p-ISSN: 1306-696x | e-ISSN: 1307-7945
Cilt : 28 Sayı : 11 Yıl : 2025

Hızlı Arama




SCImago Journal & Country Rank
Ulusal Travma ve Acil Cerrahi Dergisi - Ulus Travma Acil Cerrahi Derg: 28 (11)
Cilt: 28  Sayı: 11 - Kasım 2022
DIĞER
1. 
Ön Sayfalar
Frontmatters

Sayfalar I - V

DENEYSEL ÇALIŞMA
2. 
Sıçanlarda Glutamin kullanımının peritoneal yüzeyde intestinal neomokoza oluşumuna etkisi
Effect of glutamine use on the formation of intestinal neomucosa on peritoneal surface in rats
Ahmet Akbaş, Osman Bilgin Gülcicek, Erkan Yavuz, Hakan Yigitbas, Ali Solmaz, Yigit Ulgen, Nadir Adnan Hacım, Gulcin Ercan, Yuksel Altinel, Aysegul Kırankaya, Atilla Çelik
PMID: 36282159  PMCID: PMC10277354  doi: 10.14744/tjtes.2022.36903  Sayfalar 1541 - 1548
AMAÇ: Kısa bağırsak sendromu (SBS) ince bağırsakların uzunluğunun azalmasına bağlı vücut için gerekli olan sıvı veya besinlerin emilim eksikliğine yol açan mortalitesi ve morbiditesi yüksek klinik durumdur. Glutamin ise bağırsak mukoza hücrelerinin beslenmesini ve proliferasyonunu artıran bir proteindir. Bu çalışmanın temel amacı SBS gelişen ratlarda Glutaminin intestinal neomucosa oluşumu üzerine olan etkisini araştırmaktır.
GEREÇ VE YÖNTEM: On altı wistar-Hannover sıçan üzerinde ileumun mukozal yüzeyi ile parietalperiton yüzeyinin (karın duvarına yapışık) arasında enteroperitoneal anastomoz yapıldıktan sonra rastgele iki eşit gruba bölündü. Grup 1 (kontrol grubu), Salin ile tedavi edilirken grup 2 Glutamin ile tedavi edildi. On dört gün sonra tüm sıçanlara ötenazi uygulandı ve kan alındı. Eş zamanlı olarak anastomoz parçasının en blok rezeksiyonu yapılarak neomukoza oluşumu yönü ile histopatolojik inceleme yapıldı. Glutaminin anastomoz üzerine olan etkileri mikroskobik ve biyokimyasal analizler yapılmak sureti ile belirlendi.
BULGULAR: Biyokimyasal analizler serumda oksidan (MDA ve 8-OHdG), antioksidan (SOD ve GPx) parametrelerin ölçümü ile yapıldı. Kontrol grubu ve Glutamin verilen grubun antioksidan değerlerinin biyokimyasal değerlendirme sonuçlarına göre Glutamin verilen sıçanlarda serum anti-oksidan seviyesi (SOD ve GPx aktivitesi) kontrol grubuna göre anlamlı ölçüde yüksek (p<0.05) iken oksidatif hasarın (MDA ve 8-OHdG) kontrol grubuna göre düşük olduğu (p<0.05) gözlendi. Neomukoza oluşumu yönü ile yapılan histolojik değerlendirme sonucunda ise Glutamin verilen grupta neomukoza oluşumu sayıca fazla olmasına rağmen kontrol grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı çıkmamıştır (p=0.315).
TARTIŞMA: Kısa bağırsak sendromu gelişen hastalarda Glutamin kullanımı neomukoza oluşumunu artırarak yüzey emilimini artırabilir. Ancak bunun yeterince güçlü klinik deneylerle belirlenmesi gerekiyor.

KLINIK ÇALIŞMA
3. 
Hepatopankreatobiliyer prosedürler sırasında hepatik arter travmasının yönetimi: Gelişen yaklaşımlar, klinik sonuçlar ve literatür taraması
Management of hepatic artery trauma during hepato-pancreato-biliary procedures: Evolving approaches, clinical outcomes, and literature review
Arif Atay, Feyyaz Gungor, Yunus Sur, Orgun Gunes, Fatma Husniye Dilek, Şebnem Karasu, Osman Nuri Dilek
PMID: 36282163  PMCID: PMC10277349  doi: 10.14744/tjtes.2022.90258  Sayfalar 1549 - 1557
AMAÇ: Hepatopankreatobiliyer cerrahi ile uğraşan cerrahların en korkulan komplikasyonlarından biri hepatik arter (HA) yaralanmalarıdır. Bu çalışmada, ciddi morbidite ve mortalite riski olan HA yaralanmalarının (laserasyon, transseksiyon, ligasyon ve rezeksiyon) yönetiminde son yıllarda gelişen yaklaşımların, klinik deneyimlerimiz ışığında incelenmesi amaçlandı.
GEREÇ VE YÖNTEM: Hastanemizde son 10 yılda, hepatopankreatobiliyer patoloji nedeniyle opere edilen 615 hastanın dosyaları geriye dönük olarak incelendi.
BULGULAR: Toplam 13 HA travması tespit edildi, bunlardan sekzinde HA yaralanması vardı ve beşinde HA rezeksiyonu planlandı. Ameliyat sonrası takip döneminde karaciğer apsesi, anastomoz kaçağı ve geç biliyer darlık tespit edildi.
TARTIŞMA: Hepatik arter yaralanması veya ligasyonuna bağlı komplikasyonlar ve ölümler günümüzde daha az yaygındır. Hemodinamik olarak stabil olmayan, sarılık, kolanjit ve sepsisli hastalarda komplikasyon riski artar. Ameliyat öncesi radyolojik değerlendirmedeki varyasyonların ortaya çıkarılması ve uygun yaklaşım planının belirlenmesi riskleri azaltacaktır. HA yaralanması saptanan durumlarda primer anastomoz, arter transpozisyonları veya greftlerle arteriyel akım devamlılığı sağlanmaya çalışılmalıdır.

