DENEYSEL ÇALIŞMA | |
1. | Yanık staz zonunun melatonin kullanımıyla kurtarılması: Sıçanlarda deneysel çalışma Saving the zone of stasis in burns with melatonin: an experimental study in rats Muhammed Kayapınar, Nevra Seyhan, Mustafa Cihad Avunduk, Nedim SavaciPMID: 27054630 doi: 10.5505/tjtes.2015.53059 Sayfalar 419 - 424 AMAÇ: Staz zonunun kurtarılmasını amaçlayan çalışmalar deneysel yanık çalışmalarının önemli bir bölümünü oluşturmaktadır. Staz zonunun kurtarılmasında deneysel olarak antitrombotik, antienflamatuvar, antikoagülan gibi birçok ilaç araştırılmıştır. Bu çalışmanın amacı sistemik melatoninin staz zonuna etkisini değerlendirmektir. GEREÇ VE YÖNTEM: Çalışmada 20 adet erişkin Wistar Albino sıçan kullanıldı. Randomize seçilen sıçanlar iki gruba ayrıldı (n=10). Sıçanların sırtları tıraşlandıktan sonra 1x2 cm ebadında kaynar suda ısıtılmış metal plak 20 sn bekletilerek yanık oluşturuldu. Kontrol grubuna tedavi verilmedi. Tedavi grubuna yedi gün süreyle 10 mg/kg/gün dozunda intraperitoneal melatonin enjeksiyonu yapıldı. Her iki grubun günlük dijital fotoğrafları çekildi. Total nekrotik yanık alanları ve staz zonu Auto CAD ve görüntü analizi programlarıyla değerlendirildi. Bir hafta sonunda sıçanlar sakrifiye edilerek histolojik inceleme için cilt biyopsisi alındı. Ödem, konjesyon, enflamatuvar infiltrasyon, vasküler proliferasyon ve fibrozis değerlendirilen parametrelerdi. Elde edilen veriler ki-kare ve student t-testleri ile değerlendirildi. BULGULAR: Experimental gruba ait histopatolojik veriler ile total nekrotik yanık alanları ve staz zonu ölçümlerine ait sayısal veriler kontrol grubu ile karşılaştırıldığında melatoninin staz zonuna etkinliğini kanıtlayacak şekilde istatistiksel olarak anlamlıydı (p<0.05). TARTIŞMA: Bu çalışmanın sonucuna göre yanıkta staz zonunun kurtarılmasında melatonin etkilidir. BACKGROUND: Studies aimed at recovering the zone of stasis are one of the major issues of experimental burn studies. Many drugs including antithrombotics, anticoagulants, anti-inflammatories have been investigated experimentally for saving the zone of stasis. In this study, the effect of the systemic melatonin on the zone of stasis was evaluated. METHODS: Twenty Wistar Albino rats were used in the study. Rats were assigned to two groups (n=10). The metal comb 1x2 cm in size was immersed in boiling water and held for 20 seconds on the back of the rats to create burn wounds.No treatment was given to the control group. Melatonin was given at a dose of 10 mg/kg/d by intraperitoneal injection in the treatment group for 7 days. Daily digital photographs of both groups were obtained. Total necrotic burn areas and the zone of stasis were assessed with Auto CAD and Visual Analyzing computer programs. At the end of one week, rats were sacrificed and skin biopsies were taken for histological examination. Edema, congestion, inflammatory infiltration, vascular proliferation and fibrosis were the parameters evaluated. Data were evaluated statistically by Chi-square test and Student-t test. RESULTS: When histopatologic data and the measured values for total necrotic areas and zone of stasis of the experimental group werecompared to control group, the results were statistically significant (p<0.05). CONCLUSION: According to the results of this study, melatonin is efficient in saving the zone of stasis in burns. |
2. | Dekompresif kraniektomi, hipertonik salin ve mannitol’ün deneysel serebral iskemi üzerine etkilerinin karşılaştırılması Effects of decompressive craniectomy, hypertonic saline solution and mannitol on an experimental model of cerebral ischemia Çağatay Çalıkoğlu, Mehmet Hüseyin Akgül, Osman Akgül, Ayşe KarataşPMID: 27054631 doi: 10.5505/tjtes.2015.45077 Sayfalar 425 - 431 AMAÇ: Serebral iskemi son derece önemli ve ciddi bir mortalite ve morbidite sebebidir. Serebral dokuyu iskemik zedelenmenin oluşturacağı hasardan korumak için seçilecek yöntem son derece önemlidir. Bu çalışmada kullanılan medikal ve cerrahi tedavi yöntemleri deneysel fare serebral iskemi modeli ile karşılaştırıldı, tek başına veya kombine uygulamalarında etki düzeyleri araştırıldı. GEREÇ VE YÖNTEM: Erişkin erkek Sprague-Dawley sıçanlar (n=30) altı gruba ayrıldı, sağ kommon karotis arter oklüzyonu ile serebral enfarkt oluşturuldu. Bir gruba iskemiden 12 saat sonra Dekompressif kraniectomi (DC) uygulandı. Diğer bir gruba ise iskemi sonrası 1, 12 va 24. saatlerde medikal tedavi verildi. Kontrol grubuna serum fizyolojik verilirken, bir gruba %3 hipertonik saline, diğer bir gruba %20 mannitol tedavisi. Sadece kraniyektom yapılanlar dekompressif kraniektomi grubu (DC), DC+HS grubu ise DC ve hipertonik salin verilenlerden oluştu. DC+MAN ise DC ve mannitol beraber verilen grubu olurturdu. Sıçanlar 24. saatin sonunda dekapite edildi, beyinleri alınarak patolojik olarak incelendi ve iskemi sahaları hesaplanarak tedaviye yanıtları değerlendirildi. BULGULAR: Kontrol grubunda ortalama enfarkt alanı %27.9, HS grubunda %13.7, MAN grubunda %15.1, DC grubunda %10.6, DC+HS grubunda %8.1, ve DC%+MAN %9.7. Ortalama enfarkt alanları hemen tüm gruplarda kontrol grubuna gore düşük görüldü, HS ve MAN grupları arasında fark bulunamadı, DC grubunda bu iki gruba göre daha iyi sonuç elde edildi fakat en iyi sonuçlar DC+MAN grubunda tespit edildi. TARTIŞMA: Serebral iskemik enfarkt tedavisinde hem medikal hem cerrahi etkili yöntemlerdir. Medikal tedavi yöntemleri arasında fark bulunamadı, halbuki cerrahi tedavi grubunda, medikal tedavi grubuna göre daha iyi sonuç elde edildi. Kombine tedavide diğerlerine göre en iyi sonuç alındı. Bu sonuçlar iskemik beyin zedelenmesinde en iy sonucun cerrahi ve medikal tedavi kombinasyonu olduğunu göstermektedir. BACKGROUND: Cerebral ischemia is a cause of serious morbidity and mortality. Strategies that would protect cerebral tissue against ischemic injury are important. The present study aimed to evaluate effects of surgical and medical treatments, either alone or in combination, on infarction area in an experimental rat model of cerebral ischemia. METHODS: Adult male Sprague-Dawley rats (n=30) were divided into 6 groups, each including 5 experimental animals. Cerebral ischemia was created by right common carotid artery occlusion (CCAO) under anesthesia. Decompressive craniectomy (DC) was performed in the relevant groups at the 12th hour following CCAO, whereas medical treatments were performed in the relevant groups at the 1st, 12th, and 24th hours following CCAO. After CCAO, the control group received 1 mL/kg physiological saline, hypertonic saline (HS) group received 3% hypertonic saline (1 mL/kg), and mannitol (MAN) group received 20% mannitol (1 g/kg). While only DC was performed following CCAO in the DC group, DC+HS group underwent DC together with hypertonic saline treatment and DC+MAN group underwent DC together with mannitol treatment. The rats were decapitated at the end of the 24th hour following ischemia. Cerebral sections were stained with 2% 2,3,5-triphenyltetrazolium chloride (TTC). The ratio of infarction area to the total area of section was calculated as percentage. RESULTS: Mean infarction areas were 27.9% in the control group, 13.7% in the HS group, 15.1% in the MAN group, 10.6% in the DC group, 8.1% in the DC+HS group, and 9.7% in the DC+MAN group. Mean infarction areas were significantly lower in all groups than in the control group. While the mean infarction area did not differ between the HS and MAN groups, it was lower in the groups undergoing DC as compared to these two groups. The best outcome was observed in the DC+HS group. CONCLUSION: Both medical and surgical treatments were effective in decreasing cerebral ischemic infarction. There was no difference between medical treatments groups in terms of efficacy, whereas DC led to a substantial decrease in ischemic infarction volume as compared with the medical treatment groups. Combined treatment approaches performed to decrease infarction volume also resulted in favorable outcomes. |
KLINIK ÇALIŞMA | |
