NONE | |
1. | Frontmatters Pages I - X |
ORIGINAL ARTICLE | |
2. | The association between lactate to albumin ratio and outcomes at early phase in patients with traumatic brain injury Ji Ho Lee, DongHun Lee, Byung Kook Lee, Yong Soo Cho, Dong Ki Kim, Yong Hun Jung, Seok Jin Ryu, Eul No PMID: 37409915 PMCID: PMC10405036 doi: 10.14744/tjtes.2023.40033 Pages 752 - 757 AMAÇ: Travmatik beyin yaralanması (TBY) vakalarının çoğu erken dönemde ölümle sonuçlanır; etkilenen hastaların kısa vadeli prognozunu tahmin etmek bu durumu engellemek için gereklidir. Bu çalışma, TBY’nin erken döneminde kabul anındaki laktat/albümin oranı (LAO) ile sonuçlar arasın-daki ilişkiyi incelemeyi amaçlamaktadır. GEREÇ VE YÖNTEM: Bu retrospektif gözlemsel çalışma, Ocak 2018 ile Aralık 2020 tarihleri arasında acil servisimize başvuran TBY’li hastaları içermiştir. TBY, baş kısaltılmış yaralanma skalası (AYS) skoru 3 veya daha yüksek ve diğer AYS skoru 2 veya daha düşük olarak kabul edildi. Birincil ve ikincil sonuçlar sırasıyla 24 saatlik mortalite ve masif transfüzyon (MT) idi. BULGULAR: Toplam 460 hasta dahil edildi. 24 saatlik mortalite %12.6 (n=28) ve MT 31 (%6.7) hastada gerçekleştirildi. Çok değişkenli analizde, LAO’nun 24 saatlik mortalite (odds oranı [OO], 2.021; %95 güven aralığı [GA], 1.301-3.139) ve MT (OO, 1.898; %95 GA, 1.288-2.797) ile ilişkili olduğu bulundu. LAO’nun 24 saatlik mortalite ve MT için eğri altında kalan alan değerleri sırasıyla 0.805 (%95 GA, 0.766-0.841) ve 0.735 (%95 GA, 0.693-0.775) idi. TARTIŞMA: LAO, TBY’li hastalarda erken dönem sonuçlarıyla, 24 saat içinde 24 saatlik mortalite ve MT dahil olmak üzere ilişkili bulunmuştur. LAO, TBY’li hastalarda bu sonuçları tahmin etmede yardımcı olabilir. BACKGROUND: The majority of traumatic brain injury (TBI) cases result in death in the early phase; predicting short-term progno-sis of affected patients is necessary to prevent this. This study aimed to examine the association between the lactate-to-albumin ratio (LAR) on admission and outcomes in the early phase of TBI. METHODS: This retrospective observational study included patients with TBI who visited our emergency department between January 2018 and December 2020. TBI was considered as an head abbreviated injury scale (AIS) score of 3 or higher and other AIS of 2 or lower. The primary and secondary outcomes were 24-h mortality and massive transfusion (MT), respectively. RESULTS: : In total, 460 patients were included. The 24-h mortality was 12.6% (n=28) and MT was performed in 31 (6.7%) patients. In the multivariable analysis, LAR was associated with 24-h mortality (odds ratio [OR], 2.021; 95% confidence interval [CI], 1.301–3.139) and MT (OR, 1.898; 95% CI, 1.288–2.797). The areas under the curve of LAR for 24-h mortality and MT were 0.805 (95% CI, 0.766–0.841) and 0.735 (95% CI, 0.693–0.775), respectively. CONCLUSION: LAR was associated with early-phase outcomes in patients with TBI, including 24-h mortality and MT. LAR may help predict these outcomes within 24 h in patients with TBI. |
3. | Comparison of open and closed burn wound dressing applications with tissue culture sampling Salih Tuncal, Saygın Altıner, Ender Ergüder, Çağrı Büyükkasap, Rifat Kuşabbi, Yılmaz Ünal PMID: 37409922 PMCID: PMC10405029 doi: 10.14744/tjtes.2023.78662 Pages 758 - 763 AMAÇ: Yanık hastalarında mortalitenin sebeplerinin başında sekonder enfeksiyonlar yer almaktadır. Bu çalışmanın amacı, açık ve kapalı yanık yara pansuman uygulamalarının sekonder enfeksiyon gelişimi üzerindeki etkilerini değerlendirmektir. GEREÇ VE YÖNTEM: Aralık 2022 ve Ocak 2023 tarihleri arasında yanık ünitesine başvuran yaşları 18-65 arasında olan 56 hastanın yanık yarasından başvuru anında, 3. ve 7. günlerde doku kültürleri alındı. Hastaların demografik özellikleri, yanık yarasının özellikleri, pansuman tipi