p-ISSN: 1306-696x | e-ISSN: 1307-7945
Cilt : 25 Sayı : 6 Yıl : 2025

Hızlı Arama




SCImago Journal & Country Rank
Ulusal Travma ve Acil Cerrahi Dergisi - Ulus Travma Acil Cerrahi Derg: 25 (6)
Cilt: 25  Sayı: 6 - Kasım 2019
DERLEME
1. 
Yoğun bakımda yazılım kullanımı
Use of software in the ICU
Mois Bahar, Emin Yalcin Inel
PMID: 31701497  doi: 10.14744/tjtes.2019.28282  Sayfalar 535 - 544
Yoğun bakımdaki hastanın kompleks tedavi süreci, ciddi oranda verilere bağımlı durumlar nedeniyle dikkatle izlenmelidir. Yoğun bakım hekimliği, diğer branşlara oranla sayılarla çok daha fazla iç içe olmayı gerektirdiğinden, bu verilerdeki ufak hatalar dahi hastalar üzerinde ciddi hasarlar bırakabilecek önemli hatalara sebep olabilmektedir. Tıbbi kayıtların elle tutulması hataya eğilimi arttırdığı gibi hem bu kayıtları tutan hemşireler hem de verileri analiz eden hekimler için anlamlı ölçüde zaman alan bir durumdur. Bu durum hastalık sürecinin karmaşıklaşması ve yatış süresinin uzadığı durumlarda çok daha belirgin hale gelmektedir. ENIAC (Electronic Numerical Integrator and Computer) isimli ilk bilgisayarın 1946’da ortaya çıkmasının ardından bilgisayarları tıp pratiğine entegre etmeye yönelik birçok girişim olmuştur ve son yıllarda da yoğun bakım yazılımlarının ortaya çıkışına şahit olmaktayız. Bu yazılımlar tıbbi kayıtların doğruluğunu ve kalitesini arttırma ve medikal hataların görülme sıklığını azaltma potansiyeline sahip oldukları gibi elektronik karar desteği sunmakta; kalite kontrol ve performans değerlendirmesi gibi alanlar için de araçlar içermektedirler. Daha da önemlisi, bu sistemler hastanın anlık durumunu değerlendirme gayretindeki hekimlere farklı bakış açılarıyla yaklaşabilmesi yönünde bir ortam sunabilirler. Günümüze kadar yoğun bakım yazılımlarının kullanımı, yüksek finansal maliyetler ve diğer bir takım faktörler nedeniyle kısıtlı kalmıştır. Günümüzde her ne kadar teknolojik yönden ileri bir konumda olsak dahi bir yoğun bakım yazılımının etkin bir şekilde kullanıma sunulması zorlu ve düzgün planlanmadığı takdirde anlamlı gecikmelere, ek finansal maliyetlere, ekip içerisinde kabullenişe yönelik zorluklara ve hatta tamamen başarısızlığa mahkum bir süreçtir. Bu yazıda, yoğun bakım yazılımlarının geçmişini, günümüzdeki halini ve geleceğini değerlendirdiğimiz gibi bu yazılımlara geçiş sürecinde kendi yaşadığımız deneyimleri de paylaşacağız.

DENEYSEL ÇALIŞMA
2. 
Sepsis tedavisinde triiyodotironin aktive protein C’ye göre daha iyi bir seçenek midir?
Is tri-iodothyronine a better choice than activated protein C in sepsis treatment?
Ömer Vefik Özozan, Didem Ertorul
PMID: 31701499  doi: 10.14744/tjtes.2019.36270  Sayfalar 545 - 554
AMAÇ: Sepsis, enfeksiyona karşı konağın göstermiş olduğu disregüle yanıta bağlı gelişen hayatı tehdit edici bir organ disfonksiyonu olarak tanımlanabilir. Sepsiste, koagülasyon kaskatı aktive olur ve denge prokoagülan tarafa doğru kayar. Protein C’nin sepsis tedavisinde kullanımını araştıran yakın tarihli çalışmalar mevcuttur. Ayrıca diğer bir terapötik ajan olan triiyodotironin hakkında da çalışmalar yapılmıştır.
GEREÇ VE YÖNTEM: Çalışmamızda sepsis oluşturulmuş sıçanlarda geç dönemde tek doz aktive protein C ve triiyodotironin uygulamasının etkileri karşılaştırıldı. Uygulama sonrası 24. saatte lökosit, platelet, hemoglobin ve antitrombin-III konsantrasyonları ile ince bağırsak, karaciğer ve akciğerdeki histopatolojik değişiklikler değerlendirildi.
BULGULAR: Intraperitoneal tek doz rekombinant insan APC (aktive protein C) uygulamasının geç fazda hematolojik parametrelerde küratif etkileri olduğu ve başta akciğer olmak üzere hepatik ve ince barsak dokusunda da anlamlı terapötik etkilerinin olabileceği görülmüştür. Triiyodotironin ise sepsis tedaivisnde kullanılabilecek önemli bir terapötik ajan olarak değerlendirildi.
TARTIŞMA: Çalışmamızda T3 hormonunun özellikle akciğer dokusu olmak üzerre karaciğer ve ince bağırsak dokusu üzerinde sepsis bağlı hasarı sınırladığı veya azalttığı gözlenmiştir. Triiyodotironin daha az maliyet ve kanama riskiyle sepsis tedavisinde APC’ye iyi bir alternatif olabileceği kanaatinedeyiz.