3. | Travma hastalarında stabil yaşamsal bulgunun tanımındaki farklılık: Ulusal çaplı bir taramanın sonuçları Diversity of the definition of stable vital sign in trauma patients: results of a nationwide survey Seongpyo MunPMID: 27054632 doi: 10.5505/tjtes.2015.83093 Sayfalar 432 - 439 AMAÇ: Yaşamsal bulgulara (YB) dayalı hemodinamik stabilitenin (HS) künt dalak travmasının (KDT) başarılı cerrahi dışı tedavisinde (CDT) en yararlı kriter olduğu düşünülürdü. Ancak HS’nin tutarlı bir tanımı tespit edilememiştir. Ulusal çapta bir taramayla HS tanımını değerlendirmeyi ve bu farklılığı yaratan faktörleri saptamayı istedik. GEREÇ VE YÖNTEM: Ekim 2012 ile Kasım 2012 arasında birinci seviyede bir travma merkezinin travma ve acil cerrahi bölümüne HS tanımını içeren bir anket gönderildi. Variyans analizi, t-testi, χ2 testi ve lojistik regresyon analiziyle veriler karşılaştırıldı. BULGULAR: 563 doktorun 507’si (%90) yanıt vermişti. Kırk sekizinin yanıtları eksikti ve 459 (%81.5) yanıt incelendi. Kan basıncı (KB), hipotansiyonun kestirim değeri, KB’yi ölçüm tekniği, hipotansiyonun süresi, HS’nin belirleyicisi olarak kalp hızının (KH) kullanılıp kullanılmadığı, hastada komorbidite varlığına veya çocuk hasta olduğuna göre HS tanımlarında anlamlı farklılık mevcuttu. Doktorların %91.5’i HS’yi tanımlamada kafalarının karışık olduğu ve daha somut belirleyicilere gerek duydukları yanıtını verdi. Her halde yanıt verenlerin %90’ı HS’yi tanımlamak için laboratuvar testlerinden yararlanmamaktaydı. TARTIŞMA: Birçok travmatoloji uzmanı HS’yi tanımlamak için yalnızca YB’yi kullanmaktadır. İşte bu nedenle hangi hastanın hemodinamik açıdan stabil olduğunu tanımlamada karmaşa yaşanmaktadır. Baz eksikliği veya laktat tayini gibi daha somut belirleyiciler daha yararlı ek bilgiler sağlayabilir. BACKGROUND: Hemodynamic stability (HS) based on vital sign (VS) is thought to be the most useful criteria for successful nonoperative management (NOM) of blunt spleen injury (BSI). However, a consistent definition of HS has not been established. We wanted to evaluate the definition of HS through conducting a nationwide survey and find the factors affectting diversity. METHODS: The questionnaire regarding the definition of HS was sent to the department of trauma surgery and emergency medicine of level I trauma center between October 2012 and November 2012. Data was compared using analysis of variance, t-test, χ2 test and logistic regression. RESULTS: Among five hundred and sixty-three doctors, 507 responded (90%). Forty-eight responses were incomplete, and hence, 459 (81.5%) responses were analyzed. There was a significant diversity in the definition of HS on the subject of type of blood pressure (BP), cut off value of hypotension, measuring technique of BP, duration of hypotension, whether or not using heart rate (HR) as a determinant of HS, cut off value of hypotension when the patient has comorbidity or when the patient is a pediatric patient. 91.5% replied that they were confused defining HS and felt the need to have more objective determinants. Nevertheless, 90% of the responders were not using laboratory test to define HS. CONCLUSION: Many trauma doctors are using only VS to define HS. This is why there is a confusion regarding how to define which patient is hemodynamically stable. More objective determinants such as base deficit or lactate can be useful adjuncts. |
4. | Apendiksin fiziksel özellklerinin perforasyon üzerine etkileri: İleriye yönelik klinik çalışma A prospective clinical study of the effects of the physical features of the appendix on perforation Yusuf Tanrıkulu, Gökhan Yilmaz, Ceren Sen Tanrikulu, Volkan Temi, Furuzan Kokturk, Mithat Cagsar, Boran YalcinPMID: 27054633 doi: 10.5505/tjtes.2015.77508 Sayfalar 440 - 445 AMAÇ: Akut apandisit (AA) en yaygın görülen cerrahi acillerden birisidir ve apendiks perfore olduğunda ameliyat sonrası morbidite ve mortalite artar. Apendiks perforasyonuna yol açan faktörlerin belirlenmesi morbiditeyi azaltmada etkili olabilir. Biz akut apandisitte perforasyonla ilişkili faktörleri inceledik. GEREÇ VE YÖNTEM: Bu çalışmada 60 hasta ele alındı ve hastalar eşit sayıda iki gruba ayrıldı: Non-perfore ve perfore grup. Biz, ameliyat öncesi dönemde hastaların vücut kitle indeksini (VKİ) ve başvuru öncesi gecikme zamanını, ameliyat esnasında apendiks pozisyonunu, apse veya sıvı varlığı ile cerrahi spesmende apendiksin duvar kalınlığını, kök ve uç çapı ile uzunluğunu karşılaştırdık. BULGULAR: Hastaların 40’ı erkek, 20’si kadın olup ortanca yaş 27 idi (min-maks: 16–84). Vücut kitle indeksi perfore grupta non-perfore gruptan belirgin şekilde yüksekti (p=0.039). Sıvı varlığı açısından gruplar arasında fark yok iken, apse varlığı perfore grupta daha yüksekti (p=0.017). Perfore grupta, apendiksin en yaygın görüldüğü pozisyon retroçekaldi (p=0.007). Apendiks uç çapına göre gruplar arasında fark yokken, kök çapı, duvar kalınlığı ve apendiks uzunluğu perfore grupta belirgin olarak daha yüksekti (sırasıyla p=0.041, p<0.001 ve p=0.037). TARTIŞMA: Vücut kitle indeksi, başvuru öncesi gecikme zamanı, retroçekal yerleşimli apendiks, apse varlığı ile duvar kalınlığı, kök çapı ve apendiks uzunluğu akut apandisitte perforasyonu etkileyen risk faktörleridir. BACKGROUND: Acute appendicitis (AA) is one of the most common surgical emergencies, whosepostoperative morbidity and mortality increase significantly when the appendix perforates. The identification of factors that lead to perforation in these patients might effectively reduce morbidity. In this study, factors associated with perforation in AA were examined. METHODS: The study included sixty patients divided into equal non-perforated and perforated groups. Preoperative body mass index (BMI) and prehospital delay of the patients, the appendix location, presence of fluid or abscesses during surgery, and the appendix wall thickness, root and end diameters, and length in the surgery specimen were compared. RESULTS: The patients were comprised of forty males and 20 females, with a median age of 27 (range 16–84) years. BMI was significantly higher in the perforated group than the non-perforated group (p=0.039). There was no difference between the groups in terms of the presence of fluid (p=0.792); the presence of abscess was higher in the perforated group (p=0.017). The most common location of the appendix was retrocecal in the perforated group (p=0.007). While there was no difference in the appendix end diameter, root diameter was significantly higher in the perforated group (p=0.041), as were wall thickness (p<0.001) and appendix length (p=0.037). CONCLUSION: BMI, prehospital delay, a retrocecally positioned appendix, presence of an abscess, and appendix wall thickness, root diameter, and length are risk factors for perforation in AA. |
5. | Laparoskopik appendektomide intrakorporal düğüm ve endoloop ile güdük kapama yöntemlerinin karşılaştırılması Comparison of intracorporeal knotting and endoloop for stump closure in laparoscopic appendectomy İlhan Bali, Faruk Karateke, Sefa Özyazıcı, Adnan Kuvvetli, Cem Oruç, Ebru Menekşe, Seyfi Emir, Mehmet ÖzdoğanPMID: 27054634 doi: 10.5505/tjtes.2015.56798 Sayfalar 446 - 449 AMAÇ: Laparoskopik apendektomi sırasında apendiks güdüğünü kapatmak için intrakorporal düğüm, endoloop, stapler ve klips gibi çeşitli yöntemler kullanılmaktadır. Bu çalışmada laparoskopik apendektomide apendiks güdüğünü kapatmak için kullanılan intrakorporal düğüm ve endoloop yöntemlerinin karşılaştırılması amaçlandı. GEREÇ VE YÖNTEM: Bu çalışmaya Adana Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Genel Cerrahi Kliniği’nde Haziran 2009 ile Temmuz 2013 tarihleri arasında akut apandisit ön tanısı ile laparoskopik apendektomi yapılan hastalar dahil edildi. Hastaların demografik özellikleri, apendiks güdüğünü kapatma tekniği, ameliyat süresi, komplikasyon ve yatış süreleri olarak karşılaştırıldı. BULGULAR: Seksen biri kadın, 45’i erkek olmak üzere toplam 126 hastaya laparoskopik apendektomi yapıldı. Altmış beş hastada apendiks güdüğünü kapamak amacıyla intrakorporal düğüm (Grup 1), 61 hastada ise endoloop (Grup 2) kullanıldı. Grup 1’deki hastaların ameliyat süresi Grup 2’ye göre daha uzun idi (62.0±10.67 dk, 56.80±11.94 dk, p=0.01). Gruplar arası hastanede kalış süreleri arasında fark saptanmadı. Her iki grupta dörder hastada yüzeysel cerrahi alan enfeksiyonu görüldü. TARTIŞMA: Bu çalışmada intrakorporal düğüm tekniğinde ameliyat süresinin endoloop tekniğine göre daha uzun olduğu, ancak hastanede yatış süresi ve komplikasyon açısından birbirinden anlamlı bir fark bulunmadığı tespit edilmiştir. İntrakorporal düğüm tekniğinin endolooptan daha ucuz olduğu ve ileri laparoskopik cerrahiye başlayacak olan cerrahlar için el manüpülasyonunu geliştirdiğinden dolayı tercih edilmesini önermekteyiz. BACKGROUND: Several appendiceal stump closure tecniques such as intracorporoeal-knotting, endoloop, stapler and