DENEYSEL ÇALIŞMA | |
1. | Trakeostomi ve translaringeal entübasyonun serbest oksijen radikalleri ve akciğer dokusu üzerine etkisi The comparison of tracheostomy and translaryngeal intubation regarding free radical formation and pulmonary effects Figen Türk, Cansel Atınkaya, Gökhan Yüncü, Yasin Ekinci, Barbaros Şahin, Habip Atalay, Hülya Aybek, Ferda BirPMID: 34476792 doi: 10.14744/tjtes.2020.70423 Sayfalar 491 - 496 AMAÇ: Translarengeal entübasyon ve trakeostomi uygulandıktan sonra mekanik ventilatörle solunum desteği sağlanan sıçanlarda, oluşan kan gazı değişiklikleri, iskemi/reperfüzyon sonucu ortaya çıkan malondialdehit ve endojen antioksidan glutatyonun kan ve akciğer dokusundaki değerleri ile akciğer dokusunda meydana gelmiş histopatolojik hasarlanmaların karşılaştırılmasını amaçladık. GEREÇ VE YÖNTEM: Grup1; translarengeal entübasyon, grup 2; trakeostomi uygulandıktan sonra mekanik ventilatör desteği sağlanan, grup 3; ise yalnızca anestezi uygulanmış kontrol grubu sıçanlardan oluşmaktaydı. Meydana gelen kan gazı değişiklikleri, MDA ve GSH düzeyleri ile akciğer dokusunda oluşmuş histopatolojik değişikliklerin gruplararası karşılaştırılmaları yapıldı. BULGULAR: Grup 2’de, pO2 değerlerindeki artış ve pCO2 değerlerinde ki düşüşün grup 1’e göre daha yüksek olduğu (p<0.05), grup 1’deki serum MDA değerlerinin grup 2’ye göre daha yüksek olduğu saptandı (p<0.05). Doku GSH değerleri ise her iki grupta da kontrol grubuna göre sayısal olarak yüksekti, ancak bu fark istatistiksel olarak anlamlı değildi (p>0.05). Histopatolojik incelemeler sonucu yapılan skorlama açısından ise grup 1’deki hasar skorunun grup 2’deki hasar skoruna göre daha fazla olduğu saptandı (p<0.05). TARTIŞMA: Kan gazı değişiklikleri ve ortaya çıkan iskemi/reperfüzyon hasarlanmasının serbest oksijen radikallere olan etkisi ile akciğer dokusunda oluşturduğu yapısal değişiklikler açısından trakeostominin translarengeal entübasyona göre daha avantajlı olduğu ilk kez bu deneysel çalışmayla ortaya konmuştur. |
2. | Kısa süreli hiperoksik ventilasyonun bir sıçan modelinde akciğer, böbrek, kalp ve karaciğer üzerine etkileri: Biyokimyasal değerlendirme Effects of short-term hyperoxic ventilation on lung, kidney, heart, and liver in a rat model: A biochemical evaluation* Uğur Aksu, Halim Ulugöl, Mukadder Orhan Sungur, Evren Şentürk, Kübra Vardar, Mert Şentürk, Fevzi ToramanPMID: 34476794 doi: 10.14744/tjtes.2020.85529 Sayfalar 497 - 503 AMAÇ: Hiperoksinin olumsuz etkileri üzerine yapılan çalışmalara rağmen, Dünya Sağlık Örgütü (WHO) hiperoksinin kullanımını önermektedir. Bu çalışmanın amacı sıçan mekanik ventilasyon modelinde hiperoksinin akciğer, böbrek, kalp ve karaciğer üzerindeki olası olumsuz etkilerini test etmektedir. GEREÇ VE YÖNTEM: Erkek Wistar sıçanlar dört saat boyunca normoksik (FiO2: 0.3) veya hiperoksik (FiO2: 1.0) ventile edilerek iki gruba (n=6/grup) ayrıldı. Hasar hücre yüzey bütünlüğü, ekstraselüler matriks (sialik asit, sindekan-1), ozmotik stres (serbest hemoglobin) ve redoks homeostazisi-lipit peroksidasyonu (malondialdehit) açısından bronkoalveolar lavaj, kan, akciğer, böbrek, kalp ve karaciğer örneklerinde değerlendirildi. Ayrıca bronkoalveolar lavaj ve ıslak/kuru ağırlık oranı ile hücre geçirgenliği değerlendirildi. BULGULAR: Dört saatlik hiperoksik ventilasyon sialik asit, sindekan-1, malondialdehit düzeylerinde ve organların ıslak kuru ağırlıklarında anlamlı bir değişikliğe neden olmadı. TARTIŞMA: Hiperoksik ventilasyonun normoksik ventilasyona benzer bir etki gösterdiği görülmektedir. Ancak, hiperoksinin uzun vadeli etkileri değerlendirilmelidir. |
3. | Tavşan diz eklemi osteokondral defekt modelinde borik asitin kıkırdak iyileşmesi üzerine etkisi: Deneysel çalışma Effect of boric acid on cartilage formation of osteochondral defects in rabbit knee: An experimental study Sefa Gök, Fırat Ozan, Ebru Akay, Kamil Yamak, Cemil Kayalı, Taşkın AltayPMID: 34476784 doi: 10.14744/tjtes.2020.17748 Sayfalar 504 - 509 AMAÇ: Bu çalışmada, tavşan diz eklemi deneysel kıkırdak defekti modelinde eklem kıkırdağının borik asit (BA) enjeksiyonuyla kıkırdak iyileşmesi üzerine etkisi araştırıldı. GEREÇ VE YÖNTEM: Dokuz adet iskelet gelişimi olgun, dişi, Yeni Zelanda beyaz tavşanı kullanıldı. Tavşanların sağ dizleri çalışma grubu