3. 
Diz fleksiyon ve ekstansiyon pozisyonundayken içten-dışa menisküs tamiri sırasında iyatrojenik sinir hasarının anatomik muayenesi
An anatomical examination of iatrogenic nerve injury during inside out meniscus repair with flexion and extension of the knee
Zafer Atbaşı, Yusuf Erdem, Çağrı Neyişci, Barış Yılmaz, Bahtiyar Demiralp
PMID: 31701508  doi: 10.14744/tjtes.2019.99690  Sayfalar 555 - 560
AMAÇ: Diz fleksiyon ve ekstansiyon pozisyonundayken, medial ve lateral menisküslerin anterior, orta ve posterior boynuz yırtıklarının içten-dışa onarım tekniği sırasında tamir edilmesi için iğnelerin peroneal ve safen sinire milimetre cinsinden yakınlığını ölçerek güvenli, riskli ve yüksek riskli bölgeleri belirlemektir.
GEREÇ VE YÖNTEM: İlk olarak, 10 kadavra dizinde her iki (lateral ve medial) menisküste longitudinal yırtık simülasyonu ile menisküsün anterior, korpus ve posterior olarak bölündüğü kadavra çalışması yapıldı. Bir sonraki aşama, diz 90° fleksiyonda ve tam ekstansiyondayken menisküsün simüle yırtıklarının dikilmesini içeriyordu. Son olarak, anterior, gövde ve posterior meniskal yırtıklar boyunca yerleştirilen K-teli çıkış noktasının yukarıda bahsedilen sinirlerden uzaklığı bir dijital kumpas ile ölçülmüştür.
BULGULAR: Her iki menisküsün gövde ve anterior boynuz yırtıklarının tamiri sırasında K-teli çıkış noktaları ile nörovasküler yapılar arasındaki mesafe çok uzak olarak kabul edildi ve dahil edilmedi. Ancak, iyatrojenik sinir hasarı riskinden kaçınmak için daha yakın arka menisküs ölçümleri yapıldı. Lateral menisküs posterior yırtığı için ölçülen mesafeler 90° fleksiyonda 11±5.2 mm ve ekstansiyonda 8±4.5 mm iken, medial menisküs için 90° fleksiyonda 17.3±5.7 mm ve ekstansiyonda 13.7±4.7 mm olarak kaydedildi. Bu değişkenler bağımlı örneklem t-testi kullanılarak değerlendirildi ve istatistiksel olarak anlamlı fark bulunamadı.
TARTIŞMA: Sonuçlarımız diz fleksiyondayken içten-dışa tekniğinin posterior menisküs yırtıklarında bile güvenli olduğunu göstermektedir. Bununla birlikte, güvenlik mesafesi dizin daha yüksek fleksiyon dereceleri ile arttırılabilir. Son olarak, arka menisküs yırtık tamirinde, bu bölgedeki sinir hasar riskini önlemek için diz fleksiyonda iken retraktör yardımlı mini açık tekniğini veya tamamen içeriden dikiş tekniğini öneriyoruz. Her ne kadar birçok cerrahın arka menisküs yırtıklarında içten-dışa tekniğini tercih etmediği bilinmesine rağmen, diz 90°’den daha fazla fleksiyonda iken retraktör yardımlı mini açık teknik kullanılarak her iki menisküsün içten-dışa arka menisküs tamiri tamamen içeriden dikiş tekniği kadar güvenlidir.

KLINIK ÇALIŞMA
4. 
Kritik hastalarda abdominal perfüzyon basıncı renal perfüzyondaki bozulmanın saptanmasında karıniçi basınçtan daha üstündür
Abdominal perfusion pressure is superior from intra-abdominal pressure to detect deterioration of renal perfusion in critically Ill patients
Fethi Gül, İsmet Sayan, Umut Sabri Kasapoğlu, Derya Özer Erol, Mustafa Kemal Arslantaş, Ismail Cinel, Zuhal Aykaç
PMID: 31701496  doi: 10.14744/tjtes.2019.25263  Sayfalar 561 - 566
AMAÇ: Karıniçi hipertansiyon (KH) risk faktörü olan kritik hastalarda akut böbrek hasarının (AKI) en sık nedenlerinden biridir. Bu çalışmada abdominal perfüzyon basıncı (APP) ile Doppler temelli renal rezistif indeks (RRI) ile gösterilen AKI arasındaki ilişkiyi saptamayı amaçladık.
GEREÇ VE YÖNTEM: Bu çalışmaya KH için risk faktörü taşıyan ve mekanik ventilasyon desteği altında 18 yaşından büyük 38 hasta alındı. Tüm ölçümler ve elde edilen parametreler renal disfonksiyona göre iki gruba ayrıldı (Grup I; RRI <0.72 ve Grup II; RRI >0.72).
BULGULAR: Grupların ortalama karıniçi basınçları (IAB) Grup I’de (11.5±6.9 mmHg, n=35) ve Grup II’de (13.5±5.8, n=33) benzerdi. APP; Grup I’de (81.2±13.6) Group II’ye göre (66.4±9.5) daha yüksekti (p<0.001). RRI’ya göre renal perfüzyondaki bozulma APP’nin (≤72 mmHg) belirlemdeki duyarlılığı %76 ve seçiciliği %71’dir. ROC eğrisi altında kalan alan 0.802’dir (p<0.001).
TARTIŞMA: Çalışmamızın sonuçları APP ≤72 mmHg eşik değerinde RRI’nın anlamlı şekilde arttığını ve bunun da renal perfüzyonun bozulmasını öngörebileceğini göstermiştir.

