p-ISSN: 1306-696x | e-ISSN: 1307-7945
Cilt : 28 Sayı : 9 Yıl : 2025

Hızlı Arama




SCImago Journal & Country Rank
Ulusal Travma ve Acil Cerrahi Dergisi - Ulus Travma Acil Cerrahi Derg: 28 (9)
Cilt: 28  Sayı: 9 - Eylül 2022
DIĞER
1. 
Ön Sayfalar
Frontmatters

Sayfalar I - V

DENEYSEL ÇALIŞMA
2. 
Capparis ovata tohumu yağının travmatik cilt yaralarının iyileşmesi üzerine etkisi
The effects of Capparis ovata seed oil on the healing of traumatic skin wounds
Salih Celepli, Bayram Çolak, Ümran Aydemir Sezer, Pınar Celepli, Irem Bigat, Mehmet Esat Duymuş, Muslu Kazım Körez, Sema Hücümenoğlu, Kemal Kismet, mustafa şahin
PMID: 36043919  PMCID: PMC10315948  doi: 10.14744/tjtes.2021.31526  Sayfalar 1205 - 1213
AMAÇ: Capparis ovata, alkaloidler, lipitler, polifenoller ve flavonoidler içerir. Ayrıca antioksidanlar bakımından da zengindir. Türkiye’de geleneksel olarak Capparis ovata’nın çiçek tomurcukları, kökü, kabuğu ve meyveleri; analjezik, anti-enflamatuvar, anti-romatizmal, tonik ve idrar söktürücü etkileri için kullanılmaktadır. Bu çalışmanın amacı, antioksidan, anti-enflamatuvar ve antibakteriyel özelliklere sahip olduğu bilinen Capparis ovata tohumu yağının yara iyileşmesi üzerindeki etkisini incelemektir.
GEREÇ VE YÖNTEM: Çalışmada 20 adet Wistar-Albino dişi sıçan rastgele olarak 10’ar hayvanlık iki gruba ayrıldı. Sıçanların arka bölgesinde stan-dart bir tam kalınlıkta deri defekti oluşturuldu. Her iki grupta da yaralar günlük olarak serum fizyolojik ile temizlendikten sonra kontrol grubuna serum fizyolojik dışında etken madde uygulanmazken, çalışma grubundaki sıçanların yaralarına 1 cc/gün Capparis ovata tohumu yağı uygulandı. Ameliyat sonrası 14. günde sıçanlara tekrar anestezi uygulandı ve yara alanı ölçümleri yapıldı. Daha sonra iyileşmeden kalan yara ve çevresindeki bir santimetrelik sağlam dokuyu içerecek şekilde eksizyon yapıldı ve histopatolojik inceleme için örnekler alındı.
BULGULAR: Yara alanlarındaki değişiklikler, 14 gün sonra kapari yağı ile tedavi edilen gruptaki iyileşmenin (32.78; %95 güven aralığı, 17.21–48.36) kontrol grubuna (65.41; %95 güven aralığı, 49.84–80.98) göre belirgin olarak daha iyi olduğu saptandı (p=0.009). Histopatolojik skorlar, epitel oluşumu, enflamasyon ve fibrozis gelişimi açısından gruplar arasında anlamlı farklılık gösterdi. Kontrol grubunda epitel dokusu oluşumu görülmez-ken (%90), tedavi grubunda daha fazla re-epitelizasyon ve fokal epidermal hiperplazi (%60) gözlendi. Tedavi grubunda az sayıda lenfosit, plazma hücresi ve dermiste dev hücre enflamasyonu gelişimi (%60), kontrol grubunda ise vasküler proliferasyon, plazma hücreleri, eozinofiller, nötrofiller ve dev hücre enflamasyonu tespit edilmiştir (%50). Kontrol grubunda fibrozis gelişimi hafif ve zayıf (%70), tedavi grubunda ise şiddetli ve yoğun (%60) olarak değerlendirildi. Tedavi grubunda perivasküler ödemin hafif derecede olduğu (%50) ve neovaskülarizasyon göstergesi olarak immatür vaskülarite (%60) bulunduğu gözlendi. Bu histopatolojik sonuçlar, kontrol grubuna göre tedavi grubunda enflamasyon aşamasının tamamlandığını ve proliferasyon aşamasının başladığını göstermesinin yanı sıra kapari yağı kullanımının yara iyileşmesinin değerlendirilmesinde önemli histopatolojik parametreler olan epitelizasyon, anjiyogenez ve fibrozis üzerinde olan etkinliğini kanıtlamıştır.
TARTIŞMA: Bu çalışmanın sonuçlarından, Caparis ovata tohumu yağının tam kalınlıktaki deri yaralarının iyileşmesini önemli ölçüde artırdığı ve bu etkinin öncelikle anti-enflamatuvar etkisiyle ilişkili olduğu sonucuna varıldı.

3. 
Sıçanlarda ameliyat sonrası intraperitoneal, oral ve rektal fenitoin uygulamasının kolorektal anastomoz üzerine etkilerinin araştırılması
Investigation of the effects of post-operative intraperitoneal, oral, and rectal phenytoin administration on colorectal anastomosis in rats
Ali Duran, Ferhat Çay, Nelin Hacıoğlu, Esra Tokay, Feray Köçkar, Eren Altun, Murat Başbuğ, Azad Gazi Şahin, Hasan Yaşar, Uğur Mengeneci, Hüseyin Pülat
PMID: 36043935  PMCID: PMC10315947  doi: 10.14744/tjtes.2022.03704  Sayfalar 1214 - 1222
AMAÇ: Anastomoz kaçağı kolon anastomozlarından sonra en korkulan komplikasyondur. Bu çalışmanın amacı, farklı uygulama yollarıyla uygulanan fenitoinin kolorektal anastomozların iyileşme sürecine etkisini belirlemektir.
GEREÇ VE YÖNTEM: Wistar Albino sıçanlar, İntraperitoneal Fenitoin Grubu (İAP), Oral Fenitoin Grubu (OAP), Rektal Fenitoin Grubu (RAP) ve kontrol gruplarına ayrıldı. Fenitoinin VEGF, TGF-β, FGF2 ve p53 genlerinin ekspresyonu üzerindeki moleküler etkisi mRNA ve protein düzeyinde değerlendirildi. Fenitoinin anastomoz patlama basıncı analizi üzerindeki etkilerinin yanı sıra patohistolojik incelemeler de ölçülmüştür. BULGULAR: Kontrol ve uygulama grupları arasında anastomoz patlama basıncı değerlerinde istatistiksel olarak anlamlı artış vardır. Enflamatuvar hücre infiltrasyonu tüm gruplarda kontrole göre bağırsak anastomoz bölgesinde artmıştır. Kollajen skorları OAP ve RAP gruplarında kontrol grubuna göre anlamlı derecede yüksek bulundu. TGF-ß’nin mRNA’sı ve FGF2 ekspresyonu, fenitoin uygulamalarının tüm yollarında artmıştır.
TARTIŞMA: Üç farklı uygulama yolu, patlama basıncında önemli bir artış göstermektedir. FGF2, TGF-β, p53 ve VEGF genlerinin ekspresyon sonuçları ile ilgili olarak, çoğu uygulama yolunda mRNA ve protein seviyesinde FGF2 ve TGF-β’de önemli bir artış vardır.