clips are used during laparoscopic appendectomy. This study aimed to compare intracorporoeal-knotting and endoloop tecniques used to close appendiceal stump in laparoscopic appendectomy. METHODS: This study included patients who underwent laparoscopic appendectomy with preliminary diagnosis of acute appendicitis in General Surgery Department of Adana Numune Training and Research Hospital between June 2009 and July 2013. The demographics, appendiceal stump closure tecniques, operation time, complications, and length of hospital stays of the patients were compared. RESULTS: A total of one hundred and twenty-six patients underwent laparoscopic appendectomy (Female: 81, Male: 45). Intracorporeal- knotting (Group 1) was performed in sixty-five patients; whereas, endoloop (Group 2) was performed in sixty-one patients in order to close appendiceal stump. The operation time was longer in Group 1 compared to Group 2 (62.0±10.67 min., 56.80±11.94 min., p=0.01). The length of hospital stays were nonsignificant between the groups. Four patients were complicated by superficial surgical site infection in both groups. CONCLUSION: In the present study, the operation time was found to be longer for intracorporeal knotting tecnique compared to endoloop tecnique; however, there was no significant difference regarding the length of hospital stay and complications. Performing intracorporeal-knotting technique is suggested since it is cheaper than endoloops and it may also improve hand manipulations of the surgeons who intend to advanced laparoscopy. |
6. | İlişkili lezyonlarla birlikte olan travmatik beyin omurilik sıvısı kaçaklarının cerrahi tedavisi Surgical management of traumatic cerebrospinal fluid fistulas with associated lesions Fatih Alagoz, Ergun Daglıoglu, Murat Korkmaz, Ali Erdem Yıldırım, Ozhan Merzuk Uckun, Denizhan Divanlıoglu, Omer Polat, Ali Dalgıç, Arif Osun, Fevzi Yılmaz, Muge Sonmez, Ahmet Deniz BelenPMID: 27054635 doi: 10.5505/tjtes.2015.93236 Sayfalar 450 - 456 AMAÇ: Kafa travması beyin omurilik sıvısı (BOS) fistülü ile önemli bir ilişki gösterir. GEREÇ VE YÖNTEM: Bu çalışmada travmaya bağlı gelişen otore, rinore ve oküloresi bulunan 22 hastanının cerrahi yaklaşımı sunuldu. Hastaların büyük çoğunluğu Glaskow Koma Skalası (GKS) 14 puanın altında olan şiddetli kafa travmalı hastalardır. Bu hastaların 11’inde depresyon fraktürü, altısında epidural hematom ve dördünde ise basınçlı pnemosefalus eşlik etmekteydi. BULGULAR: Rinore, en sık görülen semptom olup 15 hastada, otore yedi hastada ve okülore iki hastada saptandı. Rinoresi olan iki hastada ayrıca otore ve okülore de mevcuttu. On iki hasta tek taraflı yaklaşımla, 10 hasta ise bifrontal yaklaşımla opere edildi. TARTIŞMA: Beyin omurilik sıvısı kaçağı ile prezente olan travma olgularında, konservatif tedavinin aksine yapılan erken cerrahi girişimler BOS kaçağına bağlı gelişebilecek komplikasyonların engellenmesinde son derece etkili bir yöntemdir. BACKGROUND: Head trauma is associated with a significant risk of cerebrospinal fluid (CSF) fistula. METHODS: In this study, it was aimed to report twenty-two cases subjected to operative intervention for otorrhea, rhinorrhea and oculorrhea with associated traumatic lesions. Majority of the cases had moderate to severe head trauma with a Glascow Coma Scale (GCS) score under 14. The study group included eleven cases with depression fractures, 6 with epidural hematomas and 4 with tension pneumocephalus. RESULTS: Rhinorrhea was the most common presenting symptom encountered in fifteen cases; whereas, otorrhea was prominent in 7 and oculorrhea in 2 cases. Two patients having rhinorrhea also had oculorrhea and otorrhea. The patients were operated with unilateral approaches in twelve and bifrontal approaches in ten of the cases. CONCLUSION: Early surgical intervention should be performed in cases presenting with CSF fistula and associated traumatic lesions without considering conservative management to provide an effective control of associated complications due to CSF fistulas. |
7. | Yüksek enerjili ateşli silah yaralanmalarına bağlı açık karın olgularının tedavisinde erken dönem vakum uygulaması ile geç dönem doku genişletme ve çift taraflı yama Staged repair of severe open abdomens due to high-energy gunshot injuries with early vacuum pack and delayed tissue expansion and dual-sided meshes Doğan Alhan, İsmail Şahin, Serbülent Güzey, Andaç Aykan, Fatih Zor, Serdar Öztürk, Mustafa Nışancı, İsmail Hakkı ÖzerhanPMID: 27054636 doi: 10.5505/tjtes.2015.05942 Sayfalar 457 - 462 AMAÇ: Açık karın; ciddi abdominal travmalar sonrası ortaya çıkabilecek katastrofilerden kaçınılması amacıyla uygulanan bir koruyucu prosedürdür. Fakat, açık karın olgularında yaralanma sonrası abdominal iyileşme sağlansa bile erken dönemde defekt alanının kapatılması çok kolay olmamaktadır. Bu nedenle açık karın olgularının tedavisinde aşamalı onarım ihtiyacı bulunurken, birinci aşama geçici kapamadır. Bu aşamanın sonrasında ortaya çıkan dev boyutlu ventral herni ise hem cerrah hem de hasta açısından büyük sıkıntı oluşturmaktadır. Oluşan bu tablo nedeniyle kalıcı bir onarım kaçınılmazdır. Her ne kadar bu amaçla birçok farklı tedavi yaklaşımları tanımlanmış olsa da ateşli silah yaralanması gibi yüksek enerjili travmalar nihai sonucu etkileyebilen, tedavi seçeneklerini kısıtlayan karmaşık tabloların oluşumuna neden olabilir. Bu çalışmada abdominal duvar defekti bulunan komplike olguların onarımında uyguladığımız aşamalı tedavi yaklaşımı sunuldu. GEREÇ VE YÖNTEM: Ateşli silah yaralanmasına bağlı açık karın bulunan dokuz erkek hastada aşamalı tedavi uygulandı. Bütün hastalarda geçici kapatma direkt visera üzerine yerleştirilen negatif basınçlı yara bakım uygulaması ve sonrasında gerçekleştirilen cilt grefti yardımıyla sağlandı. Geç dönemdeki kalıcı onarım ise ekspanse edilen abdominal duvarın laminasyonu ve iki taraflı yama sayesinde gerçekleştirildi. BULGULAR: Hastaların takip süreleri 24 ay ile 4.5 yıl arasında (ortalama üç yıl) değişmekteydi. Bu periyot dahilinde hiçbir hastada ventral hernide nüks, enterik fistül, abdominal enfeksiyon ve seroma oluşumu gözlenmedi. TARTIŞMA: Bu çalışmada yüksek enerjili ateşli silah yaralanmalarına bağlı açık karın olgularının tedavisinde negatif basınçlı yara terapisi, doku genişletici ve çift taraflı yama uygulamaları aşamalı olarak kullanılmıştır. Sonuçlar hastalar açısından son derece memnuniyet verici olup estetik sonuçlar ise kabul edilebilir düzeydedir. BACKGROUND: Open abdomen is a salvage procedure that prevents catastrophes after severe intraabdominal traumas. However, following this life saving attempt, it is mostly not feasible to close the abdomen immediately after the recovery of intraabdominal injuries. Consequently, a staged reconstruction is required, and the first stage is usually a temporary closing approach. At the end of this stage, resulting giant “ventral hernia” is a burden for both the patient and the surgeon. Therefore a permanent repair is subsequently needed. Although there are many treatment modalities described for this goal, etiologies like high-energy gunshots may cause an exactly nuisance scene which can limit treatment options and reduce final success. Herein, it was the objective of this study to present our staged protocol to restore the abdominal wall defect and strategy for optimizing the results in such conundrum cases. METHODS: Treatment was performed on nine male patients suffering from severe open abdomen due to high-energy gunshot injury. In all patients, temporary closure was provided by negative pressure wound treatment applied directly to the viscera and followed by skin grafting. Late permanent closure was performed with the lamination of expanded abdominal skin and dual-sided meshes. RESULTS: The follow-up period ranged between 24 months to 4.5 years (mean, 3 years). During this period, no recurrence of ventral hernia, enteric fistula formation, abdominal infection and seroma formation was observed in any patient. CONCLUSION: In this study, NPWT, tissue expansion and dual-sided mesh were used together as a staged procedure for optimizing the results in the clinical scenario of an open abdomen due to high-energy gunshot wound. Results were highly satisfactory for patients and acceptable aesthetically. |
