DENEYSEL ÇALIŞMA | |
1. | Tavşan yara modelinde RT-PCR yöntemi ile seri olarak ölçülen plazma ve doku fibronektin EIIIB splice değerlerinin ölçümleri Assessment of plasma and tissue fibronectin EIIIB splice variant expressions measured serially using RT-PCR in a wound model of rabbits Neşe Kurt Özkaya, Umut Zereyak, Kübra Açıkalın Coşkun, Yusuf Tutar, Sarper YılmazPMID: 32589243 doi: 10.14744/tjtes.2020.25260 Sayfalar 497 - 502 AMAÇ: Fibronektin (FN), hücre dışı matriksin vazgeçilmez bir parçasıdır. Rejenerasyon veya yara iyileşmesi sırasında FN’nin plazma formu, geçici bir fibrin-FN matrisi oluşturmak için fibrin pıhtılarına dahil olur ve ayrıca lokal olarak sentezlenen hücresel FN, yaralı dokuyu rejenere etmek için pıhtıya göç eder. Bu çalışmada tavşanlarda deneysel yara iyileşme modelinde yara dokusu EIIIB ve plazma EIIIB ekspresyon düzeylerini incelemeyi amaçladık. GEREÇ VE YÖNTEM: Plazma ve doku EIIIB ekspresyon düzeyleri, tavşanların kutanöz yara modelinde RT-qPCR ile seri olarak ölçüldü. BULGULAR: Doku FN ekspresyonu 3. günden başlayarak arttı, 6. ve 9. günlerde artmaya devam etti, azalmaya başlamadan önce 12. günde maksimum ekspresyona ulaştı. Doku seviyelerinin aksine, plazma FN seviyeleri ekspresyon başlangıç değerlerine döndüğünde 15. güne kadar kademeli olarak azaldı. TARTIŞMA: Sonuç olarak, mevcut çalışmanın bulguları, yara iyileşmesi sırasında doku EIIIB ekspresyon seviyesinin arttığını desteklemektedir; plazma EIIIB ekspresyon seviyesi minimum düzeyde azalır. Bu, plazma FN’nin geçici olarak ECM oluşumuna yardımcı olduğu raporların aksine değerlerdir. Bu nedenle verilerimiz, yara iyileşme sürecini hızlandırmada EIIIB’nin doku düzeyinde önemli bir rol oynadığını göstermektedir. Ayrıca, deneyde kullandığımız ölçme yöntemimiz olan RT-qPCR yöntemi, antikor bazlı yöntemlere kıyasla daha doğru ve kesin sonuçlar sağlayabilir. |
2. | Sıçanlarda asetik asitle indüklenen kolit üzerine sarımsak yağının etkileri: Sarımsak yağı ve deneysel kolit Effects of garlic oil (allium sativum) on acetic acid-induced colitis in rats: Garlic oil and experimental colitis Yusuf Tanrıkulu, Ceren Şen Tanrıkulu, Fahriye Kılınç, Murat Can, Fürüzan KöktürkPMID: 32589234 doi: 10.14744/tjtes.2019.01284 Sayfalar 503 - 508 AMAÇ: Enflamatuvar bağırsak hastalığı (EBD) önemli bir sağlık sorunudur. Hastalığın patogenezinde ileri sürülen en önemli hipotezler bağırsak florasındaki bakterilere karşı tolerans kaybı ve immün yanıtın bozulmasıdır. Çok geniş araştırmalara rağmen, EBD’nin tedavisi hala zordur. Bu çalışmada deneysel kolit modelinde sarımsak yağının (GO) etkilerinin araştırılması amaçlandı. GEREÇ VE YÖNTEM: Yirmi sekiz sıçan rastgele dört eşit gruba ayrıldı; grup 1 (sham), grup 2 (kontrol), grup 3 (topikal tedavi grubu) ve grup 4 (topikal ve sistemik tedavi grubu). Grup 2, 3 ve 4’te asetik asitle indüklenen kolit modeli oluşturuldu. Grup 2’ye salin, grup 3’e topikal GO ve grup 4’e topikal ve sistemik GO verildi. BULGULAR: Hidroksiprolin seviyeleri tedavi gruplarında kontrol grubundan daha düşüktü. Grup 3’teki TNF-α seviyeleri kontrol grubuna göre anlamlı olarak düşüktü. Makroskopik skorları grup 4’te kontrol grubundan anlamlı olarak düşüktü. Tedavi grupları ve kontrol grubu arasında epiteliyal kayba göre anlamlı fark gözlendi. TARTIŞMA: Sarımsak yağı asetik aside bağlı kolit modelinde kolonik hasarı ve enflamasyonu azaltır. Bu etki, topikal uygulamada daha belirgin olmakla birlikte hem topikal hem de sistemik uygulamada ortaya çıkmaktadır. |
3. | Sıçan ekstremite modelinde iskemi reperfüzyon üzerine sugammadeks’in etkisi Effects of sugammadex on ischemia reperfusion in a rat extremity model Ali Alagöz, Semih Küçükgüçlü, Nilay Boztaş, Volkan Hancı, Esin Yuluğ, Ali Rıza ŞişmanPMID: 32589239 doi: 10.14744/tjtes.2019.12524 Sayfalar 509 - 516 AMAÇ: Çalışmamızın hipotezi, sugammadeks’in sıçanlarda iskemi reperfüzyon (İ/R) hasarına karşı koruyucu etkinliğe sahip olmasıdır. GEREÇ VE YÖNTEM: Çalışmaya 28 erkek Wistar Albino sıçanı dahil edildi. Sıçanlar dört gruba ayrıldı. Sham grubuna anestezi uygulaması dışında bir girişim uygulanmadı. Kontrol grubuna 3 saat iskemi ve 24 saat reperfüzyon uygulandı. Sgdks4 grubu ve Sgdks 16 grubu, intravenöz olarak sırasıyla 4 mg/kg ve 16 mg/kg sugammadeks aldı ve ardından reperfüzyon uygulandı. Histopatolojik inceleme ve serum kreatin kinaz (CK), laktat dehidrojenaz (LDH), serum ve doku malondialdehid (MDA) ve süperoksit dismutaz (SOD) analizleri yapıldı. BULGULAR: Sham grubu ve kontrol grubu karşılaştırıldığında, histopatolojik olarak istatistiksel olarak anlamlı farklılıklar vardı (p<0.01). Sgdks4 grubu ile sham ve kontrol grupları arasında histopatolojik olarak anlamlı fark yoktu (p>0.01). Sgdks16 grubu ile sham grubu arasında histopatolojik olarak anlamlı bir fark vardı (p<0.01). Sham ve kontrol grupları arasında CK ve LDH düzeyleri açısından anlamlı fark vardı (p<0.01). Kontrol grubu ile Sgdks4 grubu arasında CK düzeyleri arasında ve kontrol grubu ile Sgdks16 grubu arasında CK ve LDH düzeylerinde anlamlı bir fark vardı (p<0.01). TARTIŞMA: Çalışmamızda, sıçanlarda tek taraflı alt ekstremite İ/R yaralanması üzerine 4 mg/kg sugammadeks’in histolojik ve biyokimyasal koruyucu etkileri incelendi. 4 mg/kg sugammadeks dozunun 16 mg/kg dozdan daha etkili olduğunu görüldü. |
4. | İki darbe modelinde spesifik ve non-spesifik fosfodiesteraz inhibitörleri ve N-asetilsisteinin oksidatif stres ve uzak organ hasarına etkisi The effects of specific and non-specific phosphodiesterase inhibitors and N-acetylcysteine on oxidative stress and remote organ injury in two-hit trauma model Özdemir Özer, Uğur Topal, Metin ŞenPMID: 32589233 doi: 10.14744/tjtes.2019.00570 Sayfalar 517 - 525 AMAÇ: Sepsis enfeksiyona karşı oluşan sistemik bir enflamatuvar yanıttır ve morbidite ve mortalitenin ana nedenlerinden biridir. Travma sonrası ikinci darbe artmış enflamatuvar yanıta ve çoklu organ yetersizliğine (ÇOY) neden olur. Yanık hasarı sonrası gelişen enfeksiyon iki darbe travma çalışması için uygun bir modeldir. Sepsis çoklu organ yetersizliğinde anahtar rol oynayabilecek lipid peroksidasyonuna neden olan serbest oksijen radikalleri (SOR) gibi biyokimyasal mediyatörlerin salınımına neden olur. Biz bu çalışmada iki darbe modelinde fosfodiesteraz (PDE) inhibitörleri (sildenafil, milrinon, pentoksifilin) ve N-asetilsisteinin (NAS) oksidatif stres ve organ hasarı üzerindeki etkilerini araştırmayı amaçladık. GEREÇ VE YÖNTEM: Bu deneysel çalışmada 40 sıçanda %30’luk haşlama