KLINIK ÇALIŞMA
4. 
Genel cerrahlar akut taşlı kolesistiti COVID-19 döneminde nasıl tedavi ettiler? Online anket sonuçları
How did the general surgeons intend to treat acute calculous cholecystitis during COVID-19 era?Results of online survey
Ali Cihat Yıldırım, Sezgin Zeren, Mehmet Fatih Ekici, Mustafa Cem Algın, Özlem Arık
PMID: 36043921  PMCID: PMC10315950  doi: 10.14744/tjtes.2022.33472  Sayfalar 1223 - 1228
AMAÇ: Akut taşlı kolesistit en sık karşılaşılan cerrahi patolojilerden biridir. Akut taşlı kolesistit tanısıyla ilk yatış sırasında erken kolesistektomi ilk tedavi seçeneği iken, hastane kaynaklarının kısıtlı olduğu ve sağlık personelinin pandemi zorluklarının üstesinden gelmeye çalıştığı COVID-19 döne-minde yaklaşım değişebilir. Bu ankette amacımız, COVID-19 pandemisi sırasında akut taşlı kolesistit tedavisi için genel cerrahların tercihlerini ve olası değişen paradigmayı araştırmaktır.
GEREÇ VE YÖNTEM: Cerrahlara özel kapalı bir sosyal medya grubunda paylaşılan anket linki üzerinden online anket yapılmıştır. Genel cerrahların mesleki deneyimi, çalıştıkları kurum özellikleri ile birlikte COVID-19 dönemindeki akut taşlı kolesistit hastalığına yönelik tedavi tutumları 13 soruluk anket aracılığıyla çoktan seçmeli sorularla sorgulandı. Üç aylık veri toplama dönemi sonrası elde edilen cevaplar istatistiksel olarak analiz edildi. BULGULAR: Çalışmaya katılan 82 genel cerrahın %56’sı COVID-19 pandemisi sırasında tedavi stratejilerinin kısmen veya tamamen değiştiğini ifade etmiştir. Cerrahların %48.8’i COVID-19 döneminden önce akut taşlı kolesistitli olgularda erken kolesistektomiyi tercih ederken; COVID-19 döneminde cerrahların sadece %23.2’si erken cerrahi yaklaşımı tercih ettiklerini ifade ettiler. Ancak birincil tıbbi tedavi olarak antibiyotik başlanan hastalarda tıbbi tedavi başarısızlığı %40.2 olarak tespit edildi. Anket sonuçlarımıza göre perkütan kolesistostomi uygulaması COVID öncesi dönemde %4.9 iken, pandemi döneminde %20.7’ye yükseltilmiştir.
TARTIŞMA: Cerrahların %96.3’ü COVID-19 hastalığına bağlı bir komplikasyon görmemesine rağmen; COVID-19 pandemisi öncesi erken kolesis-tektomiyi tercih eden cerrahların yarısından fazlası COVID-19 pandemisi sırasında tedavi stratejilerini değiştirmiştir. Anket sonuçlarına göre tıbbi tedavi başarısızlık oranı yüksek olmasına rağmen, cerrahların %48.8’i pandemi sonrasında da bu non-operatif yaklaşıma devam edebileceklerini ifade etmiştir.

5. 
Yoğun bakımda takip edilen COVID-19 hastalarında mortiliteyi etkileyen faktörler
Factors affecting mortality in COVID-19 patients in intensive care
Döndü Genç Moralar, Aygen Ülkü Turkmen, Hüseyin Gökçenoğlu, Natavan Alcı
PMID: 36043922  PMCID: PMC10315946  doi: 10.14744/tjtes.2021.37468  Sayfalar 1229 - 1237
AMAÇ: COVID-19 pandemisi tüm dünyayı etkisi altına almakta ve yüksek mortaliteye neden olmaktadır. Mortalitenin engellenmesi için takipte bazı parametreler kullanılmakta ancak optimum takip parametreleri ve cut-off değerleri hakkında daha fazla bilgiye ihtiyaç bulunmamaktadır. Bizim çalışmamızda ölen ve sağkalan hastalar karşılaştırılarak, takipte kullanılan paremetrelerin güvenilirliğinin araştırması amaçlanmıştır.
GEREÇ VE YÖNTEM: Hastalar hayatta kalan ve ölen hastalar olmak üzere iki gruba ayrıldı. COVID-19 hastalığının prognozunda izlenen parametreler değerlendirildi.
BULGULAR: Çalışmamızda değerlendirilen 144 hastadan 57’si öldü (%39.7). Ölen hastaların yaş ortalması 67.8 idi ve sağkalan hastalardan daha yüksekti. Ölen hastaların %59.6’sı erkekti. Erkek cinsiyetin, hastalık ve ölüm oranı açısından yüksek risk olduğu görüldü. En sık eşlik eden hastalıklar hipertansiyon, diabetes mellitus, kalp hastalığı, kronik obstrüktif akciğer hastalığı idi. Çalışmamızda lenfosit, troponin, D-dimer, ferritin ve laktat dehidrojenaz değerlerinin mortalite tahmininde önemli prognostik belirleyiciler olduğu bulundu.
TARTIŞMA: Mortaliteyi tahmin etmek için prognostik belirteçlerin kullanılması daha faydalı görünmektedir.

6. 
Benign intestinal obstrüksiyonlarda nötrofil-lenfosit oranının hastalığın progresyonunu ve acil cerrahi endikasyonu belirlemedeki rolü
The role of neutrophil-to-lymphocyte ratio in predicting disease progression and emergency surgery indication in benign intestinal obstructions
Halil İbrahim Taşcı
PMID: 36043932  PMCID: PMC10315961  doi: 10.14744/tjtes.2022.46944  Sayfalar 1238 - 1247
AMAÇ: Çeşitli stres faktörlerine bağlı immün sistemin gösterdiği fizyolojik yanıt nötrofil sayısında artış, lenfosit sayısında ise azalma şeklinde olmaktadır. Bu bilginin ışığında bazı çalışmalar bu iki parametrenin oranını bir enfeksiyon belirteci olarak kullanmayı önermişlerdir. Yaptığımız bu çalışma ile maliyeti oldukça düşük ve hızlı bir şekilde çalışılabilen tam kan sayımı sonucu elde edilen nötrofil/lenfosit oranının benign sebeplere bağlı gelişmiş intestinal obstrüksiyonlarda cerrahi endikasyonun aciliyetini ve hastalığın progresyonunu belirlemedeki rolünün incelenmesi amaçlanmıştır. GEREÇ VE YÖNTEM: Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, Genel Cerrahi Anabilim Dalı, Konya Uygulama ve Araştırma Hastanesinde Ocak 2010 ve Ocak 2021 tarihleri arasında, benign sebeplere bağlı intestinal obstrüksiyon tanısı ile yatırılmış ve cerrahi müdahale gerekliliği olmuş hastaların verileri geriye dönük olarak incelendi. Kriterlere uyan ve çalışmaya dahil edilen 109 hastanın verileri istatistiksel olarak analiz edildi. Başvuru anın-daki nötrofil/lenfosit oranının ameliyatta saptanan iskemi, perforasyon, rezeksiyon gerekliliği, postoperatif morbidite ve mortalite, hastanede yatış süresi gibi hastalığın ciddiyetini gösteren faktörlerle ilişkisi incelendi. Ayrıca bu parametrenin diğer enfeksiyon belirteçlerine (CRP, lökosit gibi) bir üstünlüğünün olup olmadığına bakıldı.
BULGULAR: Benign sebeplere bağlı intestinal obstrüksiyon nedeni ile hastaneye başvuru esnasında bakılan nötrofil/lenfosit orandaki yüksekli-ğin ameliyat esnasında iskemi saptanması, rezeksiyon gerekliliği, postoperatif komplikasyon ve mortalite riskini anlamlı derecede artırdığı görüldü (p<0.05). Ayrıca artmış nötrofil/lenfosit oranı uzamış hastane yatışı ile ilişkili bulundu. Yapılan korelasyon analizlerinde de literatür ile uyumlu olarak nötrofil/lenfosit oranı ile hastane yatış süresi (p=0.03), CRP değeri (p<0.001), iskemi (p<0.001), perforasyon (p=0.007), postop komplikasyon varlığı (p=0.009) ve mortalite (p=0.002) arasında pozitif yönlü korelasyon olduğu saptandı.
TARTIŞMA: Bulgularımız nötrofil-lenfosit oranının benign sebeplere bağlı instestinal obstrüksiyonlarda hastalığın gidişatını öngörmede oldukça önemli role sahip olduğunu göstermiştir. Çalışmamızın verileri doğrultusunda benign sebeplere bağlı intestinal obstrüksiyonlarda nötrofil/lenfosit oranının hastalığın seyrini öngörmede ve bazı durumlarda cerrahi endikasyonu koymada önemli bir belirteç olabileceğini düşünmekteyiz.

