1. | Travma olgularında hastane öncesi yaşam desteği seçimi: Temel ya da ileri travma yaşam desteği Prehospital life support in trauma patients: basic or advanced trauma life support Mehmet Özdoğan, Fatih Ağalar, Mehmet Eryılmaz, Gürkan Özel, Korhan TaviloğluPMID: 16676246 Sayfalar 87 - 94 Travmalı olgularda hastane öncesi dönemde uygulanması gereken tedavinin “İleri Travma Yaşam Desteği” (İTYD) ya da “Temel Yaşam Desteği” (TYD) şeklinde olması gerektiği üzerindeki tartışmalar sürmektedir. Bu derlemede travma hastalarına hastane öncesi dönemde uygulanan İTYD ve TYD tedavileri üzerine olan literatür gözden geçirildi; İTYD ve TYD içeren toplam 76 çalışma değerlendirildi. İntravenöz katater uygulaması, hastane öncesi sıvı tedavisi, hasta transport süresi, entübasyon ve ölüm oranları gibi değişkenler incelendi. Literatürdeki bilgilerin sahada travma hastalarına rutin olarak İTYD uygulanmasının gerekliliği konusunda net olmadığı sonucuna varıldı. Bu konudaki eksikliğin giderilmesi için travma hastalarında İTYD ve TYD’yi karşılaştıran prospektif, kontollü çalışmalara gereksinim vardır. |
2. | Hemorajik şokta hızlı ve yavaş sıvı infüzyonunun koagülasyon faktörleri üzerine etkisi: Köpekte deneysel çalışma The effects of rapid and slow infusion of fluid on coagulation factors in hemorrhagic shock: an experimental dogs model İbrahim İkizceli, Erdoğan M Sözüer, Levent Avşaroğulları, Özlem Canöz, Cuma Yıldırım, Can KüçükPMID: 16676247 Sayfalar 95 - 100 AMAÇ: Hemoraji ile birlikte taşikardi ve hipotansiyonu olan hastada hemorajik şok teşhisinin konulmasında bir zorluk yoktur. Esas zorluk hastaya uygun tedavinin verilmesinde ortaya çıkar. Bu çalışmada köpeklerde kanatılarak oluşturulan derin hemorajik şok sonrası ayrı sıvı miktarı ile tedavi edilen gruplardaki koagülasyon parametreleri incelendi. Tedavide verilecek en uygun sıvı miktarının saptanması amaçlandı. GEREÇ-YÖNTEM: Çalışmada 30 adet melez köpek kullanıldı. Köpekler rastgele üç gruba ayrıldı; her grup 10 köpekten oluştu. Kontrol grubuna hiçbir tedavi uygulanmadı. Hızlı infüzyon yapılan gruba 60 cc/kg dozunda yarım saatte Ringer laktat solüsyonu verildi. Yavaş infüzyon yapılan gruba ise 30 cc/kg dozunda yarım saatte Ringer laktat solüsyonu verildi. BULGULAR: Tedavi edilen her iki grupta da laktat değerleri düştü. Trombosit ve fibrinojen yavaş infüzyon yapılan grupta fazla düşmedi; hızlı infüzyon yapılan grupta önemli derecede düştüğü gözlendi. SONUÇ: Şokta en kısa zamanda kanama kontrol altına alınmalı ve sıvı resüstasyonunda saldırgan davranılmamalıdır. Verilen sıvı miktarı ne kadar fazla olursa koagülasyon parametreleri o derecede dilüe olacaktır. Hemorajik şoktaki hastaların tedavi etkinliğinin değerlendirilmesinde kan laktat seviyesi yol gösterici bir tetkik olarak kullanılabilir. |
