DIĞER | |
1. | Ön Sayfalar Front Matters Sayfalar I - IX |
DENEYSEL ÇALIŞMA | |
2. | Vanilik ve rosmarinik asidin kalp dokusu üzerindeki koruyucu etkilerinin karşılaştırılması: Sıçanlarda alt ekstremite iskemi-reperfüzyon modeli Comparison of the protective effects of vanillic and rosmarinic acid on cardiac tissue: Lower limb ischemia-reperfusion model in rats Serhat Huseyin, Adem Reyhancan, Umit Halici, Orkut Guclu, Salih Tuysuz, Burcak Oztorun, Suat CanbazPMID: 39222491 PMCID: PMC11622722 doi: 10.14744/tjtes.2024.12359 Sayfalar 619 - 625 AMAÇ: İskemi/reperfüzyon hasarı, hem uzun klemp süresi gerektiren elektif prosedürlerde hem de damar tıkanıklığı olan gecikmiş acil vakalarda damar cerrahisinde görülen en zorlu postoperatif durumlardan biridir. İskemi sırasında gelişen enflamatuvar yanıt ve reperfüzyon sırasında artan serbest oksijen radikallerinin beyin, kalp ve böbrekler üzerinde zararlı etkileri vardır. Bu çalışmada, sıçanlarda alt ekstremite iskemi/reperfüzyon modelinde vanilik ve rosmarinik asidin iskemi/reperfüzyon hasarını önlemedeki etkisini karşılaştırmayı amaçladık. GEREÇ VE YÖNTEM: Ağırlıkları 185-240 g olan, 32 adet dişi Sprague-Dawley ırkı sıçan, rastgele her biri 8 hayvandan oluşan 4 gruba ayrıldı. Grup 1 kontrol, grup 2 iskemi/reperfüzyon (I/R), grup 3 iskemi/reperfüzyon + vanilik asit (I/R + VA) ve grup 4 iskemi/reperfüzyon + rosmarinik asit (I/R +) olarak belirlendi. RA). Kontrol grubu dışındaki tüm gruplarda infrarenal abdominal aorta klemplenerek 60 dakika iskemi ve ardından 120 dakika reperfüzyon uygulandı. Reperfüzyon başlamadan 15 dakika önce Grup 3'e vanilik asit, grup 4'e ise rosmarinik asit intra-abdominal olarak uygulandı. Reperfüzyon fazının sonunda kan örnekleri ve kalp dokuları alınarak sıçanlar sakrifiye edildi. Histopatolojik olarak miyofibriler ödem, miyositoliz, fokal kanama ve kalp dokusunda polimorfonükleer lökosit (PMNL) infiltrasyonu incelendi. Kan örneklerinde total antioksidan kapasite (TAK), total oksidatif durum (TOD), oksidatif stres indeksi (OSİ), 8-OH-deoksiguanozin, laktonaz ve arilesteraz aktivitesi ölçüldü. BULGULAR: Miyofibriler ödem en çok İ/R grubunda belirgindi ve İ/R + VA ve İ/R + RA gruplarında daha az belirgindi (sırasıyla, p=0.005 ve p=0.066). İskemi/reperfüzyon grupları arasında miyositoliz, fokal kanama ve PMNL infiltrasyonu açısından fark yoktu (p>0.99). Tüm gruplar arasında TOD ve OSİ kontrol grubunda en düşük, TAK ise en yüksekti. TAK, İ/R + VA ve İ/R + RA gruplarında benzer iken, bu iki grupta İ/R grubuna göre anlamlı olarak yüksekti. İ/R + VA grubundaki laktonaz aktivitesi kontrol grubuyla benzer iken İ/R ve İ/R + RA gruplarına göre anlamlı derecede yüksekti. SONUÇ: Çalışmamız vanilik ve rosmarinik asitin alt ekstremite iskemisi sonrası kalpteki miyofibriler ödemi azalttığını ve TAK'ı arttırdığını göstermektedir. Bununla birlikte, vanilik asit, antioksidan etkisi ile bilinen laktonaz enziminin aktivitesini rosmarinik asite göre daha fazla arttırır. |