ve yanık yarasına yapılan ilk müdahale yöntemleri incelenerek yara yeri enfeksiyonu gelişimindeki etkileri değerlendirildi. BULGULAR: Açık ve kapalı pansuman yapılan hasta gruplarından alınan yanık yara kültürleri değerlendirildiğinde kültür pozitifliği açısından gruplar arasında anlamlı bir fark bulunmadı (p>0.05). Yanık sonrasında yapılan ilk müdahale olarak yara yeri ılık su ile yıkananlarda kültür pozitifliği diğer gruplardan daha düşük bulundu, gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı fark saptandı (p=0.019). TARTIŞMA: Klasik bilgilerimize göre yara yeri enfeksiyonu gelişimi açısından hastaya ait faktörlerin dominant etkileri bilinmesine rağmen, yanık yarasında doğru ve etkin yapılan ilk müdahalenin de oldukça önemli olduğu görülmüştür. BACKGROUND: Secondary infections are the leading cause of death in burn patients. The purpose of this study is to evaluate the effects of open and closed burn dressings on the development of secondary infections. METHODS: Tissue cultures were obtained from the burn sites of 56 patients between the ages of 18 and 65 who were admitted to our burn unit between December 2022 and January 2023, on days 3 and 7. The impact of the demographic features of the patients, the characteristics of the burn wound, the dressing type, and the first intervention strategies given to the burn wound on the development of wound infection were evaluated. RESULTS: There was no statistically significant difference between the open- and closed-dressing groups in terms of cultural positiv-ity (P>0.05). A statistically significant difference (P=0.019) was found between the groups in terms of culture positivity among those whose wounds were cleansed with warm water as the initial intervention after a burn and those whose wounds were not. CONCLUSION: Even though the main impacts of the patient’s variables on the development of a wound infection are recognized, it has been found that the appropriate and successful first intervention in a burn wound is also quite important. |
4. | Composite graft repair in distal finger injuries: emergency room or operating room? Kemal Şener, Adem Çakır, Anvar Ahmedov, Murat İpteç, Nazife Didem Hanoğlu, Ertuğrul Altuğ, Ramazan Güven, Akkan Avci PMID: 37409917 PMCID: PMC10405035 doi: 10.14744/tjtes.2023.96702 Pages 764 - 771 AMAÇ: Parmak ucu amputasyonları, acil servise başvuran yaygın yaralanmalardır. Ancak tüm amputasyonların replantasyon şansı yoktur ve bu durumda kompozit greft kurtarma tedavileri arasındadır. Bu tedavi hem uygulaması kolay hem de ekonomiktir. Çalışmamızda acil serviste ve ameli-yathanede kompozit greftlemenin başarısını ve maliyetini karşılaştırdık. GEREÇ VE YÖNTEM: Kabul ölçütlerini karşılayan 36 hasta çalışmaya alındı. Tamir yeri kararı hasta uyumuna ve acil servisin yoğunluğuna göre cerrah tarafından verildi. Hastaların demografik ve hastalık bilgileri kaydedildi. Anlamlılık düzeyi olarak p<0.05 kabul edildi. BULGULAR: Yirmi iki olgu pediatrik hastaydı. Acil serviste 18 ezilme yaralanması ve 22 vaka tedavi edildi. Acil serviste ve ameliyathanede yapılan girişimlere göre komplikasyonlar, ek girişim gereksinimi ve parmak kısalığı açısından anlamlı fark yoktu. Acil servisteki müdahaleler, maliyet açısından önemli ölçüde daha düşük ve hastanede kalış süreleri daha kısaydı. Hasta memnuniyeti açısından anlamlı bir fark yoktu. TARTIŞMA: Kompozit greft parmak ucu yaralanmalarında basit ve güvenilir bir yöntemdir ve hasta memnuniyeti açısından yüz güldürücü sonuçlar vermektedir. Ayrıca acil serviste parmak ucu yaralanmalarında kompozit greft uygulaması hem maliyeti düşürecek hem de hastane yatışlarının azal-ması nedeniyle oluşabilecek hastane enfeksiyonlarını önleyecektir. BACKGROUND: Fingertip amputations are common injuries presenting to the emergency room. However, all amputations