olarak atandı ve BA çözeltisi eklem içine enjekte edildi. Tavşanların sol dizleri ise kontrol grubu olarak belirlendi. Tavşanlara anestezi altında, medial femur kondilinin eklem yüzeyinin ön tarafında matkap ucu kullanılarak, silindirik tam kalınlıkta bir osteokondral defekt (4 mm çapında ve 3 mm derinliğinde) oluşturuldu. BA çözeltisi tavşanların sağ dizlerine altı hafta boyunca, her hafta aynı gün ve saatte eklem içi enjeksiyonu (8 mg/kg) şeklinde uygulandı. İkinci ayın sonunda hayvanlara ötenazi uygulandı. BULGULAR: Makroskopik ve mikroskobik değerlendirmede, BA enjeksiyon grubunda kontrol grubuna göre anlamlı farklılıklar gözlendi (p<0.05). Defekt bölgesinin makroskopik değerlendirmesinde defekt onarım derecesi, sınır bölgesi integrasyonu ve makroskopik görünüm açısından gruplar arasında BA grubu lehine anlamlı farklılıklar tespit edildi (p<0.05). ICRS görsel histolojik değerlendirme skoruna gore değerlendirilen tüm parametrelerin ortalama sonuçları BA grubu için daha iyi olarak tespit edildi. TARTIŞMA: Kıkırdak yaralanmasının iyileşme süreci BA enjeksiyon uygulaması ile geliştirilebilir. Gelecekte BA, yaygın olarak görülen bir sorun olan kıkırdak yaralanmalarının iyileşme sürecini arttırmak için klinik uygulamalarda ek bir tedavi yöntemi olarak kullanılabilir. |
KLINIK ÇALIŞMA | |
4. | Periferik sinir yaralanmalarının cerrahi tedavisi: İntraoperatif NAP ile daha iyi sonuçlar Surgical treatment of peripheral nerve injuries: Better outcomes with intraoperative NAP recordings Çağlar Temiz, Soner Yaşar, Alparslan KırıkPMID: 34476797 doi: 10.14744/tjtes.2020.95702 Sayfalar 510 - 515 AMAÇ: Periferik sinir yaralanmaları genellikle öldürücü değildir, ancak uygun şekilde tedavi edilmezse ciddi nörolojik defisitlere neden olabilir. Bu çalışmanın amacı son 10 yılda periferik sinir travması nedeniyle cerrahi tedavi gören hastalarımızı sunmak ve sonuçlarını literatür ışığında tartışmaktır. GEREÇ VE YÖNTEM: 2010–2019 yılları arasında kliniğimizde cerrahi tedavi uygulanan 182 hastanın klinik ve elektrofizyolojik sonuçları geriye dönük olarak incelendi. Tüm ameliyatlarda intraoperatif sinir aksiyon potansiyelleri kullanıldı. Demografik özellikler, etiyolojiler, cerrahi zamanlama ve cerrahi tedavi sonuçları analiz kaydedildi. BULGULAR: Periferik sinir travması olan 182 hastaya 10 yıllık bir sürede toplam 199 cerrahi girişim yapıldı. Yüz altmış iki hasta erkek, 20 kadın ve ortalama yaş erkeklerde 29.34 yıl, kadınlarda 30.2 yıl idi. Siyatik sinir travması erkeklerde ve peroneal sinir hasarı kadınlarda en yaygın olanıdır. Travmanın en yaygın nedeni erkeklerde ateşli silah yaralanmaları ve kadınlarda ise künt/kesicitravmalar idi. Eksternal ve internal nöroliz en sık uygulanan cerrahi teknik olup bunu epinöral anastomoz ve sural sinir grefti izlemiştir. Yüz seksen iki hastanın 155’inde ameliyattan sonraki üç ay içinde kısmi nörolojik düzelme görülürken, 27’sinde nörolojik durumlarında değişiklik olmadı. TARTIŞMA: Erkekler periferik sinir travmasına kadınlardan daha sık maruz kalmaktadır. Şiddetli kısmi sinir lezyonları çoğunlukla cerrahi tedaviden yararlanır ve nöroliz en çok tercih edilen cerrahi tedavi yöntemi haline gelmiştir. İntraoperatif sinir aksiyon potansiyelleri kaydı daha iyi klinik sonuçlar vermektedir. Nörolojik iyileşme her zaman elektrofizyolojik iyileşme ile ilişkili olmayabilir. |
5. | Travmatik hemorajik şokta olan hastalarda tiyol disülfid homeostazisinin değerlendirilmesi Evaluation of the thiol disulfide homeostasis in patients with traumatic hemorrhagic shock Pınar İskender Uysal, Havva Şahin Kavaklı, Salim NeşelioğluPMID: 34476788 doi: 10.14744/tjtes.2020.49765 Sayfalar 516 - 525 AMAÇ: Travmatik hemorajik şok, hızlıca tanınıp müdahale edilmediği takdirde yüksek mortalite ile seyreden bir durumdur. Hemorajik şokun evresi ve şiddeti bu hastaların yönetiminde kararları belirleyen temel faktördür. Bu çalışmada, travmatik hemorajik şokta olan hastalarda objektif bir kriter olan tiyol disülfid homeostazisi dengesi ile şokun şiddet ve derecesini daha net ortaya koyarak, hızlı bir şekilde hastaların uygun tedaviyi alabilmesine rehberlik etmek ve böylece morbidite ve mortaliteyi azaltmak amaçlandı. GEREÇ VE YÖNTEM: Çalışma, 01.10.2018–30.04.2019 tarihleri arasında, Sağlık Bilimleri Üniversitesi