4. 
Peptik ülser perforasyonunda erken ameliyat sonrası morbidite ve mortalite belirleyicileri
Early post-operative morbidity and mortality predictors in peptic ulcer perforation
Metin Yalcin, Serdar Oter, Alper Akınoğlu
PMID: 36282169  PMCID: PMC10277340  doi: 10.14744/tjtes.2022.85686  Sayfalar 1558 - 1562
AMAÇ: Peptik ülser perforasyonu (PUP), akut karın nedenlerinden biridir, bu durumun insidansı tüm abdominal acillerin %5’idir. PUP sonrası morbidite ve mortalite için çok sayıda prognostik faktör bildirilmiştir, bu çalışma PUP’lu hastalarda mortalite ve morbiditeyi etkileyen faktörleri analiz etmeye çalışmaktadır.
GEREÇ VE YÖNTEM: Ocak 2008–Ocak 2018 tarihleri arasında kliniğimizde PUP nedeniyle opere edilen hastaların tıbbi kayıtları geriye dönük olarak incelendi. Bu çalışmaya toplam 318 hasta dahil edildi. Hastalar geriye dönük olarak yaş, cinsiyet, komorbidite, ASA skoru, biyokimyasal, hematolojik parametreler, komplikasyonlar ve mortalite açısından incelendi. Morbidite ve mortaliteyi etkileyen risk faktörleri de değerlendirildi. BULGULAR: Çalışma popülasyonu 318 hastadan oluşmaktaydı ve hastaların yaş ortalaması 41.30±19.37 (min-maks: 16–89) idi. Çalışmada 271 (%85.22) hasta erkek, 47 (%14.78) kadın ve erkek/kadın oranı 5.76 idi. Morbidite belirteçlerinin analizinde, yaş ≥60, (p<0.001); perforasyon-cerrahi aralığı >24 saat (p<0.001); pürülan intraperitoneal kontaminasyon (p<0.001); ameliyat öncesi böbrek yetersizliği (p<0.001); duodenal perforasyon (p<0.001); ameliyat öncesi şok (p<0.001) ve ASA skoru >III (p<0.0001) istatistiksel olarak anlamlı bulundu. Cinsiyet istatistiksel olarak anlamlı bulunmadı (p=0.672). Ameliyat sonrası dönemde 318 hastanın 15’inde (%4.71) mortalite gelişti. Çok değişkenli analizde yaş ≥60, (p<0.001); perforasyon-cerrahi aralığı >24 saat (p<0.001); pürülan intraperitoneal kontaminasyon (p<0.001); ameliyat öncesi böbrek yetersizliği (p<0.001); duodenal perforasyon (p<0.001) ve ameliyat öncesi şok (p<0.001) ameliyat sonrası mortalitenin bağımsız öngörücüleri olarak bulundu. TARTIŞMA: Çalışmamızda; yaş ≥60, perforasyon-ameliyat aralığı >24 saat, pürülan intraperitoneal kontaminasyon, ameliyat öncesi böbrek yetersizliği, duodenal perforasyon, ameliyat sonrası dönemde ameliyat öncesi şok ve yoğun bakım ünitesi ameliyat sonrası morbidite ve mortalitenin bağımsız öngördürücüleri olarak bulundu. Kapsamlı bir klinik değerlendirme, yeterli sıvı resüsitasyonu, uygun antibiyotik tedavisinin başlatılması ve cerrahiye erken erişim, PUP’ta morbidite ve mortalite riskini en aza indirebilir.

5. 
Laparoskopik feokromositomada magnezyum ve deksmedetomidin kombinasyonu sodyum nitroprussid gereksinimini azaltır
Magnesium and dexmedetomidine combination reduces sodium nitroprusside requirement in laparoscopic pheochromocytoma
Nükhet Sivrikoz, Özlem Turhan, Hacer Ayşen Yavru, Demet Altun, Yalın Işcan, Ismail Cem Sormaz, Zerrin Sungur
PMID: 36282168  PMCID: PMC10277350  doi: 10.14744/tjtes.2022.92672  Sayfalar 1563 - 1569
AMAÇ: Feokromasitoma eksizyon cerrahisinin anestezi yönetimi ciddi hemodinamik dalgalanmalarla ilişkilidir. Bu çalışmanın amacı, feokromasitomada magnezyum-deksmedetomidin ile tedavi edilen grup ile geleneksel grup arasında sodyum nitroprussid uygulaması gerektiren hipertansif kriz sayısını karşılaştırmaktır.
GEREÇ VE YÖNTEM: Bu geriye dönük kohort çalışması, 2011–2020 yılları arasında feokromasitoma ameliyatı geçiren hastaları içermektedir. Hastalar iki gruba ayrıldı: 1- Geleneksel grup (GC); 2011–2015 yılları arasında standart anesteziyoloji hazırlığı ile ameliyat edilen ve perioperatif ek ilaç almayan hastaları içeriyordu. 2-Magnezyum-deksmedetomidin tedavi grubu (GMD); 2015–2020 yılları arasında ameliyat edilen ameliyattan bir hafta önce günde oral 300 mg Magnezyum ve intraoperatif olarak magnezyum-deksmedetomidin infüzyonu alan hastalardan oluşuyordu. Ameliyat boyunca kan basıncı, kalp atım hızı ve sodyum nitroprussid gereksinimi, demografik ve operatif veriler kaydedildi. Hipertansif kriz sistolik kan basıncı >180 mmHg, taşikardi ise kalp atım hızı >110 atım olarak tanımlandı.
BULGULAR: Toplam 108 hastanın dökümanlarından 78 hastanın verileri analiz edildi (GC’de 38, GMD’de 40 hasta). Sodyum nitroprussid gereksinimi GC’de (%39.5) GMD’ye (%7.5) göre anlamlı derecede yüksekti (p=0.001). Tümör manipülasyonu dönemindeki sistolik kan basınçları, GC’de 10., 15., 20., 25., 30. ve 35. dakikalarda GMD’ye göre istatistiksel olarak daha yüksekti. Tümör manipülasyon periyodunun 10. ve 15. dakikalarında kalp atım hızı değerleri GC’de GMD’ye göre anlamlı derecede yüksekti (p<0.05).
TARTIŞMA: Magnezyum-deksmedetomidin kombinasyonu, feokromasitomanın perioperatif yönetiminde vazodilatatör gereksinimini azaltmak için alternatif bir tedavi gibi görünmektedir.