yanığı oluşturulduktan 72 saat sonra çekal ligasyon ve ponksiyon (CLP) yöntemi ile peritonit oluşturuldu. Sıçanlar her biri sekiz sıçandan oluşan beş gruba ayrıldı. Grup I: Tedavi uyulanmadı; Grup II: CLP sonrasında 72 saat boyunca 10/mg/kg gün dozunda intraperitoneal (i.p) sildenafil tedavisi uygulandı; Grup III: CLP sonrasında 72 saat boyunca 1/mg/kg gün dozunda i.p milrinon tedavisi uygulandı; Grup IV: CLP sonrasında 72 saat boyunca 150/mg/kg gün dozunda i.p NAS tedavisi uygulandı; Grup V: CLP sonrasında 72 saat boyunca 50/mg/kg gün dozunda i.p pentoksifilin tedavisi uygulandı. Tüm sıçanlar deneyin yedinci gününde sakrifiye edildi. Malondialdehit (MDA), glutatyon peroksidaz (GPx), süperoksit dismutaz (SOD), katalaz, tümör nekröz faktör alfa (TNF-α), düzeyleri ve histopatolojik çalışma için doku (akciğer, böbrek) ve serum örnekleri alındı. BULGULAR: Kontrol grubu ile karşılaştırıldığında tedavi edilen tüm gruplarda doku hasar skoru düşük bulundu. Sildenafil, milrinon ve NAS gruplarında böbrek GPx düzeyi kontrol grubuna göre yüksek bulundu. Akciğer dokusunda milrinon ve pentoksifilin gruplarında SOD kontrol grubuna göre yüksek bulunurken milrinon ve NAS ile GPx düzeyi yüksek bulundu. Böbrekte pentoksifilin ve milrinon gruplarında TNF-α düzeyi kontrol grubuna göre düşük bulundu. TARTIŞMA: Bu deneysel çalışma iki darbe modelinde PDE inhibitörleri ve NAS’nin oksidatif stres düzeyini ve uzak organ hasarını azaltıcı etkileri olduğunu göstermiştir. Bu konu üzerinde ileri klinik ve deneysel çalışmalara ihtiyaç vardır. |
KLINIK ÇALIŞMA | |
5. | Künt göğüs travması hastalarında Tp-e aralığı, Tp-e/QT oranı ve Tp-e/QTc oranının değerlendirilmesi Evaluation of Tp-e interval, Tp-e/QT ratio and Tp-e/QTc ratio in blunt chest trauma patients İbrahim Çaltekin, Şıho HidayetPMID: 32589249 doi: 10.14744/tjtes.2020.45642 Sayfalar 526 - 530 AMAÇ: Künt göğüs travmasından sonra, yaralanma sonrası erken dönemde ve yaralanmadan birkaç gün sonra hayati tehlike oluşturan aritmiler ortaya çıkabilir. Bu çalışmada, künt göğüs travma hastalarında Tp-e aralığı, Tp-e/QT oranı ve Tp-e/QTc oranı kullanılarak aritmi riskini değerlendirmeyi amaçladık. GEREÇ VE YÖNTEM: Bu çalışmada künt göğüs travması nedeniyle acil servise başvuran hastalar ileriye yönelik olarak incelendi. Künt göğüs travması ve kontrol gruplarına 12 derivasyonlu EKG uygulandı. Her iki gruptan da QT ve Tp-e aralıklarının EKG ölçümleri yapıldı. BULGULAR: Kırk bir künt göğüs travmalı hasta ve 40 sağlıklı gönüllü olmak üzere, toplamda 81 katılımcı çalışmaya dahil edildi. Tpe, Tpe/QT, Tpe/QTc değerleri travma grubunda kontrol grubuna göre istatistiksel olarak anlamlıydı (p<0.01). Her ne kadar Tpe/QTc, maksimum QT ve min QT, kaburga kırığı olan hastalarda istatistiksel olarak anlamlı olsada (p<0.05) kaburga kırığı olmayan gruba göre Tpe, Tpe/QT açısından fark bulunmadı (p>0.05). TARTIŞMA: EKG’de Tpe aralığı, Tp-e/QT oranı ve Tp-e/QTc oranı, künt kardiyak travmada, özellikle künt göğüs travma hastalarında oluşabilecek aritmileri öngörmektedir. |
6. | Künt toraks travması sonucu izole kot fraktürü gelişen hastalarda analjezik tedavi ve solunum fizyoterapisinin komplikasyonlara etkisi The effects of analgesic treatment and chest physiotherapy on the complications of the patients with rib fractures that arise from blunt chest trauma Timuçin Alar, İsmail Ertuğrul Gedik, Murat KaraPMID: 32589244 doi: 10.14744/tjtes.2019.26356 Sayfalar 531 - 537 AMAÇ: Bu ileriye yönelik çalışmanın amacı künt toraks travmaları nedeniyle izole kot fraktürü gelişen olgularda solunum fizyoterapisi ve ağrı kontrolünün, olası komplikasyonlardan hemotoraks ve/veya pnömotoraks gelişim riski üzerine etkisinin araştırılmasıdır. GEREÇ VE YÖNTEM: Bu ileriye yönelik çalışmaya Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Acil Servis ve Göğüs Cerrahisi Polikliniği’ne, künt toraks travması sonrası ilk 24 saat içinde başvuran ve izole kot fraktürü tespit edilen hastalar alındı. Kot fraktürü olan hastalardan ilk başvuru anında hemotoraks, pnömotoraks, yelken göğüs, atelektazi, pnömoni, akciğer kontüzyonu gibi ek yaralanması olmayan hastalar çalışmaya dahil edildi. Hastalar, kapalı zarf usulü sadece analjezik tedavi verilecek hastalar (Grup A) ve analjezik tedavi ile birlikte solunum fizyoterapisi verilecek hastalar (Grup B) olarak iki ayrı gruba ayrıldı. Birinci ve ikinci kot fraktürü saptanan olgular ile üç veya daha fazla kot fraktürü saptanan ve ek organ yaralanması olmayan hastalar göğüs cerrahisi kliniğine, ek organ yaralanması olanlar ise ilgili kliniklere yatırılarak takibe alındı. Bu kriterlerin dışında kalan izole kot fraktürlü hastalar ise gerekli tedavileri düzenlenerek poliklinikten takip edildi. Olgular travmayı takip eden ilk hafta ve birinci ayın sonunda fizik muayene ve radyolojik incelemeler ile değerlendirildi. BULGULAR: Çalışmaya dahil edilen 114 hastanın yaşları ortalama 56.3±16.4 (22–87) olarak bulundu. Hastaların 37’si (%32.5) kadın, 77’si (%67.5) erkekti. A ve B gruplarına 57’şer hastadan oluştu. Hastaların en sık geçirdikleri travma %31.6 ile aynı seviyeden düşme idi. Hastaların kot fraktürü sayılarının ortalaması 2.6±0.7 (1–10), ortanca sayı 1.5 olarak bulundu. Bu 114 hastanın 52’si (%45.6) hastanede yatarak tedavi edildi. Çalışmaya alınan hastaların yatış süreleri incelendiğinde hastaların ortalama yatış süresi 4.0±1.1 idi. Tedavi ve takipleri sonucunda çalışmaya alınan 114 hastanın 28’inde (%24.6) kot fraktürü gelişen tarafta plevral efüzyon saptandı. Hastalarda plevral efüzyon gelişme durumunun gruplara göre dağılımı incelendiğinde B grubundaki hastalarda (%43.9) A grubundaki hastalardan (%5.3) istatistiksel olarak anlamlı şekilde daha fazla plevral efüzyon gelişimi izlendi (p<0.0001). Çalışmamızda takipler sonucunda A grubundaki hiçbir hastaya müdahale gerekmezken, B grubundaki dört hastaya hemotoraks tanısıyla tüp torakostomi uygulandı (p<0.05). TARTIŞMA: Çalışmamızda künt toraks travması sonucu izole üç ve daha fazla kot fraktürü gelişen hastalarda solunum fizyoterapisi uygulamalarının gecikmiş hemotoraks gelişme riskini önemli derecede artırdığı, minimal hemotoraksların (<300 ml) uygun takip prosedürlerine uyulduğu takdirde spontan regrese olabileceği ve ek cerrahi müdahaleye gerek olmayabileceği tespit edilmiştir. Künt toraks travması sonucu üç ve daha fazla kot fraktürü olan hastalara eğer solunum fizyoterapisi uygulanması planlanıyorsa hastaların hastaneye yatırılarak takip ve tedavi edilmesi olası riskleri içeren ek komplikasyonlar gelişebilmesi açısından önerilebilir. |