8. | Muğla ilinde yapılan otopsi olgu sonuçlarında karşılaşılan resüsitasyon komplikasyonları Resuscitation complications encountered in forensic autopsy cases performed in Muğla province Halil Beydilli, Yasemin Balcı, Şahin İsik, Melike Erbaş, Ethem Acar, Bülent SavranPMID: 27054637 doi: 10.5505/tjtes.2015.66169 Sayfalar 463 - 468 AMAÇ: Bu çalışmanın amacı, otopsiler sırasında görülen resüsitasyon komplikasyonların belirlenmesi ve temel yaşam desteği eğitimi etkinliğini değerlendirmektir. GEREÇ VE YÖNTEM: Muğla Adli Tıp Şube Müdürlüğü’nde gerçekleştirilen otopsi olgu raporları geriye dönük olarak incelendi. Resüsitasyon komplikasyonları olan hastaların yaş, cinsiyet, ölüm şekli ve çeşitleri gibi demografik verileri ve komplikasyonların özellikleri kaydedildi. BULGULAR: Toplam, resüsitasyon komplikasyonlara 100 olgunun 74’ü erkektir. Bu olguların çoğunda otopsileri yaz sezonunda yapıldı. Hastalar arasında %68 travmatik olmayan nedenlerle öldü. Kaburga kırıkları 71 hastada, sternum kırıkları 32 hastada tespit edilmiştir. Ayrıca, perikart (%2) ve akciğer parankim (%4), kalp lezyonları (%4) ve karaciğer laserasyon (%2) hasarı tespit edildi. Kaburga kırıkları ile ilgili olarak, meydana gelen kırıklar en yüksek sayılarda dördüncü kaburga, her iki tarafta ilk ve sekizinci kaburga arasında bulundu. TARTIŞMA: Resüsitasyon komplikasyonları önemli, çünkü bu komplikasyonlar otopside travmatik nedenlerle yapılmış sanılabilir. Travmatik olmayan nedenlerle yapılan otopsi durumlarında görülen resüsitasyon komplikasyonları travmatik olaylar olarak algılanabilir. Onlar, yanlış olarak travma belirtileri sanılabilir. Bu komplikasyonlar sağlık personelinin iyi resüsitasyon eğitimi ile azaltılabilir. BACKGROUND: The purpose of this study was to determine complications of resuscitation seen during autopsies and evaluate the effectiveness of basic life support training. METHODS: Autopsy case reports conducted in The Forensic Branch Manager of Muğla were retrospectively examined. Demographic data of the patients with resuscitation complications such as age, gender, manner of death, and kinds and features of the complications were recorded. RESULTS: In total, seventy-fourof the 100 cases with resuscitation complications were males. The autopsies in most of these cases were performed during the summer season. Among the patients, 68% died for non-traumatic reasons. Rib fractures were detected in seventy-one patients and sternum fractures in thirty-two patients. Moreover, damage to the pericardium (2%) and lung parenchymal (4%), heart lesions (4%), and liver lacerations (2%) were detected. Regarding rib fractures, fractures were found between the first and eighth ribs on both sides, with the highest numbers occurring in the fourth rib. CONCLUSION: Resuscitation complications are important since they can be presumed to have carried out for traumatic reasons. Resuscitation complications seen in autopsy cases with non-traumatic causes can be perceived as traumatic events. They can be assumed incorrectly as trauma symptoms. These complications can be reduced with a good resuscitation training of the health personnel. |
9. | İnstabil trokanterik kırık tedavisinde kullanılan üç farklı intramedüller çivinin klinik sonuçlarının karşılaştırılması Comparison of clinical outcomes with three different intramedullary nailing devices in the treatment of unstable trochanteric fractures Sinan Zehir, Ercan Şahin, Regayip ZehirPMID: 27054638 doi: 10.5505/tjtes.2015.28227 Sayfalar 469 - 476 AMAÇ: İntertrokanterik kırıkların tedavisinde kullanılan üç farklı intramedüller çivileme yöntemiyle ilişkili sonuçların değerlendirilmesi amaçlandı. GEREÇ VE YÖNTEM: Bu geriye dönük kohort calismasina A2 ve A3 tip stabil olmayan trokanterik kırık nedeniyle opere edilen hastalar dahil edildi. Kullanılan tekniğe göre hastalar üç gruba ayrıldı: Talon distal sabit çivi/lag screw (n=78, ortalama yaş: 78.5±6.6), PFNA çivi (n=96, ortalama yaş: 77.2±6.8) ve İnterTan çivisi (n=102, ortalama yas: 76.8±6.7). Son kontrolde Harris kalça skoru kaydedildi, sağkalım telefon görüşmesi ve vatandaşlık bilgi bankası kayıtlarından elde edildi. BULGULAR: Grupların temel özellikleri benzerdi. İnterTan grubunda ameliyat süresi, floroskopi zamanı ve kan kaybı anlamlı olarak fazlaydı. PFNA grubunda sekiz hastada cut-out oluştu. Hastane içi mortalite %3.2 idi (dokuz hasta). Hastanede yatış süresi ve ameliyat sonrası tip-apex mesafesi gruplar arasında farklı değildi. İyileşme süresi ve Harris kalça skoru gruplar arasında benzerdi. Bir yıllık sağ kalım Talon distal sabit çivi/lag screw grubunda %83.1±4.5, PFNA grubunda %84.0±3.8 ve İnterTan grubunda 84.4±3.7 bulundu (p=0.33). TARTIŞMA: Talon distal sabit çivi/lag screw yöntemi daha az cut-out oranıyla PFNA tekniğinden ve daha kısa ameliyat süresiyle InterTan yönteminden daha iyi olarak bulunmuştur. BACKGROUND: The aim of this study was toreport our experience regarding the use of three different methods for intramedullary nailing in the treatment of intertrochanteric fractures. METHODS: Patients with A2 and A3 type fractures operated on for unstable trochanteric fractures were included into this retrospective cohort study. Patients were divided into three groups based on the technique used; Talon distal fix nail/lag screw (n=78; mean age, 78.5±6.6), PFNA nail (n=96; mean age, 77.2±6.8) or InterTan nails (n=102; mean age, 76.8±6.7). Harris hip scores were recorded at the last outpatient visit and survival information was obtained by phone interview and civil registry database. RESULTS: Baseline characteristics were similar among groups. Operation time, fluoroscopy time and blood loss were significantly higher in InterTan group. Screw cut-out occurred in eight patients in PFNA group. In-hospital mortality occurred in nine (3.2%) patients. Length of hospital stay and postoperative tip-apex distance was not different among groups. At follow-up, healing time and Harris hip scores were also similar among groups. One-year survival rate was 83.1±4.5% in Talon distal fix nail/lag screw, 84.0±3.8% in PFNA group and 84.4±3.7% in InterTan group (p=0.33). CONCLUSION: New Talon distal fix nail/lag screw was associated with lower cut-out rates than PFNA and shorter operative times than InterTan. Further study is warranted to clearly establish the potential advantages of Talon distal fix over any other technique described herein. |
10. | Künt travma sonucu yaralanan hastaların çok yönlü analizi ve mortaliteye etkili faktörler Multivariate analysis of patients with blunt trauma and possible factors affecting mortality Adnan Özpek, Metin Yücel, İbrahim Atak, Gürhan Baş, Orhan AlimoğluPMID: 27054639 doi: 10.5505/tjtes.2015.43077 Sayfalar 477 - 483 AMAÇ: Bu çalışmada künt travmaya bağlı yaralanma nedeniyle kliniğimize yatırarak tedavi ettiğimiz hastaların çok yönlü analizini ve mortaliteye etkili faktörleri belirlemeyi amaçladık. GEREÇ VE YÖNTEM: Ocak 2009 ile Ocak 2013 tarihleri arasında, künt travmaya bağlı yaralanma nedeniyle kliniğimize yatırarak tedavi ettiğimiz 237 hasta geriye dönük olarak incelendi. Hastalar yaş, cinsiyet, travmanın şekli, yaralanma bölgeleri, Yaralanma Şiddet Skoru (ISS), Revize Edilmiş Travma Skoru (RTS), FAST sonuçları, hemodinamik durum, transfüzyon gereksinimi, uygulanan tedavi yöntemi, tedavi sonuçları ve mortalite yönünden analiz edildi. BULGULAR: Hastaların 187’si (%78.9) erkek, 50’si (%21.1) kadın, yaş ortalaması 36.9±16.9 (3–81 yıl) idi. Hastaların 131’inde (%55.3) torakal, 110’unda (%46.4) abdominal, 96’sında (%40.5) pelvis ve ekstremite, 34’ünde (%14.3) baş ve boyun, 26’sında (%11) maksillofasyal, 24’ünde (%10.1) ise cilt ve cilt altı yumuşak doku yaralanması mevcuttu. Hemodinamik instabilite nedeniyle 33, peritonit bulguları nedeniyle 12 hasta olmak üzere toplam 45 (%19) hasta ameliyat edildi. Hastaların 26’sında (%11) mortalite görüldü ve bunların 10’unda (%38.5) instabil pelvis kırığı bulunmaktaydı. Packing gereken hastalarda %75, packing gerekmeyenlerde %33.3; hemodinamisi instabil hastalarda %60.6, hemodinamisi stabil olanlarda %8.3 ve FAST (+) hastalarda %20.5, FAST (–) hastalarda %3.4 mortalite belirlendi (p<0.05). Hastaların tümünde ortalama ISS değeri 18.4, RTS değeri 7.30, transfüzyon gereksinimi 1.6 Ü. olarak hesaplanırken; ölen hastalarda ise aynı sırayla 44.6, 4.22 ve 7.8 Ü. olarak hesaplandı (p<0.05). TARTIŞMA: Künt travmalar genellikle birden fazla anatomik bölgede yaralanmaya neden olmakta; torakal, abdominal ve pelvik bölge yaralanmaları sıklıkla birbirine eşlik etmektedir. Abdominal solid organ yaralanmalarının büyük kısmı nonoperatif olarak takip ve tedavi