3. | Ameliyat sonrası karın içi yapışıklık oluşumunda bağırsak kan akımındaki değişiklikler ve Endotelin-1 bloğunun rolü Intestinal blood flow alterations in postoperative intraabdominal adhesion formation and the role of Endothelin-1 blockade Ömer Günal, Salah Ghandour, Mustafa Deniz, Arif AslanerPMID: 16676248 Sayfalar 101 - 106 AMAÇ: Ameliyat sonrası periton içi yapışıklık oluşumunda bağırsak kan akımı değişikliklerini incelemek ve Endotelin-1 (ET-1) reseptör blokajının rolünü araştırmaktır. GEREÇ-YÖNTEM: Çalışmada 250-300 gr ağırlığında 28 adet Wistar-Albino erişkin sıçan eşit olarak dört gruba ayrıldı. Kontrol grubuna (grup 1; n=7) ameliyat uygulanmadı. Sham grubuna (grup 2; n=7) sadece laparotomi yapıldı. Yapışıklık grubuna (grup 3; n=7) sağ karın duvarından 1x1 cm’lik peritoneal yama eksizyonu ve çekal abrazyon, “yapışıklık model ameliyatı” olarak uygulandı. Tedavi grubuna (grup 4; n=7); bir non-selektif ET-1 reseptör blokeri olan bosentan (30 mg/kg, IP) periton içi yoldan dört gün süreyle günde bir kez verildi. Ameliyat sonrası yedinci gün, superior mezenterik arterin beslediği bağırsak kan akımı ölçüldü. Yapışıklık şiddeti ve yaygınlığı ile yapışıklıktaki miyeloperoksidaz (MPO) aktivitesi ölçüldü. BULGULAR: Ortalama bağırsak kan akımı grup 1 (65.5±1.2 ml/100 gr) ile kıyaslandığında yapışıklık grubunda (81.9±5.6 ml/100 gr) belirgin olarak artmıştı. Grup 1 ve grup 2 ile karşılaştırıldığında bosentanın (44.3±6.9 ml/100 gr) bağırsak kan akımında belirgin azalmaya neden olduğu görüldü. Sham grubunun (62.2±1 ml/100 gr) kan akım seviyeleri kontrol grubundakilerle (65.5±1.2 ml/100 gr) benzerlik gösterdi. Yapışıklık skorları, yapışıklık ve bosentan gruplarında benzer bulundu. Sham grubunda neredeyse hiç yapışıklık görülmedi. Bosentan grubunda yapışıklık dokusu MPO aktivitesi belirgin olarak artmıştı. SONUÇ: Non-selektif ET-1 reseptör blokajının periton içi yapışıklık oluşumunun önlenmesinde bir etkisi yoktur ancak, bağırsak kan akımında azalmaya neden olur. Yapışıklık oluşumu bağırsak kan akımını arttırır. Yapışıklık oluşumu, bosentan tedavisine rağmen artmış polimorfonükleer (PMN) infiltrasyonu ile birliktedir. |
4. | Travmatik subaraknoid kanamalar: 58 olguluk prospektif çalışma Traumatic subarachnoid hemorrhage: a prospective study of 58 cases Ali İhsan Ökten, Yurdal Gezercan, Rüçhan ErgünPMID: 16676249 Sayfalar 107 - 114 AMAÇ: Bu çalışmada travmatik subaraknoid kanamalarda (tSAK) prognozu etkileyen faktörlerin incelenmesi amaçlandı. GEREÇ-YÖNTEM: Bu prospektif çalışmaya 2001-2003 yılları arasında tedavi edilen 58 tSAK’lı hasta (44 erkek, 14 kadın; ort. yaş 39.2; dağılım 17-79 yıl) alındı. Çalışmamıza travma sonrası ilk altı saat içerisinde başvuran hastalar dahil edildi; ateşli silah yaralanmaları, multitravmalı ve ameliyat edilen hastalar çalışma dışında tutuldu. Hastaların nörolojik değerlendirmesi Glasgow Koma Ölçeği’ne (GKÖ), sonuçlar Glasgow Sonuç Ölçeği’ne (GSÖ), bilgisayarlı tomografi (BT) incelemeleri ise Hijdra ve Fisher kriterlerine