7. | Blow-out fraktürleri onarımında kullanılan greft materyallerinin ameliyat sonrası sonuçlarının karşılaştırılması Comparison of post-operative outcomes of graft materials used in reconstruction of blow-out fractures Serdar Düzgün, Bahar Kayahan SirkeciPMID: 32589255 doi: 10.14744/tjtes.2020.80552 Sayfalar 538 - 544 AMAÇ: Yüze alınan travmalarda internal orbital hasar görülebilir. Artan intraorbital basınç ile yumuşak doku bütünlüğünü bozulmadan orbital rimde ya da orbita tabanında kırık oluşumuna “blow-out fraktürü” adı verilir. Yalnızca orbita tabanının etkilendiği kırıklar “saf blow-out fraktürü” adı verilirken, zigoma, maksilla ve nazoetmoid kemiklerin de etkilendiği kırıklar “saf olmayan, kompleks blow-out fraktürleri” olarak nitelendirilir. Fizik muayenede periorbital ödem ve ekimiz, subkonjonktival kanama, göz hareketlerinde kısıtlılık, diplopi,enoftalmi, distopi ve infraorbital hipoestezi bulguları görülebilir. Orbital kemik yapıların rekonstruksiyonu hem standart göz fonksiyonunun sağlanması hem de estetik görünüm için elzemdir. Cerrahi yaklaşım ve zamanlaması açısından birçok görüş olmasına rağmen bir konsensus oluşmamıştır. Literatürde, orbita kemik defektlerini düzeltilmesi için birçok otojen ve alloplastik biyomateryallerin kullanımı konusunda çalışmalar mevcuttur. GEREÇ VE YÖNTEM: Bu çalışmada, saf ve kompleks blow-out fraktürü olan, kartilaj ve ya kemik greftleri ile titanyum mesh ya da poroz polietilen implant kullanılarak orbital rekonstrüksiyonu yapılan olguların postoperatif sonuçları karşılaştırılmıştır. 2011–2018 yılları arasında kliniğimize maksillofasiyal travma ile başvuran 62 olgunun 64 orbital taban kırığı çalışmaya dahil edildi. Tüm hastalara maksillofasiyal muayene yapıldı, radyolojik olarak Waters radyografi ve ayrıca aksiyal-koronal düzlem maksillofasiyal ve orbital bilgisayarlı tomografi ile değerlendirildi. BULGULAR: İliyak kemik grefti ile rekonstrüksiyon yapılan 14 hastanın 3’ünde aşırı bakışta kalıcı, ameliyat sonrası, dikey diplopi saptandı. Aurikula konkal kartilaj grefti ile rekonstrüksiyon yapılan 19 olgunun ikisinde operasyondan dört ay sonra aşırı bakışlarda dikey diplopi mevcuttu. İmplant, gözenekli polietilen implant grubundaki 15 hastanın 2’sinde ekstrüde oldu ve palpe edilebilir hale geldi. İliyak kemik ve konkal karitlaj otogreft gruplarında hiçbir hastada greft rezorpsiyonuna göre geç postoperatif enoftalmi izlenmedi. Titanyum mesh grubunda 11 hastadan 1’inde aşırı bakışlarda kalıcı, ameliyat sonrası dikey diplopi mevcuttu. Bu gruptaki hiçbir hastada herhangi bir donör bölgesi komplikasyonu, enfeksiyon veya implant ekstrüzyonu gelişmedi. TARTIŞMA: 4 cm²’den küçük defektlere yol açan blow-out fraktürlerinde kullanılabilecek en iyi biyomateryal aurikula konkal kartilaj iken; titanyum mesh 4 cm²’den büyük defektleri onarmak için iyi bir seçenek olmuştur. Bununla birlikte, orbita blow-out fraktürlerini onarmak için kullanılacak optimal biyomateryalin seçimi hasta özellikleri ve preoperatif bulgulara, yaralanmanın ciddiyetine, kullanılacak biyomateryalin maliyetine ve cerrahın uzmanlığına göre yapılmalıdır. |
8. | Acil serviste hafif kafa travması yönetimi için profesyonel uygulamanın değerlendirilmesi ve simülasyon tabanlı eğitimin klinik etkisi: Girişimsel çalışma “öncesi-sonrası” Professional practice assessment for minor head injury management in emergency department and clinical impact of a simulation-based training: Interventional study (before/after) Pierre Vandingenen, Anthony Chauvin, Nicolas Javaud, Daniel Aiham GhazaliPMID: 32589257 doi: 10.14744/tjtes.2020.91589 Sayfalar 545 - 554 AMAÇ: Hafif kafa travması acil servise (AS) konsültasyon için sık başvurulma nedenidir. Bilgisayarlı tomografi (BT) kullanımı hastaların bakımını önemli ölçüde iyileştirmiştir. İyi bir zaman yönetimi ve yorumu gereklidir. Bu yazıda, AS yönetiminde hafif kafa travması önerilerine uyum düzeyi ve simülasyon temelli bir eğitimin (SBT) profesyonel uygulama değişiklikleri üzerindeki etkisi incelendi. GEREÇ VE YÖNTEM: Bir AS’de, SBT öncesinde ve sonrasında hasta bakımı için profesyonel uygulamanın 2012 yılında kurulan Fransız Acil Tıp Derneği’nin (Société Française de Médecine d’Urgence: SFMU) önerilerine göre teorik ve simülasyon kurslarını içeren değerlendirmesi yapıldı. BT taraması yapmak için zaman analizine, ayrıca beyin ve omurga tarama endikasyonlarına ve hastaneye yatış kriterlerine uyum analizine dayanıyordu. BULGULAR: Mesleki uygulamaların değerlendirilmesinde gerçekleştirilen SBT, kriterleri karşıladığında bir saat içinde BT taraması sonucunu alma açısından aciliyet kavramını edinmeyi mümkün kılmaktadır (p=0.007). SBT’den sonra hastaneye yatış önerilerine uyumuna ilişkin değerlendirici güvenilirliği daha iyi idi (p=0.03, Kappa’yı 0.73’den 0.93’e yükseltti). Öte yandan, tıbbi dosyada kafa travmasının oluş zamanı gibi temel bilgilerin eksik olduğu ortaya çıktı. TARTIŞMA: Bu tip hastanın yönetimi tatmin edici görünmektedir. SBT tarafından SFMU 2012 uzlaşı konferansı temelinde SBT uygulanarak bu durum geliştirilebilir. Acil servisler tarafından kullanılan ve travma zamanını ve önerileri içermesi gereken yazılımı geliştirmeye ihtiyaç vardır. Klinik ve biyobelirteçlerin birlikteliği BT taramasının endikasyonlarını sınırlamaya ve böylece daha hızlı organize edilmesine yardımcı olabilir. |
9. | Apendektomi yapılan gebe ve gebe olmayan hastaların demografik ve klinik özelliklerinin karşılaştırılması Comparison of the demographic and clinical features of pregnant and non-pregnant patients undergoing appendectomy Cemalettin Koç, Sami Akbulut, Ebru Inci Coşkun, Barış Sarıcı, Sezai YılmazPMID: 32589240 doi: 10.14744/tjtes.2020.12544 Sayfalar 555 - 562 AMAÇ: Bu retrospektif çalışma akut apandisit ön tanısıyla apendektomi yapılan gebe ve gebe olmayan hastaların demografik ve klinikopatolojik özelliklerini karşılaştırmayı amaçlamaktadır. GEREÇ VE YÖNTEM: Haziran 2009 ve Ocak 2019 tarihleri arasında üreme çağındaki 431 kadın hastaya akut apandisit ön tanısıyla apendektomi yapıldı. Hastalar gebelik durumları gözönünde bulundurularak iki gruba ayrıldı: Gebe grup (n=48) ve gebe olmayan grup (n=383). Her iki grup demografik, klinik ve histopatolojik özellikler yönünden karşılaştırıldı. BULGULAR: Gebe ve gebe olmayan gruplar arasında total bilirubin (p=0.019) ve ultrasonografik bulgular (p=0.016) dışında istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmadı. Gebe olmayan grupta negatif apendektomi ve perforasyon oranları sırasıyla %26 ve %10.5 olarak hesaplanırken gebe grupta bu oranlar sırasıyla %20.8 ve %4.2 olarak hesaplandı. Ultrasonografinin gebe grubundaki sensistivite, spesifisite ve doğruluk oranları sırasıyla %50, %100 ve %58.5 olarak saptanırken gebe olmayan grupta bu oranlar sırasıyla %67.3, %57.9 ve %65 olarak bulundu. Gebelerin %52.1’i birinci trimesterda, %29.2’si ikinci trimesterda ve geriye kalan %16.7’si üçüncü trimesterdaydı. Miadında gerçekleşen doğumların (%87.5) hiçbirinde fetal veya maternal komplikasyon gelişmedi. Buna karşın preterm gerçekleşen doğumların (%12.5) ikisi neonatal mortalite ile sonuçlandı. TARTIŞMA: İstatistiksel olarak anlamlılık göstermemekle birlikte gebelerde negatif apendektomi ve perfore akut apandisit oranları gebe olmayan hastalara göre daha düşük bulundu ki bu durumun en önemli sebebi akut karın ile başvuran gebelerin klinik olarak daha hassas bir şekilde değerlendirilmesidir. |