5. 
Travmatik diyafragma yaralanmalarında mortaliteye etkili faktör
Factors affecting mortality in traumatic diaphragm ruptures
Serhat Tokgöz, Muzaffer Akkoca, Yasin Uçar, Kerim Bora Yilmaz, Özgür Sevim, Görkem Gündoğan
PMID: 31701506  doi: 10.14744/tjtes.2019.58133  Sayfalar 567 - 574
AMAÇ: Travmatik diyafragma rüptürleri (TDR) nadir görülür. Genellikle akut dönemde morbiditeye neden olmazlar, ancak klinik tanı konulamayan tüm TDR’ler geç dönemde herniasyon, strangülasyon, pnömoni, plevral effüzyon, ampiyem, kalp tamponadı ve solunum bozuklukları gibi morbidite ve mortalitesi yüksek klinik durumlara neden olabilir. Bu çalışmada travmatik diyafragma rüptürünün epidemiyolojisi, klinik özellikleri, tanı, tedavi yöntemleri ve mortalite üzerine etkili faktörleri değerlendirildi.
GEREÇ VE YÖNTEM: Ocak 2012-Aralık 2017 tarihleri arasında kliniğimizde travmatik diyafragma yaralanması nedeni ile ameliyat edilen hastaların kayıtları geriye dönük olarak incelendi. Travmatik diyafragma rüptürü nedeni ile ameliyat edilen hastaların; yaş, cins, yaralanma şekli, operasyon öncesi muayene bulguları, laboratuvar tetkikleri, görüntüleme yöntemleri, tanı konulma zamanları, ameliyat bulguları, eşlik eden diğer organ yaranlamaları, yapılan ameliyatlar, hastane kalış süreleri, ameliyat sonrası dönemde gelişen mortalite ve morbiditeler Abbreviated Injury Scale (AIS) ve Injury Severty Score’ları (ISS) incelendi.
BULGULAR: Ocak 2012–Aralık 2017 tarihleri arasında kliniğimizde torakoabdominal travma nedeniyle 1066 hasta ameliyat edildi ve bu hastalardan 45’ine diyafragma rüptürü tanısı konuldu. 45 hastanın 32’sinde penetran travma (7 ateşli silah 25 delici kesici alet yaralanması), 9’unda künt travma ve 4 hastada ise kariniçi kitle nedeniyle ameliyat edildiği sırada oluşan iyatrojenik yaralanma nedenli diyafragma rüptürü geliştiği görüldü. Travmatik diyafragma rüptürüne en sık eşlik eden yaralanmalar sırasıyla hemopnömotoraks (%70), karaciğer (%43), dalak (%32), kolon (%20), mide (%17), ve kot fraktürü (%15) yaralanmalarıydı. Mortalite toplamda yedi (%17) hastada görüldü; beş hasta hemorajik şok nedeniyle intraoperatif veya ameliyat sonrası erken saatlerde kaybedilirken, iki hasta yoğun bakım takiplerinde çoklu organ yetersizliği nedeniyle kaybedildi.
TARTIŞMA: Yüksek enerjili künt ve penetran torako-abdominal travmalarda diyafragma rüptüründen şüphelenmek gerekir. Mortalite üzerine etkili faktörler AIS, ISS, eşlik eden organ yaralanması sayısı ve pnömo-hemotoraks birlikteliği olarak bulundu.