göre değerlendirildi. BULGULAR: Travmatik subaraknoid kanamaların etyolojisini en sık trafik kazaları (%73) ve düşme (%20) oluşturuyordu. Olguların hastaneye ilk geliş durumları GKÖ’ne göre %9’u hafif, %39’u orta, %52’si şiddetli travma olarak değerlendirildi. Hijdra derecelendirmesine göre BT’deki kan miktarı ve dağılımı: 21 hastada 1. derece (az miktarda kan), 17 hastada 2. derece (orta miktarda kan), 20 hastada 3. derece (aşırı miktarda kan); Fisher kriterlerine göre pıhtı kalınlığı: 6 hastada 1. derece (kan yok), 21 hastada 2. derece (diffüz kanama), 15 hastada 3. derece (pıhtı kalınlığı 1 mm veya daha fazla kan), 16 hastada 4. derece (ventriküler kanama) olarak saptandı. GSÖ’ne göre hastaların %59’unda sonuçlar kabul edilebilir (tam iyileşme, orta derece sakatlık), %41’inde ise kötü (ciddi derecede sakatlık, vejetatif tablo, ölüm) bulundu. SONUÇ: Çalışmamızda; giriş GKÖ skoru düşük olanlarda, sistern ve fissürlerde kanaması olanlarda, tSAK ile birlikte serebral kontüzyon veya akut subdural hematomu bulunanlarda, Hijdra kriterlerine göre aşırı miktarda kan birikmesi olanlarda (13 puan ve üzeri) ve Fisher derecelendirmesine göre 3. ve 4. derecede olanlarda prognozun daha kötü olduğu sonucuna varıldı. |
5. | Prokalsitonin şiddetli akut pankreatitin bir belirtecidir Procalcitonin is a predictive marker for severe acute pancreatitis Nurullah Bülbüller, Osman Doğru, Refik Ayten, Handan Akbulut, Yavuz Selim İlhan, Ziya ÇetinkayaPMID: 16676250 Sayfalar 115 - 120 AMAÇ: Sistemik komplikasyonları ile karakterize şiddetli akut pankreatitin tedavi planlanmasında hastalığın erken tehisi ve yoğun bakım ihtiyacının belirlenmesi önemlidir. Bu çalışmada, sistemik enflamasyon belirleyicisi prokalsitoninin ödematöz ve şiddetli akut pankreatit ayırıcı tanısındaki yeri tartışıldı. GEREÇ-YÖNTEM: Prospektif olarak akut pankreatitli hastalar ödematöz ve şiddetli form olarak iki gruba ayrıldı. Ranson ve APACHE II skorları ve prokalsitonin seviyeleri başvuruda ve takipte karşılaştırıldı. BULGULAR: Akut pankreatit tanısı alan toplam 65 hastanın 46’sı ödematöz 19’u şiddetli form idi. Prokalsitonin 0.5 ng/dl, Ranson skoru 3 ve APACHE II skoru 8 cut-off seviyelerinde duyarlılık ve özgüllükleri sırasıyla %100, %84, %89 ve %84, %63, %89 idi. SONUÇ: Prokalsitonin, şiddetli akut pankreatitin erken tanısı ve klinik prognozunun takibinde kullanılabilen basit ve pratik bir belirteçtir. |
6. | Ekstremite replantasyon-revaskülarizasyon ve amputasyonlarından sonra beyinde somatotropik reorganizasyon: SPECT analizi ile araştırma Somatotrophic reorganization in the brain after extremity replantation, revascularization and amputations: investigated by SPECT analysis Kadir Ertem, K. Ersoy Kekilli, Cengiz Yağmur, İrfan Ayan, Songül Turgut, Hacı Bostan, Arslan BoraPMID: 16676251 Sayfalar 121 - 128 AMAÇ: Ekstremitelere uygulanan replantasyon, revaskülarizasyon ve amputasyon ameliyatlarından