3. | Sıçan izojenik ve allojenik kas ve deri transplantasyon modellerinde iskemi-reperfüzyon hasarının etkilerinin değerlendirilmesi Evaluation of the effects of ischemia-reperfusion injury in rat isogenic and allogeneic muscle and skin transplant models Fatih Ceran, Salih Onur Basat, İdris Ersin, Deniz Filinte, Özgür Pilancı, Mehmet BozkurtPMID: 39222497 PMCID: PMC11622727 doi: 10.14744/tjtes.2024.77415 Sayfalar 626 - 634 AMAÇ: İskemi-reperfüzyon hasarı, transplantasyon başarısını etkileyen bir durumdur. Çalışmamızın amacı, uzun süreli sıcak iskemiye maruz kalan izojenik ve allojenik kas ve deri transplantasyon modellerinde iskemi-reperfüzyon hasarının etkilerini incelemektir. GEREÇ VE YÖNTEM: 48 Lewis ve 16 Brown-Norway sıçan dört grup oluşturmak üzere kullanıldı: IST: İzojenik inguinal flep transplantasyonu, IMT: İzojenik gastroknemius kas flebi transplantasyonu, AST: Allojenik inguinal flep transplantasyonu ve AMT: Allojenik gastroknemius kas flebi transplantasyonu. Tüm gruplarda postoperatif 1., 7., 21., 35., 63., 100. ve 120. günlerde malondialdehit (MDA) ve süperoksit dismutaz (SOD) değerleri ölçüldü. Allojenik gruplarda postoperatif 7., 21., 35., 63., 100. ve 120. günlerde periferik kanda donör spesifik kimerizm (DSC) değerlendirildi. Tüm gruplarda postoperatif 1., 7. ve 120. günlerde miRNA-21 ve miRNA-205 düzeyleri değerlendirildi. Çalışmanın sonunda histopatolojik çalışma yapıldı. BULGULAR: Gruplar arasında MDA ve SOD değerleri açısından istatistiksel olarak anlamlı fark bulundu. AMT grubunda DSC tespit edildi. Özellikle AMT grubunda miRNA-205'te anlamlı artış gözlendi. Kas transplantasyon grupları arasında fonksiyonel kas ünitesi sayısı açısından anlamlı bir fark yoktu. SONUÇ: AMT grubunda DSC varlığı ve IMT ve AMT gruplarında fonksiyonel kas ünitesi sayısı arasında anlamlı bir fark olmaması dikkat çekici bulgulardır. |
KLINIK ÇALIŞMA | |
4. | Düzeltilmiş obstetrik erken uyarı sistemi ölçeğinin Türkçe versiyonunun doğrulanması Validation of the Turkish version of the Modified Early Obstetric Warning System (MEOWS) chart Hale Kefeli Çelik, Gökçen Başaranoğlu, Ahmet Haydar Peçe, Gökhan Ünver, Serkan Tulgar, Mustafa SürenPMID: 39222490 PMCID: PMC11622726 doi: 10.14744/tjtes.2024.87099 Sayfalar 635 - 643 AMAÇ: Düzeltilmiş Obstetrik Erken Uyarı Sistemi Ölçeği (MEOWS), obstetrik hastalarda fizyolojik parametrelerdeki değişiklikleri tespit etmek ve kötüleşen hastaların daha erken tanınmasını ve yönetilmesini sağlamak için kullanılan puan tabanlı ya da renk kodlu bir sistemdir. Çalışmanın amacı, aracı olarak bu ölçeğin performansını değerlendirmek ve MEOWS'u Türkçeye kazandırarak ülkemizde kullanılabilirliğine katkıda bulunmaktır. GEREÇ VE YÖNTEM: Yerel etik kurul izni alınan prospektif ve tanımlayıcı olan bu çalışmaya Samsun Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Kadın Hastalıkları ve Çocuk Hastanesinde Nisan 2022-Ağustos 2022 tarihleri arasında, gebelik haftası 28 haftadan büyük ve postpartum 6. haftaya kadar olan ve yatarak tedavi edilen 350 doğum yapmış obstetrik hasta alındı. BULGULAR: Hastaların yaş ortalaması 28.9±5.9 (18-40) yıl olup %34.6'sında (n=121) uyarıcı (tetikleyici) değerleri ve %30.9’unda (n=108) morbidite saptandı. Bireysel fizyolojik parametreler arasında en sık tetikleyici yüksek sistolik kan basıncı (SKB) (%28.3) idi. MEOWS’un performansına bakıldığında tetikleyici ile morbidite arasında istatistiksel olarak anlamlı düzeyde