6. 
Travma merkezleri kurulmasının künt travmatik dalak yaralanması tedavisi üzerine etkisi: Travma merkezleri öncesi ve sonrası dönemlerin karşılaştırılması
Impact of the establishment of a trauma center on blunt traumatic spleen injury treatment: Comparison between pre-traumatic center and trauma center periods
Hyunseok Jang, Young-Goun Jo, Yunchul Park, Euisung Jeong, Naa Lee, Jung-Chul Kim
PMID: 36282154  PMCID: PMC10277344  doi: 10.14744/tjtes.2021.03262  Sayfalar 1570 - 1582
AMAÇ: Dalak, künt travma nedeniyle yaygın olarak yaralanan bir batın içi organdır. Künt dalak yaralanması vakalarında sıklıkla acil tedavi gerekir. Bu çalışma, künt dalak yaralanması olan hastaların tedavisinde travma merkezleri kurulmasının prognostik etkisini araştırmayı amaçlamıştır.
GEREÇ VE YÖNTEM: 2012–2019 yılları arasında dalakta künt yaralanma nedeniyle merkezimizi ziyaret eden 235 hastayı geriye dönük olarak inceledik. Çalışma süresi iki gruba ayrıldı: Ocak 2012–Eylül 2015 arası travma merkezi öncesi dönem (TÖD) ve Eylül 2015–Aralık 2019 arası travma merkezi dönemi (TMD). Her bir dönemde, üç tedavi grubu mevcuttu: Cerrahi grup, embolizasyon grubu ve konservatif tedavi grubu. Birincil sonuç mortalite idi; ikincil sonuçlar ise, yaralanma şiddeti skoru (ISS) ve kısaltılmış yaralanma ölçeği puanı gibi hasta özellikleri, başvurudan müdahaleye kadar geçen süre (hem cerrahi hem de anjiyografi embolizasyonu) ve dalak koruyucu cerrahi oranı idi.
BULGULAR: Konservatif tedavi grubunda TMD’de Hb ve Hct değerleri, TÖD’ye göre nispeten düşüktü (sırasıyla, p=0.007, p=0.008). TMD’de yoğun bakıma yatış oranı nispeten yüksekti (%72.9’a karşı %90.6, p=0.031). TMD’de yaralanma şiddeti skoru (ISS) nispeten düşüktü (18’e karşı 17, p=0.001). Cerrahi grubunda, hasta kabulünden sonra ameliyathaneye transfer için geçen süre TMP’de büyük ölçüde azalmıştır (151 dakikaya karşı 107 dakika, p=0.028). Embolizasyon grubunda hastanın yaşı ve SBP, TÖD’de TMD’ye göre daha düşüktü (sırasıyla p=0.003, p=0.049); TÖD’de üç hastaya CPR ile embolizasyon uygulanmış, TMD’de ise hiçbir hastaya CPR uygulanmamıştı. TÖD’de üç ölüm mevcuttu; TMD’de hiç ölüm gerçekleşmemişti (p=0.05).
TARTIŞMA: Bir travma merkezinin kurulması, künt dalak yaralanması olan ve üç tedaviden birini alan hastaların tedavi kalitesinde ve prognozunda iyileşmelere yol açmıştır.

7. 
Akut kolesistit tanı ve evrelendirmesinde Nesfatin-1’in prognostik etkisi
Prognostic effect of Nesfatin-1 on the diagnosis and staging of acute cholecystitis
Oğuzhan Tekin, Mert Mahsuni Sevinç, Özhan Albayrak, Oğuzkağan Batıkan, Ufuk Oğuz İdiz
PMID: 36282155  PMCID: PMC10277346  doi: 10.14744/tjtes.2021.05694  Sayfalar 1583 - 1589
AMAÇ: Safra kesesi hastalıkları gelişmiş ülkelerde nüfusun yaklaşık %20’sini etkileyen önemli bir sağlık sorunudur. Akut kolesistit, safra taşı hastalığının en yaygın komplikasyonudur ve tipik olarak semptomatik safra taşı öyküsü olan hastalarda gelişir. Çalışmamızın amacı kolay uygulanabilen, hızlı sonuç veren ve enflamatuvar olaylarla ilişkisi olduğu düşünülen bir belirteç olan nesfatin-1’in; akut kolesistitin tanısında ve evrelendirilmesinde kullanılabilirliğini değerlendirmektir.
GEREÇ VE YÖNTEM: Çalışmaya İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne 01.07.2020 ile 01.12.2020 tarihleri arasında akut kolesistit ile başvuran ve hastaneye yatırılarak tedavi gören hastalar alındı. Hastalar rutin kan incelemeleri ve görüntüleme yöntemleri baz alınarak yapılan Tokyo Guidelines 2018 sınıflamasına göre hafif, orta ve ağır şiddette kolesistit olarak üç ana gruba ayrıldı. Çalışmaya dahil edilen tüm hastalardan yatış sonrası 24 saat içinde kan alınarak kanda lökosit, nötrofil, lenfosit, nötrofil/lenfosit ve nesfatin-1 seviyeleri ölçüldü.
BULGULAR: Her grupta en az 15 kişi olmak üzere sağlıklı gönüllüler, hafif kolesisit, orta kolesistit ve ağır kolesistit olarak toplam 61 gönüllü çalışmaya dahil edildi. Çalışmaya katılanların ortalama yaşı 58.11±19.76 yıl, kadın oranı yüzde 47.54 ve erkek oranı 52.46 idi. Çalışmada hasta gruplarındaki nesfatin-1 değerleri kontrol grubuna göre düşük saptanmıştır. Alt grup analizlerinde orta hasta grubundaki nesfatin-1 değerleri kontrol grubuna göre anlamlı olarak daha düşük bulunmuştur; ancak hastalığın şiddeti ile nesfatin-1 arasında anlamlı istatistiksel bir ilişki görülmemiştir.
TARTIŞMA: Sonuç olarak nesfatin-1 hastalığın tanısı için klinisyeni yönlendirebilir; ancak nesfatin-1 ile hastalığın şiddeti veya evresi arasında anlamlı ilişki bulunmamıştır. Bulgularımız gelecekteki çalışmalar için umut vericidir.