edilebilmektedir. Çalışma sonuçlarımız ISS, RTS, FAST sonucu, hemodinamik instabilite, packing ve transfüzyon gereksiniminin mortalite riskini belirlemede istatistiksel olarak değerli olduğunu göstermektedir. BACKGROUND: This study aimed to investigate the signs and prognosis of the patients hospitalized due to blunt trauma injuries and identify possible factors that affect mortality. METHODS: Between January 2009 and January 2013, a total of 237 patients admitted with blunt trauma injury were retrospectively analyzed. The age and gender of the patients, type of the trauma, injury site, Injury Severity Scores (ISS), Revised Trauma Scores (RTS), Focused Assessment with Sonography in Trauma (FAST) results, hemodynamic status, need for transfusion, treatment modalities, treatment outcomes, and mortality rates were recorded. RESULTS: Of the patients, 187 (78.9%) were male, 50 (21.1%) were female and mean age was 36.9±16.9 years (3–81 years). Of the patients, 131 (55.3%) suffered thoracic injuries, 110 (46.6%) abdominal injuries, 96 (40.5%) pelvic and limb injuries, 34 (14.3%) head and neck injuries, 26 (11%) maxillofacial injuries, and 24 (10.1%) skin and subcutaneous tissue injuries. Forty-five patients (19%), including 33 patients with hemodynamic instability and 12 patients with peritonitis-related signs, were operated on. Mortality was seen in 26 patients (11%), including 10 (38.5%) with unstable pelvic fractures. Mortality rates; in patients with packing performed was 75%, in patients without any need for packing was 33.3%, in patients with hemodynamic instablity was 60.6%, in hemodynamically stable patients was 8.3% and in FAST (+) patients was 20.5%, in FAST(–) patients was 3.4% (p<0.05). CONCLUSION: Blunt trauma often presents with multi-trauma involving more than one anatomical structure of the body. Thoracic, abdominal, and pelvic injuries usually accompany blunt trauma. The majority of abdominal solid organ injuries are followed nonoperatively. Our study results show that ISS, RTS, FAST result, hemodynamic unstability, packing requirment, and need for transfusion are statistically invaluable in identifying the mortality risk. |
11. | Torakoabdominal delici-kesici alet yaralanmalarında bilgisayarlı tomografinin diyafragma yaralanmasını göstermedeki etkinliği, tanısal laparoskopi ile karşılaştırma The diagnostic efficacy of computed tomography in detecting diaphragmatic injury secondary to thoracoabdominal penetrating traumas: a comparison with diagnostic laparoscopy Mehmet İlhan, Mesut Bulakçı, Süleyman Bademler, Ali Fuat Kaan Gök, İbrahim Fethi Azamat, Cemalettin ErtekinPMID: 27054640 doi: 10.5505/tjtes.2015.94389 Sayfalar 484 - 490 AMAÇ: Sol torakoabdominal delici kesici yaralanması olan, tanısal veya terapotik laparoskopi yapılan hastalarda bilgisayarlı tomografinin (BT) diyafram yaralanmasını saptamadaki etkinliğinin değerlendirilmesi. GEREÇ VE YÖNTEM: Nisan 2010 ile aralık 2014 tarihleri arasında delici-kesici alet yaralanması ile başvuran sol torakoabdominal yaralanması bulunan 108 olgu demografik verileri, bıçaklanma bölgesi, ek travma bulgularının varlığı, hemodinamik parametreleri, başvuru süresi, tanı yöntemleri ve tedavi şekli açısından geriye dönük olarak değerlendirildi. Tüm hastaların ameliyat öncesi bilgisayarlı tomografi görüntüleri geriye dönük olarak cerrahi değerlendirme sonuçları bilinmeden değerlendirilmiştir. Hemotoraks, pnömotoraks, batında serbest sıvı ve solid organ yaralanmalarının diyaframa yaralanması ile ilişkisi araştırıldı. Cerrahi girişim öncesinde tüm olgular fizik muayene, hemogram takibi ve hemodinamik değerlendirme ile takip edildi. BULGULAR: Fizik muayene bulgusu olarak en sık anterior sol torakoabdominal yaralanma saptandı. Lateral yaralanması olan 25 olgunun %36’sında cerrahi olarak yaralanma saptandı. Tüm olguların 25’inde (%23.1) diyafragma yaralanması saptandı ve olgulara laparaskopik tamir yapıldı. Tüm BT bulguları cerrahi sonuçları ile birlikte değerlendirildiğinde diyafragma yaralanmasını göstermede sensitivite %80, spesifite %95, PPV %83, NPV %94 olarak hesaplanmıştır. Ortalama hastanede kalış süresi tüm olgularda 5.4 gün (1–16) olarak gözlendi. TARTIŞMA: Bilgisayarlı tomografi ile penetran diyafragma yaralanmalarını değerlendirmede halen güçlükler mevcuttur. Buna rağmen bizim çalışmamızda BT yüksek spesifite ve negatif prediktif değere sahiptir. Diyafragma defekti ve yağlı doku herniasyonunun tespit edilmesi torakoabdominal yaralanmalarda kesin tanıyı koydurmaktadır. Daha fazla sayıda hasta grubu ile ileriye yönelik çalışma yapılması, delici kesici alete bağlı torakoabdominal yaralanması olan hastalarda diyafram yaralanmasının saptanmasında BT’nin rolünü belirlemede faydalı olacaktır. BACKGROUND: This study was designed to investigate the diagnostic efficacy of computed tomography (CT) for the detection diaphragmatic injury in cases undergoing diagnostic and therapeutic laparoscopy in left thoracoabdominal penetrating injuries. METHODS: Demographic properties, stabbed body region, additional injuries, hemodynamic parameters, time to admission, diagnostic examinations, and type of treatment were retrospectively reviewed in one hundred and eight patients presenting with left thoracoabdominal injury after penetrating sharp object injury between April 2010 and December 2014. Preoperative CT scans of all patients were reviewed blind to the results of surgical evaluation. The relationship between diaphragmatic injury and hemothorax, pneumothorax, abdominal free fluid, and solid organ injuries were analyzed. All patients underwent physical examination, complete blood count monitoring, and hemodynamic assessment prior to surgery. RESULTS: The most common finding on physical examination was anterior left thoracoabdominal injury. The injury was detected surgically in 36% of twenty-five cases with lateral injury. Diaphragmatic injury was present in twenty-five (23.1%) of all cases, all of whom were treated with laparoscopic repair. An analysis of all CT findings in relation to surgical results revealed that CT had a sensitivity of 80%, a specificity of 95%, a PPV of 83%, and a NPV of 94% for the detection of diaphragmatic injuries. Mean duration of hospital stay was 5.4 days (range, 1–16 days) in the entire study population. CONCLUSION: CT is still associated with diagnostic challenges in penetrating diaphragmatic injuries. Nevertheless, CT showed a high specificity and a negative predictive value in our study. Detection of a diaphragmatic defect and fatty tissue herniation makes the definitive diagnosis of diaphragmatic injury in penetrating thoracoabdominal injuries. Prospective studies with a larger sample size are necessary to further clarify the role of CT in detection of diaphragmatic injuries in thoracoabdominal sharp penetrating object injuries. |
12. | Yanığa bağlı ölümlerde antemortem klinik tanılar ve postmortem bulguların karşılaştırması Comparison of antemortem clinical diagnosis and postmortem findings in burn-related deaths Harun Tuğcu, Fatih Zor, Mehmet Toygar, Hüseyin BalandızPMID: 27054641 doi: 10.5505/tjtes.2015.36604 Sayfalar 491 - 495 AMAÇ: Yanığa bağlı yaralanmalar, yüksek morbidite ve mortaliteyle sonuçlanabilen önemli bir halk sağlığı sorunudur. Yanık hastalarında mortalite; yaşlılık, yanık alanı yüzdesinin geniş olması ve kronik hastalıkların birlikteliği ile ilişkilidir. Yapılan çalışmalar, yanığa bağlı ölüm olgularında premortem klinik teşhisler ile postmortem bulguların farklılık gösterdiğini ortaya çıkartmıştır. GEREÇ VE YÖNTEM: Bu çalışmada, 1 Ocak 1994 ile 30 Mayıs 2013 tarihleri arasında, Gülhane Askeri Tıp Akademisi Adli Tıp Anabilim Dalı’nda yapılan ölü muayenesi ve otopsi raporları ile hasta dosyaları geriye dönük olarak incelenerek, yanığa bağlı ölümlerde saptanan postmortem bulgular ile antemortem klinik bulguların karşılaştırılması amaçlanmıştır. BULGULAR: Yaklaşık 20 yıllık bir süre zarfında, 450 olgunun 31’inin (%6.9) yanığa bağlı ölüm olduğu saptanmıştır. Yaralanmaların %90.3 oranında alev yanığı sonucu meydana geldiği saptanmıştır. Olguların yanık yüzdesi oranı ortalaması %70.52 olup bu oran arttıkça yaşam süresinin istatistiksel olarak kısaldığı saptanmıştır (r=-0.491, p=0.005). Otopsi bulgularına göre; antemortem olarak atlanan en sık klinik tanının pnömoni olduğu ve mortalitenin sistemik organ yetersizliklerine bağlı olduğu saptanmıştır. TARTIŞMA: Yanığa bağlı ölümler asker popülasyonu açısından önemli bir mortalite