bir uyum olduğu görülmüştür (Kappa=0.605; p<0,001). MEOWS’un morbidite durumunu tahmin etmedeki duyarlılığı %77.78 (%95 GA 68.76-85.21%), özgüllüğü %84.71 (%95 GA 79.55-89.00%), PPV %69.42 (%95 GA 62.40-75.64%), NPV %89.52 (%95 GA 85.67-92.43%) ve doğruluk %82.57 (%95 GA 78.18-86.40%) olarak saptandı. SONUÇ: Bu çalışma ile MEOWS'un morbiditeyi tahmin etmek için yararlı bir tarama aracı olduğu ve yeterli sensivite, spesifite ve doğruluk değerleri ile Türkçe dilinde kullanımında iyi bir performans gösterdiği saptanmıştır. Bununla birlikte, uzun vadeli sonuçların dahil edilmesi MEOWS'un etkinliğinin daha kapsamlı bir şekilde anlaşılmasını sağlayacaktır. |
5. | Acil servise başvuran aort diseksiyonu hastalarında mortalitenin belirleyicisi olarak nötrofil/lenfosit oranı Neutrophil/lymphocyte ratio as a predictor of mortality among aortic dissection patients in the emergency department İzzet Ustaalioglu, Gülbin Aydoğdu UmaçPMID: 39222496 PMCID: PMC11622725 doi: 10.14744/tjtes.2024.78241 Sayfalar 644 - 649 AMAÇ: Aort diseksiyonu (AD), yüksek mortalite oranlarıyla ilişkili ciddi bir kardiyovasküler durumdur. Sistemik enflamatuvar yanıt AD'nin prognozunu etkileyebilir ve bu bağlamda nötrofil-lenfosit oranı (NLR) basit ve hızlı bir enflamatuvar biyobelirteç olarak ortaya çıkmaktadır. GEREÇ VE YÖNTEM: Bu retrospektif kohort çalışmaya 2018-2023 yılları arasında AD tanısı konulan ve acil serviste tedavi gören 103 hasta alındı. Hastaların demografik özellikleri, klinik özellikleri ve laboratuvar sonuçları değerlendirildi. Yaş, ortalama sistolik kan basıncı, oksijen doygunluğu, hemoglobin, laktat değerleri ve koroner arter hastalığının varlığı gibi potansiyel karıştırıcıları ayarlamak için çok değişkenli lojistik regresyon analizi yapıldı. NLR'nin mortaliteyi tahmin etme yeteneği, alıcı işletim karakteristiği (ROC) analizi kullanılarak analiz edildi. BULGULAR: Çalışma popülasyonu iki gruba ayrıldı: Hayatta kalmayanlar (%68 ölüm oranı) ve hayatta kalanlar (%32 hayatta kalma oranı). Hayatta kalmayan grup, hayatta kalan gruba kıyasla anlamlı derecede daha yüksek NLR değerlerine sahipti (medyan NLR 7.66'ya karşı 2.5, p<0.001). Çok değişkenli lojistik regresyon analizi, NLO'yu hastane içi mortalitenin bağımsız bir belirleyicisi olarak tanımladı (düzeltilmiş OR 2.33, %95 GA 1.42-3.82, p<0.001). NLR için ROC analizi, ROC eğrisi altındaki alan (AUROC) 0.851 (%95 GA 0.768-0.914) ile yüksek ayırt edici güç gösterdi. Belirlenen kesme noktası >5.08 olup duyarlılığı %77.14, özgüllüğü %81.82 idi. SONUÇ: Bulgular, yüksek NLR'nin AD'li hastalarda artan mortalite riskiyle güçlü bir şekilde ilişkili olduğunu ve acil klinik ortamlarda mortaliteyi tahmin etmek için kullanılabileceğini göstermektedir. |
6. | Acil servise başvurup hospitalize edilen ateşli silah yaralanmalarında antimikrobiyal tedavi yönetimi: Tek merkez deneyimi Management of antimicrobial therapy in emergency department admissions and hospitalizations for firearm injuries: A single-center experience Yavuz Çekli, Elif Doğan, Şahin Kaymak, Tolga Ege, Mehmet EryılmazPMID: 39222499 PMCID: PMC11622718 doi: 10.14744/tjtes.2024.25442 Sayfalar 650 - 656 AMAÇ: Ateşli silah yaralanmaları (ASY) küresel olarak halen