DENEYSEL ÇALIŞMA | |
1. | Ezilme yaralanması oluşturulan sıçanlarda asetaminofen ve mannitolün etkileri: Deneysel çalışma Effects of acetaminophen and mannitol on crush injuries in rats: An experimental study Mustafa Ferudun Çelikmen, Sezgin Sarıkaya, Doğaç Niyazi Özüçelik, Mehmet Şükrü Sever, Kurtuluş Açıksarı, Deniz Maktav Çelikmen, Mustafa Yazıcıoğlu, Ali Kandemir, Halil Doğan, Barış Murat Ayvacı, Derya Özaşır Abuşka, Sıla SadıllıoğluPMID: 27598600 doi: 10.5505/tjtes.2015.76824 Sayfalar 305 - 314 AMAÇ: Bu çalışmada, mekanik ezilme yaralanması oluşturulan sıçanlarda, asetaminofen ve mannitolün böbrek fonksiyonu ve histopatolojisi üzerine etkileri araştırıldı. GEREÇ VE YÖNTEM: Çalışmada 370–400 gram ağırlığında 36 sıçan kullanıldı. Kontrol amaçlı birinci gruba bir işlem uygulanmadı. Diğer beş gruba ikişer saat süresince her iki bacak gastroknemius kası bölgesine mekanik ezilme işlemi uygulandı. Sonra dördüncü gruba asetaminofen 100 mg/kg; beşinci gruba mannitol 1 gr/kg; altıncı gruba asetaminofen 100 mg/kg ve mannitol 1 gr/kg intraperitoneal verildi. Herhangi bir tedavi uygulanmayan ikinci grup iki saat sonra, üçüncü grup ve tedavi grupları ise 24 saat sonra sakrifiye edilerek kan ve doku örnekleri alındı. BULGULAR: Sodyum, potasyum, alanin aminotranferaz, kreatinin, ortalama kreatinin klirensi değerleri açısından asetaminofen ve mannitol tedavi grupları arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmadı. Histopatolojik olarak hidropik dejenerasyon, tübüler nekroz, enflamasyon, tubulus lümeninde immünoperoksidaz ve miyoglobin varlığı, tubulus epitel hücre dejenerasyonu, tubulus lümeninde PAS boyanan materyel varlığı bulgularının mannitol uygulanan grupta azaldığı, asetaminofen uygulanan grupta mannitol uygulanan gruptan daha fazla azaldığı, asetaminofenle mannitol birlikte uygulandığında ise bulguların tek başına mannitol uygulamasından daha iyi, ancak tek başına asetaminofen uygulamasından daha iyi olmadığı görüldü. TARTIŞMA: Ezilme yaralanmalarında oluşan böbrek hasarında asetaminofen histopatolojik olarak mannitolden daha etkilidir. Asetamniofen mannitolle birlikte kullanıldığında ise karaciğere olan toksik etkisi daha az olmaktadır. |
2. | Deneysel sepsis modelinde melatoninin sitokin salınımı ve kolonik anastomoz iyileşmesi üzerine etkileri Effects of melatonin on cytokine release and healing of colonic anastomoses in an experimental sepsis model Ömer Faik Ersoy, Namık Özkan, Zeki Özsoy, Hüseyin Ayhan Kayaoğlu, Erdinç Yenidoğan, Alper Çelik, Aziz Fikret Özuğurlu, Ebru Arabacı Çakır, Neşe LortlarPMID: 27598601 doi: 10.5505/tjtes.2015.49465 Sayfalar 315 - 321 AMAÇ: Deneysel sepsis modelinde erken dönem melatonin uygulamasının anastomoz yara iyileşmesi ve enflamasyon üzerine olan etkilerini göstermeyi amaçladık. GEREÇ VE YÖNTEM: Altmış Wistar-Albino sıçan iki gruba ayrıldı. Melatonin ve kontrol gruplarına çekal ligasyon ve puncture ile kolonik rezeksiyon ve anastomoz yapıldı. Her iki gruptan 10’ar sıçana 16. saat, üçüncü ve yedinci günlerde relaparotomi yapıldı. Erken dönem sepsiste melatonin tedavisinin etkilerini incelemek amacıyla interlökin-6, interlökin-10, interferon-gama, C-reaktif protein düzeyleri, patlama basınçları, anastomotik segmentlerdeki kollajen hidroksiprolin içeriği, histopatolojik iyileşme düzeyleri ve CD34 ve “transforming growth factor beta” immünhistokimyasal düzeyleri değerlendirildi. BULGULAR: Tedavi grubunda interlökin-6 ve interferon-gama düzeylerinin ameliyat sonrası 16. saatte anlamlı olarak azaldığı, üçüncü ve yedinci günlerde ise artmış olduğu bulundu. İnterlökin-10 düzeyleri ise kontrol grubunda ameliyat sonrası 16. saatte anlamlı olarak artmışken, üçüncü ve yedinci günlerde düşük bulundu (p<0.001). Aynı zamanda tedavi grubunda kapiller permeabilite, fibroblast proliferasyonu ve kollajen depositleri anlamlı olarak yüksek bulundu (p<0.001). CD34 ekspresyonu tedavi grubunda ameliyat sonrası yedinci günde anlamlı olarak yüksek bulundu (p=0.005). TARTIŞMA: Sıçan modelinde erken sepsis döneminde melatonin uygulamasının kolonik anastomoz iyileşmesini anlamlı olarak artırdığını düşünüyoruz. |