7. 
Akut obstrüktif sol kolon tümörü nedeniyle Hartman prosedürü uygulanan hastalarda yeni bir prognostik belirteç
A new prognostic marker in patients undergoing Hartmann’s procedure for acute tumoral obstruction of the left colon
Ali Kemal Kayapinar, Bulent Calik, Hilal Sahin, Korhan Tuncer, Koray Bas, Omer Engin, Gokhan Akbulut
PMID: 36043931  PMCID: PMC10315949  doi: 10.14744/tjtes.2021.67792  Sayfalar 1248 - 1257
AMAÇ: Akut obstrüktif sol kolorektal kanserlerde (AOSKRK), tümörün proksimalindeki kolon segmentlerinin distansiyonu sonucu kolon duvarında hasar meydana gelebilir. Amacımız Hartmann prosedürü (HP) uygulanan hastalarda, ameliyat öncesi abdominal bilgisayarlı tomografi (BT) tarama-sında dilate kolon çapının lomber vertebra korpus çapına oranı ile ameliyat sonrası komplikasyonlar arasındaki ilişkiyi değerlendirmektir.
GEREÇ VE YÖNTEM: Tümör grubu, acil şartlarda AOSKRC nedeniyle HP uygulanan 49 hastadan oluşturuldu. Kontrol grubu, gastrointestinal sistem dışındaki patolojiler nedeniyle abdominal BT’si olan, batın ameliyatı öyküsü olmayan, tümör grubu ile yaş ve cinsiyet bakımından uyumlu 49 kişiden oluşturuldu. Her iki grupta, her hastanın aksiyel BT görüntülerinde kolon çapının (KÇ) ilk lomber vertebra korpusunun çapına (L1-VÇ) oranı ölçüldü. Ameliyat sonrası komplikasyonlar (Clavien-Dindo sınıflaması -major (grade ≥III), minor (grade <III)) ile demografik özellikler, ameliyat öncesi biyokimyasal değerler, komorbid hastalıklar, tümör patolojik evresi, operasyon süresi ve kolon segmentlerinin KÇ/L1-VÇ oranları arasındaki ilişki değerlendirildi.
BULGULAR: Tümör grubunda KÇ/L1-VÇ oranı, kontrol grubuna göre anlamlı derecede yüksekti (p<0.001). Tümör grubunda ameliyat öncesi transvers ve inen kolon KÇ/L1-VÇ oranında artış, majör ameliyat sonrası komplikasyonlar için prognostik parametre olarak bulundu (sırasıyla p<0.001, p=0.015). KÇ/L1-VÇ oranlarının cut-off değerleri sırasıyla 1.52 ve 1.21 (p=0.013, p=0.042) tespit edildi. Ameliyat öncesi transvers kolon KÇ/L1-VÇ oranındaki artış da kan üre düzeyindeki artışla ilişkili bulundu (p=0.044). Ameliyat öncesi kan üre düzeyleri ile ameliyat sonrası komplikasyonlar arasında pozitif korelasyon gözlendi (p=0.015).
TARTIŞMA: AOSKRK’de ameliyat öncesi transvers ve inen kolon KÇ/L1-VÇ oranları, majör ameliyat sonrası komplikasyonlar için umut verici prognostik parametrelerdir.

8. 
İş kazasına bağlı yaralanma ve ölümlerin travma skorları ile analizi
Analysis of injuries and deaths by trauma scores due to occupational accidents
Erdem Hösükler, Tolga Turan, Zehra Zerrin Erkol
PMID: 36043915  PMCID: PMC10315944  doi: 10.14744/tjtes.2022.22796  Sayfalar 1258 - 1269
AMAÇ: Çalışmamızda travma skorları kullanılarak adli makamlara yansıyan iş kazası olgularında yaralanma özellikleri, nedenleri, sonuçları ve hastane maliyetinin travma skorları kullanılarak değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
GEREÇ VE YÖNTEM: Çalışma adli makamlardan izin ve yerel etik kurulundan onay alındıktan sonra yapıldı. 2015–2019 yılları arasında Bolu ilinde adli makamlara yansıyan tüm iş kazası olguları çalışmaya dahil edildi. Gruplar Ki-Kare testi, Mann-Whitney U Testi ve the Kruskal-Wallis Testi ile karşılaştırılmıştır. P değeri <0.05 istatistiksel olarak anlamlı kabul edildi.
BULGULAR: Çalışmaya toplam 3599 olgu dahil edildi. Olguların büyük çoğunluğu (%74.70) erkek olup yaş ortalaması 34.90±10.50’dir. İş kazası en sık 8–16 saatleri (n=1982; %55.10) arasında, cuma günü (n=595, %16.53), Nisan (n=356; %9.89) ayında ve ilkbahar (n=971; %26.98) mevsiminde meydana gelmiştir. İş kazasına bağlı ölüm 29 olguda (%0.80) gerçekleşmiştir. En sık yaralanma gıda sektöründe (n=1256, %34.90) meydana gelmiş-ti. En sık iş kazası tipi künt cisim yaralanması (%30.90) olup, mağdurlar en sık üst ekstremiteden (%54.93) yaralanmıştır. Olguların AIS ortalaması 0.94±.74, ISS ortalaması 1.79±4.47 ve NISS ortalaması 2.11±5.28’dir. Erkeklerde, yaşamı tehdit eden yaralanmalarda, inşaat ve tarım-ormancılık sektörlerinde, yüksekten düşme, trafik kazası ve makineye sıkışma şeklindeki iş kazalarına ISS ve NISS ortalaması istatistiki olarak anlamlı derecede daha yüksektir. Toplam tedavi masrafı 1.351.339,10 TL olup, ortalamasının ise 380.30±2418.90 TL’dir. İnşaat ve tarım-orman sektöründe tedavi masrafları anlamlı derecede daha yüksektir.
TARTIŞMA: Adli makamlara yansıyan tüm iş kazalarının her il bazında ayrı olarak değerlendirilmesi, iş kazaları için alınacak önlemlerin belirlenmesinde yararlı olabilir. Travma skorlarının kullanımı, ağır travmalara neden olan sektörlerin ve yaralanma mekanizmalarının tespiti ve tedavi masraflarının belirlenmesinde önemli bir argüman niteliği taşımaktadır.

9. 
Zor entübasyonla ilişkili endokrin, kas-iskelet hastalıkları ve intraoral kavitede kitle gibi risk faktörlerinin değerlendirilmesi: Kohort içinde olgu kontrol çalışması
The assessment of risk factors associated with difficult intubation as endocrine, musculoskeletal diseases and intraoral cavity mass: A nested case control study
Aslinur Sagün, Levent Ozdemir, Sema Bulut Melikogullari
PMID: 36043934  PMCID: PMC10315953  doi: 10.14744/tjtes.2022.49551  Sayfalar 1270 - 1276
AMAÇ: Zor havayolu saptanmasında kullanılan prediktif faktörler ile ilgili çalışmalar, özellikle beklenmeyen zor entübasyon insidansını azaltmak, hasta güvenliğini sağlamak ve kaynak israfını önlemek için yapılmaktadır. Bu çalışmada, sıklıkla kullanılan hava yolu değerlendirme testlerinin yanında, endokrin, kas-iskelet sistemi hastalıkları ve intraoral kavitede kitle varlığının zor havayolu değerlendirmesinde prediktif değerlerinin araştırılması amaçlanmıştır.
GEREÇ VE YÖNTEM: Bu çalışma iç içe vaka kontrol (nested case-control) çalışması olarak tasarlanmıştır. Dahil edilme kriterlerine uyan, 92’si zor entübasyon, 920’si zor olmayan entübasyon hastası (1: 10 oranı) olmak üzere toplam 1012 hasta verisi toplandı. Hastaların yaş, cinsiyet, vücut kitle indeksleri (VKİ), Mallampati, Cormack-Lehane Skoru (CLS), sternomental mesafe (SMM), kesici dişler arası boşluk (KDB), cerrahinin tipi, endokrin, kas-iskelet sistemi ve kardiyo-pulmoner hastalıklar ve ağız içi kitle varlığı gruplar arasında karşılaştırılmıştır.
BULGULAR: Yaş >52 yıl, erkek cinsiyet, ASA 3–4, yüksek VKİ, CLS 3–4, Mallampati 3–4, KDB <4 cm ve SMM <10 cm olması zor entübasyon açısından istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur. Ayrıca, ağız içi kitle varlığı (17.57 kat daha fazla, p<0.05), endokrin hastalıkları (3.51 kat daha sık, p<0.05) ve kas-iskelet sistemi hastalıkları (4.5 kat daha yüksek, p<0.05) varlığında grupların karşılaştırılmasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki bulunmuştur.
TARTIŞMA: Bu çalışmada, diyabet ve endokrin bozuklukları gibi endokrin hastalıkların, kas-iskelet sistemi hastalıklarının ve ağız içi kitle varlığının yaygın olarak kullanılan hava yolu değerlendirme testleri ile birlikte zor entübasyon için prediktif faktör olarak kullanılabileceği gösterilmiştir.