önemli bir morbidite ve mortalite nedenidir. Antibiyotik kullanımı, ASY olgularında yaralanma sonrası enfeksiyonların önlenmesi için kılavuz önerileri ile desteklenmektedir, ancak antimikrobiyal ajan seçimi ve bunlarla ilişkili sonuçlar belirsizliğini korumaktadır. Bu çalışmada acil servise başvuran ASY olgularının yaralanma şiddet skorları (ISS) ile ampirik ve kültür sonucuna göre revize edilen antimikrobiyal tedavi protokolleri ve mortalite arasındaki ilişkiyi araştırmayı amaçladık. GEREÇ VE YÖNTEM: Araştırmada 2022 yılında acil servise başvurusu olan ve sonrasında klinik ve yoğun bakım ünitelerinde (YBÜ) yatarak tedavi gören 164 ASY olgusu değerlendirildi. Bu vakalar ISS’a göre 9'dan küçük olanlar hafif, 9-15 arası olanlar orta, 16-24 arası olanlar şiddetli, 25 ve üzeri olanlar derin şiddetli olmak üzere dört gruba ayrıldı. Olgularda hastane yatış süresi, hastaneye yaralanma sonrası kaçıncı günde başvurduğu, doku veya kan kültür üremesi, verilen ampirik tedavi seçeneği, kültür sonucuna göre yapılan antimikrobiyal revizyon durumu, hastanın YBÜ ihtiyacı olup olmaması ve mortalite durumu, ISS ile karşılaştırıldı. Araştırmanın verileri SPSS IBM 22,0 (SPSS Inc, Chicago, IL) istatistik programına aktarılarak veri kontrolü ve analizler bu programda yapıldı. Travma hastalarında değişkenler çeşitli gruplar arasında Pearson Chi-Square ile karşılaştırılmıştır. Binary logistic regression testleri ile analiz edilerek bağımsız risk faktörleri belirlenmiştir. İstatistiksel açıdan p<0,05 düzeyi anlamlı kabul edildi. BULGULAR: Çalışmaya alınan 164 hastanın tamamı erkekti. Ortalama yaş 28.9±4.51 yıl olarak hesaplandı. Ortalama hastane yatış süresi 25.54±21.81 gün olarak bulundu. Hastaların %96’sı (158/164) akut enfeksiyon ile hastaneye başvurmuştur. Hastaların 83’ünde (%50.6) yoğun bakım ihtiyacı gelişmiştir. Hastaların 79’undan (%48) doku kültürü alındı. Doku kültürü alınan 79 hastanın 45’inde (%57) bakteri üremesi olmuştur. Kültür üremelerinde en sık Acinetobacter baumannii ve Klebsiella pneumoniae görülmüştür. Ampirik tedavi verilen ve sonrasında kültür sonucuna göre antibiyotik duyarlılıklarına bakılan hastalar incelendiğinde uygun ampirik antibiyotik tedavi oranı %48,9 hesaplanmıştır. Ampirik antibiyotik rejimlerinin hafif grupta %80 olguda, derin şiddetli grupta ise %16.7 olguda uygun verildiği ve bu sonucun anlamlı olduğu görülmektedir (p=0.005). Hafif grupta hastanede kalış süresinin istatistiksel anlamlı şekilde daha kısa olduğu görülmüştür (p=0.003, p=0.000, p=0.000). ISS dört grupta sınıflandırılan hastalar YBU ihtiyacına göre değerlendirildiğinde anlamlı bir fark saptanmış olup (p=0.000) ISS skorunun yüksek olduğu gruplarda yoğun bakım ihtiyacı daha yüksek hesaplanmıştır. SONUÇ: Sonuçta ASY olgularında ampirik antimikrobiyal tedavinin hafif grupta psödomonal etkinliği olmayan beta laktam+beta laktamaz inhibitörü veya üçüncü kuşak sefalosporin+nitroimidazol gibi dar spektrumlu olacak şekilde, şiddetli grupta ise gram negatif bakterileri de kapsayacak şekilde daha geniş spektrumlu olarak başlanması gerektiğini düşünmekteyiz. Özellikle üçüncü basamak travma merkezlerinin bu hasta gruplarına yönelik sistematik tedavi protokolleri oluşturması gerekmektedir. |