3. | Künt göğüs travmasıyla oluşturulan pulmoner kontüzyon sıçan modelinde eritropoietin düzeyleri ve eksojen eritropoietinin etkileri Endogenous erythropoietin level and effects of exogenous erythropoietin in a rat model of blunt chest trauma-induced pulmonary contusion Vedat Bakan, Ergül Belge Kurutaş, Harun Çıralık, Mustafa Gül, Ahmet ÇelikPMID: 27598602 doi: 10.5505/tjtes.2015.09483 Sayfalar 322 - 327 AMAÇ: Sıçanlarda oluşturulan künt göğüs travmasına bağlı akciğer kontüzyon modelinde, ilk 24 saat içinde endojen eritropoetin düzeylerinin oksidatif stresle ilişkisi ve ekzojen eritropoietinin etkilerini araştırmayı amaçladık. GEREÇ VE YÖNTEM: Otuz beş sıçan üç gruba ayrıldı: Grup BC (bazal kontrolü, n=7), herhangi bir işlem yapılmadı; Grup PC (pozitif kontrol, n=21), sıçanlarda kontüzyon oluşturuldu fakat tedavi verilmedi; Grup EPO-24 (eritropoietin tedavi, n=7), sıçanlarda kontüzyon oluşturuldu ve künt göğüs travmasından hemen sonra intraperitonal (5000 lU/kg) tek bir doz eritropoietin verildi. Pozitif kontrol grubu her grupta yedişer sıçan olacak şekilde üç alt gruba ayrıldı (PC-6, PC-12, PC-24). PC-6, PC-12, PC-24 grubundaki sıçanlar, künt travmadan 6, 12 ve 24 saat sonra, EPO-24 ve BC grubundaki sıçanlar ise travmadan 24 saat sonra öldürüldü. Akciğer dokusunda malondialdehit (MDA) ve EPO düzeyleri, süperoksit dismutaz (SOD) ve katalaz (CAT) aktiviteleri ölçüldü. BC, PC-24 ve EPO-24 gruplarında histopatolojik incelemeyle total doku hasarı saptandı. BULGULAR: Ortalama MDA düzeyleri, SOD ve CAT aktiviteleri BC ve EPO-24 gruplarında PC grubuna göre düşüktü (p<0.005). PC-6, PC-12 ve PC-24 grubunun ortalama EPO konsantrasyonu BC grubuna göre daha yüksek bulundu (p<0.005). Akciğer doku hasarı skorları EPO-24 grubunda PC-24 grubuna göre daha düşüktü (p<0.005). TARTIŞMA: Eritropoietin konsantrasyonları, SOD ve CAT düzeyleri pulmoner kontüzyon sonrası ilk 24 saatte akciğer dokusunda yüksek olduğu saptandı. Göğüs travması sonrası akut dönemde uygulanan tek doz intraperitoneal eritropoetin (5000 IU/kg), travmanın erken döneminde oksidatif hasarı ve doku zedelenmesini azaltmaktadır. |
KLINIK ÇALIŞMA | |
4. | Travma geçirmiş çocuklarda mortalite öngörüsünde Pediyatrik Travma, Glasgow Koma Ölçeği ve Comparing Pediatric Trauma, Travma Şiddet Derecesi skorlarının karşılaştırması Comparing Pediatric Trauma, Glasgow Coma Scale and Injury Severity scores for mortality prediction in traumatic children Shahrokh Yousefzadeh-chabok, Ehsan Kazemnejad-leili, Leila Kouchakinejad-eramsadati, Marieh Hosseinpour, Fatemeh Ranjbar, Reza Malekpouri, Zahra Mohtasham-amiriPMID: 27598603 doi: 10.5505/tjtes.2015.83930 Sayfalar 328 - 332 AMAÇ: Dünya ölçeğinde özellikle gelişmiş ülkelerdeki çocuklar arasında travma sakatlık ve ölümün önemli bir nedenidir. Burada amaç travma sonucu yaralanmış çocuklarda mortaliteyi öngörmede Pediyatrik Travma skoru (PTS), Glasgow Koma Ölçeği skoru (GKS) ve Travma Şiddet Derecesi skorunun etkililiklerini karşılaştırmaktı. GEREÇ VE YÖNTEM: Poursina Tıp ve Eğitim Merkezi’nin Acil Servisi’ne 2010-2011 yılı arasında toplam 588 travmalı çocuk kabul edilmiştir. Hastaların hepsi için PTS, GCS ve ISS hesaplandı. Alıcı işletim karakteristik (ROC) eğrisi kullanılarak %95 güven aralığıyla bu skorların öngördürücü etkililiği karşılaştırıldı. BULGULAR: Hasta popülasyonunun %62.1’i erkek ve %37.9’u kız çocuklarından ibaretti. Yaş ortalaması 7.31±3.8 yıl idi. Yaralanmanın en sık görülen nedeni trafik kazasıydı (%42.2). Genelde katılımcıların % 2.4’ü ölmüştü. Mortalitenin öngörüsü açısından GKS için en iyi kestirme değeri ≤8 olup %98.4 duyarlılık ve %92.3 özgüllüğe sahipti. PTS için kestirme değer ≤0.5 olup %100 duyarlılık ve %31’lik özgüllüğe sahipti. ISS için bu değer ≥16.5 olup %92.5 duyarlılık ve %62’lik özgüllüğe sahipti. Mortalite öngörüsüne dayalı tüm değişkenler istatistiksel açıdan anlamlıydı (p<0.0001). TARTIŞMA: Çocukluk çağı travma olgularında PTS ve ISS ile karşılaştırıldığında GKS daha iyi bir öngördürücü faktör olabilir. |