nedenidir. Otopsi ile ortaya konulan postmortem bulguların, yanık hastaların tedavisini yürüten klinisyenlere önemli katkılar sağlayacağını ve bu bağlamda disiplinlerarası veri paylaşımının önemli olduğunu değerlendirmekteyiz. BACKGROUND: Burn injuries are an important public health problem resulting in high morbidity and mortality. Mortality in burn patients is associated with age, the extent of the burn surface, and the presence of concurrent chronic diseases. Studies have revealed differences between antemortem clinical diagnoses and postmortem findings in burn-related deaths. METHODS: In the present study, postmortem examination reports and autopsy reports issued by the Department of Forensic Medicine in Gülhane Military Medical Academy between 1 January 1994 and 30 May 2013 were retrospectively reviewed together with patient charts in an attempt to compare postmortem findings and antemortem clinical findings in burn-related deaths. RESULTS: In a period of approximately 20 years, thirty-one (6.9%) of the deaths among 450 cases were burn-related. Of the injuries, 90.3% were caused by flame burns. Mean burn percentage was 70.52%, and the survival of these cases was found to decrease significantly with increasing burn percentage (r=-0.491, p=0.005). According to autopsy findings, pneumonia was the most frequently overlooked antemortem clinical diagnosis, and mortality was associated with systemic organ failures. CONCLUSION: Burn-related deaths are an important cause of mortality among soldiers. We believe that postmortem findings revealed by autopsies could significantly contribute to the treatment of burn cases, and that interdisciplinary data sharing would be important in this respect. |
13. | Arka segment göz içi yabancı cisimleri: Ağırlık ve boyut etkisi, erken veya geç vitrektomi ve sonuçlar Posterior segment intraocular foreign bodies: the effect of weight and size, early versus late vitrectomy and outcomes Zafer Öztaş, Serhad Nalçacı, Filiz Afrashi, Tansu Erakgün, Jale Menteş, Cumali Değirmenci, Cezmi AkkınPMID: 27054642 doi: 10.5505/tjtes.2015.03608 Sayfalar 496 - 502 AMAÇ: Arka segment göz içi yabancı cisim (GİYC) ağırlık ve boyut özelliklerinin açık glob yaralanmalarındaki etkilerini belirlemek. GEREÇ VE YÖNTEM: Çalışmaya arka segment GİYC bulunan 58 hastanın 58 gözü dahil edildi. Tüm GİYC’ler pars plana vitrektomi ile çıkarıldı. Yaş, cins, en iyi düzeltilmiş görme keskinliği (EİDGK), GİYC niteliği, ağırlığı ve çapları, başlangıçtaki göz bulguları, GİYC çıkarılma zamanı, GİYC giriş alanı, yapılan müdaheleler ve komplikasyonları içeren faktörler incelendi. BULGULAR: Hastaların ortalama yaşı 32.7±14.2 yıl ve ortalama takip süresi 18±13.3 ay idi. Göz içi yabancı cisim ağırlık, boy, en ve kalınlıkları başlangıç ve final EİDGK seviyeleri ile negatif korele bulundu (p<0.05). Başlangıçta hifema, vitreus hemorajisi, retina hemorajisi, retina dekolmanı ve üveal prolapsus bulunan olgulardaki GİYC’ler önemli ölçüde daha ağır bulundu (p<0.05). Hifema, vitreus hemorajisi, retina hemorajisi, retina dekolmanı ve üveal prolapsus bulunan olgulardaki GİYC’ler önemli ölçüde daha enli ve kalın bulundu (p<0.05). Hifemalı gözlerdeki GİYC’ler anlamlı olarak daha uzun bulundu (p<0.05). Başlangıçta veya daha sonra retina dekolmanının olması düşük final görme ile ilşkili bulundu (p<0.05). Göz içi yabancı cisim çıkarılma zamanı ile endoftalmi insidansı arasında ilişki yoktu. TARTIŞMA: Daha ağır ve büyük arka segment GİYC’leri ile birlikte olan açık glob yaralanmaları daha kötü sonuçlara ilişkilidir. İş kazalarından korunmak için koruyucu gözlük kullanımı kritik bir öneme sahiptir. Bizim çalışmamızda GİYC’nin erken veya geç çıkarılmasının anatomik ve görsel sonuçlar üzerine önemli bir etkisi saptanmamıştır. Bu nedenle uygun koşullar elde edilene kadar vitrektomi ertelenebilir. BACKGROUND: The objective of this study was to identify the effects of weight and size characteristics of posterior segment intraocular foreign bodies (IOFBs) in open globe injuries. METHODS: Fifty-eight eyes of 58 patients with posterior segment IOFBs were enrolled in the study. All IOFBs were removed by pars plana vitrectomy. Factors including age, gender, best corrected visual acuity (BCVA), nature of IOFBs, weight and dimensions of IOFBs, initial ocular features, timing of IOFB removal, entry site of IOFBs, interventions and complications were evaluated. RESULTS: Mean age of the patients was 32.7±14.2 years, and mean follow up period was 18±13.3 months. Weight, length, width and thickness of IOFBs were found negatively correlated with initial and final BCVA levels (p<0.05). Weight of IOFBs was significantly greater in eyes with initial hyphema, vitreous hemorrhage, retinal hemorrhage, retinal detachment, and uveal prolapse (p<0.05). Width and thickness of IOFBs were significantly greater in eyes with hyphema, vitreous hemorrhage, retinal hemorrhage and uveal prolapse (p<0.05). Length of IOFBs was significantly longer in eyes with hyphema (p<0.05). Presence of initial or subsequent retinal detachment was associated with poor final BCVA (p<0.05). There was no association between the timing of IOFB removal and incidence of endophthalmitis. CONCLUSION: Greater weight and size of posterior segment IOFBs were associated with worse outcomes in open globe injuries. Protective eyewear has a crucial importance to avoid work-related injuries. In our study, early or late vitrectomy for an IOFB removal had no significant effect on anatomic and visual outcomes. Therefore, vitrectomy can be postponed until optimal conditions are obtained. |
14. | Femur intertrokanterik kırıklarının tedavisinde proksimal femur çivisi ve hemiartroplasti sistemlerinin karşılaştırılması Comparison of femur intertrochanteric fracture fixation with hemiarthroplasty and proximal femoral nail systems Gokay Gormeli, Mehmet Fatih Korkmaz, Cemile Ayse Gormeli, Cihan Adanas, Turgay Karatas, Sezai Aykin SimsekPMID: 27054643 doi: 10.5505/tjtes.2015.96166 Sayfalar 503 - 508 AMAÇ: Çalışmamızın amacı intertrokanterik femur kırığı olan yaşlı hastalarda proksimal femur çivisi (PFÇ) ve bipolar hemiartroplasti (BPH) ile tedavinin sonuçlarını karşılaştırmaktı. GEREÇ VE YÖNTEM: Çalışmaya Ocak 2008–Ocak 2012 arasında femur intertrokanterik kırığı nedeni ile tedavi edilen 143 hasta dahil edildi. Hastaların demografik verileri; AO/ASIF (Association for Osteosynthesis/Association for the Study of Internal Fixation) sınıflamasına göre kırık tipi; ASA (American Society of Anesthesiologists) skorları; cerrahi yöntem (PFÇ veya BPH); cerrahinin detayları; komplikasyonlar ve takip sonuçları (Harris Kalça Skoru, Ortalama Hareketlilik Skoru) kaydedildi. BULGULAR: Cerrahi öncesi veriler PFÇ ve BPH grubunda benzerdi. Bipolar hemiartroplasti grubunda cerrahi süresi daha uzun; cerrahi sırasındaki kan kaybı ve mortalite oranları daha yüksekti (p<0.005). 30.4 (10.9) aylık takip sonucunda Ortalama Hareketlilik Skoru’ndaki azalma ve Harris Kalça Skoru’nda anlamlı fark yoktu (p>0.05). TARTIŞMA: Cerrahi tedavi uygulanan femur intertrokanterik kırıklı yaşlı hastalarda PFÇ ve BPH sonuçlarının her ikisi de tatmin edici olsada; daha az cerrahi ile ilişkili travma ve düşük mortalite oranları ile PFÇ’nin bu hastalarda daha etkili ve uygun tedavi yöntemi olarak tercih edilebileceğini düşünmekteyiz. BACKGROUND: The aim of this study was to compare the outcomes of intertrochanteric femur fractures treated with proximal femoral nail (PFN) and bipolar hemiarthroplasty (BPH) in elderly patients. METHODS: A total of one hundred and forty-three patients with intertrochanteric femur fractures treated surgically between January 2008 and January 2012 were included into the study. Patient demographics, type of fracture according to Association for Osteosynthesis/ Association for the Study of Internal Fixation (AO/ASIF) classification, and the American Society of Anesthesiologists (ASA) classification system scores; type of surgical procedure (BPH or PFN), operative details, complications and follow-up scores (Harris Hip Score [HHS]; Mean Mobility Score [MMS]) were recorded. RESULTS: The preoperative characteristics of the patients in both PFN and BPH groups were similar. BPH had higher operation times, blood loss in operation and mortality rates (p<0.005). Reoperation times were higher in PFN group (p<0.005). There were no differences with regard to the HHS and the reduction in MMS at the last follow-up with a 30.4 (10.9) months follow-up (p>0.05). CONCLUSION: Although both PFN and BPH had satisfactory outcomes in surgically treated patients with intertrochanteric femur fractures, we recommend intertrochanteric femur fractures in the elderly tobe treated with PFN; which is an effective and appropriate treatment modality with less surgery related trauma and lower mortality rates. |