7. | Perfore kolesistit olgularını öngörmede biyobelirteçlerin rolü: C- reaktif protein albumin oranı yol gösterici olabilir mi? The role of biomarkers in predicting perforated cholecystitis cases: Can the c-reactive protein albumin ratio be a guide? Metin Yalcin, Mehmet Tercan, Erhan Ozyurt, Aysen BaysanPMID: 39222488 PMCID: PMC11622723 doi: 10.14744/tjtes.2024.24189 Sayfalar 657 - 663 AMAÇ: Safra kesesi perforasyonu (SKP), akut kolesistitin nadir fakat yaşamı tehdit eden bir komplikasyonudur. Ancak teknolojik görüntülemeler ve biyokimyasal analizlere rağmen bazı olgularda perforasyon tanısı halen operasyon esnasında konulmaktadır. Bu durum perforasyon tanısında yeni belirteçler ihtiyacı olduğunu ortaya koymuştur. Bu çalışmayla perfore kolesistit olgularının tanısında biyobelirteçlerin rolünü analiz etmeyi amaçladık. GEREÇ VE YÖNTEM: Bu retrospektif çalışmada acil serviste akut kolesistit tanısı konularak ameliyat edilen hastalarda çalışılan kan örnekleri (beyaz kan hücresi, hemoglobin, trombosit sayımı, C-reaktif protein (CRP), albümin, CRP /Albümin oranı (CAR), nötrofil lenfosit oranı (NLR), üre, kreatinin, glukoz, amilaz, lipaz, AST, ALT, ALP, GGT, total bilirubin, direk bilirubin) analiz edildi. BULGULAR: 170 hasta safra kesesi perforasyonu olup olmamasına göre iki gruba ayrıldı. Hastaların 63'ünde (%37.1) perforasyon mevcut idi. Perforasyon tespit edilen grupta laparoskopiden açık operasyona geçiş, yoğun bakıma yatış, hastanede yatış süresi ve mortalite perfore olmayan gruba göre yüksekti. Hastaları laboratuvar bulgularına göre incelediğimizde; gruplar arasında beyaz kan hücresi, NLR, CRP, albümin ve CAR parametreleri açısından fark tespit edilmiştir. Regresyon analizinde ize CRP ve CAR daha iyi performans gösterdi. SONUÇ: Çalışmamız CRP ve CAR’nın akut kolesistit tanılı hastalarda SKP’u öngörmede özgüllük ve duyarlılığı düşük olmasına rağmen tanıya yardımcı bir biyobelirteç olabileceğini göstermiştir. Bu belirteç klinisyenlerin yüksek morbidite ve mortaliteye sahip bu tabloya erken tanı koyarak uygun tedaviyi planlamalarına yardımcı olabilecek düşük maliyetli ve kolay ulaşılabilen bir parametredir. |
8. | Travma nedeniyle acil servise başvuran çocuklarda dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğunun yaygınlığı ve risk faktörleri Prevalence and risk factors of attention deficit hyperactivity disorder in children admitted to the emergency department due to traumas Ramiz Yazici, Hüseyin Mutlu, Cengizhan Kilicaslan, Ekrem Taha Sert, Kamil Kokulu, Halil Kara, Murat Kilicaslan, Mustafa Ekici, Bensu BulutPMID: 39222494 PMCID: PMC11622724 doi: 10.14744/tjtes.2024.07834 Sayfalar 664 - 670 AMAÇ: Travma nedeniyle acil servise başvuran çocuklarda dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu (DEHB) semptomlarının görülme sıklığını ve DEHB ile ilişkili risk faktörlerini belirlemek. GEREÇ VE YÖNTEM: Çalışmaya travma nedeniyle acil servise başvuran 3-16 yaş arası çocuklar alındı. Kontrol grubu, travma dışı nedenlerle çocuk acil servisine başvuran 3-16 yaş arası çocuklardan oluşturuldu. Revize Conners Ebeveyn Değerlendirme Ölçeği (CPRS-R), ilk müdahale ve stabilizasyondan sonra katılmayı kabul eden ebeveynlere