5. | Acil servise başvuran yılan ısırması olgularının değerlendirilmesi: 132 olgu Evaluation of patients with snakebite who presented to the emergency department: 132 cases Mustafa Şahan, Veyis Taşın, Ali Karakuş, Oguzhan Özcan, Umut Eryiğit, Güven KuvandıkPMID: 27598604 doi: 10.5505/tjtes.2016.03392 Sayfalar 333 - 337 AMAÇ: Bu çalışmada, yılan ısırması nedeni ile acil servise getirilen hastaların klinik evreleri, gelişen komplikasyonlar, yapılan tedaviler ve sonuçları değerlendirildi. GEREÇ VE YÖNTEM: Bu amaçla acil servise yılan ısırması nedeni ile getirilen 132 olgu hastane kayıtlarından geriye dönük olarak incelendi. BULGULAR: Hastaların %42.9’u (n=57) Evre 0 düzeyindeydi. En sık görülen lokal komplikasyon ağrı (n=56; %42.4) iken sistemik komplikasyon International Normalized Ratio (INR) değerinde uzama %5.3 (n=7) idi. Lokal komplikasyonlar her evrede görülebilirken sistemik komplikasyonlar ileri evrelerde görüldü. Yılan antivenomu %46.4 (n=61) hastaya uygulandı. Altmış dokuz hasta (%52.2) hastaneye yatırılırken, 63 hasta (%47.7) acil servisteki 6–12 saatlik gözlem sonrası şifa ile taburcu edildi. Ölüm olgusu görülmedi. Olgulardan altı aylık ve bir yıllık sürede olumsuz geri bildirim alınmadı. TARTIŞMA: Yılan ısırması olgularında yılan zehirinde bulunan toksinlere göre oluşabilecek komplikasyonlar değerlendirilmeli ve uygun tedavi evrelere göre zamanında başlanmalıdır. Bu yaklaşım komplikasyonların gelişimini engeller veya azaltır. |
6. | Akut apandisitte endotelial nitrik oksit sentaz sisteminin rolü Role of endothelial nitric oxide synthases system on acute appendicitis Bahadır Taslidere, M.D., Elif Funda Sener, MSc, PhD, Elif Taslidere, M.D., Nahide Ekici Gunay, M.D., Oguzhan Bol, M.D., Emre Bülbül, M.D., Ramazan Sami Aktas, M.D., Nurullah Gunay, M.D.PMID: 27598605 doi: 10.5505/tjtes.2016.38202 Sayfalar 338 - 343 AMAÇ: Akut apandisit etiyolojisinde en önemli fizyopatolojik sürecin apandiks lümeninin bir nedenle obstrüksiyonu ve enflamasyonu olduğu bilinmesine rağmen, bu enflamasyon ile endotelial nitrikoksit sentaz (eNOS) gen polimorfizmi arasında yapılan bir araştırma bulunmamaktadır. Oysaki enflamasyon ile endotelial nitrikoksit sentaz ilişkisi birçok çalışmada gösterilmiştir. Literatürdeki eksik yerini hala koruyan akut apandisit ve endotelial nitrikoksit sentaz gen polimorfizmi muhtemel ilişkisi hipotezi araştırılmağa değer bulunmuştur. GEREÇ VE YÖNTEM: Araştırma için 201 akut apandisitli ve 201 kontrol grubu olmak üzere 402 birey incelemeye alındı. Acil servise başvuran akut apandisitli hastalardan çalışma grubu oluşturulurken, yakınlarından da kontrol grubu belirlendi. Çalışmada eNOS gen polimorfizmine ait genotipleri analiz edildi. BULGULAR: İntron 4b/4a’nin 119 bireyde pozitif olduğu görüldü. Genotiplerden G894T-GT’nin 71 ve nitrikoksit sentaz 786-1’in 71 akut apandisitli olguda pozitif olduğu saptanarak, bu sonuçlar ile AA hastaları ve kontrol grubu eNOS 4a/b, G894-GT ve 786-1 genotipleri arasında anlamlı bir fark bulunmadı. TARTIŞMA: Akut apandisit ve eNOS gen polimorfizmi muhtemel ilişkisi olarak hipotezi kurulan bu çalışmadan elde edilen sonuçlarda eNOS ile akut apandisit arasında istatistikî bir ilişki kurulmamıştır. Ancak, böyle bir ilişkinin olmadığını bu çalışma ile iddia etmek mümkün gözükmemektedir. Metodolojik açıdan elde edilen veriler önem taşımakta ve yapılacak daha geniş çalışmalar ile bu konu hakkında daha detaylı bilgiler elde edilebilecektir. |
7. | Akut mezenterik iskemili hastalarda nötrofil-lenfosit oranının tanısal yararı: Geriye dönük kohort çalışma Diagnostic utility of the neutrophil-lymphocyte ratio in patients with acute mesenteric ischemia: A retrospective cohort study Yusuf Tanrıkulu, Ceren Şen Tanrıkulu, Mehmet Zafer Sabuncuoğlu, Ayetullah Temiz, Furuzan Köktürk, Boran YalçınPMID: 27598606 doi: 10.5505/tjtes.2015.28235 Sayfalar 344 - 349 AMAÇ: Akut mezenterik iskemi (AMI) olgularının %50–70’i ölümcül olup, hızlı ve etkili bir klinik değerlendirme ve tedavi gerektiren bir vasküler acil olarak kabul edilmektedir. Mevcut geriye dönük çalışmada, biz AMI erken tanısında nötrofil/lenfosit oranının (NLR) olası yararını ve bu oranın AMI ile non-vasküler bağırsak nekrozu (NVBN) ayırıcı tanısında etkili olup olmadığını araştırdık. GEREÇ VE YÖNTEM: Bu çalışmada 1 Mayıs 2010–30 Nisan 2015 tarihleri arasında 58 AMI, 62 NVBN ve 62 kontrol hastası incelendi. Akut mezenterik iskemi tanısıyla laparotomi ve/veya bağırsak rezeksiyonu yapılan