Ankara Numune Sağlık Uygulama ve Araştırma Merkezi Acil Tıp Kliniği’nde kontrollü, ileriye yönelik, klinik bir çalışma olarak yapıldı. Çalışmada hasta ve sağlıklı gönüllülerden alınan kanda, tiyol disülfid homeostazisinin değerlendirilmesi yapıldı. Çalışmaya acil servise başvuran travmatik hemorajik kanaması olan 18 yaş ve üstü, kadın-erkek 52 gönüllü hasta ve herhangi bir hastalığı olmayan sağlıklı gönüllü kişilerden oluşan 50 kişilik kontrol grubu olmak üzere toplam 102 kişi alındı. BULGULAR: Hasta ve kontrol grubunda native tiyol, total tiyol, disülfid, disülfid/native tiyol, disülfid/total tiyol düzeyleri arasında anlamlı fark bulundu (sırasıyla, native tiyol, total tiyol, disülfid, disülfid/native tiyol ve disülfid/total tiyol p değerleri; 0.001>, 0.001>, 0.018, 0.002, 0.002). İkili grup karşılaştırmalarına göre; Evre 3 hemorajik şokta native tiyol ve total tiyol, Evre 1 ve 2 hemorajik şoka göre istatistiksel olarak anlamlı şekilde daha düşüktür. (Evre 1 ve Evre 3 hemorajik şok karşılaştırması; native tiyol için p değeri=0.001, total tiyol için p değeri=0.002) (Evre 2 ve Evre 3 hemorajik şok karşılaştırması; native tiyol için p değeri=0.009, total tiyol için p değeri=0.006). Total tiyol düzeyi hayatını kaybeden hastalarda yaşayanlara göre daha düşük bulundu (p=0.040). TARTIŞMA: Bu çalışma ile tiyol disülfid homeostazisi verilerinin şok evresi ve mortalite ile korelasyon gösterdiği bulunmuştur. Tiyol disülfid homeostazisi değerlendirmesinin travmatik hemorajik şok hastalarında; hastalığın şiddeti, evrelemesi, prognozunu değerlendirmek ve tedavi yönetimi konusunda bize rehberlik edebileceği düşünülmektedir. |
6. | Çocuklar ve yetişkinler arasında apandisitin epidemiyolojik ve klinik özelliklerinin karşılaştırmalı analizi Comparative analysis of epidemiological and clinical characteristics of appendicitis among children and adults Hamit Hakan Armağan, Levent Duman, Özkan Cesur, Adnan Karaibrahimoğlu, Emine Bilaloğlu, Ahmet Yunus Hatip, Mustafa Çağrı SavaşPMID: 34476787 doi: 10.14744/tjtes.2020.47880 Sayfalar 526 - 533 AMAÇ: Bu çalışmanın amacı, apandisitli pediatrik ve yetişkin hastalar arasında bazı farklılıklar olup olmadığını araştırmaktır. GEREÇ VE YÖNTEM: İki yüz yetmiş dokuz pediatrik ve 275 erişkin hastanın kayıtları demografik özellikler, geçmiş tıbbi öykü, semptomların süresi, laboratuvar ve radyolojik bulgular, ameliyat notları, patolojik raporlar, hastanede kalış süresi ve ameliyat sonrası sonuçlar açısından geriye dönük olarak incelendi. BULGULAR: Çocuklar ile yetişkinler arasında cinsiyet, perforasyon ve negatif apendektomi oranları, laboratuvar bulguları ve komplikasyonlar açısından anlamlı bir fark bulunmadı. Bununla birlikte, çalışmamız çocuklara tanı koymanın daha zor olduğunu, en çok tercih edilen radyolojik yöntemlerin çocuklarda karın grafisi ve ultrasonografi, erişkinlerde ise bilgisayarlı tomografi olduğunu, hava-sıvı seviyelerinin ve sağ taraflı skolyozun çocuklardaki grafilerde daha çok tespit edildiğini, apendiks perforasyonunun her iki uç yaş grubunda daha sık görüldüğünü, çocuklarda apendiks perforasyonunun daha erken geliştiğini ve hastanede kalış süresinin daha uzun olduğunu, çocuklarda ilk başvuru esnasında tanı konulamamasının ve erişkinlerde ise ileri yaşın komplikasyonlarla ilişkili risk faktörleri olduğunu ortaya koydu. TARTIŞMA: Bu çalışma erişkinlerde ve çocukluk çağında görülen apandisitler arasında bazı önemli farklılıklar olduğunu gösterdi. Hastalar değerlendirilirken bu farklılıklar göz önüne alınırsa hem klinisyenler hem de hastalar için arzu edilen sonuçlar elde edilebilir. |
7. | Acil serviste derin pelvik apse için hızlı işlem: Perkütan drenaj Percutaneous drainage as an rapid procedure for deep pelvic abscess in the emergency department Furkan Ertürk Urfalı, Mehmet Korkmaz, Sezgin Zeren, Faik Yaylak, Sermin Tok UmayPMID: 34476798 doi: 10.14744/tjtes.2020.99478 Sayfalar 534 - 538 AMAÇ: Pelvik apselerin drenajı, organ yakınlığı nedeniyle iyi planlanması gereken girişimsel prosedürlerdir. Literatürde pelvik apse drenajının tedavi yöntemlerini değerlendiren ve başarı oranlarını karşılaştıran yeterli yayın bulunmamaktadır. GEREÇ VE YÖNTEM: Bu çalışmaya Haziran 2017 ve Aralık 2019 tarihleri arasında girişimsel radyoloji birimimizde pelvik apse drenajı