sonra 99mTc-HMPAO SPECT analizi kullanılarak motor ve somatosensoriyel korteksteki somatotropik reorganizasyon açısından araştırıldı. GEREÇ-YÖNTEM: Çalışmaya 12 hasta (11 erkek, 1 kadın; ort. yaş 38.9±14.7 yıl) ve 5 sağlıklı erkek (ort. yaş 32.2±7.9 yıl) kontrol grubu olarak alındı. Rekonstrüksiyon sonrası presentral ve postsentral kesitlerle birlikte alt, orta ve üst orbitomeatal kesitlerde ölçümler yapıldı. Tüm görüntüler görsel ve yarı kantitatif olarak değerlendirildi. İstatistiksel analizlerde Mann-Whitney U-testi kullanıldı. BULGULAR: Revaskülarizasyon ve replantasyon hastalarında dominant hemisferde presentral ve postsentral hipoperfüzyon vardı. Amputasyon hastalarında, nondominant hemisferde presentral hipoperfüzyon ve postsentral hipoperfüzyon (dört olgunun üçünde) bulunurken; dominant hemisferde ise dört olgunun birinde postsentral hipoperfüzyon vardı. Olgularımızda beyin bölgesel kan akımında belirgin fark posterior parietal kortekste bulundu (somatik ilişkili alan). SONUÇ: Ekstremite replantasyon-revaskülarizasyon ameliyatları sonrası beyinde presentral ve postsentral kortekste görülen değişiklikler somatotropik reorganizasyonun iyi bir göstergesi olabilir. |
7. | Adli otopsilerde ölüm nedeni olarak akciğer ve sistemik yağ embolizmi Pulmonary and systemic fat embolism as a cause of death in forensic autopsy practice Arzu Akçay Turan, Safa Çelik, Ferah Karayel, Işıl Pakiş, Nadir ArıcanPMID: 16676252 Sayfalar 129 - 134 AMAÇ: Bu çalışmada akciğer ve/veya sistemik yağ embolisi gelişen olgularda yağ embolisinin yaygınlığı ile yaş, cins, travmanın ağırlığı ve travma sonrası yaşam süresi, arasındaki ilişkiler sorgulandı. GEREÇ-YÖNTEM: Adli Tıp Kurumu Morg İhtisas Dairesi’nde otopsileri yapılan, akciğer ve/veya diğer yaşamsal organlarında histopatolojik olarak, yağ embolisi saptanan 31 olgu geriye dönük olarak değerlendirildi. BULGULAR: Travma ve travmaya bağlı komplikasyonlar nedeni ile hayatını kaybeden 28 olgunun (%90) 19’unu (%61) araç içi ve araç dışı trafik kazaları oluşturmaktaydı. Travma sonrası yaşam süresi 0-384 saat (61.6±86.2) arasında değişmekteydi. Olgularda saptanan travmatik değişiklikler kısaltılmış yaralanma cetveli (AIS) ve yaralanma ağırlık cetveline (ISS) göre değerlendirildi; AIS değeri 8.1±3.9 (SD), ISS değeri 26.5±19.7 (SD) olarak bulundu. Olguların histopatolojik değerlendirmesinde 24 olguda (%77) izole akciğer yağ embolisi, 7 olguda (%23) sistemik yağ embolisi saptandı. Yağ embolisinin yaygınlığı ile yaş, cinsiyet, travma derecelendirmesi, travma sonrası yaşam süresi arasındaki ilişkiler istatistiksel olarak, Ki-kare ve Spearman korelasyon testleri ile araştırıldı. SONUÇ: Yaş, cinsiyet ve ISS değerleri ile akciğer yağ embolisinin derecelendirilmesi arasında anlamlı ilişki saptanmadı. Travma sonrası yaşam süresi ve ISS değerleri arasında ise istatistiksel anlamlılık olmadığı halde negatif bir ilişki olduğu belirlendi. |