15. | Pediatrik mandibula kırıklarındaki ikilem: Eriyen plaklar mı yoksa metal plaklar mı? Dilemma in pediatric mandible fractures: resorbable or metallic plates? Gaye Taylan Filinte, İsmail Mithat Akan, Gülçin Nujen Ayçiçek Çardak, Özay Özkaya Mutlu, Tayfun AközPMID: 27054644 doi: 10.5505/tjtes.2015.23922 Sayfalar 509 - 513 AMAÇ: Bu çalışmanın amacı çocuklardaki açık redüksiyon ve internal fiksasyon ile tedavi edilen mandibula kırıklarında, emilebilen ve metal plakların etkinliğini karşılaştırmaktır. GEREÇ VE YÖNTEM: Yaşları 20 ay-14 yıl (ortalama 8.05 yıl) arasında değişen 31 hasta mandibulanın farklı yerlerindeki kırıklar nedeniyle ameliyat edildi (26 [%60.4] simfisiz-parasimfisiz, 12 [%27.9] kondil-subkondil, 5 [%11.6] angulus ve ramus). On iki hasta eriyen plaklarla, 19 hasta ise metal plaklarla (titanyum) tedavi edildi. Ortalama takip süresi metal donanım kullanılan grupta 41 ay (11–74 ay), eriyen plak kullanılan grupta ise 22 ay’dı (8–35 ay). Her iki grup primer kemik iyileşmesi, komplikasyonlar, ameliyat sayısı ve mandibuladaki büyüme açısından incelendi. Bulgular aşağıda tartışıldı. BULGULAR: Her iki grupta primer kemik iyileşmesi saptandı. Her iki gruptaki minör komplikasyonlar benzerdi. Metal donanım kullanılan grupta pak çıkartılması için ikinci operasyonlar gerçekleştirildi. Her iki gruptaki mandibula gelişimi tatmin ediciydi. TARTIŞMA: Eriyen plaklar metal donanımlı plaklardan daha pahalı oldukları görüldü. İkinci operasyonların maliyeti göz önünde bulundurulduğunda ise eriyen plaklar daha avantajlıydı. Mandibula büyümesi ve komplikasyon parametreleri heriki grupta benzer olduğundan, eriyen plaklar; olası diş hasarının önlenmesi, uzun süreli yabancı cisim varlığının olmaması ve hızlı kemik iyileşmesi için gerekli olan yeterli sabitlik sağlaması gibi hususlara bağlı olarak tercih edilmektedir. Buna rağmen, emilebilir plakların kullanılması hususunda bir öğrenme periyodunun gerekliliği ve metal plaklarla karşılaştırıldığında, çiğneme kaslarının karşıt gücüne karşı düşük sabitlik sağladıkları gibi endişeler akılda tutulmalıdır. BACKGROUND: The aim of this study was to compare the efficiency of resorbable and metallic plates in open reduction and internal fixation of mandible fractures in children. METHODS: Thirty-one patients (mean age, 8.05 years; range 20 months-14 years) were operated on various fractures of the mandible (26 [60.4%] symphysis- parasymphysis, 12 [27.9%] condylar-subcondylar fractures, 5 [11.6%] angulus and ramus fractures). Twelve patients were treated with resorbable plates and 19 patients with metallic plates. Mean follow-up time was 41 months (11–74 months) in the metallic hardware group and was 22 months (8–35 months) in the resorbable plate group. Both groups were investigated for primary bone healing, complications, number of operations, and mandibular growth. The results were discussed below. RESULTS: Both groups demonstrated primary bone healing. Minor complications were similar in both groups. The metallic group involved secondary operations for plate removal. Mandibular growth was satisfactory in both groups. CONCLUSION: Resorbable plates cost more than the metallic ones; however, when the secondary operations are included in the total cost, resorbable plates were favourable. As mandibular growth and complication parameters are similar in both groups, resorbable plates are favored due to avoidance of potential odontogenic injury, elimination of long-term foreign body retention and provision of adequate stability for rapid bone healing. However, learning curve and concerns for decreased stability against heavy forces of mastication accompanied with the resorbable plates when compared to the metallic ones should be kept in mind. |
16. | Toraks travması takibinde dikkat edilmesi gereken durum: Diyafragma yaralanmaları Diaphragmatic injury: condition be noticed in the management of thoracic trauma Fatih Meteroğlu, Atalay Şahin, İsmail Başyiğit, Menduh Oruç, Serdar Monıs, Ahmet Sızlanan, Serdar Onat, Refik ÜlküPMID: 27054645 doi: 10.5505/tjtes.2015.30660 Sayfalar 514 - 519 AMAÇ: Penetran ve künt toraks travmalarında dikkatli incelenmediği ve şüphelenilmediği zaman gözden kaçabilen diyafragma yaralanmalarını vurgulamak istedik. GEREÇ VE YÖNTEM: Ocak 2000–Haziran 2013 yılları arası künt ve penetran toraks travması ile başvuran 1349 olgudan travmatik diyafragma rüptürü olan 53 hastanın dosyaları incelendi. Hastaların yaşı, cinsiyeti, yandaş yaralanmaları, cerrahi yaklaşım şekli, ameliyat sonrası morbidite ve mortalite oranları ve hastanede kalış sürelerine bakıldı. BULGULAR: Künt veya penetran toraks travması sonucu kliniğimizde tedavi edilen 1349 olgudan, travmatik diyafragmatik yaralanma (TDY) olan 48’i erkek, beşi kadın olgu değerlendirildi. Yaş ortalamaları 31.06 (4–65 yıl) ve 35.80 (4–50 yıl) idi. Cerrahi yaklaşım olarak torakotomi %66, laparotomi %20.75 ve laparotomi+torakotomi ise %13.20 olguda uygulandı. Torakotomi öncesi tanı amaçlı videoyardımlı torakoskopi (VATS) %15.09 hastada uygulandı. Diyafragma 31 olguda sol ve 22 olguda sağ tarafta onarıldı. Morbidite olarak pulmoner komplikasyonlar künt travmalarda daha fazla görüldü (%37.73). Mortalite ise sadece penetran travmalı üç olguda gözlendi. Ortalama hastanede yatış süresi 8.75 gündü (dağılım 4–15 gün). Olgular ortalama 28.13 ay olarak (3–60 ay) takip edildi. Yaralanma türü, cinsiyet ve yaş açısından gruplar arasında istatistik olarak anlamlı farklılık saptanmazken (p=0.05); künt travmalı hastalarda morbidite anlamlı bulundu. SONUÇ: Künt veya penetran olsun toraksı ilgilendiren travmalarda mutlaka diyafragmaya yönelik inceleme yapılmalı, diyafragma ile ilgili bir şüphe varsa mutlaka değerlendirilmelidir. BACKGROUND: The aim of the present study was to emphasize diaphragmatic injuries that can be overlooked in chest traumas. METHODS: Between January 2000 and June 2013, fifty-three patients with traumatic diaphragmatic laceration were evaluted among 1349 patients who had chest injuries. Patients were examined regarding age, gender, associated injuries, surgical interventions, postoperative morbidity, mortality and length of hospital stays. RESULTS: Of them, fifty-three cases had diaphragmatic lacerations. There were forty-eight male and five female patients, with a mean age of 31.06 (4–60) years and 35.80 (18–50) years. Thoracotomy in 66%, laparotomy in 20.75% and laparotomy+thoracotomy in 13.20% of the cases were performed. Video-assisted thoracoscopy was carried out in 15.09% of the patients. Diaphragm was repaired on the left in thirty-one cases and in the right in twenty-two cases. Pulmonary complications like morbidity was mostly seen in 37.73% of blunt trauma. Mortality was seen in three cases of penetrating trauma. Mean hospital duration was 8.75 days (range, 4–15 days). Patients were followed for a mean duration of 28.13 months (range, 3–60 months). There was no significant statistical difference between types of injury, ages and gender of cases (p=0.05); whereas, morbidity rate was important in patients with blunt trauma. DISCUSSION: Diaphragmatic lacerations should be kept in mind when penetrating and blunt injuries to the thorax are evaluated. |