8. 
Komplike akut apandisiti öngörmede ameliyat öncesi rutin kan testlerinin etkinliği
Effectiveness of pre-operative routine blood tests in predicting complicated acute appendicitis
Server Sezgin Uludağ, Ozan Akıncı, Nazim Güreş, Emre Tunç, Ergin Erginöz, Ahmet Necati Şanlı, Abdullah Kağan Zengin, Mehmet Faik Özçelik
PMID: 36282156  PMCID: PMC10277351  doi: 10.14744/tjtes.2021.13472  Sayfalar 1590 - 1596
AMAÇ: Akut apandisitte perforasyonun erken tahmini ve teşhisi cerrahların en uygun tedaviyi seçmesine olanak tanır. Bu çalışmanın amacı, ameliyat öncesi rutin laboratuvar incelemelerinin komplike akut apandisiti öngörmede rolü olup olmadığını değerlendirmektir.
GEREÇ VE YÖNTEM: Çalışmada 2014–2019 yılları arasında akut apandisit tanısı ile ameliyat edilen 783 hasta geriye dönük olarak incelendi. Perfore olmayan ve perfore akut apandisiti olan hastalar arasında ameliyat öncesi laboratuvar testleri arasında lökosit (WBC), nötrofil, lenfosit, trombosit (PLT), ortalama trombosit hacmi (MPV), trombosit dağılım genişliği (PDW), C-reaktif protein bulunur. Çalışmada CRP ve nötrofil-lenfosit oranı (NLR) parametreleri karşılaştırılmıştır.
BULGULAR: Toplam 81 olguda histopatolojik olarak apandisit saptanmamıştır. Çalışmada 702 hastanın %89.9’u (n=631) perfore bulunmamıştır, %10.1’i (n=71) perfore akut apandisit tanısı almıştır. Yaşlı hastalarda perforasyon oranı daha yüksek bulunmuştur (p<0.01). Lenfosit sayısının perfore grupta anlamlı olarak daha düşük olduğu, CRP ve NLR’nin anlamlı olarak yüksek olduğu görüldü (sırasıyla p=0.048, p=0.001, p=0028). Perfore akut apandisit tanısında eşik değerleri CRP için 44.0 mg/dL, NLR için 7.65 ve lenfositler için 1.7/mm3 idi. Gruplar arasında WBC, nötrofil, PLT, MPV ve PDW değerleri açısından istatistiksel olarak fark yoktu.
TARTIŞMA: Düşük lenfosit sayısı, yüksek CRP ve yüksek NLR, komplike akut apandisit tanısında güvenilir ve güçlü prediktif parametreler olarak bulunmuştur.

9. 
Majör yanıklı hastalarda erektil disfonksiyon: Takibin önemi
Erectile dysfunction in patients with major burn injury: The significance of follow-up
Fırat Akdeniz, Cağrı Akın Şekerci, Yılören Tanıdır, Yüksel Yılmaz, Kamil Çam
PMID: 36282167  PMCID: PMC10277353  doi: 10.14744/tjtes.2021.98504  Sayfalar 1597 - 1603
AMAÇ: Yanık hasarı ve erektil disfonksiyon (ED) arasındaki ilişkiyi araştıran ileriye yönelik çalışma sayısı azdır. Bu çalışmanın amacı, majör yanık ile ilgili olarak erektil fonksiyonlardaki değişikliği ileriye yönelik olarak araştırmaktır.
GEREÇ VE YÖNTEM: Bu çalışma, majör yanık hasarı olan hastalarda ileriye yönelik bir araştırma olarak yürütüldü. Çalışma grubu, Wallace Dokuz Kuralı’na göre vücut yüzey alanının en az %20’sinin etkilendiği yanık olgularından oluşuyordu. Yanık ünitesindeki hastalara başlangıçta Uluslararası Erektil Disfonksiyon-5 İndeksi (IIEF-5) uygulandı ve üçüncü ve altıncı aylarda tekrarlandı. Yanık tipleri, yanıkların şiddeti, hastaların yaşı ve IIEF-5 skorlarındaki değişiklikler karşılaştırıldı.
BULGULAR: Çalışmaya 63 erkek hasta alındı. Hastaların ortanca yaşı 35 (20–73), ortanca yanma yüzdesi 22 (20–60) idi. ED oranı, başlangıçta 3. ve 6. ay değerlendirmelerinde sırasıyla %8, %39.7 ve %25.4 olarak belirgin şekilde arttı. Hastaların ortanca başlangıç IIEF-5 skoru 23 (5–25) idi. Alt grup analizi, elektrik ve alev yanığı olan hastaların IIEF-5 skorunun, başlangıç değerlerine kıyasla üçüncü ve altıncı aylarda anlamlı derecede azaldığını ortaya koymuştur.
TARTIŞMA: Mevcut çalışma, majör yanık hastalarının IIEF-5 skorlarının uzun vadede önemli bir bozulma gösterebileceğini göstermiştir. Bu, daha uzun bir takip programında yanık hastalarının erektil fonksiyonunu izlemek için IIEF’in kullanılabileceğini gösteren ilk ileriye yönelik çalışmadır.