10. | Anevrizmal subaraknoid kanama geçiren hastalarda tedavi süresince gelişen hemodinamik değişikliklerin kliniğe etkilerinin araştırılması An investigation into the effects of hemodynamic changes on the patient’s clinical condition during the treatment of patients undergoing aneurysmal subarachnoid hemorrhage Nihan Yaman Mammadov, Achmet Ali, Orkhan Mammadov, Ararso Kedir Jima, Günseli Orhun, Ibrahim Ozkan AkinciPMID: 32589242 doi: 10.14744/tjtes.2020.24412 Sayfalar 563 - 567 AMAÇ: Çalışmamızda anevrizmal subaraknoid kanama (aSAK) hastalarının yoğun bakım izlemlerinde hemodinamik değişiklikleri ve hidrasyon, hipertansiyon tedavisi sırasında PiCCO ile ölçülen hemodinamik parametrelerin klinik seyre etkisini inceledik. GEREÇ VE YÖNTEM: Çalışmamızda 01.03.2015 ve 01.03.2016 tarihleri arasında cerrahi klip veya endovasküler koil ile anevrizması tedavi edilen, erişkin, 15 aSAK hastası vazospazm açısından incelendi. Günde en az iki kez PiCCO ölçümü yapıldı. Sıvı tedavisi günlük en az 1000 mL pozitiflik olacak şekilde, Global end-diyastolik İndeks (GEDİ) değeri 680–800 mL/m2 şeklinde hedeflendi. Hastaların geliş ortalama arter basıncı (OAB), sistolik arter basıncı (SAB), kalp atım hızı (KAH), santral venöz basınç (CVP) ve kardiyak indeks (CI), GEDI, sistemik vasküler rezistans indeksi (SVRI), ekstravasküler akciğer volüm indeksi (ELWI) değerleri kaydedildi. Hastaların günlük nörolojik muayeneleri, klinik vazospazm bulguları, GKS değerleri kaydedildi. BULGULAR: Hastaların volüm durumları ve volüm tedavisi takibinde CVP değerinin rastgele değiştiği fakat termodilüsyon ile saptanan GEDI değerinin uyumlu olduğu görüldü. Hastaneye geliş süresi ile ilk ölçülen SVRI değeri arasında ileri düzeyde pozitif korelasyon saptandı. Düşük GEDI değerinin vazospazm açısından risk faktörü olduğu bulundu. TARTIŞMA: Volüm tedavisinin takibindeki değişikliklerle GEDI değerindeki değişikliklerin uyumlu olduğu görüldü. Düşük GEDI değerinin vazospazm açısından risk faktörü olduğu bulunmasına rağmen, önerilecek ideal bir GEDI değeri saptanamadı. |
11. | Lazer flare fotometri ile korneal yabancı cisim sonrası kan-aköz bariyerinde bozulmanın gösterilmesi Blood-aqueous barrier deterioration following retained metallic corneal foreign body: A laser flare photometric study Ismail Umut Onur, Sibel Zirtiloglu, Ozan Sonbahar, Ercan Çavuşoğlu, Ulviye YiğitPMID: 32589256 doi: 10.14744/tjtes.2019.88560 Sayfalar 568 - 573 AMAÇ: Metalik yabancı cisim maruziyeti sonrası oluşan korneal yaralanmalarda lazer fotometri kullanarak ön kamara flare değişikliklerini değerlendirmek. GEREÇ VE YÖNTEM: Bir gözünde yabancı cisim yaralanması olan 54 hastanın sağlıklı gözü karşılaştırmalı, gözlemsel ve kesitsel bir çalışmada incelendi. Flaredeki değişkenlik demografik özellikler, önceki maruziyetlerin öyküsü, korneal yabancı cismin yaralı korneadaki yeri ve penetrasyonuna göre analiz edildi. BULGULAR: Korneal yabancı cisim gelen gözlerde ortalama flaremetre değeri diğer kontrollere göre anlamlı derecede yüksekti (sırasıyla, 11.35±14.17 ph/ms ve 6.30±3.81 ph/ms) (p=0.014). Daha önce birden fazla korneal yabancı cisim çıkarılması öyküsü olan gözlerde, flaremetrenin ortalama değeri diğerlerinden anlamlı derecede düşüktü (p=0.029). TARTIŞMA: Korneanın yabancı cisme maruz kalmasıyla flare değeri artar. Bununla birlikte, daha önce birçok korneal yabancı cisme maruz kalma durumunda, flare değeri muhtemelen korneanın duyarsızlaştırılmasından dolayı nispeten düşük olabilir. |
12. | Hafif travmatik beyin hasarında duyarlılık ağırlıklı görüntüleme ne kadar önemli? How important is susceptibility-weighted imaging in mild traumatic brain injury? Tuğba Eldeş, Fatma Beyazal Çeliker, Özlem Bilir, Gökhan Ersunan, Özcan Yavaşi, Arzu Turan, Uğur ToprakPMID: 32589248 doi: 10.14744/tjtes.2019.35485 Sayfalar 574 - 579 AMAÇ: Hafif travmatik beyin hasarı (mTBI), Glascow Koma Skalası (GCS) 13 ve üzerinde olan, tanı alamayan aksonal hasar nedeniyle geç dönemde ‘sessiz epidemik’ olarak adlandırılan bir halk sağlığı sorunudur. Bilgisayarlı tomografi (BT) ve konvansiyonel manyetik rezonans gorüntülemede (MRG) hasara bağlı mikrohemorajiler çoğunlukla görüntülenememektedir. Bu çalışmada, MRG sekanslarından duyarlılık ağırlıklı görüntülemenin (SWI) mTBI olgularında uygulanabilir olup olmadığının araştırılması amaçlanmıştır. GEREÇ VE YÖNTEM: Beyin hasarı sonrası GCS’si 14 ve 15 olan, kısa süreli bilinç bulanıklığı, konsantrasyon zorluğu, hafıza kaybı, baş ağrısı, baş dönmesi, dengesizlik gibi semptomları bulunan 58 hasta acil serviste değerlendirildi. Altıncı saatten sonra semptomları gerilemeyen hastalara beyin BT ve difüzyon ağırlıklı ve SWI sekanslarını içeren MRG çekildi. On üç hasta, ileri yaş, diyabet, hipertansiyon öyküsü ve kronik sekel değişiklikler, akut serebrovasküler hastalık bulgusu bulunması nedeniyle dışlandı. BULGULAR: Olguların BT bulguları normaldi, difüzyon ağırlıklı sekanslarda difüzyon kısıtlanması izlenmedi. Yedi hastada (%15.6) SWI’da mikrohemoraji odakları saptandı. Bunların beşinde SWI’daki mikrohemoraji alanları konvansiyonel sekanslarda hiperdens odaklar olarak izlendi. Bu olguların üçünde ise mikrohemoraji odakları sayı ve boyut açısından SWI sekansında T2A ve FLAIR’a göre artmıştı. TARTIŞMA: Diffüz aksonal hasara bağlı mikrohemoraji varlığını ve ciddiyetini değerlendirebilen SWI, hafif beyin hasarlı (mTBI) hastalarda semptomların nedenini açıklamak, nedene yönelik tedavisini sürdürmek ve gelişebilecek komplikasyonları önlemek için tavsiye edilir. |