do not have a chance of replantation, and composite graft is among the salvage treatments in this case. This treatment is both easy to apply and economical. Our study compares the success and cost of composite grafting in the emergency and operating rooms. METHODS: Thirty-six patients who met the criteria were included in the study. The decision on the repair site was made by the sur-geon according to patient compliance and the intensity of the emergency clinic. Demographic and disease information of the patients were recorded. P<0.05 was accepted as the significance level. RESULTS: Twenty-two cases were pediatric patients. Eighteen cases of crush injuries and 22 cases were treated in the emergency room. There was no significant difference in terms of complications, need for additional intervention, and short fingers related to interventions performed in the emergency room and operating room. Interventions in the emergency department were significantly lower in cost and shorter hospitalization times. There was no significant difference in terms of patient satisfaction. CONCLUSION: Composite grafting is a simple and reliable method in fingertip injuries and gives satisfactory results in terms of patient satisfaction. In addition, composite graft application in fingertip injuries in the emergency department will both reduce the cost and prevent hospital infections that may occur due to the reduction in hospitalization. |
5. | Does the subtotal cholecystectomy rate for acute cholecystitis change with previous endoscopic retrograde cholangiopancreatography? Yasir Musa Kesgin, Alpen Yahya Gümüşoğlu, Hamit Ahmet Kabuli, Mehmet Karabulut, Sezer Bulut, Turgut Dönmez, Ali Kocataş, Gökhan Tolga Adaş PMID: 37409924 PMCID: PMC10405027 doi: 10.14744/tjtes.2023.54703 Pages 772 - 779 AMAÇ: Akut kolesistit en sık yapılan acil ameliyatlardan biridir. Zorlu operasyonlarda güvenli bir alternatif olarak laparoskopik subtotal kolesis-tektomi (LSC) yaygın olarak kullanılmaktadır. Akut kolesistit olgularında ERCP öyküsü ile sonuçların değişip değişmediğini sorguladık. Literatürde doğrudan akut kolesistitte subtotal kolestektomi sonuçlarına odaklanan bir çalışmaya rastlamadık. Çalışmamızda akut kolesistitte ERCP öyküsünün subtotal kolesistektomi oranlarını etkileyip etkilemediğini araştırmayı amaçladık. GEREÇ VE YÖNTEM: 2016-2019 yılları arasında kliniğimizde akut kolesistit nedeniyle ameliyat edilen hastaların (n=470) sonuçları retrospektif olarak değerlendirildi. Hastalar preoperatif ERCP öyküsü olup olmamasına göre ERCP grubu ve standart grup olarak iki gruba ayrıldı. Birincil sonuç subtotal kolesistektomi oranıydı. İkincil sonuçlar ise açığa dönüş, ameliyat sonrası komplikasyonlar, ciddi komplikasyonlar, ameliyat süresi ve hasta-nede kalış süresi idi. BULGULAR: Standart grupta 437 hasta, ERCP grubunda ise 33 hasta tespit edildi. Standart grupta 15 ve ERCP grubunda 1 olmak üzere toplam 16 hastaya subtotal kolesistektomi yapıldığı tespit edildi. Gruplar arasında subtotal kolesistektomi oranları açısından anlamlı fark yoktu (p= 0.902). Standart grupta 4 olguda açığa geçiş ile ameliyat tamamlanırken, ERCP grubunda herhangi bir açığa geçiş görülmedi (p=0.581). Gruplar arasında komplikasyonlar, ciddi komplikasyonlar, operasyon süresi, hastanede kalış süresi ve mortalite açısından anlamlı fark saptanmadı. TARTIŞMA: Bu çalışma, ERCP’nin akut kolesistit tanısı ile acil ameliyat edilen hastalarda artan subtotal kolesistektomi ve açığa geçiş oranı ile ilişkili olmadığını göstermiştir. Akut kolesistitte laparoskopik kolesistektomi, ERCP öyküsü olan hastalarda da güvenle uygulanabilir. Laparoskopik subtotal kolesistektomi, zorlu hastalarda güvenli bir prosedürdür ve bu gibi durumlarda tehlikeli sonuçlardan kaçınmak için Hartmann poşunu açık bırakmak tercih edilebilir. BACKGROUND: Acute