uygulandı. Travma hastaları iki gruba ayrılmıştır: DEHB olanlar ve DEHB olmayanlar. DEHB'nin belirlenmesini artırabilecek risk faktörleri belirlenmiştir. BULGULAR: Çalışmada, her iki gruptaki 917 çocuğun yaş, cinsiyet, demografik ve kültürel özellikler açısından benzer özelliklere sahip olduğu bulunmuştur. Acil servise en sık başvuru şikayeti 296 (%35.2) olguda ekstremite travmaları idi. Travma hastalarının çoğu (%95.9) ayakta tedavi müdahalesinin ardından acil servisten taburcu edilmiştir. Sosyal sorunlar alt ölçek puanı hariç, CPRS-R'nin tüm alt ölçek puanları çalışma grubunda kontrole kıyasla anlamlı derecede yüksekti. Ekstremite travmaları ile başvuru (p<0.001), önceki travmalar nedeniyle acil servise başvuru (p<0.001) ve daha önce DEHB tanısı almış bir aile üyesine sahip olma (p<0.001) DEHB riskini artıran faktörler olarak bulunmuştur. SONUÇ: Travma nedeniyle acil servise başvuran çocuklarda DEHB semptomlarının görülme sıklığı daha yüksek olabilir. Ayrıca ekstremite travmaları, daha önce geçirilmiş travma nedeniyle acil servise başvuru ve ailede daha önce DEHB tanısı almış birey olması DEHB riskini artıran faktörlerdir. |
9. | Distal üreteral lateralizasyon açısının üreteral travmadan kaçınma ve başarılı üreteral erişim kılıfı yerleştirme üzerine etkisi The effect of distal ureteral lateralization angle on ureteral trauma avoidance and successful ureteral access sheath placement Metin Yığman, Hale Çolakoğlu ErPMID: 39222492 PMCID: PMC11622716 doi: 10.14744/tjtes.2024.67996 Sayfalar 671 - 676 AMAÇ: Fleksibl üreteroskopik litotripside (fURL) avantanjları olan üreteral erişim kılıflarının (ÜEK) kullanımında üreteral yaralanma, iskemi ve uzun süreli üreteral stenoz gibi istenmeyen durumlar ortaya çıkabilir. Çalışmanın amacı distal üreteral lateralizasyon açısının başarılı ÜEK yerleştirilmesi üzerindeki etkisini araştırmaktır. GEREÇ VE YÖNTEM: Böbrek ve/veya proksimal üreter taşları için fURL prosedürü uygulanan hastaların verileri retrospektif olarak analiz edildi. Hastaların preoperatif bilgisayarlı tomografik incelemelerine dayanarak mesane çıkışı sıfır noktası olarak kabul edildi ve buradan geçen yatay eksen ile distal üreterin en lateralize noktası arasındaki açı değerleri hesaplandı. Hastalar ÜEK'nin başarılı bir şekilde yerleştirildiği ve yerleştirilemediği hastalar olarak 2 gruba ayrıldı. BULGULAR: Başarılı ÜEK yerleştirilen (n=36) ve yerleştirilemeyen (n=12) gruplar arasında cinsiyet, lateralite, lokalizasyon, taş sayısı, taş yükü ve ameliyat öncesi bilgisayarlı tomografi ile değerlendirilen mesane hacimleri açısından anlamlı bir fark saptanmadı (p>0.05). Öte yandan, yaş ve distal üreteral lateralizasyon açısı açısından iki grup arasında anlamlı fark bulundu (p<0.001, p=0.013). SONUÇ: Distal üreteral lateralizasyon açısının fURS planlanan hastalarda ÜEK yerleştirilmesinde etkili bir faktör olduğu düşünülmektedir. |