13. | Kolorektal kanserli hastalarda C-reaktif protein ve plazma albumin seviyesinin oranı mortalite ve morbiditeyi göstermede alternatif bir skorlama olabilir mi? Can the C-reactive protein-to-plasma albumin ratio be an alternative scoring to show mortality and morbidity in patients with colorectal cancer? Yeliz Şahiner, Murat Baki YıldırımPMID: 32589247 doi: 10.14744/tjtes.2020.34412 Sayfalar 580 - 585 AMAÇ: Bu çalışmada, kolorektal kanser nedeniyle ameliyat edilen ve yoğun bakımda takip edilen hastalarda, C-reaktif proteinin plazma albüminine oranının (CRP/ALB), güncel skorlama sistemleri ile karşılaştırılarak, morbidite ve mortaliteyi ön görmedeki sensitivite ve spesifitesini ortaya koymak amaçlanmıştır. GEREÇ VE YÖNTEM: Kliniğimizde 2015–2018 yılları arasında verilerine ulaşılabilen kolorektal kanser nedeniyle ameliyat olan ve yoğun bakımda yatan hastaların verileri geriye dönük incelendi. CRP/ALB, hem gastrointestinal hemde kolorektal cerrahi için hazırlanan, physiological and operative severity score for the enumeration of mortality and morbidity (POSSUM) ve kolorektal hastalar için hazırlanan “Association of Coloproctology of Great Britain and Ireland” (ACPGBI-CRC) skorlama sistemlerinin mortalite ve morbidite ön görmedeki başarıları karşılaştırıldı. BULGULAR: Toplam 119 hasta çalışmada değerlendirilmeye alındı. Hastaların dokuzunda mortalite, 38’inde morbidite olduğu görüldü. Morbiditeyi gösteren tek skorlama sistemi olan P-POSSUM ile kıyaslandığında CRP/ALB oranının daha yüksek bir doğrulukla ön görüsü olduğu bulundu. Mortaliteyi göstermede, CRP/ALB değerinin P-POSSUM, CR-POSSUM ve ACPGBI-CRC’ye oranla daha zayıf olduğu tespit edildi. TARTIŞMA: Skorlama sistemleri kolorektal hastalarda morbidite ve mortaliteyi tahmin etmede kullanışlı olsa dahi pratikte çok fazla parametre içerdikleri için kullanımları zordur. Bu çalışmanın sonuçlarına göre, ek maliyet getirmeden hesaplanabilecek CRP/ALB oranının mortalite ve özellikle morbiditeyi tahmin etmede klinisyene yardımcı olabileceğini düşünüyoruz. |
14. | İntraartiküler distal humerus kırıklarında: Kombine mediolateral yaklaşım olekranon osteotomisinden daha iyi sonuçlar elde edilmesini sağlayabilir mi? In intra-articular distal humeral fractures: Can combined medial-lateral approach gain better outcomes than olecranon osteotomy? Libiao Wei, Haitao Xu, Zhiquan AnPMID: 32589253 doi: 10.14744/tjtes.2019.69486 Sayfalar 586 - 592 AMAÇ: Araştırma, kombine mediolateral yaklaşımla tedavi edilen intraartiküler distal humerus kırıklarının fonksiyonel sonuçlarını değerlendirmeyi ve eş zamanlı olarak olekranon osteotomisi ile karşılaştırmayı amaçlamaktadır. GEREÇ VE YÖNTEM: Altmış iki distal humerus kırığı geriye dönük olarak incelendi. Otuz olguda (14 erkek, 16 kadın) olekranon osteotomisi ve 32 olguda kombine mediolateral (15 erkek, 17 kadın) yaklaşım kullanıldı. Fonksiyonel sonuçlar Mayo Dirsek Performans Skoru (Mayo Elbow Performance Score: MEPS) ve Kol, Omuz ve El Sakatlıkları (Disabilities of Arm, Shoulder and Hand: DASH) anket skoru ile değerlendirildi. Takip süreleri kombine mediolateral yaklaşım grubu için 15.4±3.5 ay (10–24 ay) ve olekranon osteotomisi için ise 14.6±2.6 ay (10–20 ay) idi. BULGULAR: Dirseklerin fleksiyon-ekstansiyonu kombine mediolateral grupta 115.3°±16.1° ve olekranon osteotomisi grubunda 110.1°±15.2° idi. Dirseklerin fleksiyon-ekstansiyonu açısından iki grup arasında anlamlı bir fark gözlendi (p=0.041). Önkolların pronasyon-supinasyonu açısından kombine mediolateral grup (160.6°±7.2°) ile olekranon osteotomisi grubu (154.1°±9.3°) arasında anlamlı bir fark gözlenmedi (p=0.025). Kombine mediolateral yaklaşımlar için ortalama MEPS, DASH skorlarına göre mükemmel -iyi sonuç puanları ve komplikasyon oranları sırasıyla 88.6±6.9 puana karşın 9.8±6.6 puan ve %90.6’ya karşın %9.4 idi. İki grup arasında komplikasyon oranı (p=0.005) dışında ortalama MEPS, DASH skorları ve mükemmel ve iyi oranlar (sırasıyla p=0.594, p=0.505, p=0.934) arasında önemli farklılıklar görülmemiştir. TARTIŞMA: Kombine mediolateral yaklaşım, intraartiküler distal humerus kırıklarının (özellikle tip C1 ve C2) tedavisinde dirsek hareketi, ameliyattaki kanama hacmi ve komplikasyonlar açısından olekranon osteotomisine göre daha iyi sonuçlar veren başarılı bir yaklaşımdır. |
15. | İnkarsere hernilerde ince bağırsak rezeksiyonu risk oranlarını saptamada laktat düzeyinin rolü The role of the lactate level in determining the risk rates of small bowel resection in incarcerated hernias Mutlu Şahin, Hakan Buluş, Alper Yavuz, Veysel Barış Turhan, Bülent Öztürk, Nedim Arda Kılıç, Münire Babayiğit, Doğan ÖztürkPMID: 32589236 doi: 10.14744/tjtes.2020.02500 Sayfalar 593 - 599 AMAÇ: İnkarsere fıtık, bağırsakların veya başka bir abdominal dokunun fıtık kesesi içerisinde sıkışması ile oluşur. Boğulmuş fıtıklardan gelen bağırsak rezeksiyonlarından sonra morbidite ve mortalitede bir artış meydana gelir. Bu çalışmanın amacı, inkarsere fıtıklardan dolayı ince bağırsak rezeksiyonu riskini belirlemede etkili olabilecek belirteçleri incelemektir. Bu riski belirlemede, özellikle kan laktat düzeylerinin etkisini araştırmayı amaçladık. GEREÇ VE YÖNTEM: Kesitsel, geriye dönük bir çalışma tasarlandı. Ameliyat öncesi tanısı hapsedilmiş fıtık olarak bildirilen ve gerekli bilgileri olan hastalar çalışmaya dahil edildi. Rezeksiyona sahip olup olmadıklarına göre iki gruba ayrıldı. Yaş, cinsiyet, fıtık tipi, fıtık tarafı, rezeksiyon materyali, kan laktat seviyesi (BLL), beyaz kan hücresi (WBC), nötrofil sayısı (NE), lenfosit sayısı (LY), nötrofil/lenfosit oranı (NLR), trombosit sayısı (PLT), laktat dehidrojenaz (LDH), radyolojik bağırsak tıkanıklığı işareti ve komorbiditeler değerlendirildi. BULGULAR: İlgili verileri elde edilebilen 67 hasta çalışmaya dahil edildi. Bu hastaların 16’sında (%23.9) ince bağırsak rezeksiyonu, 16’sında (%23.9) omentum rezeksiyonu, 35’inde (%52.2) rezeksiyon yapılmadığı görüldü. Radyolojik olarak bağırsak tıkanıklığı (p=0.001), fıtık tipi (p=0.005), BLL (p<0.001), WBC, NLR ve LDH değerleri (p<0.05) arasında istatistiksel olarak anlamlı fark vardı. Laktat değeri ≥1.46 mg/dL olan hapsedilmiş fıtık hastalarında duyarlılık %84.0 ve özgüllük %86.0 olarak gözlendi (p<0.001). TARTIŞMA: İnkarsere fıtık ön tanısı olan hastalarda, olası ince bağırsak rezeksiyonu riski, bir operasyona karar vermede en önemli noktadır. Radyolojik incelemelerde bağırsak tıkanıklığının varlığı ve özellikle yüksek WBC, NLR, LDH ve BLL seviyeleri, olası ince bağırsak rezeksiyonu için bir gerekliliği gösterebilir. İnce bağırsak rezeksiyonu ile ilişkili risk açısından, ≥1.46 mg/dL kan laktat seviyeleri uyarıcı olabilir. |
