hastalık örneklem oluştu-ruldu ve örneklem içerisinde kırıkların karakterizasyonu ve dağılımı kaydedildi. Bu hastaların BT görüntüleri örneklemi oluşturan radyologlar arasında yer almayan, 5 yıllık (Gözlemci-A) ve 18 yıllık (Gözlemci-B) toraks radyolojisi deneyimleri olan, iki radyolog tarafından kırıkların varlığı, varsa tipi (nondeplase/ deplase/ minimal deplase) ve değerlendirme süreleri açısından değerlendirildi. BULGULAR: 22 hastada toplam 113 kırık saptandı. Aksiyel BT görüntüleri için ortalama değerlendirme süresi, gözlemci-A için 146,64 saniye ve gözlemci-B için 119,29 saniye idi. RU görüntüleri için ortalama değerlendirme süresi, gözlemci-A için 66,44 saniye ve gözlemci-B için 32,66 saniye idi. RU yazılımı desteği ile gözlemci-A ve gözlemci-B’nin değerlendirme periyotları arasında; aksiyal CT görüntü değerlendirmesine göre istatistiksel olarak anlamlı azalma gözlendi (p<0.001). Gözlemciler arası κ değeri 0,638 iken, gözlemci içi sonuçlar RU ve aksiyel BT değerlendirmelerini karşılaş-tırırken orta (κ: 0,441) ve iyi (κ: 0,752) tekrarlanabilirlik gösterdi. Gözlemci-A, RU görüntülerinde %47.05 nondeplase kırık, %48.93 minimal deplase (≤2 mm) kırık ve %38.77 deplase kırık saptadı (p=0.009). Gözlemci-B, RU görüntülerinde %23.52 nondeplase kırık, %57.44 minimal deplase (≤2 mm) kırık ve %48.97 deplase kırık saptadı (p=0.045). TARTIŞMA: RU yazılımı kırık tespitini oldukça hızlandırmakla beraber, düşük sensitivite, yalancı negatiflik ve kırığın deplasman derecesinin düşük gösterilmesi gibi dezavantajlar göstermektedir. BACKGROUND: Examination of all 24 ribs on axial computed tomography (CT) slices might become a leeway and rib fractures (RF) may easily overlook in daily practice. Rib unfolding (RU), a computer-assisted software, that promises rapid assessment of the ribs in a two-dimensional plan, was developed to facilitate rib evaluation. We aimed to evaluate the reliability and reproducibility of RU software for RF detection on CT and to determine the accelerating effect to determine any drawback of RU application. METHODS: Fifty-one patients with thoracic trauma formed the sample to be assessed by the observers. The characterization and distribution of RFs on CT images in this sample were recorded independently by the non-observers. Regarding the presence or ab-sence of RF, CT images were assessed blindedly by two radiologists with 5 years (observer-A) and 18 years (observer-B) of experience in thoracic radiology. Each observer assessed the axial CT and RU images on different days under non-observer supervision. RESULTS: A total of 113 RFs were detected in 22 patients. The mean evaluation time for the axial CT images was 146.64 s for ob-server-A and 119.29 s for observer-B. The mean evaluation time for RU images was 66.44 s for observer-A and 32.66 s for observer-B. A statistically significant decrease was observed between the evaluation periods of observer-A and observer-B with RU software compared to the axial CT image assessment (p<0.001). The inter-observer κ value was 0.638, while the intra-observer results showed moderate (κ: 0.441) and good (κ: 0.752) reproducibility comparing the RU and axial CT assessments. Observer-A detected 47.05% non-displaced fractures, 48.93% minimally displaced (≤2 mm) fractures, and 38.77% displaced fractures on RU images (p=0.009). Ob-server-B detected 23.52% non-displaced fractures, 57.44% minimally displaced (≤2 mm) fractures, and 48.97% displaced fractures on RU images (p=0.045). CONCLUSION: RU software accelerates fracture evaluation, while it has drawbacks including low sensitivity in fracture detection, false negativity, and underestimation of displacement. |