hastalar çalışma grubuna alındı. İnkarsere ve strangüle herni nedeniyle segmenter bağırsak rezeksiyonu yapılan hastalar NVBN grubuna alındı. Kontrol grubu hastaları non-spesifik karın ağrısı nedeniyle acil servise başvuran hastalarda oluşturuldu. BULGULAR: Mortalite oranı AMI grubunda %51.7, NVBN grubunda %4.8 idi. Akut mezenterik iskemi grubunda lökosit (WBC) sayısı, C-reaktif protein (CRP) ve eritrosit dağılım aralığı diğer gruplardan daha yüksekti. Nötrofil/lenfosit oranı, AMI ve NVBN grubunda kontrol grubundan daha yüksekti (p<0.001), ancak AMI ve NVBN grupları arasında fark yoktu. Ayrıca, NVBN grubunda WBC sayısı ve CRP control grubundan daha yüksekti (p<0.001). TARTIŞMA: Ameliyat öncesi NLR düzeyinin AMI tanısında yardımcı olacağını ve AMI ile bağırsak nekrozu ile seyreden NVBN gibi durumlarla ayrıcı tanıda kullanabileceğini düşünmekteyiz. Bundan dolayı, bu tür hastalarda NLR klinik muayeneye ek olarak hesaplanmalıdır. |
8. | Çocuk tip III suprakondiler humerus kırıklarında medial mini açık teknikle perkütan tekniğin karşılaştırlması Medial mini-open versus percutaneous pin fixation for type III supracondylar fractures in children Ersin Erçin, Mustafa Gökhan Bilgili, Emre Baca, Serdar Hakan Başaran, Alkan Bayrak, Cemal Kural, Mustafa Cevdet AvkanPMID: 27598607 doi: 10.5505/tjtes.2015.20268 Sayfalar 350 - 354 AMAÇ: Bu çalışmada, çocukluk çağında görülen suprakondiler humerus kırıklarında medial mini açık teknikle perkütan tekniği karşılaştırıldı, floroskopi zamanı, cerrahi süre ve iyatrojenik ulnar sinir hasarı araştırıldı. GEREÇ VE YÖNTEM: 2011 ve 2013 yılları arasında ameliyat edilen 104 adet Gartland tip III suprakondiler humerus kırığı ileriye yönelik olarak incelendi. Birinci gruptaki (Grup A) 41 hastaya medial mini açık insizyonla medialden bir ve lateralden iki adet pin ile fiksasyonu yapıldı. İkinci gruptaki (Grup B) 63 hastaya tüm pinler perkütan yerleştirildi. Ortalama takip süresi Grup A’da 14.1±1.2 ay ve Grup B’de 14.6±2.1 aydır. Cerrahi sonrası hastalar sinir yaralanması açısından motor ve duyu muayeneleri yapıldı. Cerrahinin süresi, toplam floroskopi süresi, medial pin için floroskopi süresi, Baumann açısı, humerokapitallar açı, son taşıma açısı ve eklem hareket açıklığı değerlendirildi. BULGULAR: Duyu incelemesinde Grup A’da üç kötü ve bir orta sonuç, Grup B’de iki kötü ve bir orta sonuç elde edildi. İstatististiksel olarak fark saptanmadı. Gruplar arasında cerrahi süre ve toplam floroskopi süresi açısından fark saptanmadı. Medial mini açık yapılan grupta medial pin fiksasyonu sırasında floroskopi süresi daha kısa saptandı. TARTIŞMA: Medial mini açık teknik ve perkütan tekniğin her ikisin dede iyatrojenik ulnar sinir yaralanma riski mevcuttur. Medial mini açık teknikte medial pin yerleştirme işlemi daha kısa süre floroskopi kullanımı açısından avantajlıdır. |
9. | Lineer kırık varlığı, geç gelişen posterior fossa epidural hematomu açısından bir risk faktörümüdür? Is the presence of linear fracture a predictor of delayed posterior fossa epidural hematoma? Atilla Kircelli, Ömer Özel, Halil Can, Ramazan Sarı, Tufan Cansever, İlhan ElmacıPMID: 27598608 doi: 10.5505/tjtes.2015.52563 Sayfalar 355 - 360 AMAÇ: Travmatik posterior fossa epidural hematomları ender görülmelerine karşın mortalite ve morbiditesi suratentorial yerleşimli epidural hematomlardan daha yüksektir. Belirti ve bulguları silik ve belirsiz olmalarının yanında hızlı bir kötüleşme göstererek bilinç bozukluğundan komaya ve sonuçta ölüme yol açabilir. Bilgisayarlı tomografinin (BT) kullanımının posterior fossa travması geçirmiş kranium kırığı bulunan olgularda yaygınlaşması ile erken tanı konulabilmektedir. Ancak ilk çekilen tomografide görülmeyip seri çekimlerde yakalanan hematomlara geç gelişen epidural hematom’lar denmektedir. Çalışmamızda supratentorial-infratentorial kompartmanlarda gelişmiş epidural hematomların (EDH) lineer kırık varlığı ile ilişkisi ve geç dönemde gelişen epidural hematomlarla ilişkisi incelendi. GEREÇ VE YÖNTEM: Bu çalışmada 1995–2005 yıllarında kliniğimizde 212 supratentorial epidural hematom (SEDH) ve 22 posterior fossa epidural hematomu (PFEDH) tanısı ile tedavi edilen olgular sunuldu. PFEDH