16. | Korunmuş ejeksiyon fraksiyonu ile kalp yetersizlikli ve sınırda ejeksiyon fraksiyonu ile kalp yetersizlikli yaşlı hastalarda kalça kırığı cerrahisi sonrası perioperatif sonuçlar Perioperative outcomes following a hip fracture surgery in elderly patients with heart failure with preserved ejection fraction and heart failure with a mid-range ejection fraction Ahmet Emrah Açan, Bülent Özlek, Cem Yalın Kılınç, Murat Biteker, Nevres Hurriyet AydoğanPMID: 32589241 doi: 10.14744/tjtes.2020.23946 Sayfalar 600 - 606 AMAÇ: Korunmuş ejeksiyon fraksiyonu (KEF-KY) ile kalp yetersizliğinin (KY) ve sınırda ejeksiyon fraksiyonu (SEF-KY) ile KY’nin kalça kırığı cerrahisini takiben perioperatif kardiyak ve kardiyak olmayan sonuçlar üzerindeki etkisini incelemek. GEREÇ VE YÖNTEM: Kalça kırığı ameliyatı geçiren yaşlı hastaların (≥65 yaş) verileri geriye dönük olarak incelendi. Sol ventrikül ejeksiyon fraksiyonu (SVEF) <%40 olan hastalar çalışmaya dahil edilmedi. Ameliyat öncesi KEF-KY (SVEF ≥%50) ve SEF-KY (SVEF %40–49) tanımı, hastaların ameliyat öncesi tıbbi kayıtlarında KY’nin klinik dokümantasyonuna dayanmaktadır. Çalışmanın birincil sonuçları perioperatif olumsuz olaylar ve mortaliteydi. İlgilenilen ikincil sonuç hastanede kalış süresiydi. BULGULAR: Toplam 328 hasta (ort. yaş 79.2±8.7 yıl ve %57.3 kadın) çalışmaya dahil edildi. Çalışma popülasyonunun 250’sinde (%76.2) KY yoktu, 50’sinde (%15.2) KEF-KY ve 28’inde (% 8.6) SEF-KY vardı. Perioperatif kardiyovasküler ve kardiyovasküler olmayan komplikasyonların sıklığı %7.0 ile benzerdi. Ortalama hastanede kalış süresi 8.1±5.8 gündü ve hastane içi mortalite oranı %4.6 idi. KEF-KY ve SEF-KY hastalarının kalış süresi daha uzundu ve KY olmayan hastalara göre perioperatif komplikasyon ve ölüm yaşama olasılığı daha yüksekti. Çok değişkenli analizler, KEF-KY ve SEF-KY varlığının her ikisinin de artmış perioperatif komplikasyonlar ve mortalite ile ilişkili olduğunu göstermiştir. TARTIŞMA: Çalışmamız, KEF-KY ve SEF-KY varlığının kalça kırığı ameliyatı geçiren yaşlı hastalarda perioperatif olumsuz olayları ve mortaliteyi tahmin edebileceğini göstermiştir. |
17. | Ameliyat öncesi nötrofil-lenfosit oranı pertrokanterik kırık nedeniyle proksimal femoral çivi planlanan ortogeriatrik popülasyon için ameliyat sonrası mortaliteyi belirlemede kullanılabilecek ameliyat öncesi bir değer midir? Is the preoperative neutrophil-to-lymphocyte ratio a predictive value for postoperative mortality in orthogeriatric patients who underwent proximal femoral nail surgery for pertrochanteric fractures? Emre Anıl Özbek, Tacettin Ayanoğlu, Hacı Ali Olçar, Eyyüp Serdar YalvaçPMID: 32589250 doi: 10.14744/tjtes.2020.57375 Sayfalar 607 - 612 AMAÇ: Ortogeriatrik popülasyonda kalça kırığı mortalite ve morbiditeye neden olan ve giderek sıklığı artan bir sağlık problemidir. Çalışmamızın amacı pertrokanterik kırık nedeniyle sadece proksimal femur çivi (PFÇ) cerrahi yöntemi ile tedavi edilmiş hastalarda; ameliyat öncesi nötrofil-lenfosit oranının (NLO) ameliyat sonrası mortalite riski için preditif bir değer olup olmadığını irdelemektir. Literatürde benzer popülasyonda planmış başka bir çalışma tespit edilememiştir. GEREÇ VE YÖNTEM: Geriye dönük olarak planlanan çalışmamıza ulusal ortopedi kurul sertifikalı iki cerrah tarafından PFÇ yöntemi ile ameliyatı gerçekleştirmiş 55 hasta alındı. Hastalar ameliyat sonrası ilk bir yıl hayatını kaybedenler (Grup A [n=13]) ve hayatta kalanlar (Grup B [n=42]) olarak iki gruba ayrıldı. Tüm hastaların ameliyat öncesi NLO değerleri, demografik bilgileri, hastanede kalış süreleri, ameliyat sonrası yoğun bakım (POYB) ihtiyaçları ve komorbid hastalıkları kayıt altına alındı. BULGULAR: En uzun hasta takip süresi 27 ay olan çalışmamız sonucunda her iki grup arasında; yaş, cinsiyet, vücut kitle indeksi, ameliyat öncesi American Society of Anesthesiologist (ASA) skorları, kırık tipleri, POYB ihtiyaçları, hastanede kalış süreleri ve hastaların acil servis başvurusundan ameliyathaneye alınmasına kadar geçen süre açısından anlamlı fark saptanmadı (p>0.05). Bununla birlikte anlamlı şekilde grup A hastalarında NLO değeri daha yüksek gözlenmiş (p<0.01), kestirim değer 5.25, sensitivitesi %84.6, spesifitesi %78.6 idi. TARTIŞMA: Ameliyat öncesi NLO değerinin ortopedik cerrahlar açısından; pertrokanterik kırık nedeniyle acil servise başvuran ve PFÇ cerrahisi planlanan ortogeriatrik hastaların ameliyat sonrası mortalite riski için prediktif değişkenlerden olacağını düşünmekteyiz. |
18. | Ateşli silah yaralanması olgularının ameliyat sonrası takibinde bilgisayarlı tomografi endikasyonları ve bilgisayarlı tomografi raporlarının kliniğe yararlılığı açısından değerlendirilmesi Assessment of computed tomography indications and computed tomography reports for usefulness in clinical presentation at postoperative follow-up of gunshot wound cases Mehmet Akif Üstüner, Mehmet EryılmazPMID: 32589245 doi: 10.14744/tjtes.2020.26862 Sayfalar 613 - 619 AMAÇ: Çalışmamızda ateşli silah yaralanmaları (ASY) nedeniyle tersiyer merkezimizde takip ve tedavisi yapılan hastaların alt toraks tomografisi (ATT) ve üst batın tomografi (ÜBT) sonuçlarının değerlendirilmesi amaçlandı. GEREÇ VE YÖNTEM: Çalışmamız geriye dönük tanımlayıcı bir çalışma olarak planlandı. Ocak 2016–Nisan 2020 tarihleri arasında ASY nedeniyle kliniğimizde yatışı yapılan hastalar geriye dönük olarak analiz edildi. Ameliyat sonrası alt toraks ve üst batın tomografileri çekilen 44 hasta değerlendirmeye alındı. BULGULAR: Hastaların 43’ü (%97.72) erkek 1’i (%2.27) kadın, yaş ortalaması 27.45 (dağılım, 20–53) idi. Hastanede kalış süreleri ortalama 14.93 (dağılım, 5–38) gündü. Çekilen tomografi sayısı ortalama 1.65 (dağılım, 1–4) olup Injuriy Severity Score (ISS) ortalama 24.38 (dağılım, 12–43) idi. Hastaların 31’i (%70.45) tabanca ya da tüfek gibi doğrudan ASY’ye maruz kalırken, 13’ü (%29.5) bomba patlaması sonucu ortama dağılan şarapnel parçaları ile sekonder olarak yaralandı. İlk operasyonları dış merkezde yapılan 23 (%52.27) hastaya klinik izlem yapıldı, 15 (%34.09) hasta ilk kez ameliyat edildi, 6 (%13.63) hasta ise 2. kez ameliyat edildi. ATT; 25 (%56.81) hastada solunum sıkıntısı nedeniyle,13 (%29.54) hastada dogrudan toraks travması nedeniyle, 6 (%13.63) hastada ise batın tomografisine ek olarak kontrol amaçlı çekildi. ÜBT ise 29( %65.90) hastada ameliyat sonrası kontrol amaçlı, 12 (%27.27) hastada ameliyat öncesi değerlendirme amaçlı, 3 (%6.81) hastada ise doğrudan batın travması olmadan, blastik travmanın etkilerini değerlendirmek için çekildi. ATT’de en sık gözlenen bulgu efüzyon (%47.7) idi. ÜBT’nin %61.36’sında patoloji gözlenmezken, %20.45’inde karaciğer lasersayonu gözlendi. ATT ve ÜBT’nin toplam maliyeti tüm toraks ve batın tomografisinin toplam maliyetinin yaklaşık yarısı kadardı. TARTIŞMA: Ateşli silah yaralanması sonrasında çekilen selektif alt toraks ve üst batın tomografileri sadece patolojiyi saptamada değil ameliyat sonrası takipte de etkili, hızlı, güvenilir, kost efektif bir görüntüleme yöntemi olarak kullanılabilir. |