10. 
Zor havayolu tahmini ve korelasyonunda STOP-BANG anketinin ve diğer zor havayolu belirleyicilerinin kullanılması
The use of STOP-BANG questionnaire and other difficult airway determinants in difficult airway prediction and correlation
Ayşegül Bilge, Atilla Erol, Şule Arıcan, Sema Tuncer Uzun
PMID: 36043918  PMCID: PMC10315957  doi: 10.14744/tjtes.2021.25068  Sayfalar 1277 - 1284
AMAÇ: Bu çalışmadaki ilk amaç, zor hava yolunu tahmin etmede STOP-BANG anketinin kullanımını değerlendirmektir. Çalışmada ikincil olarak değerlendirmek istenen zor hava yolunu tahmin etmede anketin ve diğer zor hava yolu belirleyici testlerin korelasyonunu değerlendirmektir. GEREÇ VE YÖNTEM: Bu ileriye yönelik randomize çalışmaya genel anestezi altında opere olacak iki yüz Amerikan Anesteziyologlar Derneği (ASA) skoru I, II ve III olan hastalar alındı. Hastaların yaşı, boyu, vücut ağırlığı, vücut kitle indeksi, boyun çevresi, ağız tam açıkken interinsizör mesafesi, sternomental ve tiromental mesafe, mandibular uzunluk, boyun uzunluğu, üst dudak ısırma testi, STOP-BANG skoru, mallampati ve Cormack Lehane derecesi notları kaydedildi. İlk olarak bulmak istediğimiz zor hava yolunun bir göstergesi olarak STOP-BANG anketinin kullanılabilirliğini tespit etmektir. Zor hava yolunu diğer parametrelerle karşılaştırmak ikincil hedefimizdi. Hastalar zor ve kolay yüz maskesi ventilasyonu ile zor ve kolay entübasyon olarak iki gruba ayrıldı. Veriler bir SPSS istatistik 16.0 programı kullanılarak analiz edildi. İstatistiksel analiz Ki-kare ve Spearman korelasyon analizi testi kullanılarak yapıldı.
BULGULAR: İki yüz hastadan 45’inin entübasyonda, yetmiş üçünün ise maske ventilasyonunda zorluk görüldü. Zor hava yolu ile yüksek STOP-BANG skoru arasında orta derecede pozitif korelasyon vardı (p<0.05). Ayrıca anormal diş yapısı, büyük kafa çevresi, büyük boyun çevresi, mallam-pati, Cormack Lehane sınıflandırması zor hava yolu ile anlamlı pozitif korelasyon gösterdi (p<0.05).
TARTIŞMA: Çalışmamızda, STOP-BANG anketinin zor hava yolunu tahmin etmede önemli olduğu görülmüştür ve bu test diğer zor hava yolu parametreleri gibi kullanılabilir olduğu tespit edilmiştir.

11. 
Üçüncü basamak bir hastanede Fournier gangrenindeki deneyimlerimiz ve bunun kan sayımı parametreleri ile ilişkisinin analizi
Our experience on Fournier’s gangrene in a tertiary-stage care center and analysis of its relationship with blood count parameters
Bahadır Topuz, Selçuk Sarıkaya, Adem Emrah Coguplugil, Sercan Yılmaz, Turgay Ebiloğlu, Engin Kaya, Murat Zor, Mesut Gürdal
PMID: 36043926  PMCID: PMC10315955  doi: 10.14744/tjtes.2021.50245  Sayfalar 1285 - 1291
AMAÇ: Fournier gangreni, genital ve perineal bölgenin hızla ilerleyen ve yaşamı tehdit eden nekrotizan fasiitidir. Fournier gangreni ile ilgili deneyimlerimizi paylaşmak ve klinik verilerin tam kan sayımı parametreleri, enflamasyon hücreleri ve sistemik enflamasyon belirteçleri ile ilişkisini analiz etmek. GEREÇ VE YÖNTEM: Fournier gangreni tanısı ile Ocak 2016–Aralık 2020 arasında takip edilen ve tedavi edilen yetişkin hastaların dijital tıbbi kayıt-ları geriye dönük olarak analiz edildi. Veriler yaş, cinsiyet, toplam hastanede kalış süresi, predispozan faktörler, etiyolojik faktörler, toplam debridman sayısı, cerrahi işlemler ve antibiyotik olarak belirlendi. Hastaneye yatışın ilk günü ile debridman sonrası birinci ve yedinci günlerde ölçülen serum glikoz düzeyleri, tam kan sayım parametresi düzeyleri, serum inflamasyon göstergeleri ve C-reaktif protein düzeyleri ölçüldü.
BULGULAR: Yaş ortalaması 56.42 (22–86) yıl olan 36 erkek hasta alındı. En yaygın predispozan faktör diabetes mellitusdu (n=13; %36.1). En sık görülen etiyolojik neden skrotal apseydi (n=19; %52.8). Debridman öncesi, debridman sonrası birinci ve yedinci günlerde WBC sayısında, nötrofil seviyesinde, NLR değerinde ve CRP seviyesinde istatistiksel olarak anlamlı azalma saptandı (p<0.05). İlk başvuru anındaki debridman sayısı ile yaş, NLO, PLO ve CRP değerleri arasında pozitif korelasyon vardı (p<0.05).
TARTIŞMA: Ürogenital bölge enfeksiyonları, Fournier gangreninin temel etiyolojik kökenidir. Nadir bir ürolojik acil durum olan Fournier gangreninde klinik verilerde ve kan sayımı parametrelerinde önemli değişiklikler gözlendi.

12. 
Çocuk yoğun bakım ünitesindeki yüksek enerjili travma olgularında BIG skoru güçlü bir mortalite ve morbidite belirtecidir
BIG score is a strong predictor of mortality and morbidity for high-energy traumas in pediatric intensive care unit
Hasan Serdar Kıhtır, Ebru Atike Ongun
PMID: 36043936  PMCID: PMC10315943  doi: 10.14744/tjtes.2022.42347  Sayfa 1297
AMAÇ: Ciddi travmatik yaralanmalar çocuk yoğun bakım hasta popülasyonunun önemli bir parçası olduğu gibi mortalite ve morbiditenin de önemli nedenleri arasındadır. Çocuk yoğun bakım unitesinde mortalite riskinin değerlendirilmesi, hasta bazlı tedavi kararlarının alınması ve kalite değerlendirmesi açısından önemli bir konudur. BIG skor (Baz açığı+[2.5 x INR] + [15- GKS]) ve Pediatrik Travma Skoru pediatrik travma merkezlerinde travma ciddiyetinin değerlendirilmesi amacıyla kullanılmaktadır. Bu çalışmadaki amacımız, pediatrik yüksek enerjili travma olgularında travma şiddeti skorları, pediatrik mortalite risk skoru (PRISM – 3) ve yatış laboratuvar verilerinin mortaliteyi belirlemedeki rollerini tespit etmektir.
GEREÇ VE YÖNTEM: Bu geriye dönük çalışma 2018–2020 yılları arasında 3. basamak bir çocuk yoğun bakım ünitesinde yürütüldü. Yüksek enerjili çoklu travma olguları çalışmaya dahil edildi. Yeni gelişen mental ya da motor bozukluklar, posttravmatik epilepsi, trakeostomi ihtiyacı ve ekstremite kaybı olması morbidite olarak tanımlandı. Pediatrik travma skoru, BIG skor, PRISM – 3 skoru ve başvuru laboratuvar incelemeleri mortalite ve morbidite tahmininde kullanıldı.
BULGULAR: Ortanca yaşları 66 (25–134) ay olan 155 olgu çalışmaya dahil edildi. Altmış (%45.2) olgu yüksekten düşme nedeniyle 85 (%54.8) olgu ise motorlu taşıt kazası nedeniyle yatırılmıştı. On üç (%8.5) olguda taburculukta morbiditeler tespit edilirken beş (%3,2) olgu yatış sırasında hayatını kaybetti. Lojistik regresyon analizinde BIG skoru (p=0.01), pediatrik travma skoru (p=0.003), pediatrik mortalite risk skoru (p=0.02), yatış D-dimer değeri (p=0.01) ve yatış albumin değeri (p=0.001) mortaliteyle anlamlı olarak ilişkili bulundu. ROC analizinde ise BIG skoru (kestirim değeri >21.5, AUC: 0.984 %95 GA: 0.943–0.988), pediatrik mortalite risk skoru (kestirim değeri >18, AUC: 0.997 %95 GA: 0.970–1), pediatrik travma skoru (kestirim değeri ≤3, AUC: 0.969 &95 GA: 0.928–0.990,) başvuru albumin düzeyi (kestirim değeri ≤3 g/dL, AUC: 0.987 %95 CI: 0.953–0.998) ve başvuru D-dimer düzeylerinin (kestirim değeri >13100 mcg/L, AUC: 0.776 %95 GA: 0.689–0.849) mortalite açısında yüksek düzeyde prediktif olduğu görüldü.
TARTIŞMA: BIG skoru, pediatrik yüksek enerjili travma hastalarında güçlü bir mortalite ve morbidite prediktörü olarak görünmektedir. Pediatrik mortalite risk skoru, BIG skoruyla benzer prediktif değere sahip görünse de çok daha erken ve hızla değerlendirilebilir olması nedeniyle BIG skoru daha kullanışlı ve güçlü bir prediktör olarak ön plana geçmektedir.