olgularından 21’i ameliyat edildi, 1 olgu konservatif takip edildi, bu grubun içinden 4 olgu ise gecikmiş posterior fossa epidural hematomu (GPFEDH) nedeniyle ameliyat edildi. BULGULAR: Posterior fossa epidural hematomu nedeniyle tedavi ettiğimiz hastaların yaş ortalamaları 12, SEDH nedeniyle tedavi ettiğimiz hastaların yaş ortalamaları 18 idi. Hematomlar, parietal bölgede %27, temporal bölgede %16 ve posterior fossada %8 oranlarında görülmekteydi. Supratentorial epidural hematom olan 212 hastanın %48’inde, PFEDH olgularının %68’inde lineer kırık mevcuttu. Posterior fossada geç gelişen eipdural hematom görülme sıklığı %2 idi. İnfratentorial kompartmanda geç gelişen epidural hematom görülme olasılığı ileri derecede supratentorial kompartmana nazaran anlamlıydı (p=0.007). Çalışmamızda lineer kırığı olupta posterior fossada EDH gelişme oranı 10.27 kat daha bulundu (p<0.05). TARTIŞMA: Geç gelişen posterior fossa epidural hematomları klinik detoryantasyonla beraber hastayı ölümcül sonuçlara götürebilmektedir. Gecikmiş posterior fossa epidural hematomlarının tanısı ve cerrahi modalite hayat kurtarıcı olmakla beraber posterior fossa direkt grafilerinde kırık hattı tespit edilen hastalarda yüksek oranda EDH gelişebileceği göz önünde bulundurulmalı, bu tarzda olan hastaları yakın gözlem altında tutmalı gerektiğinde seri BT çekimleri yapılmalıdır. |
10. | Ottawa ayak bileği kurallarının ülkemizde devlet hastanesi acil servisinde görevli pratisyen hekimler tarafınca kullanımı Implementation of the Ottawa ankle rules by general practitioners in the emergency department of a Turkish district hospital Murat Daş, Aytun Temiz, Yunsur ÇevikPMID: 27598609 doi: 10.5505/tjtes.2016.72662 Sayfalar 361 - 364 AMAÇ: Ottawa ayak bileği kurallarının ülkemizde devlet hastanesinde görevli pratisyen hekimler tarafınca kullanılmasının etkinliğini araştırmak. GEREÇ VE YÖNTEM: İki yüz yataklı devlet hastanesi ikinci basamak acil servise, ayak-ayakbileği travması ile müracaat eden 405 hasta çalışmaya dahil edildi. Tüm hastalar pratisyen hekim tarafınca muayene edilerek Ottawa pozitif veya negatif olarak sınıflandırıldı. Tüm hastalara ön-arka ve yan, ayak ve ayak bileği grafisi çekildi. Grafiler, hastanın Ottawa grubunu bilmeyen ortopedi ve radyoloji uzmanlarınca değerlendirilerek klinik olarak anlamlı kırık olup olmadığı saptandı. Takiben sonuca göre Ottawa ayakbileği kuralı için duyarlılık, özgüllük, pozitif ve negatif kestirim değerleri hesaplandı. BULGULAR: İki yüz elli bir (%61.97) hasta Ottawa (+), 154 hasta (%38.02) Ottawa (–) olarak saptandı. Altmış iki (%15.3) hastada klinik olarak anlamlı kırık tespit edildi. Kırık olan 62 hastanın 61’inde (%98.4) Ottawa (+) idi. Deplase olmamış birinci metatars kırığı tespit edilen bir (%1.6) hastada Ottawa (–) idi. Bununla birlikte kırık saptanmayan 190 (%55.4) hasta Ottawa (+), 153 (%44.6) hasta Ottawa (–) idi (p<0.001). Duyarlılık, özgüllük, pozitif ve negatif kestirim değerleri sırasıyla %98.39, %44.61, %24.30 ve %99.35 idi. Eğri altında kalan alan 0.71 olarak hesaplandı. Bu sonuçlara göre Ottawa ayakbileği kurallarının olası radyolojik tetkik azaltma oranı %38.02 olarak tespit edildi. TARTIŞMA: Ottawa ayak bileği kuralları (OAR) akut ayak bileği ve ayak orta bölüm yaralanmaları geçiren hastalarda yüksek derecede duyarlı tarama testidir. İyi eğitimli pratisyen hekimlerin OAR’yi uygulaması çekilen radyogramların sayısının anlamlı derecede azalmasını sağlayarak, hasta ve personelin zamandan tasarruf sağlamasına ek olarak tedavi maliyetini ve radyasyona maruziyeti de azaltır. |
11. | Ölümle sonuçlanan acil ve elektif genel cerrahi olgularında tıbbi uygulama hatasının değerlendirilmesi Evaluation of medical malpractice in emergency and elective general surgery cases resulting in death İbrahim Üzün, Erdinç Özdemir, İpek Esen Melez, Deniz Oğuzhan Melez, Adem AkçakayaPMID: 27598610 doi: 10.5505/tjtes.2015.26543 Sayfalar 365 - 373 AMAÇ: Genel cerrahi, komplikasyon ile hata karşılaştırmasında karar vermenin zor olduğu dallardan biridir. Çalışmamızda tıbbi uygulamada hata iddiası bulunan genel cerrahi ölüm olgularında, tıbbi uygulama hatasının değerlendirilmesi için göz önüne alınan temel adli tıbbi