10. 
Akut batın prezentasyonunda tubal ektopik gebelik: Bir olgu kontrol analizi
Tubal ectopic pregnancy in acute abdominal presentation: A case control analysis
Banuhan Şahin, Andrea Tinelli
PMID: 36282164  PMCID: PMC10277343  doi: 10.14744/tjtes.2021.93903  Sayfalar 1604 - 1608
AMAÇ: Klinik prezentasyonu akut batınla veya akut batın olmadan gerçekleşen tubal gebeliklerin (TG) demografik verileri, klinik bulguları, ektopik gebelik (EG) lokalizasyonunu (sol veya sağ taraflı) ve tedavilerini değerlendirmek.
GEREÇ VE YÖNTEM: Tubal gebelik tanılı gebeler akut batın olsun veya olmasın, EG lokalizasyonu (sağ/sol), yaş, parite, semptomlar (adet gecikmesi, vajinal kanama, kasık ağrısı), başlangıç β-hCG değeri, endometriyal kalınlık, rüptür varlığı ve tedavi tipi (metotreksat, cerrahi) açısından değerlendirilmiş ve karşılaştırılmıştır.
BULGULAR: Toplam 122 TG’li gebenin 32’si akut batın göstermekteydi, 45’inin sağ tüpünde ve 32’sinin sol tüpünde TG mevcuttu. Akut batın grubunda parite, başlangıç β-hCG düzeyi ve endometrial kalınlık akut batın olmayan gruba göre daha fazlaydı. Buna ek olarak, akut batın olmayan gruba göre kanama şikayetlerinin sıklığı, sağ taraflı TG olma, rüptür durumu ve ameliyat gerekliliği daha yüksekti. Sol taraflı TG olanlarda geçirilmiş EG ve metotreksat tedavi sıklığı, sağ taraflı TG olanlara göre daha yüksekti.
TARTIŞMA: Acil servise akut batın semptomları ile başvuran TG’li hastalardaki EG, çoğunlukla sağ tüpte yerleşmiş olup daha fazla sıklıkta açık cerrahi yoluyla salpenjektomiyi gerektirir.

11. 
Bazı serum parametreleri ile şiddetli akut pankreatit ve pankreas nekrozu arasındaki ilişkinin araştırılması
Investigating the correlation between severe acute pancreatitis and pancreatic necrosis with some serum parameters
Server Sezgin Uludağ, Nazim Güreş, Sabri Şirolu, Ahmet Aşkar, Ahmet Necati Şanlı, Abdullah Kağan Zengin, Mehmet Faik Özçelik
PMID: 36282166  PMCID: PMC10277355  doi: 10.14744/tjtes.2021.96782  Sayfalar 1609 - 1615
AMAÇ: Akut pankreatit (AP), önemli morbidite ve hatta mortalite ile ilişkili bir hastalıktır. Etiyolojide özellikle safra taşları ve aşırı alkol tüketimi olmak üzere çeşitli faktörler rol oynamaktadır. Çoğu olguda hastalığın seyri genellikle hafif olmakla birlikte, bazı durumlarda hastalık şiddetli olabilir ve pankreas veya peripankreatik nekroza yol açabilir. Radyolojik olarak “Balthazar CT şiddet indeksi” (CTSI), pankreatitte nekrozun şiddetini ve varlığını değerlendirmek için kullanılır. Bu çalışmada, Balthazar CTSI ile AP’nin şiddetini sınıflandırarak bazı serum parametreleri ile AP şiddeti arasında korelasyon olup olmadığını, hangi serum parametrelerinin AP şiddetini ve pankreas nekrozunun (PN) gelişimini tahmin etmek için güvenli bir belirteç olarak kullanılabileceği araştırdık.
GEREÇ VE YÖNTEM: 2012–2018 yılları arasında genel cerrahi kliniğimizde yatan ve AP tanısı alan 341 hasta çalışmaya dahil edildi. Hastaların hematolojik ve biyokimyasal parametreleri kaydedildi. Hastaların abdominal BT’leri Balthazar CTSI’ye göre değerlendirildi. Bu parametreler ile Balthazar CTSI tarafından değerlendirilen AP şiddeti arasındaki ilişki araştırıldı.
BULGULAR: Çalışmaya katılan 341 hastanın %19.4’ünde pankreas nekrozu saptandı. Balthazar CTSI tarafından abdominal BT’lerinde pankreas nekrozu saptanan hastalar; nötrofil sayıları, nötrofil/lenfosit oranı (NLR), trombosit/lenfosit oranı (PLR), nötrofil/monosit oranı (NMR) önemli ölçüde daha yüksekti ve serum albümini, pankreas nekrozu olan hastalara göre önemli ölçüde daha düşüktü.
TARTIŞMA: Nötrofil sayısı, serum albümin seviyeleri, NLR, LR ve NMR, AP şiddetini belirlemek için prediktif belirteçler olarak kullanılabilir.