13. 
Acil akut aort diseksiyonu cerrahisi sonrası mortalite tahmininde sıralı organ yetmezliği değerlendirme skoru (SOFA) ve kardiyak cerrahi skor (CASUS) sistemlerinin karşılaştırılması
Comparison of sequential organ failure assessment score and cardiac surgery score systems for mortality prediction after emergency acute aortic dissection surgery
Mustafa Emre Gürcü, Seyhmus Külahcioglu, Pinar Karaca Baysal, Özge Altas, Serkan Çelik, Özgür Arslan, Atakan Erkılınç, Hacer Ceren Tokgoz, Ali Karagoz, Kaan Kirali
PMID: 36043914  PMCID: PMC10315962  doi: 10.14744/tjtes.2021.27845  Sayfalar 1298 - 1304
AMAÇ: Akut tip A aort diseksiyonu (ATAAD) en ölümcül kardiyovasküler hastalıklardan biridir ve acil tanı ve ameliyat gerektirir. Hastanın klinik bulguları, komplikasyonları ve hastalığın geçmişi ölüm oranları ile yakından ilişkilidir. CASUS, kalp cerrahisi geçiren hastaların özel patofizyolojik durumları dikkate alınarak hesaplanan ve ameliyat sonrası sonuçları yüksek doğrulukla öngören bir skorlama sistemidir.
GEREÇ VE YÖNTEM: Kurumsal etik kurul (ID: 2021/7/496) onayı alındıktan sonra 1 Ocak 2019–31 Aralık 2020 tarihleri arasında hastanemizde acil cerrahi uygulanan 50 ATAAD hastasının verileri değerlendirildi. SOFA ve CASUS skorları hem acil servise başvuru hem de YBÜ takibi süresince günlük laboratuvar ve nörolojik durumun en kötü değerleri kullanılarak hesaplandı. Bu skorların ortalama ve toplam değerleri ameliyat öncesi, ameliyat sonrası ilk gün için kaydedildi ve kategorik veriler frekans ve yüzde olarak tanımlandı. Bağımsız sürekli veri karşılaştırmaları için Mann-Whitney U testini ve kategorik veri karşılaştırması için Pearson ki-kare veya Fisher kesin testini kullandık. Sürekli veriler medyan ve çeyrekler arası aralıklar (25–75) olarak sunuldu.
BULGULAR: Çalışma 50 hastadan oluşuyordu, ölüm oranı %34 (n=17) idi. Toplam grupta hipertansiyon (HT) %72 (n=36), diabetes mellitus %24 (n=12), başlangıç hemoglobin 12.5 g/dL (10.7–14.1, 25.–75.), kreatinin 1.09 mg/dL (0.85–1.33, 25.–75), bu hastaların %72’si (n=36) erkekti. CASUSortalama, SOFAortalama skoru hayatta kalan hastalara göre ölen hasta grubunda daha yüksekti (12.9 (9.5–13.8, 25.–75.), 3 (2–5, 25.–75.); 8 (6.1–9.2, 25.–75.), 2.6 (2–4.5, 25.–75.), p<0.001 sırasıyla). CASUSortalama, model 1’de bir aylık mortalite ile bağımsız olarak ilişkili bulundu (HR 1.25 (1.14–1.37) (p<0.001).
TARTIŞMA: Sonuç olarak, CASUSortalama’daki artış, bir aylık mortalitenin temel prediktörüdür. CASUSortalama değeri 8.3’ün üzerinde, hastalar ölüm dahil önemli istenmeyen olaylar açısından daha dikkatli izlenmelidir.

14. 
Akut kolesistit şiddeti (Tokyo 2018 kılavuzu) erken veya geç kolesistektomi kararını etkilemeli mi?
Should the severity of acute cholecystitis (Tokyo 2018 guideline) affect the decision of early or delayed cholecystectomy?
Yunus Dönder, Saliha Karagöz Eren
PMID: 36043925  PMCID: PMC10315959  doi: 10.14744/tjtes.2021.50241  Sayfalar 1305 - 1311
AMAÇ: Akut kolesistit nedeniyle başvuran hastalarda yatış anında yapılan (erken kolesisitektomi) ile gecikmiş kolesistektomi arasındaki komplikasyon oranlarını karşılaştırmak, aynı zamanda kolesistit şiddetinin kolesistektomi zamanlamasına etkisi olup olmadığını incelemeyi amaçladık. GEREÇ VE YÖNTEM: Çalışma geriye dönük olarak planlandı ve hastanemiz etik kurul onayı alındı. Üçüncü basamak hastanemize akut kolesistit ile başvuran hastaların bilgileri hastane veri tabanından tarandı. Hastalar akut kolesistit nedeniyle acile başvuran, erken ve geç dönem kolesistektomi yapılan gruplar olarak ikiye ayrıldı. Akut kolesistit şiddetini belirlemek için Tokyo 2018 akut kolesistit rehberi kullanıldı. Hastaların ameliyat öncesi-sonrası verileri incelendi ve komplikasyonları değerlendirildi.
BULGULAR: Çalışmaya dahil edilme kriterlerini karşılayan 158 hastanın verileri geriye dönük olarak incelendi. Geç dönem kolesistektomi ile karşılaştırdığımızda, erken dönem kolesistektomi yaptığımız hastalarda komplikasyon oranları artmıştır (sırasıyla %8.1, %32.2 p<0.001). Tokyo 2018 rehberine göre akut kolesistit şiddeti Tokyo 1, 2 ve 3 olarak gruplandırıldığında Tokyo 1 olan hastalarda erken dönemde, geç dönem kolesistektomi yapılanlara göre daha fazla komplikasyon gözledi (sırasıyla, %22.6, %4.2, p=0.004). Komplikasyonlar incelendiğinde özellikle pulmoner emboli, pnömoni, intra abdominal apse gelişimi, sepsis ve yara yeri enfeksiyonunun erken dönem ameliyat edilenlerde anlamlı olarak daha yüksek olduğu görülmüştür. Komplikasyonlar üzerine etkili olan etkenler incelendiğinde Tokyo skorunun 2 ve üzeri olması (OR: 4.161), kreatin yüksekliği (OR: 5.496) ve ek hastalık varlığı (OR: 4.238) komplikasyon gelişim riskini arttırmaktadır.
TARTIŞMA: Tokyo 2 ve üzeri hastalar, Tokyo 1 olan hastalarla karşılatırıldığında kolesistektomi sonrası daha fazla komplikasyon gelişmektedir. Erken dönem ameliyat edilen hastalarda ise Tokyo 1 kolesistitli hastalarda daha fazla komplikasyon geliştiği görülmüştür. Kolesitektomi zamanlamasını belirlemede akut kolesistit şiddetinin etkisini belirlemek için ileri çalışmalara ihtiyaç vardir.