8. | Elektrik çarpması sonucu acil servise başvuran hastaların epidemiyolojik özellikleri Epidemiological characteristics of electrical injuries of patients applied to the emergency department Behçet Al, Mustafa Aldemir, Cahfer Güloğlu, İsmail Hamdi Kara, Sadullah GirginPMID: 16676253 Sayfalar 135 - 142 AMAÇ: Bu çalışma, elektrik çarpmalarının epidemiyolojik özelliklerini belirlemek, mortalite ve morbiditeye etkili olan faktörleri saptamak için planlandı. GEREÇ-YÖNTEM: Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Acil Kliniğine Ocak 2003-Nisan 2004 tarihleri arasında elektrik çarpması şikayetiyle başvuran 165 hasta (126 erkek; 39 kadın; ort. yaş 21.1; dağılım 2.5-62) yaş, cinsiyet, elektik kaynağı ve gücü, yanık derecesi ve yüzdesi, oluşan komplikasyonlar, yapılan müdahaleler, eğitim durumu ve meslekleri bakımından değerlendirildi. BULGULAR: Hastaların, 60’ı (%36.4) 12 yaşın altında, 95’i (%57.6) genç ve erişkin yaşta ve 10’u (%6) ileri yaşta idi. Yirmi dokuz (%17.6) hasta okuryazar değil, 36’sı (%21.8) okuryazar ve 97’si (%58,8) halen eğitim görmekte idi. Yanıkların 99’u (%60) kaza, 66’sı (%40) ise dikkatsizlik ve ihmal sonucu oluşmuştu. Hastaların 69’u (%41.8) yüksek, 96’sı (%58.2) düşük voltaja maruz kalmıştı. On altı hastada birinci derece, 96 hastada ikinci derece ve 86 hastada üçüncü derece yanık meydana gelmişti. En sık görülen komplikasyonlar, ekstremitelerde kontraktür (%10.9) ve kompartman sendromu (%3.6) idi. Hastaların 10’una eskarotomi, 16’sına fasyotomi, 9’una amputasyon uygulanmıştı. Mortalite oranı %9.1 (n=15) idi ve bu olguların %80’i yüksek elektrik voltajına maruz kalmıştı. Gözlenen komplikasyonlar ile mortalite arasında pozitif bir korelasyon saptandı (p<0.001). SONUÇ: Elektrik sistemlerinin doğru kullanımı ile ilgili toplumsal eğitimin verilmesi, ev içi ve ev dışı elektrik hatlarının gizli döşenmesi gibi basit önlemlerin alınması ile kazalar en aza indirilebilecektir. |
9. | Bası yarası olan hastalara uyguladığımız cerrahi tedavi yöntemleri ve sonuçları Surgical coverage technics of pressure sores and their outcomes Ufuk Bilkay, Evren Helvacı, Cenk Tokat, Cüneyt Özek, Yalçın AkınPMID: 16676254 Sayfalar 143 - 149 AMAÇ: Evre 3 ve evre 4 bası yaraları nedeniyle ameliyat edilen hastalarda uygulanan cerrahi tedavi yöntemleri ve sonuçları retrospektif olarak değerlendirildi. GEREÇ-YÖNTEM: 1984-2002 tarihleri arasında toplam 66 hastada (45 erkek, 21 kadın; ortalama yaş 39.4; dağılım 13-80) 100 bası yarası, fasyokütan flep, muskülokütan flep, kısmi kalınlıkta deri greftlemesi ve primer onarım teknikleriyle tedavi edildi. BULGULAR: Altmış altı hastanın 40’ı (%61) paraplejik, 5’i (%7) kuadriplejik, 9’u (%14) uzun süredir yatağa bağımlı ve 5’i (%7) debilizan hasta, 7’si (%11) ise multipl skleroz ve spina bifida hastası idi. Ameliyat sonrası uzun süreli izlemde hastaların %24’ünde (16/66) ve tedavi edilen