6. 
Abdominal koza sendromu: Akut karın sendromunun nadir bir nedeni
Abdominal cocoon syndrome: A rare cause of acute abdomen syndrome
Şükrü Çolak, Hasan Bektaş
PMID: 31701503  doi: 10.14744/tjtes.2019.48380  Sayfalar 575 - 579
AMAÇ: Literatürde nadir görülen bir akut karın veya bağırsak tıkanıklığı nedeni, abdominal koza sendromu sklerozan peritonit veya sklerozan enkapsüle peritonit olarak tanımlanmaktadır. Abdominal koza, karın organlarının lifli bir zar ile tamamen veya kısmen sarılması ile karakterizedir. Genellikle genç kadınlarda görülmesine rağmen etiyoloji bilinmemektedir. Tanı genellikle laparotomi sırasında yapılır. Bu yazıda, operasyon sırasında abdominal koza tanısı almış yedi hasta sunuldu.
GEREÇ VE YÖNTEM: Hastanemiz genel cerrahi kliniğinde Ocak 2012 ile Kasım 2018 tarihleri arasında karın ağrısı ve/veya bağırsak tıkanıklığı nedeniyle laparotomi yapılan ve ameliyat sırasında abdominal koza tanısı alan hastaların kayıtları geriye dönük olarak incelendi. Hastaların demografik özellikleri, altta yatan etiyolojik faktörler, cerrahi işlemler, bulguları ve takipleri kaydedildi.
BULGULAR: Abdominal koza nedeniyle ameliyat edilen 7 hastadan dördü erkek, 3’ü kadındı. Ortanca yaş erkeklerde 61 (57-63), kadınlarda 39.6 (28-49) idi. Akut karın veya ileus tanısı ile altı hasta acil durumlarda ameliyat edildi. Elektif koşullarda karın içi kitle tanısı alan bir hasta ameliyat edildi. Yedi hastadan beşinde, ince bağırsakların tamamı bir fibrokollajen kapsül ile kaplıyken, 2 hastada bağırsaklar kısmen fibrokollajen kapsül ile kısmen sarıldı. Hastaların dördünde altta yatan hastalık yoktu, bir tanesinde Ailesel Akdeniz Ateşi (AAA), birinde endometriozis, birisinde beta-bloker kullanımı vardı. Ameliyat sırasında ince bağırsak nekrozu ve septik peritonit saptanan hasta 6 gün sonra kaybedildi. Diğer hastaların takibinde komplikasyon görülmedi ve hiçbir hasta nüks nedeniyle tekrar ameliyat edilmedi.
TARTIŞMA: Abdominal koza, akut karın veya bağırsak tıkanması gibi nedenlerle ameliyat edilen hastalarda genellikle ameliyat sırasında teşhis edilen bir durumdur. Geç tanı konulan olgularda ince bağırsak nekrozu ve septik komplikasyonlar nedeniyle ölüm görülebilir. Preoperatif tanıda yüksek klinik şüphe ve radyolojik görüntüleme önemlidir. Tedavi, fibrokollajen membranın eksizyonu ve adezyolizisdir.

7. 
Peptik ülser perforasyonunda omentopeksi ile falsiformopeksinin karşılaştırılması
Omentopexy versus falciformopexy for peptic ulcer perforation
Aydemir Ölmez, Egemen Çiçek, Cemalettin Aydın, Kuntay Kaplan, Cüneyt Kayaalp
PMID: 31701495  doi: 10.14744/tjtes.2019.11387  Sayfalar 580 - 584
AMAÇ: Peptik ülser perforasyonunda (PÜP) açık veya laparoskopik Graham omentopeksi sıklıkla uygulanan tedavi şeklidir. Özellikle omentum rezeksiyon öyküsü olan hastalarda uygulanmanın teknik zorluğu, PÜP’de falsiform ligament kullanımına yol açmış olup bazı çalışmalarda omentopeksi’den daha avantajlı bir teknik olabileceği bildirilmiştir. Bu çalışmada, PÜP onarımında falsiformopeksi veya omentopeksi uygulanan hastalarımızın geriye dönük sonuçlarını karşılaştırmayı amaçladık.
GEREÇ VE YÖNTEM: 1999–2018 yılları arasında PÜP nedeniyle takip ve tedavi edilen 303 hasta çalışmaya alındı. Malignite, gastrik rezeksiyon, definitif ülser cerrahisi, laparoskopik cerrahi ve ameliyat dışı tedavi alan hastalar çalışma dışı bırakıldı. Kalan hastalara ometopeksi veya falsiformopeksi uygulandı. Bu iki teknik ameliyatta ve amaliyat sonrası sonuçlar açısından karşılaştırıldı.
BULGULAR: Falsiformopeksi (n=46) ve omentopeksi (n=243) grupları benzer demografik özelliklere sahipti, ancak ASA skorları falsiformopeksi grubunda daha düşüktü. Ülser boyutu ve lokalizasyonu, operasyon süresi açısından gruplar arasında fark saptanmadı. Genel postoperatif morbidite ve mortalite açısından gruplar arasında anlamlı fark yoktu. Bununla birlikte, omentopeksi grubunda atelektazi daha sık görülürken, peksi başarısızlığı falsiformopeksi grubunda daha sıktı (%2.6 ve %8.7, p=0.04).
TARTIŞMA: Falsiformopeksi, omentumu kullanmanın mümkün olmadığı durumlarda kullanılabilecek alternatif bir tekniktir. PÜP onarımı için omentopeksi’den daha üstün değildir.