cholecystitis is one of the most common emergent surgeries. As a safe alternative in challenging operations, laparoscopic subtotal cholecystectomy (LSC) is widely used. We questioned whether the results in acute cholecystitis cases changed with a history of endoscopic retrograde cholangiopancreatography (ERCP). When we searched the literature, we could not find a study focusing on the subtotal cholestectomy results in acute cholecystitis. In our study, we aimed to investigate whether the history of ERCP affects the rates of subtotal cholecystectomy (SC) in acute cholecystitis. METHODS: The results of patients (n=470) who underwent surgery for acute cholecystitis at our clinic between 2016 and 2019 were retrospectively evaluated. The patients were divided into two groups according to their history of ERCP. The primary outcome was the SC rate. The secondary outcomes were conversion to open, postoperative complications, serious complications, operative duration, and length of hospital stay. RESULTS: The standard group included 437 patients, whereas the ERCP group included 33 patients. A total of 16 patients underwent SC, with 15 in the standard group and 1 in the ERCP group. There was no significant difference in terms of SC rates between groups (P=0.902). While four cases of operation were completed with conversion to open in the non-ERCP group, no conversion was seen in the ERCP group (P=0.581). No significant differences were detected between the groups in terms of complications, serious compli-cations, operation duration, length of hospital stay, and mortality. CONCLUSION: The results of this study showed that ERCP is not related to an increased rate of SC and conversion in patients with acute cholecystitis. Laparoscopic cholecystectomy for acute cholecystitis can be safely performed in patients with a history of ERCP. LSC is a safe procedure in challenging patients, and fenestrating SC can be preferred to avoid hazardous consequences in such cases. |
6. | How did COVID-19 affect acute urolithiasis? An inner Anatolian experience İbrahim Üntan PMID: 37409918 PMCID: PMC10405038 doi: 10.14744/tjtes.2023.36067 Pages 780 - 785 AMAÇ: COVID-19 pandemisi, COVID-19 dışı şikayetlerle acil servisten tıbbi yardım isteyen hasta sayısını değiştirmiş, farklı tıbbi ve cerrahi durumların ertelenmiş başvurularına neden olmuştur Akut üriner taş hastalığı da bu durumlardan biridir ve COVID-19’un acil servise gelişine etkisi açısından araştırılması gerekmektedir. GEREÇ VE YÖNTEM: Bu gözlemsel, retrospektif ve tek merkezli çalışmada, acil serviste olası akut ürolitiyazis için istenen her abdominopelvik bil-gisayarlı tomografiyi COVID-19 pandemisinden önceki ve sonraki 1 yılı ele alarak taradık. Uygulanan abdominopelvik bilgisayarlı tomografi sayısını ve üriner taş pozitifliğini doğrulayan sayıyı belirledik. Hastaların cinsiyetini, yaşını, taşın yerini ve taş boyutunu kaydettik. Ayrıca C-reaktif protein, lökosit sayısı ve kreatinin değerlerini kaydettik ve hastaların ne kadar süredir ağrı çektiğini, müdahaleye kadar geçen süreyi ve her vaka için seçilen tedavi metodunu not ettik. BULGULAR: Yapılan toplam abdominopelvik bilgisayarlı tomografi sayısı 1089 idi. Bunlardan 517’si pandemi öncesi dönemde, 572’si pandemi sü-recindeydi. Pandemi öncesi ve sırasında taş pozitifliği sırasıyla 363 (%70.2) ve 379 (%66.2) idi (p=0.643). Kadınların COVID-19 dönemindeki oranı (%37.2), pandemi öncesi dönemden (%54.3) anlamlı derecede düşüktü (p=0.013). Pandemi öncesi ve pandemi süreci gruplarındaki üreter taşlarının medyan boyutu sırasıyla 4.8 mm ve 3.9 mm idi ve anlamlı bir fark göstermedi (p=0.197). Pandemi öncesinde ve sırasında gruplar arasında taşın yerleri, kan parametreleri, ağrı süresi, tedavi seçenekleri ve müdahale süresi açısından anlamlı bir fark görülmedi. TARTIŞMA: COVID-19 