19. | Sürekli infraklaviküler brakial pleksus bloğunda kateter ucu konfigürasyonunun (üç delikliye karşı uçtan delikli) üst ekstremite cerrahisi sonrası analjeziye etkisi Effects of catheter orifice configuration (triple-hole versus end-hole) in continuous infraclavicular brachial plexus block on analgesia after upper limb surgery Mehmet Burak Eskin, Ayşegül CeylanPMID: 32589237 doi: 10.14744/tjtes.2020.03302 Sayfalar 620 - 627 AMAÇ: Sinir bloğu kateterinin konfigürasyonu epidural analjezi ve sürekli periferik sinir bloklarında lokal anestezik yayılımını etkileyebilmektedir. Bu ileriye yönelik ve randomize çalışmanın amacı, omuz seviyesinin altında gerçekleştirilen üst ekstremite cerrahilerinde, ultrason rehberliğinde yapılan sürekli infraklaviküler brakiyal pleksus bloğunda (BPB) üç delikli sinir bloğu kateteri ile tek delikli kateterin ameliyat sonrası analjezik etkinliklerini karşılaştırmaktır. Primer sonuç ölçümleri ortalama ağrı skorlarıydı. Sekonder sonuç ölçümleri, kurtarıcı analjezik tüketimi ve hasta kontrollü analjezi (PCA) cihazı tarafından gönderilen lokal anestezik miktarlarıydı. GEREÇ VE YÖNTEM: Omuz seviyesinin altında üst ekstremite cerrahisi uygulanan toplam 58 erişkin hasta rastgele iki gruba ayrıldı: Tek delikli kateter (EHC) grubu (n=31) ve çok delikli kateter (MOC) grubu (n=27). Tüm hastalara, Tuohy iğnesi ile 100 mg %2 lidokain and 75 mg %0.5 bupivakain ile tek doz infraklaviküler BPB uygulandı. Daha sonra MOC grubuna çok delikli (üç delikli) bir sinir kateteri ve EHC grubuna aynı seviyeden uçtan delikli (tek delikli) kateter yerleştirildi. PCA yoluyla %0.125 bupivakain, kateterlerden infüzyon edildi (infüzyon hızı: 2 ml/sa, otomatik düzenli bolus: 5 ml/sa, hasta kontrollü bolus: 3 ml, kilitleme süresi: 1 saat, 4 saatlik limit: 40 ml). Ağrı şiddeti görsel analog skala (VAS) kullanılarak değerlendirildi. BULGULAR: VAS skorları ameliyat sonrası ilk gün grup EHC’de, grup MOC’den daha yüksekti (p=0.001). Ortalama kurtarma analjezik tüketimi, PCA üzerindeki bolus sayısı, PCA bolus dozu ve toplam PCA dozu, grup EHC’de ameliyat sonrası ilk gün grup MOC’dan daha yüksekti (p<0.05). TARTIŞMA: Infraklavikular sürekli sinir bloğunda MHC kullanımının, ilk 24 saat ameliyat sonrası ağrıyı azaltmada EHC’den daha etkili olduğu sonucuna vardık. |
OLGU SUNUMU | |
20. | Akut spinal epidural hematom: Olgu sunumu ve literatürün gözden geçirilmesi Acute spinal epidural hematoma: A case report and review of the literature Ezgi Akar, Ahmet Öğrenci, Orkun Koban, Mesut Yılmaz, Sedat DalbayrakPMID: 32589251 doi: 10.14744/tjtes.2019.60956 Sayfalar 628 - 631 Spinal epidural hematom (SEH) omurilik basısı ve nörolojik defisit gelişiminin nadir fakat önemli bir sebebidir. Etyoloji genellikle bilinmez ve acil cerrahi müdahele gerektirir. Bu çalışmada amacımız, nadir bir olgu sunumu ile travmatik SEH’nin klinik önemi, tedavi stratejileri ve tedavi sonrası son durumlarını gözden geçirmektir. Olgumuz 42 yaşında kadın hasta olup, sırt ağrısı, bacaklarda his ve kuvvet kaybı ile başvurdu. Hastanın herhangi bir hastalığı yoktu ve antikoagülan ilaç kullanımıyordu. Hasta, ara sıra olan sırt ağrısından dolayı geleneksel sırt masajı yaptırdıktan yarım saat sonra bacaklarında uyuşma ve kuvvet kaybı ile başvurdu. Hasta kliniğimizde görüldüğünde paraplejik ve T4 altında anestezik idi. Torakal bilgisayarlı tomografi (BT) ve manyetik rezonans görüntülerde (MRG) T3-T4 seviyelerinde posteriyor epidural akut hemoraji izlendi. On ikinci saatte, acil dekompresif hemilaminektomi işlemi yapılarak hematom boşaltıldı. Ameliyat sonrası 24. saatte hastada semptomatik iyileşme görüldü ve altıncı ayda hasta destekle mobilize oluyordu. SEH, ani başlayan sırt ağrısı ve ekstremite güçsüzlüğü olan olgularda akla gelmesi gereken nadir bir durumdur. Tanıda altın standart inceleme MRG olmakla beraber, cerrahi müdahaleyi geciktirmemek için BT çoğu zaman yeterli olabilmektedir. Tanısı koyulan ve nörolojik defisiti olan olgularda acil cerrahi dekompresyon (laminektomi/hemilaminektomi) yapılmalıdır. |
21. | Nadir görülen bir olgu: Strangüle Littre hernisi içerisinde nöroendokrin tümör A rarely encountered case: A neuroendocrine tumor in strangulated Littre’s hernia Ahmet Erdoğan, Akın BostanoğluPMID: 32589246 doi: 10.14744/tjtes.2019.30378 Sayfalar 632 - 634 Littre hernisi, fıtık kesesi içerisinde, Meckel divertikülünün olduğu nadir bir durumdur. Meckel divertikülü ise ince bağırsağın gerçek divertikülüdür. İçerisinde nöronendokrin tümör gelişebilir, ancak bildirilen olgu sayısı azdır. Bu yazıda, literatür taramasında hiç rastlamadığımız, strangüle Littre hernisi içerisinde nöroendokrin tümörün olduğu bir olgu sunduk. 71 yaşında erkek hasta, sol kasık ağrısı ve kasıkta şişlik şikayeti ile polikliniğimize başvurdu. Aynı zamanda hastanın karın muyanesinde akut karın bulguları mevcuttu. Hasta acil ameliyat edildi, operasyonda herniye olmuş Meckel divertikülünün perfore olduğu izlendi. Segmenter ince bağırsak rezeksiyonu yapıldı. Hastanın patoloji sonucunda; ince bağırsaktaki Meckel divertikülü içerisinde mukoza ve submukoza yerleşimli iyi diferansiye nöroendokrin tümör izlendi. İnkarsere hernilerde, herni kesesi içerisinde Meckel düvertikülü saptanırsa, çok nadir de olsa nöroendokrin tümör görülebileceğinden tamamen rezeke edilmesi gerektiğini düşünmekteyiz. |