15. 
Hastalarda basit ev yapımı fantomların ultrason eşliğinde venöz erişimin güvenirliliğini ve girişimsel performansını arttırması
Homemade phantoms improve ultrasound-guided vein cannulation confidence and procedural performance on patients
Mustafa Sabak, Ameer Al-Hadidi, Luay Demashkieh, Suat Zengin, Wael Hakmeh
PMID: 36043933  PMCID: PMC10315958  doi: 10.14744/tjtes.2022.74712  Sayfalar 1312 - 1316
AMAÇ: Ultrason eşliğinde venöz erişim, acil tıpta önemli bir beceridir. Ticari ultrason fantomlarının fahiş fiyatları, asistanları yeterince eğitme yeteneğini sınırlamaktadır. Tıp eğitiminde basit ev yapımı fantomların klinik yararını araştırdık.
GEREÇ VE YÖNTEM: Acil asistanlarının yarısı, toplam 14 penrose drenli, iki basit ev yapımı ultrason fantomu kullanılarak yapılan bir eğitim kursu öncesi ve diğer yarısı kurs sonrasında vasküler girişim yapmıştır, 18 acil tıp asistanının her biri hastalar üzerinde ultrason eşliğinde 10 IV girişimde bulunmuştur. Hastalar üzerinde IV girişimlerinin güven ve başarı oranlarını karşılaştıran eğitim öncesi ve sonrası anketleri kullanarak ileriye yönelik bir fizibilite çalışması yaptık.
BULGULAR: Asistanlar, ultrason eşliğinde başarılı periferik venöz kanülasyonlarında ilk beş denemede ortalama %47.8’den son 5 denemede %71.1’e kadar bir iyileşme gösterdiler. İlk ile beşinci denemelerden veya altı ila onuncu girişimlerden hiçbir yarar saptanmadı, bu da erken dönem deneyimden minimum fayda sağladığını göstermektedir. Asistanlar, hastalara ultrason eşliğinde venöz kanülasyon uygulanması, doğru probu belirleme, kuvvet ve derinliği ayarlama, damarları kısa ve uzun eksende görselleştirme, arterleri damarlardan ayırt etme ve fantom model üzerinde venöz kanülasyon gerçekleştirmesi konusunda artan güven bildirdiler.
TARTIŞMA: Basit ev yapımı ultrason fantomları uygun maliyetlidir, güveni artırır ve acil tıp asistanlarının ultrason eşliğinde venöz kanülasyonu yapma becerisini geliştirir.

16. 
Tekrarlayan kronik invajinasyonlarda tedavi yaklaşımlarımız
Our treatment approaches in recurrent chronic intussusceptions
Mesut Demir, Melih Akin, Aydın Ünal, Meltem Kaba, Nihat Sever, Ali ihsan Dokucu
PMID: 36043927  PMCID: PMC10315964  doi: 10.14744/tjtes.2022.56954  Sayfalar 1317 - 1322
AMAÇ: İnvajinasyon, 6 ay ile 36 ay arasında en sık görülen intestinal obstrüksiyon nedenidir. Hastaların %75–90’ında tanımlanmış bir etiyoloji yoktur. Tüm invajinasyonların %5–16’sında tekrarlayan invajinasyon görülür ve bu hasta grubunda tedavi stratejisi tartışmalıdır. Tekrarlayan invajinasyonun tedavisi, herhangi bir lead point bulunamadığında zorlu bir problemdir.
GEREÇ VE YÖNTEM: Tekrarlayan invajinasyondaki 10 yıllık deneyimimizi gözden geçirmeyi ve herhangi lead point olmayan tekrarlayan invajinasyon olguları için yeni bir ameliyat tekniği tanımlamayı amaçladık.
BULGULAR: 2007–2017 yılları arasında çocuk cerrahisi kliniğimizde tekrarlayan invajinasyonlu hastaların verilerini geriye dönük olarak inceledik. Tüm hastalara ultrason eşliğinde hidrostatik redüksiyon (UGHR) uygulandı. Akut karın ve tam bağırsak tıkanıklığı bulguları olan veya tanı amaçlı iki başarısız UGHR girişimi olan hastalara, bulgulara ve yaşına göre patolojik bir lead pointten şüpheleniliyorsa cerrahi uygulandı. Cerrahın tercihi ve tecrübesine göre laparoskopi veya laparotomi uygulandı. Toplam 87 UGHR gerçekleştirildi. Otuz üç hasta tekrarlayan invajinasyon nedeniyle kliniğimize başvurdu. Yaş ortalaması 12.75±14.14 (6–84) ay olup, 19’u erkek, 14’ü kadındı. Karın ağrısı, ajitasyon ve kusma yaygın semptomlardı. Otuz üç hastanın tamamına en az iki farklı durumda UGHR uygulandı. Birinci ve ikinci UGHR tedavileri arasındaki süre 42.6±186.19 (0–899) gündü. İkinci UGHR’nin başarı oranı 33 hastadan 27’si (%81.8) idi. Tekrarlayan invajinasyonları olan bir hastaya laparoskopi yardımlı ileal katlama ve çekum duvarına fiksasyon uygulandı. Önce apendektomi, ardından 4/0 poliglaktin sütürlerle çekal fiksasyon ile ileal katlama yapıldı. Dikişler, komşu terminal ileal ansların serozal tabakaları ile çekal duvar arasına yerleştirildi.
TARTIŞMA: Tedaviye dirençli çoklu tekrarlayan invajinasyonları olan hastalarda kalıcı çözümler bulmaya çalışılmalıdır. Lead pointin cerrahi olarak çıkarılması, tekrarlayan invajinasyonu önlemeye yardımcı olacaktır. Yineleyen hastalarda bile ultrason eşliğinde hidrostatik redüksiyon ile tatmin edici sonuçlar elde edilebilir. Laparoskopi, tekrarlayan invajinasyonun tanısında, lead point saptanmasında ve tedavisinde yardımcıdır. Bu yeni ameliyat tekniği, herhangi bir lead point olmayan tekrarlayan invajinasyonlar için tatmin edici olabilir.

17. 
Açık redüksiyon ve internal fiksasyonla tedavi edilen pelvis-asetabulum kırıklarında traneksamik asit kan transfüzyonu ve kanama miktarlarını nasıl etkiler?
How does tranexamic acid affect blood transfusion and bleeding amount in pelvis-acetabulum fractures treated with open reduction and internal fixation?
Sezgin Bahadır Tekin, Ibrahim Halil Demir, Bahri Bozgeyik, Ahmet Mert
PMID: 36043923  PMCID: PMC10315960  doi: 10.14744/tjtes.2021.45843  Sayfalar 1323 - 1327
AMAÇ: Bu çalışmada intravenöz traneksamik asidin açık redüksiyon ve internal fiksasyon ile tedavi edilen pelvis-asetabulum kırıklarında kan kaybı ve transfüzyon oranları üzerine etkisini araştırmak amaçlandı.
GEREÇ VE YÖNTEM: Ocak 2017–Ocak 2019 tarihleri arasında pelvis-asetabulum kırığı nedeniyle açık redüksiyon ve internal fiksasyon yapılan hastalar bu çalışmanın hedef popülasyonunu oluşturdu. Dahil etme ve dışlama kriterleri uygulandıktan sonra hastalar iki gruba ayrıldı: perioperatif olarak 15 mg/kg traneksamik asit verilenler (Grup 1) ve verilmeyenler (Grup 2). Yaş, cinsiyet, yaralanma mekanizması, kırık tipi, ek yaralanmaların varlığı veya yokluğu, yatış ve ameliyat arasındaki zaman aralığı, insizyoni, ameliyat öncesi ve sonrası hemoglobin seviyeleri, ameliyat sırasında tahmini kan kaybı (EBL), transfüze edilen kan ünitesi sayısı verileri ve komplikasyonlar kaydedildi. Bu parametreler açısından iki grup karşılaştırıldı. BULGULAR: Çalışma grubu 58 hastayı içeriyordu. Grup 1’de 30 hasta, Grup 2’de 28 hasta vardı. Analizimiz, Grup 2’de transfüzyon yapılan kan ünitesi sayısının Grup 1’e göre anlamlı olarak daha yüksek olduğunu ortaya koydu (p=0.016). Bununla birlikte, intraoperatif EBL, ameliyat öncesi ve sonrası hemoglobin düzeyleri ve başvuru ile cerrahi arasındaki zaman aralığı açısından iki grup arasında anlamlı bir fark yoktu.
TARTIŞMA: İntravenöz traneksamik asit uygulaması, açık redüksiyon ve internal fiksasyon ile tedavi edilen pelvis-asetabulum kırıklı hastalarda kan transfüzyonu ihtiyacını azaltmaktadır. Bu yaklaşım, kan nakline bağlı olası komplikasyonları önleyebilir.