bası yaralarının %22’sinde (22/100) nüks saptandı. Nükslerin %23’ü (10/43) iskiyon, %21’i (8/37) sakrum ve %20’si (4/20) trokanter bölgesinde idi; %42’si eksizyon ve primer onarım, %17’si (6/34), fasyokütan flep cerrahisi ve %12’si (5/39) müskülokütan flep cerrahisi yöntemi sonrasında meydana geldi. SONUÇ: Greftleme ve primer onarım gibi yöntemlerde nüks oranlarının daha yüksek olduğu, fasyokütan veya muskülokütan fleplerin tedavide kullanımıyla bu nüks oranlarının belirgin düzeyde azaltıldığı belirledik. |
10. | Apandiks’in karsinoid tümörü: Tedavisi ve sonuçları Carcinoid tumors of appendix: treatment and outcome Halil Coşkun, Özgür Bostancı, M. Ece Dilege, Mehmet Mihmanlı, Banu Yılmaz, İsmail Akgün, Sadık YıldırımPMID: 16676255 Sayfalar 150 - 154 AMAÇ: Bu çalışmada apendiksin karsinoid tümörlerinin klinik ve histopatolojik özellikleri ve tedavi yöntemleri değerlendirildi. GEREÇ-YÖNTEM: Apendiksin karsinoid tümörü olan hastaların tıbbi kayıtları ve patoloji piyesleri retrospektif olarak incelendi. Çalışma verileri tanımlayıcı istatistiksel metodlar (ortalama, SD, frekans) kullanılarak değerlendirildi. BULGULAR: Akut apandisit tanısıyla ameliyat edilen 6777 hastanın 11’inde (%0.16) histopatolojik incelemede karsinoid tümör saptandı. Altı hasta (%54.54) erkek, 5 hasta (%45.45) kadındı; hastaların yaş ortalaması 20.2±6.7 (13-35) idi. Tümör 10 hastada 1/3 distal bölgede, 1 hastada ise 1/3 proksimalde yerleşimliydi. Ortalama tümör çapı 0.73±0.36 cm (0.3-1.5) idi. On hastada klasik tip karsinoid tümör saptanırken, bir hastada goblet hücreli karsinoid tümör görüldü. Hastaların hiçbirinde genişletilmiş rezeksiyon yapılmadı. Hastaların ortalama takip süresi 28.5±15.2 (6-48) ay olup hiçbir hastada nüks görülmedi. SONUÇ: Tümör çapı 1-2 cm olan olgularda uygun tedavi yöntemi apandektomidir. Basit apandektomi ile 2 cm’nin altındaki tümörlerde kısa sürede nüks saptanmamaktadır. |
11. | Akut karında spiral BT: Bir intestinal intussusepsiyon olgusu Emergency helical CT scan in acute abdomen: a case of intestinal intussusception John Bramis, John Grınıatsos, Ioannis Papaconstantinou, Panagiotis O Michail, Emmanouil Pikoulis, Polytimi Leonardou, Elias BastounisPMID: 16676256 Sayfalar 155 - 158 Cerrahlar “kısmi intestinal obstrüksiyon” nozolojik antitesine aşinadır. İntussusepsiyon bu antite için ender olarak rastlanan bir etyolojik faktördür, ancak genellikle ameliyat öncesi tanı koyulamamaktadır. İntussusepsiyon tanısına yönelik birçok görüntüleme tekniği önerilmiştir, fakat bunlardan hiçbiri belirgin bir duyarlılık ve özgüllük göstermemiştir. Bu yazıda yer alan kısmi intestinal obstrüksiyon olgusunda, spiral karın BT taraması yapılmıştır. Kullanılan yöntem, kusursuz bir doğrulukla, kısmi intestinal obstrüksiyonun doğasını (intussusepsiyon) ve yerleşimini (çıkan kolon) ortaya koymuştur. Bu yöntemi, klasik BT taramasına göre ekstra avantaj olarak daha kısa bir inceleme süresi olmasına dayanarak, spiral BT'yi kısmi intestinal obstrüksiyonu olan hastaların ameliyat öncesi değerlendirmesinde alternatif bir tanısal modalite olarak önermekteyiz. |