22. | Kateter yerleştirilmesi sırasında subklavyen venin iyatrojenik yaralanması ile komplike olan rüptüre karaciğer hemanjiyomunun başarısız anjiyoembolizasyonu Failed angioembolization of a ruptured liver hemangioma complicated by iatrogenic injury of subclavian vein during catheter insertion Wu Seong Kang, Young Goun Jo, Yun Chul ParkPMID: 32589238 doi: 10.14744/tjtes.2019.04343 Sayfalar 635 - 638 Biz kateter takılması sırasında subklavyen venin iyatrojenik yaralanması ile komplike rüptüre bir karaciğer hemanjiyomunun başarısız anjiyoembolizasyonu olgusunu sunuyoruz. Otuz yaşında bir kadın yatağından düştüğünde künt travmaya maruz kalmış. Önceden var olduğu görünen hepatik bir hemanjiyomun laserasyonu teşhis edildi. Ameliyat öncesi tanısal incelemeleri sırasında başka bir yaralanma tespit edilmedi. Subklavyen ven kateterizasyonu ve ardından rüptüre hemanjiyom nedeniyle oluşan kanamayı kontrol etmek için anjiyoembolizasyon yapıldı. Anjiyoembolizasyondan sonra hastanın sistolik kan basıncı ve hemoglobin düzeyi sırasıyla 70 mmHg ve 5.3 g/dL idi. Acil laparotomi yapıldı. Ameliyat sırasında, rüptüre hemanjiyomdan abondan kanama nedeniyle karın boşluğunda büyük miktarda kan gözlendi. Göğüs radyografisinde hemotoraks bulgusu nedeniyle uygulanan torakoskopi sağ toraks boşluğunda büyük miktarda kan olduğunu ve subklavyen venin kateter tarafından delinmiş olduğunu gösterdi. Hasar kontrol cerrahisinden sonra hasta güvenli bir şekilde iyileşti. Bu olguda, subklavyen ven kateteri ile ilişkili yaralanma ile komplike olan rüptüre karaciğer hemanjiyomu hasar kontrol cerrahisi ile güvenli bir şekilde tedavi edildi. Kateterle ilişkili yaralanma torakoskopi kullanılarak tanımlanabilir ve tedavi edilebilir. |
23. | Laparoskopik apendektomi sonrası trokar yerinden fallop tüpü herniasyonu Fallopian tube herniation from trocar-site after laparoscopic appendectomy Anıl Ergin, Yalın Işcan, Birol Ağca, Bora Karip, Kemal MemisoğluPMID: 32589254 doi: 10.14744/tjtes.2019.72461 Sayfalar 639 - 641 Trokar yeri hernisi bir insizyonel herni tipi olup ameliyattan sonra farklı zaman dilimlerinde karşımıza çıkabilmektedir. Ortalama insidansı %1.85 olup ilk kez Maio ve ark. tarafından1991 yılında laparoskopik kolesistektomi sonrası ince bağırsak obstrüksiyonu ile birlikte trokar yeri herniasyonu gelişimini bildirilmiştir. Genellikle 10 mm’lik trokar girişlerinde görülebilen bu durum 5 mm’lik trokar girişlerinde ise nadiren görülmektedir. Bu yazıda, laparoskopik apendektomi sonrasında 5 mm’lik trokar yerinde gelişen, sağ fallop tüpü herniasyonu olgusu sunuldu. On dokuz yaşında kadın hasta, acil polikliniğimize sağ alt kadrandaki insizyon yerinde akıntı ve sağ alt kadran ağrısı şikayetiyle başvurdu. Öyküsünde iki gün önce kliniğimizde akut apandisit tanısı ile laparoskopik apendektomi uygulanmıştı. Ameliyat lojuna bir adet aspiratif dren konarak ameliyat sonlandırıldı. Ameliyat sonrası birinci gün dreni alınıp şifa ile taburcu edildi. Acil poliklinik muayenesinde sağ alt kadrandaki insizyonundan serozal akıntı ve milimetrik yağlı doku evantrasyonu izlenildi. Olguda akut karın bulguları saptanmadı. Akut faz reaktanları normal, yapılan bilgisayarlı tomografide plevik bölgeden sağ alt kadran kesi bölgesine uzanan hidropik tubuler bir yapı izlendi. Bunun üzerine erken dönem gelişen trokar herni ön tanısı ile ameliyata alındı. Laparoskopik eksplorasyonda sağ fallop tüpünün hidropik ve ödemli olduğu ve 5 mm’lik trokar yerine herniye olduğu görüldü. Fallop tüpü laparoskopik olarak redükte edilip batın içerisine alındı. Trokar yerindeki açıklık ise 2/0 prolen ile dikildi. Olgumuz ameliyat sonrası birinci gün şifa ile taburcu edildi. Trokar yeri hernileri laparoskopik cerrahi sonrasında nadir görülmekle birlikte ciddi komplikasyonlardan biridir. Laparoskopik ameliyatlardan sonra erken veya geç dönemlerde gelişebilecek olan bu durumda daha çok mekanik bağırsak tıkanmaları gözüksede diğer intraperitoneal organlarında herniye olabileceği akılda tutulmalıdır. |
24. | “Median arcuate ligament sendromu”nda adım adım teknik detaylarıyla beraber güvenli laparoskopik yaklaşımın ilkeleri "Step-by-step" principles of safe laparoscopic approach with technical details in "median arcuate ligament syndrome" Selçuk GülmezPMID: 32589252 doi: 10.14744/tjtes.2019.61559 Sayfalar 642 - 646 Median arkuat ligament sendromu (MALS), yemek yeme sonrası görülen ağrının ve kilo kaybının nadir bir nedenidir. Median arkuat ligament (MAL), diyafragmatik krusların orta kısmındaki fibröz bir banttır. Anormal olarak aşağı doğru yerleşmiş MAL veya çölyak arterin daha kraniyalden çıkması, çölyak gövdenin dıştan basısı ile sonuçlanır. MAL, trunkus çölyakusu özellikle ekspirium sırasında daha da daraltır. Çölyak arterin kronik olarak sıkışması damar içinden geçen kan akışını azaltır ve semptomlara neden olur. Semptomatik hastalar son yıllarda artan oranda daha çok laparoskopik olarak tedavi edilmektedirler. Laparoskopiden açık cerrahiye dönüşüm oranı az olmayıp %10.3’tür, bu da genellikle diseksiyon esnasında ortaya çıkan vasküler yaralanmanın bir sonucu olan kanama nedeniyledir. Aort, trunkus çölyakus ve dallarının birbirleriyle olan yakın komşuluğu nedeniyle mevcut cerrahi prosedürün güvenli bir şekilde devam ettirilmesi için bir manevra gereklidir. Bu manevra ile cerrahi tekniğin standardize edilmesi komplikasyon oranlarını azaltabilir. Bu konuda hala dünyada standartlaşmış ve yerleşik herhangi bir laparoskopik yöntem yoktur. Literatürde var olan tekniklerin birbirlerine üstünlüğünü gösteren herhangi bir randomize kontrollü çalışma yoktur. Bu olgu sunumunda, teknik detayları verilen manevra ile ameliyatın süresi kısalmakta, ayrıca çölyak gövdede mükemmel bir görüntü sağlanmaktadır. Yanısıra, çölyak arter üzerindeki hakimiyeti de kolaylaştırtığından ameliyatı daha da güvenli kılar. |
25. | Spontan rüptüre direkt inguinal herni ve intestinal mezenter ayrışması: Olgu sunumu Spontaneous direct inguinal hernia rupture and intestinal mesenteric separation: A case report Özkan Görgülü, Mehmet Nuri KoşarPMID: 32589235 doi: 10.14744/tjtes.2020.02435 Sayfalar 647 - 649 Son birkaç yıldır sol kasık bölgesinde şişlik olduğunu bildiren 44 yaşında 50 kg ağırlığında kaşektik görünümlü kadın hasta aynı gün arka arkaya şiddetli öksürük sonrası sol kasığındaki direkt inguinal herni alanında eviserasyon ve mezenter ayrışması olan ince bağırsak evisserasyonu ile acil servise başvurdu. Hastaya evissere olan cilt insizyonundan segmenter ince bağırsak rezeksiyonu ve anastomoz yapıldı. Üç ay sonra fıtık alanı mesh takviye ile onarıldı. İnguinal hernilerde sadece inkarserasyon ve strangülasyon nedeni ile değil kaşeksi ve malnütrisyon durumlarında ani karın içi basınç artışlarında spontan rüptür ve evisserasyon olabileceği akılda tutulmalıdır. Her tür fıtık türünde elektif cerrahi ile tedavi sağlanmalıdır. Aksi halde geciktirilen herni hastalarında gelişebilecek olan komplikasyonların hayatı tehdit edebileceği unutulmamalıdır. |