yapılan 15 hasta geriye dönük olarak alındı. Apse büyüklüğü, apse özellikleri, apse erişim yöntemi (transrektal, transvajinal, transgluteal) ve drenaj tedavi prosedürü (iğne aspirasyonu, kateter tedavisi) tedavinin başarısı üzerindeki etkiler açısından istatistiksel olarak değerlendirildi. BULGULAR: Çalışmaya alınan 15 hastanın altısı (%40) erkek, dokuzu (%60) kadın olup ortalama yaşları 31.6 yıldı. Sadece iğne aspirasyonu ile tedavi edilen hastaların ikisinde apse koleksiyonu tekrarladı ve ikinci işlem yapıldı. Çalışmamızda teknik başarı %100 ve tam klinik başarı %80 idi. Hiçbir hastaya drenaj tedavisi sonrası apse nedeniyle açık cerrahi uygulanmadı. TARTIŞMA: Sonuç olarak, pelvik apselerin endokaviter ve perkütan drenaj tedavileri güvenli ve etkili tedavi yöntemleridir. İğne aspirasyon tedavisinin başarısı kateter tedavisinden daha düşüktür ve apse koleksiyonunun tekrarlayabileceği göz önünde bulundurulmalıdır. |
8. | Yangın ilişkili ölümlerin değerlendirilmesi: Otopsi çalışması Evaluation of the fire-related deaths: Autopsy study Halil Ilhan Aydoğdu, Hüseyin Çetin Ketenci, Mehmet Askay, Halil Boz, Güven Seçkin Kırcı, Erdal ÖzerPMID: 34476789 doi: 10.14744/tjtes.2020.64911 Sayfalar 539 - 546 AMAÇ: Yangın birçok nedenden dolayı ortaya çıkabilen, canlıların hayatını tehdit eden ve ekonomik zarara sebep olan önemli bir halk sağlığı sorunudur. Yangın ortamından çıkarılan kişilerde yapılacak ilk tıbbi incelemeler, olay yeri incelemesi ve adli soruşturma önemli deliller ortaya koyabilmektedir. GEREÇ VE YÖNTEM: Adli Tıp Kurumu Trabzon Adli Tıp Grup Başkanlığı’nda 2007–2016 yılları arasındaki dönemde, yangın ortamında bulunan ölüm olgularına ait otopsi raporları geriye dönük olarak incelendi. BULGULAR: On yıllık arşiv taraması neticesinde yangın ortamında bulunan ve adli otopsileri yapılan 158 olgunun 100’ünün (%63.3) erkek, 58’inin (%36.7) kadın olduğu tespit edildi. Orijini tespit edilemeyen grup dışlanarak; cinayet orijinli ölümlerle ile diğer orjinli ölümler (kaza ve intihar) arasında karboksihemoglobin seviyeleri açısından yapılan değerlendirmede iki grup arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık bulundu. Yangın ortamı açık ve kapalı alanlar olarak gruplandırıldığında olgularda tespit edilen karboksihemoglobin düzeylerinin karşılaştırılması Tablo 6’da gösterilmiştir. İki grup arası fark istatistiki olarak anlamlı bulundu (p<0.05). TARTIŞMA: Yangın ortamından çıkarılan kişilerde olay yeri incelemesinden başlanarak, iyi bir radyolojik, toksikolojik ve patolojik inceleme yapılması esastır. Toksikolojik incelme, karboksihemoglobin, siyanür ve irade ve hareketi etkileyecek alkol, uyutucu, uyuşturucu vb gibi birçok maddeyi kapsamalıdır. Karboksihemoglobin düzeyleri ölümün meydana geldiği mekan, orijin ve kişideki mevcut ek hastalıklarla ilgili bilgi verebileceğini göstermektedir. |
9. | COVID-19 salgını sırasındaki kısıtlamalar üçüncü basamak travma hastanesinde ortopedik travma ameliyatlarını nasıl etkiledi? How did restrictions mandated by the COVID-19 pandemic affect the performance of orthopedic trauma surgery in a Level-1 tertiary trauma hospital? Bülent Kılıç, Deniz Gülabi, Anıl Agar, Halil Büyükdoğan, Adem Şahin, Erdal Eren, Cemil ErtürkPMID: 34476799 doi: 10.14744/tjtes.2021.15640 Sayfalar 547 - 551 AMAÇ: Bu çalışmanın amacı, birinci düzey üçüncü basamak travma hastanesinde 20 yaş altı, 20–65 yaş ve 65 yaş üstü hasta grupları için kısıtlamaların, COVID-19 pandemisi ve pandemi öncesi dönem arasındaki kırık başvurusu üzerindeki etkisini değerlendirmek amacıyla tasarlanmıştır. GEREÇ VE YÖNTEM: Pandemi döneminde 10 Mart–1 Haziran tarihleri arasında ortopedik tedavi için hastaneye kaldırılan ve tedavi edilen hastalar geriye dönük olarak incelendi. Kontrol grubu, 2019 yılında aynı zaman aralığında hastaneye başvuran hastalardan oluşturuldu. Hastalar 20 yaş altı, 20–65 yaş ve 65 yaş üstü olmak üzere üç gruba ayrıldı. Hastaların verileri yaş, cinsiyet, travma mekanizması, kırık tipi, herhangi bir COVID-19 radyolojik veya klinik semptomu içeriyordu. BULGULAR: Ortopedik travma merkezine başvuran 65 yaş üstü hasta sayısı pandemik aralıkta pre-pandemi zamanına göre yüksekti. Gruplar 20–65 yaş grubu hastalarla karşılaştırıldığında; kırık tipi açısından anlamlı fark vardı (p<0.05). Pandemi öncesi grupta alt ekstremite kırıkları yüksek, pandemik grupta ise çoklu travmalar yüksekti. 