12. 
Diz artroplastilerinde hemofilik ve non-hemofilik hastaların analjezik tüketimlerinin karşılaştırılması
Comparison of analgesic consumption of hemophilic and non-hemophilic patients in knee arthroplasty
Nur Canbolat, Tuğçe Dinç, Kemalettin Koltka, Bulent Zulfikar, Başak Koç, Önder İsmet Kılıçoğlu, Mehmet I. Buget
PMID: 36282160  PMCID: PMC10277356  doi: 10.14744/tjtes.2021.47482  Sayfalar 1616 - 1621
AMAÇ: Hemofili, faktör VIII ya da IX eksikliği sonucu gelişen, nadir, herediter bir kanama bozukluğudur. Artropati, sinovit ve artrit gibi hemofilinin uzun dönem komplikasyonları tekrarlayıcı kronik ağrı gelişimine yol açabilir. Bu nedenle ağrı, hemofilinin kritik bir yönüdür. Son dönem hemofilik diz artropatisi için altın standart tedavi total diz artroplastisidir. Bu çalışmanın hipotezi; diz replasman cerrahisi sonrası, kronik analjezik tüketimi olan hemofilik hastaların hemofilik olmayan hastalara göre daha yüksek ağrı düzeyleri deneyimleyeceğidir.
GEREÇ VE YÖNTEM: Bu geriye dönük çalışmaya, genel anestezi altında ameliyat edilmiş hemofilik ve hemofilik olmayan total diz artroplastisi hastası 82 hasta alındı. Yetmiş üç hasta değerlendirmeye alındı ve hastalar hemofili tanısı olup olmamasına göre 2 gruba ayrıldı: 36 hasta hemofili grubunda ve 37 hasta hemofilik olmayan grupta incelendi.
BULGULAR: Ameliyat sonrası tramadol (p=0.002) ve petidin tüketimi (p=0.003) de hemofilik grupta anlamlı olarak daha yüksekti. Hastane yatış süresi hemofilik grupta anlamlı olarak daha uzundu (p=0.0001).
TARTIŞMA: Bu bilgiler ışığında, hemofili hastalarının akut ameliyat sonrası ağrı yönetiminin, kişiye özel, multimodal ve önleyici bir analjezi olarak planlanması gerektiğini düşünmekteyiz.

13. 
Ev tipi kıyma makinesine bağlı şiddetli el yaralanmalarının prevalansı: Geriye dönük bir çalışma
Prevalence of household meat grinder-induced severe hand injuries: A retrospective clinical study
İbrahim Gökhan Duman
PMID: 36282161  PMCID: PMC10277348  doi: 10.14744/tjtes.2021.55866  Sayfalar 1622 - 1626
AMAÇ: Bu çalışmanın amacı, 2009–2020 yılları arasında hastanemize başvuran ev tipi kıyma makinesine bağlı el yaralanması bulunan hastaları değerlendirmek, nedenlerini araştırmak ve korunma yollarını tartışmaktır.
GEREÇ VE YÖNTEM: Kıyma makinesi sebebiyle yaralanan 64 hasta geçmişe yönelik olarak tarandı. Hastalardan 1–18 yaş aralığında olanlar çocuk grubuna alınırken, 18 yaş üstü hastalar erişkin grupta değerlendirildi. Hastaların yaşları, cinsiyetleri, sağ el, sol el, el bileği, hangi parmak, parmakların yaralanma seviyeleri arasındaki ilişkiler analiz edildi.
BULGULAR: Hastaların 22’si çocuk, bunların da 13’ü erkek 9’u kadın ve yaş ortalamaları 11 (dağılım 1–18 yaş) idi. Hastaların 42’si erişkin, bunların da 15’i erkek 27’si kadın ve yaş ortalamaları 42 (dağılım19–74 yaş) idi. Çocuk grupta 2. parmak metakarpofalangeal (MP) eklemde anlamlı fark bulundu (p=0.016). Çocuk grupta 3. parmak MP eklemde ileri derecede anlamlı fark bulundu (p=0.005). Çocuk grupta 4. parmak MP eklemde anlamlı fark bulundu (p=0.042). Çocuk grupta el bilek seviyesinde anlamlı fark bulundu (p=0.012). Erişkin grupta sadece 3. parmak distal interfalangeal (DIP) eklemde ileri derecede anlamlı fark bulundu (p=0.007). Birinci ve 5. parmaklarda çocuk ve erişkin yaş grupları arasında anlamlı fark saptanmadı. TARTIŞMA: Bu tip yaralanmaları önlemek için gerekli çalışmaların yapılmadığı ve ulusal bir sorun olduğu görülmüştür. Ayrıca bu tip yaralanmaları önlemek için iş güvenliği sadece iş yerlerinde değil evler içinde düşünülmeli ve aynı zamanda toplumu bilinçlendirme amacıyla eğitim çalışmaları yapılmalıdır.

14. 
İntertrokanterik kırıkların proksimal femoral çivilemesi esnasında tek doz traneksamik asit total kan kaybının azaltılmasında güvenli ve etkilidir: Bir ileriye yönelik randomize çalışma
A single dose of tranexamic acid infusion is safe and effective to reduce total blood loss during proximal femoral nailing for intertrochanteric fractures: A prospective randomized study
Mehmet Ekinci, Mesut Ok, Mehmet Ersin, Erol Günen, Emre Kocazeybek, Serkan Önder Sırma, Murat Yılmaz
PMID: 36282170  PMCID: PMC10277341  doi: 10.14744/tjtes.2022.67137  Sayfalar 1627 - 1633
AMAÇ: Traneksamik asidin (TXA) ameliyat esnasındaki kanamayı ve ameliyat sonrası dönemde allojenik kan transfüzyonu ihtiyacını azalttığı gösterilmiştir. Randomize kontrollü çalışmamızda intertrokanterik femur kırığı (ITFF) olan ve proksimal femoral çivileme (PFN) ile tedavi edilen ileri yaş hasta grubunda ameliyat öncesi 15 mg/kg intravenöz TXA’nın total kan kaybı (TBL), gizli kan kaybı (HBL) ve transfüzyon gereksinimi üzerine etkisini değerlendirmeyi amaçladık.
GEREÇ VE YÖNTEM: Çalışmamızda intertrokanterik femur kırığı tanısıyla (AO tip 31-A1 ve 31-A2) kapalı redüksiyon ve PFN ile tedavi edilen hastalar iki gruba ayrıldı. Grup 1 (TXA grubu) kesi yapılmadan 15 dakika önce, anestezi verildikten sonra, 100 cc salin içinde IV infüzyon şeklinde 15 mg/kg TXA uygulandı. Grup 2’ye (kontrol grubu) sadece 100 cc izotonik salin verildi. Çalışmada öncelikli değerlendirilen sonuç parametresi TBL idi. İkincil olarak değerlendirilen sonuç parametreleri ise, transfüzyon sayısı, cerrahi (intraoperatif) sırasındaki kan kaybı, HBL ve ameliyat sonrası komplikasyonlar idi. Sonuç parametreleri iki grup arasında karşılaştırıldı.
BULGULAR: Çalışmamıza 102 hasta (her grupta 51 hasta) alındı. Demografik özellikler ve ameliyat öncesi hemoglobin ve hematokrit değerleri açısından iki grup arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmamaktaydı. Ameliyat sırasında ortalama toplam kan kaybı, TXA grubunda kontrol grubuna göre istatistiksel olarak daha düşüktü (sırasıyla 684.6±370.1 ml ve 971.2±505.3 ml; p=0.002). Her iki grubun da ameliyat sırasındaki kan kaybı miktarı istatistiksel olarak farklı değildi (TXA grubunda 102.4±59.3 ml ve kontrol grubunda 112.7±90.1 ml, p=0.67). Bununla birlikte, ortalama tahmini HBL, TXA grubunda kontrol grubuna göre önemli ölçüde daha düşüktü (sırasıyla 582.3±341.2 ml vs. 857.8±493.1 ml; p=0.002). Ameliyat sonrası kan transfüzyon oranı ve kan transfüzyon miktarı, TXA grubunda kontrol grubuna göre anlamlı olarak daha düşük bulundu (sırasıyla, %8 ve %23.5 [p=0.033], 6 ünite ve 15 ünite [p=0.04] ]). Tıbbi ve cerrahi komplikasyonlar açısından her iki grup arasında anlamlı fark bulunamadı. TARTIŞMA: Ameliyat öncesi uygulanan tek doz TXA in, ITFF tanısıyla PFN ile tedavi edilen hastalarda TBL, HBL ve kan transfüzyonu ihtiyacını önemli ölçüde azaltırken, derin ven trombozu veya tromboembolik olay riskini artırmaz.