18. 
İntertrokanterik femur kırıklarında anterior ve medial redüksiyonu sağlayan minimal invaziv basit bir teknik: Bir olgu kontrol çalışması
A simple minimally invasive technique providing anterior and medial reduction in intertrochanteric femur fractures: A case–control study
Serdar Kamil Çepni, Ali Şişman, Suat Batar
PMID: 36043924  PMCID: PMC10315945  doi: 10.14744/tjtes.2022.46706  Sayfalar 1328 - 1334
AMAÇ: İntertrokanterik kırıkların AO/OTA 31-A2.2/A2.3 kırık tiplerinde kullanılan Verbrugge minimal invaziv tekniğinin klinik ve radyolojik sonuç-larını, traksiyon masasında yapılan kapalı redüksiyon tekniği ile kıyaslamaktır.
GEREÇ VE YÖNTEM: Çalışma geriye dönük olarak dizayn edildi. 2017–2020 yılları arasında kliniğimize intertrokanterik kırık nedeniyle başvuran 671 hasta değerlendirildi. Bu hastalardan; 70 yaş üzeri olan, bir yıldan uzun takipleri mevcut olan, kırık tipi AO/OTA 31-A2.2/A2.3 olan ve tarafımızca intramedüller çivileme uygulananlar çalışmaya dahil edildi. Bu kriterleri sağlamayan, patolojik kırığı olan, açık kırığı olan, geçirilmiş kalça operasyonu hikayesi olan hastalar çalışma dışı bırakıldı. Toplam 177 olgunun bu çalışmaya uygun olduğu tespit edildi. Hastalar; operasyonda Verbrugge minimal invaziv tekniği ile redüksiyon sağlananlar (Verbrugge reduction group, VRG) ve traksiyon masası ile kapalı redüksiyon sağlananlar (convantionel reduction group, CRG) olarak iki gruba ayrıldı. Radyolojik olarak redüksiyon kalitesi modifiye Chang yöntemi ile değerlendirildi, varus redüksiyon oranları karşılaştırıldı. Klinik sonuçlarda ise tam yük ile mobilizasyon zamanı, komplikasyon oranları, Harris Kalça Skoru (HHS) karşılaştırıldı. BULGULAR: Verbrugge minimal invaziv tekniği ile redüksiyon sağlanan olgularda, traksiyon masasında redüksiyon sağlanan gruba göre varus mal-redüksiyonunun daha az görüldüğü, daha başarılı redüksiyon kalitesi elde edildiği, hastaların daha erken dönemde mobilize edilebildiği ve HHS’nin daha yüksek olduğu tespit edildi. Ameliyat süresi ve komplikasyonlar arasında anlamlı fark tespit edilmedi.
TARTIŞMA: Verbrugge yönteminin, traksiyon masasi ile kapalı redüksiyonun yeterli görülmediği tüm AO/OTA 31-A2.2 /A2.3 intertrokanterik fe-mur kırıklarında kullanılabilecek; kırık redüksiyonunun kalitesini arttıran ve ameliyat boyunca korunmasını sağlayan, komplikasyon oranları açısından konvansiyonel redüksiyon yöntemi ile benzer, efektif bir teknik olduğu düşünülmektedir.

19. 
Hangisi daha tehlikeli, deprem mi yoksa panik mi? 24 Ocak 2020 Elazığ/Türkiye depremiyle ilişkili kas iskelet yaralanmalarının değerlendirilmesi
Which is more dangerous, earthquake, or the panic?Evaluation of the 24 January 2020 Elazig/Türkiye earthquake related musculoskeletal injuries
Emre Ergen, Oğuz Kaya, Özgür Yılmaz, Hüseyin Utku Özdeş, Ömer Cihan Batur, Serdar Karaman, İsmail Güzel, Okan Aslantürk, Mustafa Karakaplan
PMID: 36043928  PMCID: PMC10315942  doi: 10.14744/tjtes.2021.57606  Sayfalar 1335 - 1339
AMAÇ: Bu çalışmanın amacı, 24 Ocak 2020 Elazığ/Türkiye depremine bağlı kas-iskelet yaralanmaları ve tedavi protokollerini değerlendirmektir. GEREÇ VE YÖNTEM: İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi, Elazığ Eğitim ve Araştırma Hastanesi ve Malatya Eğitim ve Araştırma Hastanesi acil servislerine depremden sonraki ilk 48 saat içerisinde başvuran hastaların verileri geriye dönük olarak değerlendirildi. Yaş, cinsiyet, yumuşak doku yaralanmaları ve bölgeleri, kırık bölgeleri ve tipleri, kırık etiyolojisi ve tedavi yöntemleri değerlendirildi.
BULGULAR: İki yüz kırk yedi hasta değerlendirildi. Yüz on sekizi kadın, 139’u erkekti. Yirmi dört (%9.7) pediatrik hasta vardı. Ortalama yaş 37.3 (1–92) yıldı. Yaralanmaların çoğu basit yumuşak doku yaralanmalarıydı. Seksen altı hastada 103 kırık vardı. Otuz sekiz hastanın kırığı cerrahi olarak tedavi edildi.
TARTIŞMA: Her büyük afet, geçmişe dönük çalışmaları hakeder, böylece acil sağlık hizmetlerinin tüm seviyelerini nasıl iyileştireceğimizi öğrenebiliriz. Depremzedelerin büyük bir kısmında burkulma, yırtılma veya kontüzyon gibi sadece basit yumuşak doku yaralanmaları vardı. Depremin getirdiği yıkımla dolaylı olarak ilgili nedenlerle birçok hasta yaralandı. Depremin neden olduğu panik, getirdiği yıkımdan daha fazla yaralanmaya neden oldu.

20. 
Non-operatif tedavi edilen Tip II suprakondiler humerus kırıklarında redüksiyon kaybı ile ilişkili risk faktörleri
Risk factors related reduction loss in nonoperatively treated Type II supracondylar humerus fractures
Timur Yıldırım, Muhammed Bilal Kürk, Evren Akpınar, Ahmet Sevencan
PMID: 36043929  PMCID: PMC10315956  doi: 10.14744/tjtes.2021.61350  Sayfalar 1340 - 1346
AMAÇ: Ekstansiyon Tip II suprakondiler humerus kırıkların optimal tedavi yöntemi seçimi üzerindeki tartışmalar sürmektedir. Çoğu hasta kapalı redüksiyon ve alçılama ile başarılı şekilde tedavi edilse de bir grup hastanın başlangıçta elde edilen redüksiyonu alçıda kaldığı süre boyunca kaybedilir. Bu çalışmanın amacı redüksiyon kaybına neden olan risk faktörlerinin tespitidir.
GEREÇ VE YÖNTEM: 2012–2018 yılları arasında kapalı redüksiyon ve alçı tespiti ile tedavi ettiğimiz 103 Tip II ekstansiyon suprakondiler humerus kırığı hastasının verilerini geriye dönük olarak inceledik. Redüksiyon kaybına neden olan hasta değişkenleri, kırık oblisitesi ve metafiz parçalanması gibi kırık karakter özellikleri, tespit yöntemi ve alçıya ait parametreleri değerlendirdik.
BULGULAR: İncelenen 103 hastanın 62’si erkek, 41’i kız yaş ortalaması ise 5.4±2.5 (aralık, 2–11.6) yıl idi. Seksen bir hasta (%79) kapalı redüksiyon ve alçı tespiti ile başarılı şekilde tedavi edilirken, 22 (%21) hastada redüksiyon kaybı izlendi. Sagittal planda high oblique kırıkların redüksiyon kaybı oranı transvers olanlara göre 3.17 kat yüksekti (%95 CI: 0.99–10.03, p<0.05). Metafizer parçalanma olan kırıklarda redüksiyon kaybı riski 6.5 kat yüksek bulundu (%95 CI: 1.6–26.5, p<0.01). Redüksiyon kaybı ile Gartland subtipi, cinsiyet, yaş, başlangıçtaki rotasyon varlığı, alçı açısı ve yumuşak doku/alçı iç çap genişliği oranları arasında anlamlı ilişki bulunmadı.
TARTIŞMA: Çalışma grubumuzdan elde ettiğimiz sonuçlara göre ekstansiyon Tip II kırıklar kapalı redüksiyon ve alçılama ile %79 oranında başarılı şekilde tedavi edilebilir. Sagittal plan oblisitesi ve metafiz parçalanması redüksiyon kaybı için Gartland subtipinden bağımsız risk faktörleridir.