20–65 yaş alt gruplarında düşük enerjili travmalar pandemi öncesi grupta daha yüksek, yüksek enerjili travmalar pandemi grubunda daha sıktı. TARTIŞMA: COVID-19 pandemisi sırasında ortopedik travma merkezlerine kırık başvurusunda 20 yaş altı ve 20–65 yaş alt gruplarında azalma, 65 yaş ve üzeri için önemli bir artış görülürken, çoğu osteoporotik kalça kırıkları ile ilişkilidir. Bu nedenle ileri yaş grubu, osteoporozdan kaçınmak için her gün sınırlı bir süre için evde harekete geçmeye ve yürüme ve fiziksel aktivite yapma iznine sahip olmaya teşvik edilmelidir. |
10. | Klavikula orta şaft kırıklarının giriş kılavuzu ile minimal invaziv plak osteosentezi Minimally invasive plate osteosynthesis of clavicular midshaft fractures under insertion guide Mun sik Ko, Kwang-Il Ri, Tong-Won Mun, Kwang-Il Song, Kwang-il ChoePMID: 34476796 doi: 10.14744/tjtes.2020.94728 Sayfalar 552 - 557 AMAÇ: Minimal invaziv plak osteosentez (MIPO) cerrahi tekniğini basitleştirmek üzere distal femur ve proksimal lateral tibia için daha az invaziv stabilizasyon sistemleri geliştirilmiştir. Bununla birlikte MIPO, klavikula orta şaft kırıklarında giriş kılavuzunun yardımı olmadan fiksasyonda kullanıma sunulmuştur ve ciddi komplikasyonlar olmaksızın tatmin edici klinik ve radyolojik sonuçlar görülmüştür. Bu çalışmanın amacı, giriş kılavuzunu kullanarak klaviküler orta şaft kırıklarında MIPO sonuçlarını belirlemekti. GEREÇ VE YÖNTEM: Eylül 2016 ile Eylül 2018 arasında MIPO ile giriş kılavuzu kullanılarak tedavi edilen klaviküler orta şaft kırığı olan 15 hasta dahil edildi. Ortalama 15.4 aylık takipte (aralık: 12–24 ay) kemik kaynaması, Constant skor ile omuz fonksiyonu ve komplikasyonları değerlendirdik. BULGULAR: Ortalama cerrahi süre 55.9±9.4 dakika (aralık: 50–70 dakika) ve floroskopi süresi 146.5±29.0 saniye (aralık: 110–190 saniye) idi. Tüm hastalarda, gecikmeli kaynama veya kaynamama olmadan 8.8±1.0 haftada (aralık: 8–10 hafta) kemik kaynaması sağlandı. Takipte ortalama Constant skoru 99.1±1.2 (aralık: 96–100) idi. Enfeksiyonlar, vidanın dışarı çıkması, donanım çıkıntısı ve nörovasküler yaralanma gibi ameliyat sonrası komplikasyonlar gözlenmedi, ancak bir hastada hafif plak rahatsızlığı şikayeti görüldü. TARTIŞMA: Giriş kılavuzu kullanılarak uygulanan MIPO’nun klavikula orta şaft kırıklarının operatif tedavisinde kabul edilebilir ve etkili bir seçenek olduğu düşünülmektedir. |
11. | Tibia distal eklem dışı kırıklarının tedavisinde kanal içi çivileme ve minimal invaziv plaklama: Türkiye’de maliyet analizinin karşılaştırılması Intramedullary nailing versus minimally invasive plating in the treatment of distal tibial extra-articular fractures: Comparison of cost analysis in Turkey Alper Köksal, Osman Çimen, Ali Öner, Osman Emre Aycan, Kadir Abul, Hakan Akgün, Ozan Kaya, Furkan YapıcıPMID: 34476790 doi: 10.14744/tjtes.2020.65635 Sayfalar 558 - 564 AMAÇ: Minimal invaziv perkütan plak osteosentezi (MIPO) ve kanal içi çivileme (IMN) distal tibia eklem dışı kırıkları için en sık kullanılan iki yöntemdir; ancak ideal tedavi halen tartışmalıdır. Bu çalışmanın amacı, distal tibia eklem dışı kırıklarının tedavisinde MIPO ve IMN’yi Türkiye’deki sağlık sigortası kayıtlarına göre maliyet analizi açısından karşılaştırmaktır. GEREÇ VE YÖNTEM: Bu geriye dönük çalışmada 2013–2018 yılları arasında distal tibia eklem dışı kırıkları tedavisi için MIPO veya IMN uygulanan hastaların verileri incelendi. Hastaların klinik verileri ve ilk yatıştan işe dönüşe kadar hastaneye yatış dahil toplam masraflar ve tüm ayakta tedavi kontrolleri hastanenin faturalandırma bölümünde gözden geçirildi. Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) tarafından işe dönene kadar hastaya aylık ödenen toplam para miktarı da kaydedildi. BULGULAR: Çalışmaya yaş ortalaması 37.2±13.4 olan 118 ardışık hasta (35 kadın–83 erkek) katıldı. İntramedüller çivileme (IMN) grubu yaş ortalaması 36.7±12.8 yıl olan 57 hastadan, MIPO grubu ise yaş ortalaması 37.8±13.6 yıl olan 61 hastadan oluşmaktaydı. Çalışma grupları arasında hastaların yaşı, cinsiyeti, kırık sınıflamaları (AO/OTA sınıflandırması), yumuşak doku yaralanması (Tscherne sınıflandırması), tip 1 açık kırık varlığı ve eşlik eden fibula kırığı varlığı açısından anlamlı fark gözlenmemiştir. Ameliyat öncesi hastanede kalış süresi açısından iki grup arasında istatistiksel fark yoktu (p=0.713). Ancak ortalama hastanede kalış süresi MIPO grubunda anlamlı olarak daha yüksekti (p=<0.001). MIPO grubunda toplam ayaktan tedavi kontrolü sayısı, kaynama süresi ve işe dönüş süresi de anlamlı olarak daha yüksekti (sırasıyla, p=0.005 p<0.001 ve p<0.001). Taburculuğa kadar ortalama hastane maliyeti ve işe dönüşe kadar ortalama toplam maliyet MIPO grubunda anlamlı olarak daha yüksekti (sırasıyla, p=0.001 ve 0.001). MIPO grubunda ortalama hastanede yatış ve ayaktan tedavi kontrolleri maliyetleri de anlamlı derecede yüksekti (sırasıyla, p=0.001 ve 0.004). Ortalama implant maliyetleri gruplar arasında anlamlı farklılık göstermedi (p=0.179). TARTIŞMA: Mevcut çalışmadan elde edilen sonuçlara göre IMN, Türkiye’de ulusal sağlık sigortası tarafından ödenen maliyetler açısından eklem dışı distal tibia kırıklarının tedavisinde MIPO ile karşılaştırıldığında daha iyi bir seçenektir. |
12. | Tek ve çift demet ön çapraz bağ rekonstrüksiyonu teknikleri klinik sonuçlarının manyetik rezonans görüntüleme kullanılarak değerlendirilmesi Prediction of clinical outcomes of single- and double- bundle anterior cruciate ligament reconstruction techniques using magnetic resonance imaging Müjdat Bankaoğlu, Özge Yapıcı Uğurlar, Meriç Uğurlar, Burak Günaydın, Şükrü Mehmet Ertürk, Osman Tuğrul ErenPMID: 34476783 doi: 10.14744/tjtes.2020.06565 Sayfalar 565 - 570 AMAÇ: Manyetik rezonans görüntüleme kullanarak tel demet ve çift demet ön çapraz bağ tamir yöntemlerinin klinik sonuçlarını değerlendirmek ve karşılaştırmak. GEREÇ VE YÖNTEM: İki farklı ön çapraz bağ (ÖÇB) rekonstrüksiyon grubuna 38 hasta blok randomizasyon ile randomize edildi: çift demet tekniği (n=19) ve tek demet tekniği (n=19). Ameliyat öncesi ve takip süresinin sonunda onikinci haftada hastaların değerlendirilmesi klinik muayenesi, manyetik rezonans görüntüleme değerlendirmesi, Modifiye Cincinnati Diz Değerlendirme skoru ve Lysholm diz skorları ile yapıldı. BULGULAR: Ön çapraz bağ açısı, posterior çapraz bağ (PÇB) açısı ve tibial translasyonda çift demet grubu ile tek demet grubu arasında anlamlı bir fark bulunmadı. Klinik skorlar ile ilgili olarak teknikler arasında anlamlı bir fark yoktu. Tek demetli grupta radyolojik sonuçların klinik skorlarla korelasyonuna göre, ameliyat sonrası ÖÇB açısı değerleri ile Lysholm klinik skoru arasında negatif, güçlü ve anlamlı bir korelasyon vardı (r=-0.66, p=0.002). TARTIŞMA: Ameliyat sonrası ÖÇB açısı, tek demetli ÖÇB rekonstrüksiyonu yapılan hastalarda klinik iyileşme derecesini öngörebilir. |
13. | Pediatrik popülasyondaki tibial eminensia kırıklarında artroskopik dikiş fiksasyon tekniğinin orta dönem sonuçları Mid-term outcomes of arthroscopic suture fixation technique in tibial spine fractures in the pediatric population Ceyhun Çağlar, Hilal Yağar, Fahri Emre, Mahmut UğurluPMID: 34476785 doi: 10.14744/tjtes.2020.25905 Sayfalar 571 - 576 AMAÇ: Tibial eminensia kırıkları, oluşum mekanizması açısından ACL rüptürüne benzeyen avülsiyon yaralanmalarıdır. İnsidansı çok fazla olmasa da, doğru tedavi edilmediği takdirde bazı komplikasyonlara ve diz ekleminde kalıcı hasarlara neden olabilmektedir. Bu çalışmadaki amacımız kliniğimizde pediatrik popülasyondaki tibial eminensia kırıklarının tedavisinde uyguladığımız artroskopik dikiş tekniğinin orta dönem sonuçlarının değerlendirilmesidir. GEREÇ VE YÖNTEM: Ocak 2013–Aralık 2017 tarihleri arasında bulunan tip 2 (>5 mm deplasman), 3 ve 4 tibial eminensia kırığı nedeniyle kliniğimizde artroskopik dikiş fiksasyon cerrahisi uygulanmış 28 hasta geriye dönük olarak incelendi. Hastalar; demografik özellikleri, yaralanma mekanizması, kırık sınıflaması, ortalama takip süresi, radyografik iyileşme süresi, aktiviteye dönüş süresi, instabilite muayenesi, eklem hareket açıklığı (EHA) ve KOOS parametreleri ile klinik ve fonksiyonel olarak değerlendirildi. BULGULAR: Takip edilen hasta grubunun yaş ortalaması 14.2 olup, bu hastaların 17’si (%61) erkek cinsiyette ve 20’si (%71) vücut kitle indeksine göre sağlıklı popülasyondaydı. Modifiye Meyer and McKeever sınıflamasına göre en sık tip 2 tibial eminensia kırığı görüldü. Ortalama