parametrelerin sunulması ve bu kavramların literatür üzerinden tartışılması amaçlandı. GEREÇ VE YÖNTEM: 01.01.2012–31.12.2013 tarihleri arasında, genel cerrahi branşı hekimleri hakkında tıbbi uygulamada hata iddiası nedeniyle Adli Tıp Kurumu Birinci Adli Tıp İhtisas Kurulu’na gönderilmiş ve tıbbi uygulama ile ölümün illiyetli olduğu belirlenmiş olgular geriye dönük olarak incelendi. BULGULAR: Toplam 105 olgunun %21.9’unda (n=23) tıbbi uygulama hatası olduğu ve en sık primer hastalık tanılarının sırasıyla travma–yaralanma (n=32, %30.5), kolesistit (n=25, %23.8) ve apandisit (n=8, %7.6) olduğu görüldü. Tedavi şekilleri, tıbbi uygulamada hata kararı açısından karşılaştırıldığında, sadece medikal tedavi olan olgularda hata gözlenme oranı, cerrahi+medikal tedavi gören olgulara göre istatistiksel olarak anlamlı düzeyde yüksek bulundu (p=0.003; p<0.01). Ancak, acil ve elektif cerrahi tedaviler, tıbbi uygulamada hata kararı açısından karşılaştırıldığında istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmadı (p>0.05). Klinik tanı ile otopside belirlenen tanı arasındaki ilişkinin tıbbi uygulamada hata kararı üzerindeki etkisi değerlendirildiğinde; klinik tanı ve -otopsi var olduğunda- otopsi tanısının uyum durumu ile tıbbi uygulamada hata kararı arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık tespit edildi (p=0.031; p<0.05). Klinik tanının otopsi ile doğrulandığı olgularda, hata olduğu yönünde karar verilme oranı istatistiksel olarak anlamlı düzeyde düşük olarak bulundu (p=0.028; p<0.05). SONUÇ: Elde edilen sonuçlar yorumlandığında, Adli Tıp Kurumu’nun tıbbi uygulama hatası değerlendirmesinde otopsi verileri kadar klinik takip verilerini de dikkate aldığı, genel cerrahide medikal tedavinin doğru uygulanmasına önem verilmesi gerektiği ve hekimlerin acil şartlarda elektif şartlar kadar başarılı oldukları unsurları dikkat çekici bulunmuştur. |
12. | Çocuklarda vasküler olmayan dördüncü derece böbrek yaralanmalarında minimal invaziv tedavi yaklaşımları Minimally invasive theurapeutic approaches in pediatric nonvascular fourth-grade renal trauma Ayşe Başak Uçan, Zehra Günyüz Temir, Arzu şencan, Aytaç karkıner, Hüseyin evcilerPMID: 27598611 doi: 10.5505/tjtes.2016.09514 Sayfalar 374 - 378 AMAÇ: Çocukluk çağında düşük dereceli künt böbrek yaralanmalarında konservatif tedavi yöntemleri kullanılır. Ancak dördüncü derece yaralanmalarda tedavi protokolleri tam olarak belirlenememiştir. Çalışmamızın amacı, kliniğimize ürinom ile başvuran veya üriner ekstravazasyon saptanan hastalarda tedavi yöntemlerini tartışmaktır. GEREÇ VE YÖNTEM: Kliniğimize 2003–2012 yılları arasında başvurmuş olan ve dördüncü derece renal travma saptanmış olan sekiz olgu (K/E=1/7, ortalama yaş: 6 yaş) uygulanan tedavi yöntemleri açısından geriye dönük olarak incelendi. BULGULAR: Dört olguda yüksekten düşme, üç olguda batına künt travma ve bir olguda kereste makinesine sıkışma nedeniyle renal yaralanma vardı. Dört olguda sağ, dört olguda sol renal travma saptandı. Hiçbir olguda hemodinamik instabilite nedeniyle acil eksplorasyon gerekmedi. Bir olgunun ilk incelemelerinde üriner ekstravazasyon gösterilmiş olmasına rağmen izlemde ürinom saptanmadı. Ürinom gelişen yedi olgunun beşi drenaj yöntemleri ile (üç olguda JJ kateter, bir olguda perkütan drenaj (PD) kateteri, bir olguda PD sonrasında JJ kateter yerleştirilerek) tedavi edildi. Geri kalan iki olguda ilk tedavi olarak PD uygulanmasına rağmen üriner sistem bütünlüğünün bozulmuş olması nedeniyle alt pol nefrektomi ve pelviplasti uygulandı. Bir olguya bulguları geriledikten sonra üreteropelvik darlık nedeniyle piyeloplasti uygulandı. Tüm kateterler üriner sistemde ekstravasyon olmadığı gösteridikten sonra çekildi. JJ kateter çekilme süresi ortalama dört ay, PD kateter çekilme süresi 1.5 ay idi. SONUÇ: Çocukluk çağındaki dördüncü derece renal yaralanmalar minimal invaziv yöntemlerle başarıyla tedavi edilebilmektedir. Cerrahi uygulanan olgularda bile öncelikle minimal invaziv yöntemlerin seçilmesi böbreğin korunma şansını artırmaktadır. |