10. | Adli olgularda maksillofasiyal travmaların etiyolojik faktörleri ve klinik belirtilerinin kapsamlı incelenmesi: Beş yıllık retrospektif bir çalışma Comprehensive examination of etiological factors and clinical manifestations of maxillofacial traumas in forensic cases: A five-year retrospective study Hüseyin Balandız, Halit Canberk Aydogan, Burak Kaya, Semih Özsever, Sait ÖzsoyPMID: 39222495 PMCID: PMC11622720 doi: 10.14744/tjtes.2024.70045 Sayfalar 677 - 684 AMAÇ: Maksillofasiyal yaralanmalar, çeşitli etiyolojik nedenleri sebebiyle sıklıkla çoklu travmanın bir bileşeni olarak kabul edilir ve travmanın önemli bir bölümünü oluşturur. Bu çalışmanın amacı, özellikle askeri personelde görülen maksillofasiyal travmaların görülme sıklığını, çeşitli klinik seyrini ve özelliklerini aydınlatarak literatüre katkıda bulunmaktır. GEREÇ VE YÖNTEM: Sağlık Bilimleri Üniversitesi Gülhane Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı'nda (Gülhane Askeri Tıp Fakültesi) 2011-2016 yılları arasında düzenlenen ve öncelikli olarak askeri personele ilişkin adli raporlar retrospektif olarak incelendi. Çalışma, travma sonucu maksillofasiyal yaralanması olan vakaların yaş, cinsiyet, travmanın kaynağı, yaralanma derecesi, kemik ve diş kırıklarının varlığı ve travma sonucu psikiyatrik bozuklukların ortaya çıkışı gibi hususlara odaklanarak ayrıntılı bir analizini içermektedir. BULGULAR: Bu çalışma, maksillofasiyal travmaların ağırlıklı olarak genç erkek bireylerde, özellikle de askeri personelde meydana geldiğini gösterdi. Tespit edilen en yaygın etiyolojik faktör kişilerarası şiddetti. Yaralanmaların çoğunluğu yumuşak doku hasarlarıydı ve en sık kırılan kemik burun kemiğiydi. Bazı vakalarda baş ve üst ekstremite yaralanmaları da tespit edildi; bu gibi durumlarda birden fazla yaralanmanın yaygın olduğunu göstermektedir. Travma sonrası psikolojik bozukluklar bazı durumlarda gelişmiş olup, en sık görüleni anksiyete bozukluklarıydı. SONUÇ: Maksillofasiyal yaralanmaların birden fazla vücut bölgesini etkileyebileceği ve multidisipliner bir yaklaşım gerektirdiği belirlenmiştir. Bu çalışma, maksillofasiyal travmaları anlamak ve yönetmek için kapsamlı strateji ve politikalar geliştirmenin önemini vurgulayarak bu alanda gelecekte yapılacak çalışmalara temel bir referans sağlamaktadır. |
11. | Testis torsiyonunun yönetimi: Türk çocuk cerrahları ve çocuk ürologları arasında anket çalışması The management of testicular torsion: A survey of Turkish pediatric surgeons and pediatric urologists Furkan Adem Canbaz, Gonca Gerçel, Sefa SagPMID: 39222498 PMCID: PMC11622717 doi: 10.14744/tjtes.2024.52932 Sayfalar 685 - 693 AMAÇ: Bu çalışmada Türkiye'deki çocuk cerrahlarının ve çocuk ürologlarının testis torsiyonunun (TT) tanı ve tedavisine yönelik yaklaşımlarının ve European Association of Urology (EAU) pediatrik üroloji kılavuzuna uyumunun değerlendirilmesi amaçlandı. GEREÇ VE YÖNTEM: Çalışmanın amacını açıklayan bir notla birlikte 19 sorudan oluşan bir anket, Haziran 2023 ve Temmuz 2023'te çocuk cerrahisi ve çocuk ürolojisi uzmanı hekimlere e-posta yoluyla gönderildi. BULGULAR: Ankete katılan 95 kişiden %62.1'inin 10 yıldan fazla mesleki deneyimi vardı. %48.4'ü yılda 5'ten fazla TT vakasını tedavi ettiğini belirtti. Katılımcıların %87.4'ü skrotal Doppler ultrasonografiyi (US) her zaman kullandığını, %12.6'sı US'yi tanıda şüphe varsa kullandığını bildirdi. Tedaviyle ilgili olarak, %14.7'si manuel detorsiyonu daima yaptığını, %70.5'i hiç yapmadığını ve %14.7'si yalnızca ameliyathanenin hemen