13. | Pediatrik gerçek ve ekivalan Monteggia kırıklarında fonksiyonel sonuçlar ve güncel literatüre bakış Functional outcomes of pediatric true and equivalent Monteggia fractures – Review of the literature Lercan Aslan, Cemil Cihad Gedik, Olgar Birsel, Ilker Eren, Emel Gönen, Mehmet DemirhanPMID: 37278069 PMCID: PMC10315934 doi: 10.14744/tjtes.2022.52042 Sayfalar 724 - 732 AMAÇ: Bu çalışmanın amacı, pediatrik popülasyonda gerçek ve ekivalan Monteggia kırıklı çıkıklarındaki fonksiyonel sonuçlarımızın bildirilmesidir. Bunun yanında tedavi seçenekleri hakkında bir literatür incelemesi de yaptık. GEREÇ VE YÖNTEM: 2009-2021 tarihleri arasında beşi cerrahi, üçü konservatif tedavi edilen hasta saptandı. Bu hastaların altısı kız çocuğu, ikisi ise erkek çocuğuydu. Tedavi anında ortalama yaş 7 idi. Ortalama takip süresi 55 hafta (aralık, 12-128) olarak bulundu. Mayo Elbow Performance Score (MEPS) ve Oxford Elbow Score (OES) sonuçların değerlendirilmesinde kullanıldı. Eklem hareket açıklığı ve kavrama güçleri de değerlendirildi. BULGULAR: Bu sekiz hastada, iki Bado tip 1 ve altı Monteggia ekivalan yaralanması saptandı. Bado tip 1 yaralanmalar için kapalı redüksiyon ve alçılama birincil tedavi olarak kullanıldı. Fakat bu hastaların birinde redislokasyon gelişmesi üzerine cerrahi tedaviye geçildi. Aynı hastada cerrahi son-rasında ikinci kere dislokasyon gelişmesi üzerine konservatif tedaviyle takip edildi. Üç Monteggia ekivalan yaralanma kapalı redüksiyon ve alçılama ile komplikasyonsuz tedavi edildi. Bir hastada ulnanın plastik deformasyonuyla beraber radius başının anterior çıkığı vardı ve bu hastada CORA’ya uygun düzeltici ulnar osteotomi uygulandı. TARTIŞMA: Monteggia yaralanmaları için ana tedavi yöntemi ulnar uzunluğun geri kazanılmasıdır. 3 boyutlu rekonstrüksiyonlu bilateral BT görüntüleme tedaviyi hastaya göre özelleştirmek için preoperatif planlamada kullanılabilir. Radius başı subluksasyonunun erken tespiti ve gereken girişimin yapılması için geç kalınmaması amacıyla yakın gözlem elzemdir. BACKGROUND: This study aims to describe the functional outcome of true and equivalent Monteggia fracture-dislocations in the pediatric population. We also provided a review of the literature about the treatment options. METHODS: Five surgically and three conservatively treated patients were identified who were treated in 2009-2021. The study pop-ulation consisted of six female and two male patients. The mean age at the time of treatment was 7. The mean follow-up time was 55 months (range, 12–128). The Mayo Elbow Performance Score and the Oxford Elbow Score were used for outcome evaluation. Range of motion and grip strengths were also evaluated. RESULTS: There were two Bado type 1 and six Monteggia equivalent injuries. Closed reduction and casting were utilized for the two Bado type 1 injuries as the initial treatment. However, one had a radial head re-dislocation and had to be treated operatively. This patient had a radial head re-dislocation after the surgery and was followed up conservatively. Three Monteggia equivalent injuries were treated with closed reduction and casting, with no complications. One patient had a radial head anterior dislocation with plastic deformation of the ulna, and this patient was managed with CORA-based corrective ulnar osteotomy. For Monteggia injuries, the main treatment objective is to restore the ulnar length. Bilateral computed tomography imaging with 3D reconstruction can be utilized in preoperative planning of Monteggia fracture-dislocations to customize the treatment. Close observation is essential to detect radial head subluxation, which needs early intervention before irreversible changes occur. CONCLUSION: The true/equivalent Monteggia fractures’ main treatment goal is to restore the ulnar length. Conservative treatment, with a close follow-up, is the first option if closed reduction can be achieved. If closed reduction is not possible, careful preop-erative planning and early rehabilitation are key to success for management of Monteggia fractures. |
14. | Farklı bir yaralanma şekli: Bilek güreşi yaralanması; tedavi şekilleri, klinik sonuçlar ve spora dönüş An unusual injury pattern: arm wrestling injury, treatment modalities, clinical outcomes, and return to sport Yavuz Şahbat, Emir Kütük, Görkem Çat, Oğulcan Ünsalan, Hayati Kart, Osman Mert Topkar, Özgür Baysal, Bülent ErolPMID: 37278079 PMCID: PMC10315927 doi: 10.14744/tjtes.2023.34247 Sayfalar 733 - 740 AMAÇ: Bilek güreşi sırasında üst ekstremiteye büyük bir rotasyonel tork kuvveti uygulanır. Bilek güreşi omuz, dirsek ve el bilek eklemlerinde kas ve tendon yaralanmaları ve hatta kemik kırıklarına sebep olabilir. Bu çalışmanın amacı, bilek güreşi sonrası tedavi şekillerini, fonksiyonel sonuçları ve spora dönüş durumlarını sunmaktır. GEREÇ VE YÖNTEM: 2008-2020 yılları arasında hastanemize başvuran hastaların travma mekanizmaları, tedavi şekilleri, klinik sonuçları ve spora dönüş durumları retrospektif olarak değerlendirildi. Son takipte hastaların fonsiyonel skorları (DASH skoru, Constant skoru) değerlendirildi. BULGULAR: Yaş ortalaması 20±6.1 (12-33) olan 18(82%) erkek, 4(%18) kadın toplam 22 hasta çalışmaya dahil edildi. 