13. | Proksimal humerus çok parçalı kırıklarında plak osteosentez ve hemiartroplasti sonuçlarının orta dönem takip ile değerlendirilmesi Mid-term follow-up evaluation of plate osteosynthesis and hemiarthroplasty results in multipart fractures of the proximal humerus Cem Çelik, Seyit Ali Gümüştaş, Gültekin Sıtkı Çeçen, Güven Bulut, Halil İbrahim BeklerPMID: 27598612 doi: 10.5505/tjtes.2016.90402 Sayfalar 379 - 385 AMAÇ: Bu çalışmada, fiksasyon veya hemiartroplasti ile tedavi edilmiş olan parçalı proksimal humerus kırıklarında hastaların fonksiyonel sonucuna etki eden faktörleri geriye dönük olarak değerlendirmeyi amaçladık. GEREÇ VE YÖNTEM: Çalışmamıza 2007–2012 yılları arasında kliniğimizde Neer tip 3 ve 4 proksimal humerus kırığı nedeniyle ameliyat edilen ve ameliyat sonrası en az iki yıl takibi sürdürülen 58 (19 kadın, 39 erkek; ort. yaş; 51.04 yıl; dağılım 22–78 yıl) hasta dahil edildi. Hastaların 35’ine açık redüksiyon ve anatomik plak fiksasyon, 23’üne parsiyel omuz protezi uygulandı. Hastalar son kontrollerinde Constant-Murley’in omuz skorlamasına göre değerlendirildi. Hastaların yaş, cinsiyet, ASA skoru, travma enerjisi, kırık tipi ve ameliyat öncesi sürenin fonksiyonel sonuçlar üzerine etkisi incelendi. BULGULAR: Hastalar ortalama 47.25±13.29 (25–76) ay takip edildi. Hastaların tümünde ortalama Constant-Murley puanı 58.65±18.62 olarak tespit edildi. Fonksiyonel puan fiksasyon grubunda 65.77±18.67 iken, hemiartroplasti grubunda 47.82±12.52 olarak saptandı (p=0.001). Bağımsız değişkenlerin birden fazlasının fonksiyonel sonuçlara etkisi incelendiğinde, fiksasyon grubunda ASA skoru ve kırık tipi, hemiartroplasti grubunda ise travma enerjisi ile fonksiyonel sonuçları anlamlı düzeyde etkilediği tespit edildi. Son takipte 20 hastada (%34.5) komplikasyon saptandı ve bunların 14’ü (%70) rotator cuff yetmezliğiydi. SONUÇ: Çok parçalı proksimal humerus kırıklarının cerrahi tedavisinde plak fiksasyonu ile daha yüksek fonksiyonel sonuç elde edilebilirken her iki cerrahi yöntemde rotator cuff yetmezlik oranının yüksek oluşu göz önünde bulundurulmalıdır. |
14. | Erişkin humerus alt uç eklem içi parçalı kırıklarda 90° ve 180° plak uygulamalarının karşılaştırılması ve klinik sonuçlar üzerine etkisi Comparison of 90° and 180° plate constructions for comminuted distal humerus fractures in adults, and effects on clinical results Volkan Eryuva, Taşkın Altay, Cemil Kayalı, Zafer Kement, Caner ÇıtakPMID: 27598613 doi: 10.5505/tjtes.2016.18827 Sayfalar 386 - 390 AMAÇ: Bu çalışmanın amacı humerus alt uç eklemi ilgilendiren parçalı kırıklı hastalara uyguladığımız cerrahi tedavilerdeki 90° ve 180° açılı çift plak uygulamalarının sonuçları değerlendirilerek birbirlerine olan üstünlüklerini saptamaktır. GEREÇ VE YÖNTEM: Kliniğimizde 2009 Ocak ile 2013 Ocak tarihleri arasında AO sınıflandırmasına göre tip C erişkin distal humerus parçalı kırığı tanısıyla cerrahi tedavi uygulanan, en az 6 ay izleme süresi olan 17 hasta, geriye dönük olarak değerlendirildi. Hastaların poliklinik kontrollerinde ön-arka ve yan grafiler ile radyolojik değerlendirmeleri ve Mayo Dirsek Performans Skorlama sistemi kullanılarak dirsek işlevleri gözden geçirildi. BULGULAR: Olguların 14’ü (%82.3) erkek, üçü (%17.7) kadın olup yaş ortalaması (22–65) 40.5 yıl idi. AO/ASIF humerus distal uç kırık sınıflandırmasına göre; kırıkların üçü (%17.7) tip C1, dokuzu (%52.9) tip C2, beşi (%29.4) tip C3 kırık şeklindeydi. Bu kırıkların altısı (%35.3) açık olup, bunlarda Gustillo-Anderson’a göre dördü (%23.5) tip 1, ikisi (%11.7) tip 2 idi. Onbir hastada (%64.7) 90°, altı hastada ise (%36.3) 180° açılarla çift plak kullanıldı. Tüm hastalara chevron osteotomisi uygulandı. Hastalar ortalama (6–52) 25.6 ay takip edildi. Hastalarımızın en son kontrollerinde yapılan değerlendirmelerinde ortalama dirsek fleksiyonunun 105º (dağılım 85º–130º), ortalama ekstansiyon kaybının 10º (dağılım 0º–20º) olduğu saptandı. Mayo dirsek performans skorlama sistemine göre; 12 (%70.5) çok iyi, beş (%29.5) iyi sonuç elde edildiği görüldü. Doksan ve 180 derece plak yerleştirilen olguların klinik sonuçları arasında istatistiksel fark saptanmadı (p=0.169). SONUÇ: Erişkin distal humerus C tipi kırıklarda plakların hangi açılarla yerleştirileceğine ameliyat öncesi dönemde çekilen grafiler ve operasyon sırasında cerrahın seçimi neticesinde karar verilmelidir. Özellikle lateral kolondaki parçalanmanın plakların hangi açıyla uygulanacağını belirtmesi açısından önemi vardır. Lateral kolonda parçalanma yoksa 90° açıyla uygulanan çift plak eğer parçalanma varsa 180° açıyla uygulanan plaklama sonuçlar açısından yeterli olmaktadır. |