OLGU SERISI
21. 
Üst ekstremite inatçı kırık kaynamaması tedavisinde serbest periostal medial femoral kondil flebinin kullanılması
The free medial femoral condyle periosteal flaps for the treatment of recalcitrant upper limb long bones nonunion
Ali Özdemir, Egemen Odabaşı, Mehmet Ali Acar
PMID: 36043917  PMCID: PMC10315963  doi: 10.14744/tjtes.2021.25032  Sayfalar 1347 - 1352
AMAÇ: İnatçı kırık kaynamaması tedavisi zor, birden çok cerrahi gerektirebilen, bazen periost flepleriyle tedavi gerektirebilen bir durumdur. Periost flepleri kullanımı henüz yaygın olmayan kemik defekti bulunmayan kaynamalar için tercih edilebilen bir yöntemdir. Bu çalışmanın amacı, üst ekstremite uzun kemiklerin inatçı kaynamamalarının tedavisi için medial femoral kondil periost flebi ile ilgili deneyimimizi sunmaktır.
GEREÇ VE YÖNTEM: 2015–2019 yılları arasında üst ekstremitede kemik kaynamaması olan serbest medial femoral kondil periosteal flep ile tedavi edilen yedi hasta geriye dönük değerlendirildi. Daha önce implant revizyonu ve nonvasküler greftleme işlemleri yapılmış ve başarısız olunmuş atrofik kaynamama görülen hastalardan oluşmaktadır. Bunların ikisi humerus, üçü ulna, biri radius ve biri klavikula daydı. Hastaların demografik verileri, kay-namama özellikleri, komplikasyonları ve radyografik bulguları değerlendirildi. Fonksiyonel sonuçlar kol, omuz ve el skorlarına göre değerlendirildi. BULGULAR: Ortalama yaş 41 (23–60), ortalama takip süresi 33 aydı (16–56). Kaynamama süresi 9–24 ay arasında değişiyordu. Ek cerrahi prose-düre gerek duyulmadı. Bir hastanın donör bölgesinde hematom gelişti ve cerrahi drenaj gerektirdi. Bir hastada diz medial kollateral bağ yaralanması meydana geldi. Hastaların hepsinde ortalama üç aylık bir sürede (2–7) kaynama görülmüştür. Ameliyat öncesi Q-DASH skoru 56 (33–95) ve ameliyat sonrası kontrol Q-DASH skoru 5 (0–33) idi ve istatistiksel olarak anlamlıydı (p=0.017). Tüm hastaların fonksiyonel sonuçları, kol, omuz ve eldeki engellerle doğrulandığı üzere iyileşmiştir.
TARTIŞMA: Medial femoral kondil periosteal flep inatçı kaynamama durumlarında tercih edilen bir tedavi seçeneği sunar. Bu flep, diğer fleplere göre komorbiditesi düşük, atrofik kaynamamalarda yeniden kanlanma ve kemik oluşumu için uygun bir seçenektir.

KLINIK ÇALIŞMA
22. 
Ağır biliyer pankreatit olgularında lenfopeni varlığının geç dönem komplikasyon gelişimi ile ilişkisi
The relationship between lymphopenia and development of late complications in severe acute pancreatitis
Feyza Aşıkuzunoğlu, Adnan Özpek
PMID: 36043916  PMCID: PMC10315954  doi: 10.14744/tjtes.2021.23904  Sayfalar 1353 - 1358
AMAÇ: Bu çalışmada ağır akut pankreatit (AP) olgularında hangi hastaların geç dönem komplikasyon geliştireceğini ön görebilmek hedeflendi. Böylece bu hastalarda tartışmalı olan kolesistektomi zamanlaması ile ilgili karar alma sürecini kolaylaştırabiliriz. Diğer taraftan ağır AP hastalarında gelişen lenfopeninin mekanizması ve bunun prognoza etkisi aydınlatılmaya çalışıldı.
GEREÇ VE YÖNTEM: Ocak 2013 ve Ocak 2018 tarihleri arasında hastanemizde yatarak tedavi edilen ağır bilier pankreatit tanılı 163 hastanın kayıtları geriye dönük olarak incelendi. Hastaların demografik verileri, geliş ve 48. saat lenfosit yüzdeleri kayıt edildi. Yatış tarihinden itibaren 7–10. günler arası çekilen İV-Oral kontrastlı bilgisayarlı batın tomografileri ile birinci ay ve takip tomografileri incelendi. Bu verilerden herhangi biri eksik olan hastalar çalışma dışı bırakıldı. Hastalar komplikasyon gelişen ve gelişmeyen olarak 2 gruba ayrıldı; Group 1 herhangi bir geç dönem komplikasyon bulgusu olmayan hastalar, grup 2 ise 1. ay BT’de WON (Walled of Necrosis) veya psödokist geliştiren hastalar olarak tanımlandı. Grup 1’de 134, grup 2’de 29 hasta yer aldı. Çalışmada yer alan hastaların 89’u kadın, 78’i erkekti.
BULGULAR: Gruplar arasında cinsiyet ve yaş açısından fark saptanmadı (p>0.05). Grup 2’nin hastane yatış sürelerinin grup 1’den anlamlı ölçüde uzun olduğu saptandı. Gruplar arasında geliş lenfosit değerleri açısından istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmadı (p>0.05). Grup 2’in 48. saat lenfosit değerleri, Grup 1’den istatistiksel olarak anlamlı düzeyde düşük bulundu (p=0.000; p<0.05). 48. saatte belirgenleşen lenfopeni geç dönem komplikasyon geliştirme riski ile ilişkili olarak değerlendirildi.
TARTIŞMA: Ağır biliyer pankreatitte ilk 48 saatte görülen lenfopeni ile geç dönem gelişen komplikasyonlar arasında anlamlı bir ilişki vardır. 48. saatte lenfopeni görülmüyor ise geç dönem komplikasyon gelişmeyeceğini ve bu hasta gurubunda da erken kolesistektominin güvenle yapılabileceğini söyleyebiliriz. Ağır pankreatitte 48. saatte görülen lenfopeni ile geç dönem komplikasyon gelişimi arasında anlamlı bir ilişki vardır.

OLGU SUNUMU
23. 
Fizyel bar oluşumuna bağlı ayak bileği varus deformitesinin tedavisi: Olgu sunumu
Treatment of ankle varus deformity due to physeal bar formation: A case report
Mahmut Tunçez, Cemal Kazımoğlu
PMID: 36043930  PMCID: PMC10315952  doi: 10.14744/tjtes.2020.67179  Sayfalar 1359 - 1362
Kırık sekeli sonrası oluşan fizyel barın neden olduğu ayak bileği deformitelerinin tedavisi karmaşıktır. Her hasta, deformite ve bar konumunun şiddetine göre ayrı ayrı tedavi edilmelidir. Biz distal tibial epifizde geçirilmiş travmaya bağlı meydana gelen varus deformitesi ve bar oluşumu olan 11 yaşındaki erkek hastanın bar rezeksiyon tekniği ile başarılı tedavisini sunduk. Tibia distal açık kama osteotomi, fibula kapalı kama osteotomi, bar rezeksiyonu ve otojenik yağ dokusu interpozisyonu uygulandığımız hasta herhangi bir komplikasyon olmaksızın dördüncü yılını doldurdu. Bar rezek-siyon tekniğinin ciddi ayak bileği deformitesinde bile olumlu sonuçlar verdiğini düşünüyoruz.

24. 
Distal pankreas ile birlikte torsiyone olan gezici dalak
Wandering spleen, which is torsioned with the distal pancreas
Mustafa Sentürk, Yavuz Selim Kasikci
PMID: 36043920  PMCID: PMC10315951  doi: 10.14744/tjtes.2021.34288  Sayfalar 1363 - 1365
Akut karın ağrısının birçok nedeni vardır. Bunlardan birisi de dalak torsiyonudur. Distal pankreas ve dalağın birlikte torsiyone olduğu ve splenektomi uygulanan bir olguyu literatür ışığında tartışmayı amaçladık. On dokuz yaşında erkek hasta ani başlangıçlı karın ağrısı sonucu başvurusunun ardından fizik muayene ve görüntüleme sonucunda dalak torsiyonu saptanması üzerine hasta acil ameliyata alınarak splenektomi yapıldı. Dalak torsiyonu sonucu yaşamı tehdit eden komplikasyonlar gelişebileceğinden erken tanı önemlidir. Dalak iskemisi olan hastalarda acil cerrahi yapılmalıdır. Dalak ile birlikte pankreasın da torsiyone olabileceği unutulmamalıdır. Cerrahların pankreasın yaralanmasını önlemek için splenektomi sırasında dikkatli olmaları gerekir.