takip süresi 4.64 yıl olup, ortalama radyolojik iyileşme süresi 2.17 ay olarak hesaplandı. Yirmi yedi (%96) hasta EHA yönünden tamamen fonksiyoneldi. Bir hastaya artrofibrozis ve kısıtlı EHA nedeniyle ikincil cerrahi uygulandı. Ortalama altıncı ay KOOS 82.3, 12. ay KOOS 91.4 ve 24. ay KOOS 95.7 olarak ölçülmüş olup bu skorlar arasında anlamlı fark saptandı (p=0.024). TARTIŞMA: Pediatrik popülasyondaki tibial eminensia kırıklarının tedavisinde artroskopik dikiş tekniğinin sonuçları klinik ve fonksiyonel açıdan tatmin edicidir. Anatomik fiksasyon ve erken rehabilitasyon bu kırıkların tedavisindeki başarı oranını arttırmaktadır. Daha uzun süreli takipler bizlere daha fazla bilgi verecektir. |
14. | Pandemi kısıtlamaları yanık başvurularını etkiledi mi? Does pandemic lockdowns affect the burn patient’s admission? Merve Akın, Ahmet Çınar YastıPMID: 34476800 doi: 10.14744/tjtes.2021.34694 Sayfalar 577 - 582 AMAÇ: 2020 yılı Covid-19 pandemisi ile başladı. Türkiye’de pandemi sırasında devlet tarafından alınan önlemler ve kısıtlamalar uygulamaya koyuldu. Sağlık hizmetlerine erişim konusunda herhangi bir kısıtlama olmasa da halk coronovirüs bulaşından korktuğu için hastaneye gitmekte çekingen kaldı ve buna bağlı olarak tüm hastane başvurularında azalma yaşandı. GEREÇ VE YÖNTEM: Hastanemiz yanık merkezi polikliniğine pandeminin ilk dönemi olan 16 Mart 2020 ile 1 Haziran 2020 tarihleri arasında başvuran hastaların bir önceki yılın aynı tarihlerinde polikliniğe başvuran hastaların demografik ve yanık spesifik değişkenleri karşılaştırıldı ve analiz edildi. BULGULAR: Covid döneminde otuz dokuz hasta polikliniğe başvururken 2019 yılında 130 hasta başvurusu mevcuttu. Hasta başvurularında %70 azalma yaşandı. Bu çalışmada pandemi döneminde hastaların başvuru sürelerinin, pansuman sayısının ve toplam iyileşme sürelerinin anlamlı olarak arttığı görülmüştür. Cerrahi ihtiyacı olan hasta sayısı, hastaneye yatış endikasyou ve greft ihtiyacı da pandemi döneminde anlamlı olarak artmıştır. Aynı zamanda pandemi döneminde hastaneye yatış sırasında enfeksiyon varlığına daha fazla rastlanmıştır. TARTIŞMA: Covid 19- pandemisi hastaların acil durumlarda dahi hastaneye gitmekte çekingen kalmasına neden olmuştur. Ancak bu durum istenmeyen sonuçlara neden olabilir. Spesifik sağlık problemi olan hastaların özellikli sağlık hizmeti veren merkezlere geç başvurusu komplikasyon gelişmesine neden olur. Sonuç olarak özellikli tedavi gereksinimi olan gerçek acil durumlarda, pandemi sırasında dahi tıbbi hizmetin alınmasının gerekliği ve önemli olduğu konusunda toplum bilgilendirilmeli ve sağlık hizmetine erişim teşvik edilmelidir. |
OLGU SUNUMU | |
15. | Reverse sural flep: Ayak anterolateralindeki araba lastiği yaralanmalarında klinik tecrübemiz Reverse sural flap: Our clinical experience with car tire injuries in the anterolateral aspect of the foot Abdulkadir Sarı, Ismail Bülent ÖzçelikPMID: 34476795 doi: 10.14744/tjtes.2020.92589 Sayfalar 583 - 589 AMAÇ: Ayak anterolateralindeki araba tekeri yaralanmasına bağlı defektlerin örtümü; hem bölgenin özellikleri hemde travma karakteri nedeniyle güçlükler içermektedir. Amacımız lastik yaralanması sonrası ayak dorsolateralindeki cilt defekti gelişen olguların reverse sural arter fasyokütanoz flep ile örtüm sonuçlarını sunmaktır. GEREÇ VE YÖNTEM: Bu çalışmada, 2000–2014 yılları arasında, ortalama yaşı 26.9 yıl (dağılım, 5–46 yıl) ve ayağın dorsolateralinde araba tekerine bağlı doku kaybı bulunan 14 hasta geriye dönük olarak değerlendirildi. Ortalama defekt büyüklüğü 27.1 cm2 bulundu. Olgular doku örtümü ve komplikasyonlar açısından ortalama 32.4 ay takip edildi. BULGULAR: Erken donemde fleplerin ikisinde marjinal nekroz gelişmesine rağmen tüm olgularda ek rekonstrüksiyon gerektirmeden başarıyla doku örtümü sağlandı. Donör saha sorunlarıyla karşılaşılmadan tüm hastalarda donör bölgeler primer olarak örtüldü. TARTIŞMA: Ayak anterolateral araba tekeri yaralanmalarında, olgu temelli yaklaşımla reverse sural arter fasyokütanoz flepler ile düşük komplikasyon ve yüksek başarı elde edilebilir. |