8. 
Peptik ülser perforasyonunun ameliyatsız tedavisi: Tek merkez deneyimi
Non-operative management of perforated peptic ulcer: A single-center experience
Koray Karabulut, Mürşit Dinçer, Rumeysa Kevser Liman, Sertaç Usta
PMID: 31701498  doi: 10.14744/tjtes.2019.31967  Sayfalar 585 - 588
AMAÇ: Perforasyon, peptik ülserin nadir bir komplikasyonudur. Peptik ülser perforasyonunun yaygın kabul gören tedavisi cerrahi olmakla birlikte, ameliyatsız tedavi seçilmiş hastalarda bir seçenek olabilir. Bu çalışmada, peptik ülser perforasyonunda ameliyatsız tedavi tecrübemizi paylaşmayı amaçladık.
GEREÇ VE YÖNTEM: Ocak 2012 ile Eylül 2017 tarihleri arasında peptik ülser perforasyonu tanısıyla kliniğimizde tedavi edilen hastalara ait veriler geriye dönük olarak değerlendirildi. Tanı, fizik muayene ve radyoloji bulguları ile kondu. Ameliyatsız tedavi, vital parametreleri normal olup, fizik muayenede yaygın peritonit bulguları olmayan seçilmiş hastalara aydınlatılmış onamdan sonra uygulandı. Hastaların tamamında ağızdan gıda ve sıvı alımı durduruldu, intravenöz sıvı, antibiyotik ve pantoprazol başlandı.
BULGULAR: Çalışma süresince 41 hasta kliniğimize peptik ülser perforasyonu tanısı ile yatırılarak tedavi edildi. Bu hastaların 35’i ameliyat edilirken altısı konservatif olarak takip edildi. Hastaların tamamında, fizik muayenede karın üst kadranlarda periton irritasyon semptom ve bulguları vardı. Hiçbirinde yaygın peritonit mevcut değildi. Hastaların tamamına direkt karın grafisi ve tomografi çekildi. Ameliyatsız tedavi grubundaki hastaların hiçbirine takip süresince cerrahi veya girişimsel radyolojik bir işlem yapma gerekliliği oluşmadı. Bu gruptaki hastalarda ortanca hastanede kalış süresi dört gündü. Hastaların tamamı sorunsuz olarak taburcu edildi.
TARTIŞMA: Peptik ülser perforasyonlu hastaların çoğunda standart tedavi halen cerrahidir. Ameliyatsız tedavi, vital parametreleri normal olan ve karın muayenesinde yaygın peritonit bulguları olmayan seçilmiş hastalarda bir tedavi seçeceği olarak akılda bulundurulmalıdır. Bu şekilde, gereksiz yere cerrahi yapmaktan ve cerrahinin olası morbidite ve mortalitesinden kaçınmak mümkün olabilir.

9. 
Obstrükte ve perforasyonlu kolorektal kanser hastalarına güncel tedavi yaklaşımının değerlendirilmesi
Evaluation of current therapeutic approach to obstructive and perforated colorectal cancers
Selçuk Kaya, Ahmet Seker, Önder Altın, Yunus Emre Altuntaş, Levent Kaptanoğlu, Metin Kement, Nejdet Bildik, Hasan Küçük
PMID: 31701493  doi: 10.14744/tjtes.2019.03828  Sayfalar 589 - 596
AMAÇ: Kolorektal kanserin (KRK) tedavisinde tanıda gecikme önemli bir sorun olmaya devam etmektedir. Birçok olgu akut bağırsak obstrüksiyonu ya da perforasyonundan ötürü acil cerrahi müdehaleyi gerektirir. Bu geriye dönük çalışma akut obstrüksiyon ya da peforasyon için acil cerrahi müdehaleye maruz kalan KRK'li hastaların sağkalımı, erken ameliyat sonrası sonuçları, tedavileri ve klinik durumlarını değerlendirmeyi amaçlamıştır.
GEREÇ VE YÖNTEM: 2012–2017 yılları arasında toplam 612 hasta KRK nedeniyle ameliyat edildi. Bu hastalar içinde acil müdehale gerektiren 179 hasta yaş, cinsiyet, komorbidite, fizyolojik durum, cerrahi endikasyon, tümör lokalizasyonu, tümör evresi, perioperatif kan transfüzyon oranı, cerrahi müdehale şekli ve hastanede kalma ve ameliyat geriye dönük olarak değerlendirildi.
BULGULAR: Toplamda 152 (%85) hastada tam obstrüksiyon, 27 hastada (%15) perforasyon vardı. Majör ameliyat sonrası komplikasyon hastaların neredeyse yarısında gözlendi. Genel mortalite oranı %12 (22 hasta) idi. Obstrüksiyon nedeniyle ameliyat edilen hastaların %12'sinde (18 hasta), perforasyon nedeniyle ameliyat edilen hastaların ise %15'inde (4 hasta) mortalite gelişti. Peroperatuvar kan transfüzyonu ve yüksek ASA skoru majör komplikasyonu öngören bağımsız prognostik faktörler olarak tespit edilirken, ileri yaş ve peroperatuvar kan transfüzyonu mortaliteyi öngören bağımsız risk faktörü olarak bulundu.
TARTIŞMA: Başka çalışmalarda da görüldüğü üzere, bizim yazımızda da acil cerrahi girişim gerektiren KRK hastalarında yüksek oranda peroperatuvar morbidite ve mortaliteye rastladık. Tarama programları yardımıyla erken tanı ve tedavi bu hastalıkta yaşam kurtarıcı rol oynamaktadır.