15. 
Geriatrik kalça kırıklarında giriş nötrofil-lenfosit, trombosit-lenfosit, monosit-lenfosit oranları ile bir yıllık mortalite arasındaki ilişki: Üçlü karşılaştırma
Relationship between admission neutrophil/lymphocyte, thrombocyte/lymphocyte, and monocyte/lymphocyte ratios and 1-year mortality in geriatric hip fractures: Triple comparison
Sezgin Bahadır Tekin, Bahri Bozgeyik, Ahmet Mert
PMID: 36282165  PMCID: PMC10277357  doi: 10.14744/tjtes.2021.94799  Sayfalar 1634 - 1640
AMAÇ: Kalça kırığı olan yaşlı hastalarda ameliyat sonrası bir yıllık mortalite oranı yüksektir. Bu çalışmanın amacı nötrofil lenfosit oranı (NLR), trombosit lenfosit oranı (TLR) ve monosit lenfosit oranı (MLR) ile mortalite arasındaki ilişkiyi araştırmaktır.
GEREÇ VE YÖNTEM: Ocak 2015–Ocak 2020 tarihleri arasında femoral intertrokanterik kırık nedeniyle başvuran 350 hastanın verileri incelendi ve çalışma kriterlerini karşılayan 124 hastanın demografik verileri değerlendirildi. Bir yıllık takipte hayatına devam eden 92 hasta (%74) ile ölen 32 (%26) hasta, grup 1 ve grup 2 (%25) olarak ayrıldı. NLR, TLR, MLR ve yandaş hastalıklar, yaş, cinsiyet, ASA, hastanede kalış süresi, kırık tipi ve kırık paterni değerleri bu iki grup arasında istatistiksel olarak karşılaştırıldı.
BULGULAR: Çalışma kapsamında değerlendirilen laboratuvar parametreleri olan biyokimyasal parametrelerin ortalaması şöyle idi: NLR 6.59 (1.61–26.29), TLR 197.94 (86–516) ve MLR 0.73 (0.19–15.68). Bu çalışmada NLR, TLR, MLR değerleri ile ameliyat sonrası bir yıllık mortalite oluşumu arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki bulundu (p=0.01) Ayrıca bu parametreler arasındaki korelasyon ilişkisinde sonuç anlamlıydı. ROC (Alıcı operatör karakteristik eğrisi) analizinde kestirim değerleri NLR için 7.53, TLR için 192 ve MLR için 0.54 olarak bulundu (p<0.01).
TARTIŞMA: NLR, TLR, PLR değerleri 60 yaş üstü kalça kırığı olan hastalarda bir yıllık mortalite göstermede anlamlıdır.

OLGU SUNUMU
16. 
Dokuz yaşındaki bir çocukta perikardda hava tabancası yaralanması
Air gun injury to the pericardium in a 9-year-old boy
Robert Polak, Josef Vodicka, Vladislav Treska, Jiri Siroky, Jan Benes
PMID: 36282157  PMCID: PMC10277347  doi: 10.14744/tjtes.2021.17260  Sayfalar 1641 - 1644
Bu yazıda, hava tabancası ile perikarda kurşun isabet eden dokuz yaşındaki bir erkek çocuğu olgusu sunuldu. Perikarddaki penetran yaralanmanın, ameliyat öncesi uygulanan tanı yöntemlerine göre, başlangıçta sol plevral boşluğun kardiyofrenik açısına nüfuz eden bir yaralanma olduğuna inanılıyordu. Stabilize edilen hastada, sol anterior minitorakotomi yoluyla mermi bulunarak perikarddan başarıyla çıkarılmıştır. Burada, göğüs ve kalpte ateşli silah yaralanması olan pediatrik hastalarda ameliyat öncesi değerlendirmenin sınırları, optimal tedavi prosedürleri ve cerrahi yaklaşımlar tartışılmıştır.