OLGU SUNUMU | |
15. | Omentum majus torsiyonunun neden olduğu akut batın: Olgu raporu ve literatürün gözden geçirilmesi Acute abdomen caused by greater omentum torsion: A case report and review of the literature Camilla Cremonini, Andrea Bertolucci, Dario Tartaglia, Francesca Menonna, Christian Galatioto, Massimo ChiarugiPMID: 27598614 doi: 10.5505/tjtes.2015.74944 Sayfalar 391 - 394 Omentum majusun torsiyonu akut karının nadir bir nedenidir. Etiyopatogenezine dayanarak primer ve sekonder olarak sınıflandırılabilir. Ancak, sonuçta nedene bağlı olmaksızın segmenter veya yaygın omentum nekrozu oluşacaktır. Ameliyat öncesi tanı kolay olmamasına rağmen karının ultrason ve bilgisayarlı tomografi (BT) taramaları omentum torsiyonunu düşündüren özgün özellikleri gösterebilir. Seçilecek tedavi etkilenmiş omentumun laparoskopik rezeksiyonudur. Bu olgu sunumunda, kapsamlı literatür derlemesine ilaveten primer omentum torsiyonu bildirilmiştir. |
16. | Ateşli silah yaralanması sonrası saçma embolisi: Karaciğerden sağ ventriküle Embolism of a pellet after shotgun injury: From liver to right ventricle Selim Bakan, Bora Korkmazer, Ahmet Baş, Osman Şimşek, Hasan Ali Barman, Deniz Çebi OlgunPMID: 27598615 doi: 10.5505/tjtes.2015.32470 Sayfalar 395 - 398 Kardiyak saçma embolisi penetran travmalardan sonra görülen nadir ancak ciddi bir komplikasyondur. Ateşli silah yaralanması sonrası yabancı cisimlerin vasküler sistem aracılığı ile uzak migrasyonu dikkate alınmalıdır. Gecikmiş tanının sebep olabileceği yetersiz tedavi ve takip eden komplikasyonlar, kötü prognoz nedeni olabilir. Bu yazıda, konservatif olarak yaklaşılan semptomsuz kardiyak saçma embolisi olgusunu sunduk. Bu olgu sunumu penetran ateşli silah yaralanması sonrası saçma taneciğinin uzak migrasyon olasılığını ve semptomsuz hastalarda konservatif yaklaşımın önemini vurgulamaktadır. |
17. | Sağ psoas kasına saplanan yutulmuş çivi A swallowed metal nail entrapped in the right psoas muscle İhsan Yıldız, Yavuz Savaş Koca, İbrahim BarutPMID: 27598616 doi: 10.5505/tjtes.2015.66814 Sayfalar 399 - 401 Yabancı cisim yutulması bilinçsiz ya da bilinçli olabilmektedir. Bilinçsiz olanların çoğu, üç ay–altı yaş arası çocuklarda, çok ileri yaşlarda, kazayla veya mental problemli kişilerde halüsinasyon gibi bir nedenle olabilmektedir. Bu cismlerin çoğu doğal yoldan atılmaktadır. İki gündür sağ lomber bölgede hareketle artan ağrı şikayeti ile acil servise getirilen, 29 yaşındaki mental retarde kadın hastanın fizik incelemesinde palpasyonla sağ lomber hassasiyet dışında bir özellik yoktu. Yapılan radyolojik değerlendirmede sağ üst kadranda retroperitona oblik olarak uzanım gösteren ve endoskopik olarak çıkartılamayan metal çivi laparotomi yapılarak çıkarıldı. Yabancı cisim yutulması birçok nedenle olabilmektedir. Mental retarde hastalarda halüsinasyonla yabancı cisim yutulması bildirilmekte ve aynı şekilde bizim hastamız da mental retarde idi. Ancak yutulan cisimin akut karın oluşturmadan sağ yan ağrısına neden olması olası bir komplikasyon olarak akılda tutulmalıdır. Özellikle mental retarde hastalarda olmak üzere sağ yan ağrısı ile gelen hastalarda yabancı cisim yutulması akılda tutulmalıdır. |
18. | Farinkste kalem: Delici bir yaralanmanın olgu sunumu Pencil in the pharynx: Case report of a penetrating foreign body İrfan Kara, Halil Ulutabanca, Kerem Kökoğlu, Murat Salih Güneş, Sedat ÇağlıPMID: 27598617 doi: 10.5505/tjtes.2015.84790 Sayfalar 402 - 404 Faringeal yabancı cisimlere kulak burun boğaz hastalıkları pratiğinde sık rastlanılır. Ancak özellikle delici yabancı cisimlerde büyük damar yaralanmasına yol açarak ciddi morbidite ve mortalite sebebi olabilirler. Bu hastaların yönetimi havayolunun korunması, kanamanın kontrolü, büyük damar yaralanmasının görüntülenmesi ve profilaktik antibiyotiği içerir. Yazıda, iki yaşında bir delici faringeal yabancı cisim olgusu ve eşliğinde bu olgulara yaklaşım sunulmuştur. |