10. 
Karmaşık üst uzuv defektlerinde ‘posterior interosseöz flebin’ çok yönlü kullanımı
Versatile use of the posterior interosseous flap in the reconstruction of complex upper limb defects
Ensar Zafer Barın, Hakan Cınal, Murat Kara, Mehmet Akif Çakmak, Önder Tan
PMID: 31701504  doi: 10.14744/tjtes.2019.54889  Sayfalar 597 - 602
AMAÇ: Üst ekstremitenin kompleks anatomik ve fonksiyonel yapısı, bu bölgeye ait kompleks defektlerin onarımının rekonstrüktif cerrahlar için zor bir işlem olmasına neden olmaktadır. Bu rekonstrüksiyonda kompozit dokuları içeren lokal ve bölgesel flep seçenekleri kısıtlıdır. Bu çalışmadaki amaç; posteriyor interosseöz flebinin (PİO) klinik pratikte çok yönlü kullanılabilirliğini vurgulamak ve kompleks üst ekstremite defektlerinde iyi bir seçenek olduğunu belirtmektir.
GEREÇ VE YÖNTEM: Çalışmada üst ekstremite defekti mevcut 18'i erkek, 7'si kadın toplam 25 hastaya, 26 PİO flebi uygulandı. Başlıca etyolojik faktörler, yanık kontraktürü, trafik kazası, ateşli silah yaralanması ve akut yanık yaralanması idi. 22 flep fasyokutanöz kaldırılrken, 4 flep osteofasyokutanöz şekilde kaldırılarak metakarp defektlerine uygulandı. Pediküllü transfer edilen 25 flebin, 23'ü ters, 2'si ise düz akımlı idi. Bir flep ise serbest flep olarak transfer edildi.
BULGULAR: Ortalama takip süresi 14 ay idi. Parsiyel nekroz ve sekonder iyileşme ile düzelen 1 flep hariç geri kalan fleplerin tamamı bütünüyle sorunsuz iyileşti. Tüm hastalar geç postoperatif dönemde günlük işlerini sürdürebilecek temel fonksiyonları kazandılar. Hastalar ve/veya anne babaları postoperatif fonksiyonel ve estetik gelişimden memnun kaldılar.
TARTIŞMA: PIO flebinin birçok avantajı, üst ekstremite kompleks defektlerinde kullanılabilir olmasını sağlamaktadır. Akım yönünün değiştirilebilirliği ve içeriğinin zenginleştirilebilmesi sayesinde çok yönlü olarak kullanılabilir.

11. 
Bifosfonat kullanımı ile ilişkili atipik femur kırıkları: 19 hastanın kapsamlı değerlendirmesi
Atypical femoral fractures related to bisphosphonate use: A comprehensive review of 19 patients
Koray Şahin, Omer Naci Ergin, Serkan Bayram, Turgut Akgül
PMID: 31701502  doi: 10.14744/tjtes.2019.46595  Sayfalar 603 - 610
AMAÇ: Bifosfonatlar osteoporozlu hastalarda kırık gelişimini önlemek için sıklıkla kullanılan ilaçlardır. Ancak bifosfonat kullanımı nadiren de olsa atipik femur kırıklarına yol açabilir. Sunulan çalışma cerrahi olarak tedavi edilen bifosfonatla ilişkili atipik femur kırıklarının klinik ve radyolojik özellikleri ile tedavi sonuçlarını sunmayı amaçlamaktadır.
GEREÇ VE YÖNTEM: Kliniğimizde Ocak 2009 ile Aralık 2017 tarihleri arasında atipik femur kırığı tanısıyla ameliyat edilmiş olan ve bifosfonat kullanma öyküsü olan hastalar geriye dönük olarak incelendi. Çalışmaya Amerikan Kemik ve Mineral Araştırma Topluluğu (American Society for Bone and Mineral Research) tarafınca tanımlanmış olan atipik femur kırığı kriterlerini karşılayan hastalar dahil edildi. Dahil edilen hastaların kırıklarının radyolojik özellikleri, kullanılan bifosfonat ve kullanım süresi, prodromal klinik ve radyolojik bulguların varlığı değerlendirildi. Tedavi sonrası sonuç değerlendirmesi ise klinik değerlendirme, radyolojik kaynama durumu ve mobilizasyon durumuna göre gerçekleştirildi.
BULGULAR: Çalışmaya 19 hasta dahil edildi. Hastaların ortalama yaşı 69.6 yıl (aralık: 60.8-85.1) ve ortalama takip süresi 33.8 yıldı (aralık: 13-104). Ortalama bifosfonat kullanım süresi 8.65 yıl (aralık: 3-18) yıl olarak bulundu. 4 hastada bilateral kırık mevcuttu. Çalışmada incelenen 23 kırıktan 8 tanesi subtrokanterik, 15 tanesi ise diafizer yerleşimliydi. 21 kırık intramedüller çivi ile, 1 kırık kilitli kompresyon plağı ile ve 1 kırık da proksimal femur çivisi ile tedavi edilmişti. 15 kırıkta ilk 6 ay içinde kaynama gözlendi. 4 kırıkta kaynama gecikmesi ve 4 kırıkta kaynamama tespit edildi. Ortalama kaynama süresi 5.1 ay (aralık: 2-9) olarak bulundu. Toplam 7 hastanın operasyon sonrasında preoperatif mobilizasyon durumunu koruğu gözlenirken 12 hastanın mobilizasyon durumunda kırık sonrasında gerileme olduğu görüldü.
TARTIŞMA: Bu çalışmanın bulguları atipik femur kırıklarının prodromal bulguları olabileceğini ve bu kırıkların yüksek komplikasyon ve kaynamama oranları ile ilişkili olduğunu göstermektedir.