müsait olmaması durumunda yaptığını belirtti. Katılımcıların %92.6'sı acil ameliyatı tercih etmekteydi. Manuel detorsiyon yapan katılımcıların %71.4'ü manuel detorsiyon başarılı olsa dahi 24 saat içinde ameliyat gerçekleştirmektedir. Kontralateral testisin fiksasyonuyla ilgili olarak %14.7'si hiç yapmamakta, %27.4'ü ise sadece torsiyone testise orşiektomi uyguladığında yapmaktaydı. SONUÇ: Katılımcıların çoğu acil cerrahi müdahalede EAU pediatrik üroloji kılavuzunu takip ederken, manuel detorsiyon uygulama oranı oldukça düşüktür. Çok az katılımcı manuel detorsiyon sonrası acil ameliyatın yapılamayabileceğini belirtti. Katılımcıların tamamı torsiyone testisin fiksasyonunu kılavuza uygun olarak gerçekleştirirken, karşı testiste aynı uyum gözlenmedi. |
OLGU SUNUMU | |
12. | Trachinus draco balığı sokmasında termal immersiyon: Gecikmeli iyileşme üzerine bir olgu sunumu Thermal immersion in managing greater weever sting: A case study on delayed recovery Erim Eyinç, Lercan Aslan, Erdinç Gökdemir, Emrah ÇalışkanPMID: 39222489 PMCID: PMC11622721 doi: 10.14744/tjtes.2024.83944 Sayfalar 694 - 697 Bu yazıda, İzmir, Türkiye'de Ege kıyılarında deniz tatili sırasında Trachinus Draco tarafından zehirlenen 49 yaşında bir kadın vaka sunuldu. Olayı takiben şiddetli ağrılar yaşayan hasta acil serviste tedavi altına alındı ve burada analjezik ve soğuk kompres uygulandı. Bu yaklaşım, yaklaşık 24 saat boyunca devam eden ağrısını hafifletmekte başarısız oldu. Hasta, 12. günde, semptomların kötüleşmesi ve olay gününden daha büyük bir yaranın ortaya çıkmasıyla, daha fazla bakım için üniversite hastanesini ziyaret etti ve burada periyodik yara temizliği ve manyetik rezonans görüntülemesindeki şüpheli bulgulardan sonra olası osteomiyelit için 6 haftalık bir antibiyotik tedavi rejimi aldı. Balık envenomasyonu için standart tedavi, termolabil toksinleri nötralize etmek, ağrıyı hafifletmek ve sonraki komplikasyonları önlemek için sıcak suya daldırmayı içerir. Su sıcaklığı 40 ila 45 derece arasında olmalı ve etkilenen vücut kısmı en az 60 dakika boyunca suya daldırılmalıdır. Bu vaka, sıcak suya daldırma işleminin envenomasyon tedavisinde ne kadar kritik bir öneme sahip olduğunun altını çizmektedir; bu adım atlandığı takdirde ağrı süresinin uzamasına ve iyileşmesi beş aydan fazla sürecek bir yaranın oluşmasına neden olabilir. |
13. | Subfrenik apsenin minimal invazif transdiyafragmatik drenajı Minimally invasive video-assisted trans-diaphragmatic drainage of a subphrenic complicated abscess Sabahattin Destek, Osman Cemil Akdemir, Ceren Gonultas, Vahit Onur GulPMID: 39222493 PMCID: PMC11622719 doi: 10.14744/tjtes.2024.69547 Sayfalar 698 - 700 Karın içi apseler genellikle gastrointestinal sistemden kaynaklanır ve %70'i ameliyat sonrası dönemde görülür. Ölüm oranı %50'ye ulaşabilir. Bu apseler en sık subfrenik ve subhepatik boşluklarda bulunur. Tedavide perkütan drenaj veya cerrahi drenaj uygulanır. Bu yazıda,ülser perforasyonu tanısıyla laparotomi ile Graham yama onarımı uygulanan ve sağ subfrenik multiloküle gelişen hastamızda, sağ interkostal yaklaşımla basit bir kesi ile başarıyla uygulanan minimal invaziv video yardımlı transdiyafragmatik drenaj yöntemini sunuyoruz. |