17. 
Proksimal tibia rekonstrüksiyonu için proksimal seviye kırıklı fibulanın osseokutanöz anterograd pediküllü olarak kullanımı güvenli midir? Olgu sunumu ve literatür tarama
Is it safe to harvest a proximally fractured fibula as an osseocutaneous anterograde pedicled flap for proximal tibial reconstruction in subacute period? A case report and literature review
Emrah Kağan Yaşar, Can İlker Demir, Çavgın Yıldırım, Murat Şahin Alagöz, Kaya Memişoğlu
PMID: 36282158  PMCID: PMC10277345  doi: 10.14744/tjtes.2021.26794  Sayfalar 1645 - 1649
Osteoseptokutanöz fibula flebi, kemik rekonstrüksiyonu için en değerli ve en yaygın kullanılan fleptir. Ancak daha önce kırılmış fibulanın kemik rekonstrüksiyonu için serbest veya pediküllü flep olarak kullanımı literatürde sınırlı bilgiye sahiptir. Literatürde, yüksek enerjili yaralanma sonrası kompozit tibial rekonstrüksiyon için anterograd pediküllü osteokutanöz fibula flebi olarak kullanılan proksimal düzeyli kırıklı fibula kemiği olan bir olgu hakkında veri bulunmamaktadır. Ateşli silah yaralanması sonrası proksimal tibial bölgenin kompozit defektinin osteokutanöz fibula flebi ile rekonstrükte edildiği bir hastada, proksimal seviyede kırığı olan fibulanın subakut dönemde anterograd akım ile pediküllü bir şekilde kullanılabileceği gösterilmiştir ve bu flebin kullanımının akılda tutulması gerektiği düşünülmektedir. Travma geçirmiş fibula kemiği içerikli fibula flebi için, ameliyat öncesi BT anjiyografinin değerlendirilmesi ve perioperatif peroneal arterin açıklığının ve akım yönünün teyit edilmesi sayesinde, bu flep subakut dönemde dahi kullanılabilir. Subakut dönemde yaralanma bölgesine giren peroneal pedikül etrafında mevcut olabilecek enflamatuar alanlarının total diseksiyonu ile işlemin başarısı artırılabilir.

18. 
Akut batın ile başvuran burned-out germ hücreli tümör olgusu
Burned-out germ cell tumor presenting with acute abdomen
Sanem Guler Cimen, Görkem Özenç, Ahmet Emin Doğan, Efe Yetişgin, Sertaç Çimen, Ünsal Han
PMID: 36282162  PMCID: PMC10277342  doi: 10.14744/tjtes.2021.68792  Sayfalar 1650 - 1654
Akut karın, acil serviste sıklıkla karşılaşılan ciddi bir durumdur. Akut karına neden olan çeşitli etiyolojiler vardır, en sık görülen akut apandisittir, ancak nadir akut karın nedenleri de vardır ve olağandışı klinik özelliklere sahip bir hastayla ilgilenirken bunları akılda tutmak gerekir. Bu yazıda, akut karın ağrısı ve distansiyon ile acil servise başvuran, 26 yaşında bir erkek hastayı sunuyoruz. Bilgisayarlı tomografide duodenumu invaze ederek perfore etmis ve akut karina neden olan büyük bir vasküler retroperitoneal kitlesi olduğu bulundu. Cerrahi tedavi olarak, duodenal perforasyon onarımı ve kitle örneklenmesi uygulandı. Patoloji sonucu testis kaynaklı embriyonal karsinom bileşenli yolk sac tümörü olarak raporlandı. Orijinal tümör testiste tamamen gerilemiş olmasına rağmen, retroperitoneal bölgedeki metastazı klinik duruma neden olmuştu. Bu antite, regrese olmuş bir testis tümörünün retrope-ritoneal metastazı olarak tanımlanır. Retroperitoneal metastaz invazyonuna sekonder gastrointestinal kanama ile başvuran az sayıda olgu bildirilmiştir. Bildirdigimiz olgu literatürde duodenal perforasyon ve akut karın ile prezente olan ilk olgudur. Acil cerrahi müdahale sırasında histopatolojik tanı için retroperitoneal tümörün örneklenmesi, bu olgularda tanıyı kolaylaştırır. Testis tümörü belirteçleri ile kombine skrotal muayene hasta yönetimi için gerekli olmasına rağmen, normal skrotal muayene mevcudiyetinde testis tümörünun tam regrese olma olasılığı akılda tutulmalıdır.

19. 
Covid-19’lu üç hastada spontan rektus kılıf hematomu: Bilgisayarlı tomografi bulguları
Spontaneous rectus sheath hematoma in three patients with COVID-19: Computed tomography findings
Serap Baş, Metin Bektaş
PMID: 36282153  PMCID: PMC10277339  doi: 10.14744/tjtes.2021.02065  Sayfalar 1655 - 1658
Koronavirüs (Covid-19) enfeksiyonlarında şiddetli akut solunum sendromuna sekonder pulmoner semptomlar, hastalığın en sık görülen prezentasyonu olmakla birlikte, hastaların küçük bir kısmında ciddi hemorajik komplikasyonların da görülebildiği artık bilinmektedir. Bu yazıda, antikoagülan tedavi sırasında spontan rektus kılıf hematomu (RSH) gelişen, Covid-19 enfeksiyonu olduğu bilinen üç yaşlı kadın olgusu sunuldu. Bu olgular, yoğun bakım ünitelerinde Covid-19 hastalarında ani hemodinamik bozulma ve hemoglobin sayısında azalma sonrasında bilgisayarlı tomografi (BT) incelemesi yapılması gerektiğini vurgulamaktadır. Bu klinik bozulma ve hemoglobin düşüşü spontan RSH’den kaynaklanabileceğinden muayene sırasında dikkate alınmalıdır. Bu RSH’ler karın boşluğuna açılırsa, iki olgumuzda gösterildiği gibi sonuç birkaç saat içinde ölümcül olabilir. Covid-19 hastalarında majör spontan kanama oldukça nadirdir, bu nedenle nadiren dikkate alındığı için ciddi komplikasyonlara neden olabilir. Böyle bir riskin gözardı edilmesi, özellikle acil servislerde ve yoğun bakım ünitelerinde hastaların prognozunu önemli ölçüde kötüleştirebilir.