12. 
Acil veya elektif uygulanmış femoral herni tamirinin cerrahi tekniği ve sonuçlarının karşılaştırılması
Comparison of surgical techniques and results for emergency or elective femoral hernia repair
Enver Kunduz, İsmail Cem Sormaz, Yunus Yapalak, Huseyin Kazim Bektasoglu, Ali Fuatkaan Gok
PMID: 31701494  doi: 10.14744/tjtes.2019.04524  Sayfalar 611 - 615
AMAÇ: Kasık fıtığı popülasyonun %3–8’ini etkiler. Femoral herniler nadiren görülmekle birlikte genellikle acil cerrahi müdehale gerektirir ve sıklıkla bağırsak rezeksiyonu gerekebilmektedir. Bu çalışmanın amacı, acil veya efektif koşullar altında farklı teknikler kullanarak femoral herni olgularının cerrahi sonuçlarını karşılaştırmaktır.
GEREÇ VE YÖNTEM: Nisan 2013 ile Kasım 2017 arasında, İstanbul’daki iki üniversite hastanesinin genel cerrahi kliniklerinin acil servisine 52 femoral herni olgusu başvurdu. Femoral herni tanısı ile ameliyat edilen tüm hastaların tıbbi dosyaları geriye dönük olarak incelendi. Demografik veriler, taraf bilgisi, kesenin içeriği, cerrahi teknik, hastanede kalış süresi, son polikliniğe göre rekürrens ve komplikasyonlar geriye dönük olarak incelendi.
BULGULAR: Olguların cinsiyet dağılımı %88.5 (n=46) idi, kadın %11.5 (n=6) idi. Ortalama yaş 62.9±16.49 yıl (31–91 yıl) idi. İki grup arasında fıtık tarafına göre anlamlı fark yoktu (p=0.282). Elektif olguların 13’ü (%52) açık teknikle, 12’si (%48) laparoskopik teknikle ameliyat edildi.
TARTIŞMA: Cerrahi tekniklerin ve sonuçların karşılaştırılması için, geniş tabanlı cerrahi teknikleri standart hale getirmek için ileriye yönelik randomize çalışmalar tasarlanmalıdır.

13. 
Laparoskopik apendektomilerde endoloop ile güdük kapama tekniği karşılaştırılması: Tek hekim deneyimi
Comparison of methods for closure of appendix stump during laparoscopic appendectomy using endoloops: Single surgeon experience
Yahya Çelik, Ozan Andaç Erbil
PMID: 31701507  doi: 10.14744/tjtes.2019.63249  Sayfalar 616 - 621
AMAÇ: Bu çalışmada kliniğimizde çift ya da tek endoloop kullanılarak laparoskopik apendektomi yapılan hastalarımızın sonuçlarını literatür eşliğinde geriye dönük olarak değerlendirmeyi amaçladık.
GEREÇ VE YÖNTEM: Çalışmaya 137 erkek (%54.6) ve 114 kadın (%45.4) olmak üzere tek cerrah tarafından ameliyat edilen toplam 251 hasta katıldı. Hastaların 107’si tek endoloop yönteminin kullanıldığı grup I, 144’ü çift endoloop yönteminin kullanıldığı grup II idi. Hastaların yaş cinsiyet, ameliyat süresi, hastanede yatma süresi, patoloji bulguları, perioperatif apendiks bulguları, perioperatif batın bulguları, ameliyat sonrası yatış gereken komplikasyonlar, ameliyat sonrası operasyon gereken komplikasyonlar ve yara yeri enfeksiyonuna bakıldı. Komplikasyonlar istatistiksel olarak incelendi.
BULGULAR: Her iki grup arasında demografik özellikler, perioperatif ameliyat bulguları, patoloji bulguları, ameliyat sonrası bulgular ve hastanede yatış süreleri arasında anlamlı fark izlenmedi. Ameliyat süreleri grup I’de (54.9±16,1) grup II’den (61.2±18,8) daha kısa bulundu. Tekrar yatış gerektiren komplikasyonlar grup I’de (%1,9; n=2) grup II’den (%9; n=13) anlamlı olarak az bulundu (p=0.018). Tekrar ameliyat gereken komplikasyon grup I’de olmadı. Grup II’de dört hastada (%2.8) oldu, İstatistiksel olarak anlamlı fark bulunmadı. Yara yeri enfeksiyonu grup I (%7.5 n=8) ile grup II (%4.9 n=7) arasında anlamlı fark izlenmedi.
TARTIŞMA: Çift endoloop kullanmak ameliyat sonrası komlikasyonları azaltmamakla birlikte ameliyat maliyetini artırmakta ve ameliyat süresini uzatmaktadır. Laparoskopik apendektomide loop kullanımında tek loop kullanmanın daha uygun olacağı kanaatindeyiz.