16. | Pankreatitli hastalarda gastrointestinal kanama için embolizasyon: İki olgu raporu ve literatür taraması Embolization for gastrointestinal bleeding in patients with pancreatitis: Report of two cases and literature review Milan Dragoslav Radojkovic, MIrjana Radisavljevic, Danijela Radojkovic, Sasha Tasic, Milica Nestorovic, Goran StevanovicPMID: 34476793 doi: 10.14744/tjtes.2020.84333 Sayfalar 590 - 594 Gastrointestinal kanama, pankreatitin nadir fakat potansiyel olarak ölümcül bir komplikasyonudur. Erken tanı ve zamanında radyolojik müdahale, tedavi edilmediğinde bu hastaların mortalitesi yüksek olduğundan sağkalım için çok önemlidir. Her ikisi de şiddetli üst gastrointestinal sistem kanaması ile komplike olan biri kronik pankreatitli, diğeri akut pankreatitli iki hastayı sunuyoruz. İlk endoskopik hemostaz başarısız olduktan sonra hastalar transkateter embolizasyon ile başarılı bir şekilde tedavi edildi. Endovasküler cihazlardaki ve embolizasyon malzemelerindeki gelişmeler ve deneyimli girişimsel radyologların sayısındaki artış, düşük komplikasyon insidansı ile ilişkili başarılı hemostaz elde etmek için güvenli bir minimal invaziv terapötik yöntem olarak anjiyografik embolizasyon prosedürlerinin önemini artırmıştır. Cerrahiye göre avantajları nedeniyle endoskopiye dirençli üst gastrointestinal kanaması olan hastalarda tedavi seçeneği olarak düşünülmelidir. |
17. | Suisid girişiminin neden olduğu metformin-ilişkili laktik asidozda sürekli venö-venöz hemodiyafiltrasyon: İki olgu sunumu Continuous veno-venous hemodiafiltration in metformin-associated lactic acidosis caused by a suicide attempt: A report of two cases Bahattin Tuncali, Ayşe Gül Temizkan Kırkayak, Pınar ZeyneloğluPMID: 34476786 doi: 10.14744/tjtes.2020.27367 Sayfalar 595 - 599 Tip 2 diyabetes mellitus tedavisinde yaygın şekilde kullanılan metforminin en önemli ve hayatı tehdit eden yan etkisi laktik asidozdur. Bu olgu sunumu ile intihar amaçlı yüksek doz metformin alımına bağlı laktik asidoz nedeniyle yoğun bakımımızda tedavi edilen iki olgu sunulmuştur. Olgulardan biri sürekli venö-venöz hemodiyafiltrasyon (CVVHDF) ve destek tedavisi ile başarılı bir şekilde tedavi edilebilmiştir. Diğer olguda gecikmiş tedavi nedeniyle CVVHDF ve destek tedavi yanında endotrakeal entübasyon ve mekanik ventilasyon gereksinimi olmuştur. |
18. | Bipolar hemiartroplasti sonrası komponentler arası disosiyasyon: İki farklı olgu sunumu ve literatür taraması Dissociation of bipolar components following bipolar hemiarthroplasty: A report of two different cases and review of the literature Hüseyin Fatih SevinçPMID: 34476791 doi: 10.14744/tjtes.2020.66821 Sayfalar 600 - 603 Yaşlı hastalarda femur boyun kırığının tedavisi çoğunlukla bipolar kalça hemiartroplastidir. Bipolar kalça hemiartroplastinin sık görülen komplikasyonları arasında kalça dislokasyonu gelmektedir. Birçok yayında hemiartroplasti dislokasyon sıklıkları %1.2 ile %8.4 arasında değişmektedir. Ancak bipolar hemiartroplastide femur başı ile femur komponentleri arasında disosiyasyon oldukça nadir görülen bir komplikasyondur. 1985 yılından itibaren kullanılan Bateman bipolar hemiartroplasti sonrası polietilen kırılması sonrası komponent ayrışmaları bildirildi. Femur başının bipolar kap içerisinde varus pozisyonu önlemek için self-centering sistemler geliştirilmiştir. Self-centering bir sistemde, asetabulum ile femoral baş arasındaki eklem yüzeyindeki normal kuvvet, femoral başı valgus pozisyonuna döndürmelidir. Bununla birlikte, asetabuler bileşenlerin disosiyasyonu self-centering sistemiyle de bildirilmiştir. Literatürde bipolar hemiartroplasti sonrası komponentler arasında disosiyasyonu bildiren olgu raporları içinde en fazla hasta sayısı içeren 2004 yılında yayınlanan Hasegawa ve ark. bildirdiği yedi hasta içeren çalışmadır. Diğer hasta sayısı fazla olan yayınlar 2017 yılında Uruç ve ark. bildirdiği beş hasta içeren çalışma ve 2006 yılında yayınlanan Georgiou ve ark. bildirdiği beş hasta içeren çalışmadır. Bu çalışmada bipolar hemiartroplasti sonrası komponentler arası disosiyasyon olan iki farklı olgu raporlanmıştır. Sonuç olarak, bipolar hemiartroplasti sonrası komponentler arası disosiyasyon nadir görülen bir komplikasyondur, ancak hemen her zaman revizyon cerrahisi ile sonuçlanmaktadır. Spontan veya travma sonrası oluşabilen disosiyasyon kalça çıkığı sonrası kapalı redüksiyon manevraların ardından da oluşabileceği için kapalı redüksiyon sırasında oldukça dikkatli olunmalıdır. |