10 hastada humerus şaft kırığı, 10 hastada izole yumuşak doku yaralanması, 1 hastada medial epikondil kırığı ve 1 hastada omuz çıkığı vardı. Hastaların ikisi (%10) hasta profesyonel bilek güreşçisiydi. Humerus cisim kırığı olan hastaların son kontrol (ortalama 4 yıl) DASH skorları ortalaması 0.57 (0-1.7 min max) idi. İzole yumuşak doku yaralanması olan hastaların tümü 1 ay içinde spora döndü. Humerus cisim kırığı olan hastalarda spora dönüş süresi daha uzun ve fonksiyonel skor daha düşüktü (p<0.043). Uzun dönem takipte hiçbir hastada sakatlık tespit edilmedi. Yumuşak doku yaralanması olan hastaların kemik yaralan-ması olan hastalara göre daha fazla bilek güreşine devam ettiği görüldü (p<0.001) TARTIŞMA: Çalışmamız bir sağlık kuruluşuna bilek güreşi sonrası herhangi bir şikayetle başvuran hastaların değerlendirildiği en geniş hasta serisini sunmaktadır. Bilek güreşi sadece kemik patolojileriyle sonuçlanan bir spor değildir. Bilek güreşi sporcularına spor sırasında sakatlanabilecekleri ancak tam bir iyileşme olacağı bilgisinin verilmesinin sporcuları rahatlatacağı ve cesaretlendireceği düşünülebilir. BACKGROUND: In the sport of arm wrestling, the great rotational force is applied to the upper extremity, which can result in muscle and tendon injuries in the shoulder, elbow, and wrist joints, and even bone fractures. The aim of this study was to present the treatment modalities, functional outcomes, and return to sport after arm wrestling injuries. METHODS: A retrospective evaluation was made of the trauma mechanisms, treatment modalities, clinical outcomes, and time of return to sports of patients admitted to our hospital with an arm wrestling injury between 2008 and 2020. At the final follow-up examination, the functional scores (DASH score and constant score) of the patients were evaluated. RESULTS: Evaluation was made of 22 patients comprising 18 (82%) males and 4 (18%) females with a mean age of 20±6.1 years (range, 12–33 years). Two (10%) patients were professional arm wrestlers. The DASH scores at the final follow-up (mean 4 years) examination were 0.57 (min: 0 and max: 1.7) for the patients with humerus shaft fracture. All the patients with isolated soft-tissue injuries returned to sports within 1 month. Patients with humeral shaft fractures returned to sports later and had a lower functional score (P<0.05). There was no disability in any patient during long-term follow-up. Patients with soft-tissue injuries continued arm wrestling more than patients with bone injuries (P<0.001). CONCLUSION: This study constitutes the largest patient series evaluating patients presenting at a health-care institution with any complaint after arm wrestling. Arm wrestling is not a sport that only results in bone pathologies. Therefore, providing the participants in this sport with information that they may be injured in arm wrestling but there will be a full recovery, may reassure and encourage them. |
OLGU SUNUMU | |
15. | Ateşli silah yaralanmalarında eksternal fiksasyon: İki olgu raporu External mandibular fixation for gunshot fractures: report of 2 cases Begüm Elbir, Nasuh Kolsuz, Altan VarolPMID: 37278072 PMCID: PMC10315936 doi: 10.14744/tjtes.2022.77315 Sayfalar 741 - 745 Yüksek enerjili balistik yaralanmalar çok parçalı fasiyal kırıklara yol açabilmektedir. Bu kırıkların tedavisi enfeksiyon ve sert ve yumuşak doku kaybı nedeniyle zorlayıcı olabilir. Böyle vakalar açık redüksiyon ve internal tespit için uygun olmayabilir. Bu raporda eksternal fiksasyonun esas tedavi öncesinde cerrahi bir aşama olarak uygulandığı 2 ateşli silah yaralanması vakası sunuldu. Eksternal fiksasyon uygulaması ile var olan enfeksiyon kontrol altına alınmış ve yumuşak dokular tamir edilmiştir. Bu sayede