14. 
Kafa travmalı olgularda tüm vücut tarama tomografisinin gerekliliğinin değerlendirilmesi
Evaluation of the necessity of whole-body scan tomography in cases with head trauma
İffet Yasaran, Ali Karakuş, Güven Kuvandık, Ahmet Sebe, Zeynep Kekec
PMID: 31701501  doi: 10.14744/tjtes.2019.42675  Sayfalar 622 - 627
AMAÇ: Bu çalışmada, kafa travmalı olguların tüm vücut bilgisayarlı tomografi (TVBT) ile değerlendirilip, hastalarda eşlik edebilecek diğer vücut yaralanmalarının tespiti için TVBT’nin ne kadar gerekli olduğu ortaya konmaya çalışıldı.
GEREÇ VE YÖNTEM: Çalışmamıza 2012–2016 tarihleri arasında hastanemiz acil servisine kafa travması sonrasında başvurmuş, beyin tomografisinde (BT) lezyon saptanmış, ek muayene bulgusu olmayan ve TVBT çekilmiş 198 hasta alındı. Geriye dönük olarak yapılan çalışmada hastaların yaş, cinsiyet, beyin BT’deki lezyonun tipi, Glaskow Koma Skalası (GKS) değerleri ve TVBT bulguları incelendi.
BULGULAR: Hastaların %85.4’ü erkek olup, yaş ortalaması 25.7 yıldı. En sık saptanan kraniyal BT bulgusu kırık, takiben parankimal kanamaydı. Hastaların %67’sinin GKS’si 8’in altındaydı. Hastaların 78’inde (%39.4) ek travma saptandı. En sık saptanan ek lezyon toraksta kontüzyondu. BT’de belirlenen servikal yaralanması olan hastaların yaş ortancaları anlamlı olarak yüksekti (p<0.05). Kraniyal kırık ve yabancı cisim sıklığı ile toraks yaralanması arasında anlamlılık tespit edildi (p<0.05). Beyin BT’de kontüzyon saptanan hastalarda servikal yaralanma sıklığı anlamlı olarak yüksekti (p<0.05). TVBT’de ek lezyon varlığı ile kırık sıklığı anlamlı olarak yüksekti (p<0.05). Diğer kraniyal lezyonlar ve ek yaralanma bölgesi arasında ilişki saptanmadı (p>0.05).
TARTIŞMA: Literatürde TVBT’lerin değerlendirildiği çalışma sayısı çoktur. Ancak, çalışmamız kafa travması olan ve vücudunda ek lezyon olmayıp TVBT’deki bulguların değerlendirildiği ilk çalışmadır. Klinik değerlendirilmesi tam yapılamayan hastalarda TVBT çekimi önerilmelidir. TVBT başta toraks içi lezyonlar olmak üzere, birçok patolojinin tanısında önemli bir tanı aracıdır.

OLGU SUNUMU
15. 
Anüsten ince bağırsak prolapsusu: Rektal perforasyonun atipik prezentasyonu
Small bowel prolapse from anus: Atypical presentation of rectal perforation
Sezer Akbulut, Mehmet Abdussamet Bozkurt, Hamit Ahmet Kabuli, Mehmet Emin Güneş
PMID: 31701500  doi: 10.5505/tjtes.2018.40149  Sayfalar 628 - 630
Non-travmatik ve altta yatan tümör olmayan rektum perforasyonları oldukça nadir olgulardır. Refleksiyon altında olan alt ve orta rektum perforasyonları batın içi apse veya enflamasyona neden olmadıkça semptomsuz olarak seyredebilir. Biz bu olgumuzda anüsten ince bağırsak prolapsusu ile acil cerrahi kliniğine başvuran bir hastayı sunmayı amaçladık.

16. 
Penetran keratoplasti varlığında travmatik skleral rüptür gelişen ilk olgu
First report of traumatic scleral rupture after penetrating keratoplasty
Ceyhun Arıcı, Samira Hagverdiyeva, Burak Mergen, Mehmet Serhat Mangan, Osman Sevki Arslan
PMID: 31701505  doi: 10.5505/tjtes.2018.55014  Sayfalar 631 - 634
Penetran keratoplasti (PK) sonrası glop rüptürü önemli bir ameliyat sonrası komplikasyonudur. PK sonrası kornea yarası normal kornea dokusunun sağlamlığına hiçbir zaman erişemediğinden, künt travma sonrasında glop rüptürü kornea da alıcı-donör yatağında gerçekleşir. Biz PK’li hastada künt travmaya bağlı skleral rüptürü gelişen bir hastayı sunduk. Altmış yaşında kadın hasta sol gözünde künt travmaya bağlı görme kaybı, kızarıklık ve ağrı ile başvurdu. Ön segment muayenesinde total hifema, yaygın subkonjonktival hemoraji ve kapaklarda ekimoz mevcuttu. Donör kornea sağlamdı. Sağ göz de PK’li, kornea saydam, sklera mavi renkte idi. Limbusa 2 mm mesafede üst kadranda saat 3’ten 9’a kadar uzanan skleral rüptür cerrahi sırasında saptandı. Hastanın öyküsünde sistemik hipertansiyon dışında başka bir hastalığı yoktu. Mavi skleraya neden olan hastalıkların ayırıcı tanısı yapıldı. Ayrıntılı öyküde hasta çocukluk döneminde ciddi alerjik göz hastalığı yaşadığını belirtti. Vernal keratokonjonktivite bağlı gelişen komplikasyon tanısı kondu. PK’li ve mavi skleralı hasta da künt travmaya bağlı kapalı sklera perforasyonu gelişebileceği akılda bulundurulmalıdır.