12. | Post-travmatik bronş stenozu: Olgu sunumu Post-traumatic bronchial stenosis: a case report Elif Torun, Benan Çağlayan, Sevda Özdoğan, Canan Şenol Dudu, Bülent Arman, Altuğ KoşarPMID: 16676257 Sayfalar 159 - 163 Bronş rüptürü, trakeobronşiyal travma sonrası nadir görülen patolojilerdendir. Erken dönemde yeterli değerlendirme yapılmadığında fibrozis ve bronş stenozu gibi geri dönüşsüz değişikliklerin oluşması kaçınılmazdır. Travma sonrası oluşan hemopnömotoraks, pnömomediastinum, subkutan amfizem ve atelektazilerde bronşiyal laserasyonlar göz önünde bulundurularak acil bronkoskopi ve gereğinde erken cerrahi uygulanmalıdır. Bu yazıda, iki yıl önce araç dışı künt göğüs travması sonrası hemopnömotoraks meydana gelen ve akciğer enfeksiyonu ile kliniğimize başvuran 15 yaşında erkek hasta sunuldu. Hastada radyolojik ve bronkoskopik değerlendirme sonucu sağ üst lob girişinde oluşan fibrotik dokuya bağlı sağ üst lob atelektazisi saptandı. Hasta ameliyat edilerek lobektomi uygulandı. |
13. | Kronik ossifiye (kemikleşmiş) semptom vermeyen epidural hematomlu bir çocuk: Nadir bir antite Asymptomatic chronic ossified epidural hematoma in a child: a rare entity Kadir Kotil, Mustafa Ali AkçetinPMID: 16676258 Sayfalar 164 - 166 Bu yazıda, kronik, kemikleşmiş epidural hematomu olan altı yaşında bir olgu sunuldu. Hastanın herhangi bir şikayeti yoktu ve nörolojik muayenesi normaldi. Sunulan olgu, kronik kemikleşmiş bir epidural hematomda, bilgisayarlı beyin tomografisinde belirgin beyin basısı saptanmasına rağmen hiçbir klinik bulgu görülmemesi açısından önem taşımaktadır. Hastaya, beyin basısı nedeniyle ileride oluşabilecek hasarı önlemek için koruyucu dekompresif cerrahi uygulandı. |
14. | Hepatik portal vende gaz: Olgu sunumu Hepatic portal venous gas: a case report Osman Yüksel, Mustafa Şare, Bülent Salman, Oktay İrkörücü, Tugan Tezcaner, Öge Taşçılar, Nusret Akyürek, Ertan TatlıcıoğluPMID: 16676259 Sayfalar 167 - 169 Hepatik portal vende gaz (HPVG) çok ender görülür. Mezenterik iskemi, künt karın travmaları, bağırsak tıkanıklığı ve karıniçi enfeksiyonlar sonucu oluşabilir. Acil servise başvuran 58 yaşında erkek hasta akut karın bulguları ile değerlendirilirken ayakta çekilen direkt karın grafisinde intrahepatik olabileceği düşünülen gaz saptandı. Bilgisayarlı tomografi incelemesinde ana portal ven ve dallarında gaz, pnömatozis intestinalis, süperior mezenterik ven ve arterde oklüzyon saptandı. Cerrahi riski yüksek olan hasta ameliyattan önce kaybedildi. Bu yazıda, HPVG’nin hastalığın tanı, tedavi ve seyri hakkında yüksek doğrulukta yardımcı olabileceği, gereksiz cerrahi tedaviyi önleyebileceği, erken cerrahi tedaviye karar vermede yardımcı olabileceği vurgulandı. |