rekonstrüksiyon plakları ve gerekli ise otojen kemik greftleme yardımı ile oral rehabilitasyona uygun ortam sağlanmıştır. High-energy ballistic injuries may cause comminuted facial fractures. Treatment of such fractures might be challenging because of in-fection and soft- and hard-tissue loss. These cases may not be amenable to open reduction and internal fixation. We present 2 cases of gunshot fractures, for which external fixation was used as a surgical step before definitive treatment. With the use of external fixation, existing infection had been controlled and soft tissues had been restored, which allowed oral rehabilitation with reconstruction plates and autogenous bone grafting, if needed. |
16. | Sünnet sırasında tam glans penis amputasyonu: Bukkal mukozal greft ile kaplı dartos flep ile yeni glans oluşturulması—yeni bir teknik Neo-glans reconstruction with dartos flaps covered with buccal mucosal graft after total glans amputation during circumcision: novel technique Süleyman ÇelebiPMID: 37278074 PMCID: PMC10315938 doi: 10.14744/tjtes.2023.07903 Sayfalar 746 - 751 Penis başı ampütasyonu sünnetin nadir ve katastrofik bir komplikasyonudur. Ampütasyonu takiben penis başının rekonstrüksiyonu endikedir. Olgumuz, sünnetten altı ay sonra tarafımıza başvuran beş yaşındaki bir erkek çocuğun ampüte penis başının yeniden yapılandırılması için yeni bir tekniği tarif etmektedir. Sünnetten hemen sonra bölge hastanelerinde kanama kontrolü nedeniyle opere olan hastada idrar çıkış deliğinin darlığı, işeme güçlüğü ve penis şekil bozukluğundan dolayı tarafımıza başvurdu. Muayenede penis 3 cm uzunluğundaydı. Ameliyata alınan hastaya tam penil deglo-ving yapıldı. Kalan penisin distal kısmı fibröz doku çıkarılarak hazırlandı. Kanama kontrolü için bölge hastanelerinde penis dorsal tarafa yerleştirilen dartos flepleri ventral taraftan iki eşit benzer parçaya bölünerek penisin üst kısmında iki yana perde şeklinde açıldı ve glanular yaka benzeri bir yapı oluşturuldu. Ağızdan alınan 5×3 cm bukkal mukoza getirilerek dartos flepleri üst yüzeyleri örtüldü. Bu yapı penis başı olarak, glans şekli olarak penisin üzerine örtüldü ve spongiozumla birlikte serbestleştirilen üretra buraya sütüre edildi. Hasta ameliyat sonrası dönemde hiperbarik oksijen tedavisine alındı. Hastanın takiplerinde penis başı benzeri kozmetik yapı gözlendi ve hastada normal idrar üroflovmetre sonuçları elde edildi. Bu yöntem, literatürde ilk defa kullanılan cerrahi onarım tekniğidir. Bukkal mukozal greft ile kaplı dartos flep kullanımı, penis boyutu uygun olduğunda amputasyon sonrası penis başının geç rekonfigürasyonu için kabul edilebilir kozmetik ve fonksiyonel sonuçları olan başarılı ve basit bir prosedürdür. Penile glans amputation is a rare and catastrophic complication of circumcision. Reconstruction of the penile glans was indicated following amputation. Our report discusses a novel technique for reconfiguration of the amputated penile glans of a 5-year-old male admitted 6 months following a complicated circumcision. The parents complained of severe meatal stenosis and penile disfigurement. The penis was 3 cm long. Complete penile degloving was performed. The distal part of the remaining penis was prepared by removing fibrous tissue. Dartos flaps, which had been placed on the dorsal side by the previous surgery center, were divided into two similar parts from the ventral side and opened to both sides at the top of the penis, such as a curtain, and a glanular collar-like structure was obtained by bringing 5 cm × 3 cm buccal mucosa. This structure was covered on the penis as glans, and the freed urethra with the spongiosum was sutured here. The patient was taken to hyperbaric oxygen therapy in the postoperative period. The patient’s glans-like cosmetic structure was observed during follow-up, and the patient was urinating normally. This is the first surgical repair technique to use this method in the literature. The use of a dartos flap covered with a buccal mucosal graft is a successful and simple procedure with acceptable cosmetic and functional results for the late reconfigurating a neoglans shape after a glans penis amputation when the penile size is suitable. |