17. | Akut apendisite benzeyen soliter çekum divertiküliti Solitary caecum diverticulitis mimicking acute appendicitis Semih Hot, Seracettin Eğin, Berk Gökçek, Metin Yeşiltaş, Ali Alemdar, Arzu Akan, Servet Rüştü KarahanPMID: 27054646 doi: 10.5505/tjtes.2015.65188 Sayfalar 520 - 523 Soliter çekum divertikülü benign bir oluşumdur ama enflamasyon, perforasyon ve kanama ile komplike bir hale gelebilir. Çekal divertiküllerin en yaygın komplikasyonu olan çekum divertiküliti (ÇD), Asyalılar arasında yüksek insidansa sahip, ama Batı dünyasında ender bir durumdur. Kolonik divertiküler hastalığın insidansı ulusal kökene, kültürel yapı ve beslenme alışkanlığına göre değişir. Çekum divertiküliti ülkemizde yaygın değildir, ama akut apandisit gibi diğer sık görülen akut sağ taraf karın hastalıklarına klinik açıdan çok benzediği için önemli bir durumdur. Cerrahi öncesi tanısı zordur ve bu nedenle güncel sıklığı bilinmez. Çekum divertikülitinin tedavisi tıbbi tedaviden sağ hemikolektomiye kadar değişir. Bu çalışmada son sekiz yılda acil birimimizde cerrahi rezeksiyon uygulanan 10 ÇD olgusunu sunduk. Amacımız cerrahlar arasında bu duruma olan farkındalığı artırarak, ilk deneyimlerinin ameliyathanede olmaması için özen göstermeleridir. Solitary cecum diverticulum is a benign formation, but it can be complicated with inflammation, perforation and bleeding. Cecum diverticulitis (CD) is the most common complication of caecal diverticulum and it has the highest incidence among Asians, but it is a rare condition in the western world. The incidence of colonic diverticular disease can vary according to national origin, cultural structure and nutritional habits. CD is not common in our country, but it is an important situation because of its clinical similarity with the commonly seen acute right side abdominal diseases like acute appendicitis. Preoperative diagnosis is difficult, and hence, the actual frequency is not known. The treatment of CD can vary from medical therapy to right hemi colectomy. In this study, we presented ten CD cases on whom surgical resection was performed in our surgery unit during the last 8 years. Our purpose was to increase the awareness of surgeons about this situation, and so, make them pay attention for not having their first experience in the operating room. |
OLGU SUNUMU | |
18. | Bisiklet anahtarıyla penetran beyin yaralanması: Bir olgu sunumu Penetrating brain injury with a bike key: a case report Joe M Das, Satheesh Chandra, Rajmohan B PrabhakarPMID: 27054647 doi: 10.5505/tjtes.2015.43958 Sayfalar 524 - 526 Penetran beyin yaralanmasına (PBY) düşük veya hızlı ivmeli nesneler neden olabilmektedir. Bıçaklar ve horoz gagası gibi birkaç nesnenin bu çeşit yaralanmalara neden olduğu bilinmektedir. Ancak literatürde bisiklet anahtarıyla saldırı sonucu oluşan PBY bildirilmemiştir. Bu çalışmanın amacı bir bisiklet anahtarıyla saldırı sonrası gelen 21 yaşındaki bir erkek hastayı raporlamaktı. Anahtar sol pariyetal bölgeye takılı kalmış ve sol pariyetal kraniyotomiyle çıkartılmıştır. Altta yatan parankimal kontüzyon eksize edilmiştir. Ameliyat sonrası ikinci gün hastada motor afazi gelişmiş ve daha sonraki günlerde ödem çözücü önlemlerle geçmişti. Birinci aylık izlemde hasta normal konuşma ve bilincine kavuşmuştu. Penetran beyin yaralanmalarının hemen tedavi edilmesi önemli olup PBY için her zaman anjiyografi gerekmemektedir. Penetrating brain injury (PBI) may be caused by low-velocity or high-velocity objects. Several objects are known to cause such injury ranging from knives to rooster pecks. However, an assault with the key of a bike causing PBI has not been reported in the literature. The objective of this study was to report the case of a 21-year-old male patient, who presented after an assault with a bike key. The key was impacted in the left parietal region. Left parietal craniotomy was done and the key was removed. There was an underlying parenchymal contusion, which was excised. On post-operative day two, the patient developed motor aphasia, which subsided in subsequent days with antiedema measures. At the first month follow-up, the patient was having normal speech and consciousness. Prompt treatment of penetrating brain injury is important and angiography is not always necessary for PBI. |
19. | Künt kardiyak yaralanma: Tamir edilebilir travmatik sağ atriyal yaralanma olgusu Blunt cardiac injury: case report of salvaged traumatic right atrial rupture Muna Al Ayyan, Tanim Aziz, Amgad El Sherif, Omar BekdachePMID: 27054650 doi: 10.5505/tjtes.2015.12574 Sayfalar 527 - 530 Künt travma sonrası kardiyak rüptür insidansı nadirdir ve tüm künt travma hastalarının %0.3 ile 0.5’inde görülür. Bu travma olay yerinde ölümcül olabilir ve sık olarak acil servis ortamında tanı atlanabilir. Kardiyak travma şiddeti maruz kalınan kuvvettin şiddeti ve mekanizmasına bağlı olarak değişir. Burada hipovolemik şok belirtileri ile acil servise başvuran, motorlu araç çarpışmasına karışmış, 32 yaşındaki erkek olguyu sunmaktayız. Hastanın göğüs travmasına bağlı acil müdahele gerektiren hemotoraksı olduğu tespit edildi. Hastaya sağ atriyal yaralanmayı ortaya çıkaran acil torakotomi yapıldı. Atriyal yaralanma tamiri hastanın şok durumunundan kurtulmasına yardımcı olmuştur. Hasta 35 gün sonra iyi durumda hastaneden taburcu edilmiştir. The incidence of cardiac rupture following blunt trauma is rare, occurring in 0.3%–0.5% of all blunt trauma patients. It can be fatal at the trauma scene, and is frequently missed in the emergency room setting. The severity of a cardiac trauma is based on the mechanism and degree of the force applied. The objective of this study was to report the case of a 32-year-old male patient who was involved in a motor vehicle collision and presented to the emergency room with signs of hypovolemic shock. The patient was found to have severe chest trauma associated with massive hemothorax requiring immediate intervention. The patient had an emergent thoracotomy revealing a right atrial injury. Repair of the atrial injury reversed the state of shock. The patient was discharged after 35 days of hospitalization in good condition. |
20. | Geceyi zehir etmek, kalın bağırsak malinitesinin eşlik ettiği safra kesesi torsiyonu Twistin’ the night away: gallbladder torsion accompanying large bowel malignancy Sumer Shikhare, Michael Clarke, Trishna Shimpi, Cheah Yee LeePMID: 27054648 doi: 10.5505/tjtes.2015.35418 Sayfalar 531 - 533 Safra kesesi (SK) torsiyonu yaşlılarda seyrek görülen acil bir durumdur. Safra kesesinin kist arter ve kanalı ekseni çevresinde dönmesi nedeniyle oluşur. Bu çalışma yaşlı bir kadın hastada multidedektörlü bilgisayarlı tomografi (BT) ile tanı konmuş bir akut SK torsiyonu olgusunu raporlamayı amaçlamıştır. Safra kesesi torsiyonunun ameliyat öncesi tanısına yardımcı olmak için kullanılabilen klinik ve görüntüleme özellikleri BT kriterleri vurgulanarak tartışılmıştır. Gallbladder (GB) torsion is a rare surgical emergency seen in the elderly. It occurs due to the rotation of the gallbladder along the axis of the cystic artery and cystic duct. This study aimed to report a case of an acute GB torsion in an elderly female patient diagnosed by multi-detector computed tomography (MDCT). The clinical and imaging features of GB torsion, which can be used to assist in the preoperative diagnosis, were also discussed with emphasis on CT criteria. |
21. | Kolon perforasyonu yapan Chilaiditi Sendromu: Bir olgu sunumu Chilaiditi’s syndrome complicated by colon perforation: a case report Turan Acar, Erdinç Kamer, Nihan Acar, Ahmet Er, Mustafa PeşkersoyPMID: 27054649 doi: 10.5505/tjtes.2015.38464 Sayfalar 534 - 536 Chilaiditi sendromu, ince kalın bağırsakların hepatodiafragmatik interpozisyonu durumudur. Nadir görülür ve olguların çoğuna tesadüfen tanı konur. Sıklıkla semptomsuz olmakla birlikte aralıklarla ortaya çıkan hafif abdominal ağrı, intestinal obstrüksiyon, kabızlık, göğüs ağrısı, nefes darlığı gibi semptomlarla da ortaya çıkabilir. Karın ağrısı, bulantı ve kusma öyküsüyle hastaneye başvuran 54 yaşında erkek hastanın çekilen akciğer grafisinde dilate kalın bağırsak ansının alttan basısı sonucu sağ diyafragmanın yükselmiş olduğu gözlendi. Hasta perforasyon ön tanısıyla acil operasyona alındı. Chilaiditi’s sendromunun neden olduğu intestinal obstrüksiyon nedeniyle sağ hemikolektomi ve ileokolik anastomoz uygulandı. Nadir görülen bir sendrom olması ve tipik radyolojik bulgular nedeniyle bu olguyu sunmayı amaçladık. Hepatodiaphragmatic interposition of the small or large intestine is known as Chilaiditi syndrome, whichis a rare disease diagnosed incidentally. Chilaiditi syndrome is typically asymptomatic, but it can be associated with symptoms ranging from intermittent, mild abdominal pain to acute intestinal obstruction, constipation, chest pain and breathlessness. A 54-year-old male patient was admitted to the hospital with a history of abdominal pain, nausea and vomiting. Chest X-ray revealed an elevation of the right hemidiaphragma caused by the presence of a dilated colonic loop below. The patient underwent urgent surgery with perforation as preliminary diagnosis. The patient underwent right hemicolectomy and ileocolic anastomosis because of the intestinal obstruction related to Chilaiditi’s Syndrome. Due to the rarity of this syndrome and typical radiological findings, this case was aimed to be presented. |