pandemisi, acil servise akut üreterik kolik vakaları ile başvuran daha az veya daha ciddi hasta ile sonuçlanmadı. BACKGROUND: The COVID-19 pandemic has changed the number of patients seeking medical help from the emergency service (ES) with non-COVID complaints, consequencing in postponed presentations of different surgical and medical situations. Acute urinary stone disease is one of these situations and needs to be investigated in terms of the effect of COVID-19 on its presentation to the ES. METHODS: In this observational, retrospective, and single-center study, we scanned each abdominopelvic computed tomography requested in ES for possible acute urolithiasis during 1 year before and after the outbreak of COVID-19. We searched to state the number of abdominopelvic computed tomographies applied and the number of ratifying urinary stone positivity. We enrolled patients’ gender, age, stone location, and stone size. We also recorded C-reactive protein, leukocyte count, and creatinine and noted how long the patients suffering from pain, the duration until the intervention, and the management option selected for each case. RESULTS: Total number of abdominopelvic computed tomographies performed was 1089. Of these, 517 were pre-pandemic and 572 were peri-pandemic. The number of pre and peri-pandemic stone-positive scans were, respectively, 363 (70.2%) and 379 (66.2%) (P=0.643). The females’ percentage in the COVID-19 period (37.2%) was significantly lower than in the pre-pandemic period (54.3%) (P=0.013). The median size of ureter stones of the pre and peri-pandemic groups were, respectively, 4.8 mm and 3.9 mm depicting no significant difference (P=0.197). No significant difference was sighted between the pre and peri-pandemic groups concerning stone locations, blood parameters, painful duration, treatment options, and time to intervention. CONCLUSION: The COVID-19 pandemic resulted in neither sicker nor fewer patients suffering from acute ureteric colic in the ES. |
7. | The effectiveness of shock indices on prognosis in burn patients admitted to the emergency department Mustafa İçer, Ercan Gündüz, Mehmet Fatih Akkoç, Dicle Polat, Halime Özkan, Tuğçe Bayrak, Şilan Göger PMID: 37409920 PMCID: PMC10405026 doi: 10.14744/tjtes.2023.29677 Pages 786 - 791 AMAÇ: Şok indeksi (SI), nabızın (HR) sistolik kan basıncına (SBP) oranı; modifiye şok indeksi (MSI), HR nin ortalama arter basıncına oranı; yaş şok indeksi (ASI), yaşın SI ile çarpımı; rivers şok indeksi (rSI), SBP nin HR ye oranı; rSIG, rSI nın Glasgow Koma Skoru (GCS) ile çarpımıdır. Yapılmış çalışmalarda şok indekslerinin mortaliteyi öngörmede iyi araçlar olduğu kanıtlanmıştır. Bu çalışmanın amacı yanık hastalarında SI, MSI, ASI, rSI, rSIG şok indekslerinin mortaliteyi öngörmedeki duyarlılığını değerlendirmektir. GEREÇ VE YÖNTEM: Bu çalışma retrospektif kesitsel bir çalışmadır. Hastaların acil servise başvuru anındaki vital bulguları alındı ve şok indeksleri hesaplandı. Çalışmaya alınan yanık hastalarında SI, MSI, ASI, rSI, rSIG şok indekslerinin mortaliteyi öngörmedeki etkinliği karşılaştırıldı. BULGULAR: Toplam 913 hasta çalışmaya alındı. Yanık hastarında mortaliteyi öngörmede eğri altında kalan alan (AUC) değeri en yüksek olan şok indeksleri rSIG ve MSI idi. Değerleri sırasıyla rSIG (AUC: 0.829, %95 CI: 0.739-0.919, p<0.001) ve MSI (AUC: 0.740, %95 CI: 0.643-0.838, p<0.001) idi. TARTIŞMA: Yanık hastalarının acil servise başvuru anındaki vital bulguları ile şok indekslerinin hesaplanması basittir ve mortaliteyi öngörmede etkilidirler. Çalışmadaki şok indeksleri içinde mortaliteyi öngörmede en iyisi rSIG ve MSI’dır. BACKGROUND: Shock index (SI) is the ratio of heart rate (HR) to systolic blood pressure (SBP); modified SI (MSI) is the ratio of HR to mean arterial pressure; age SI (ASI) is age multiplied by SI; reverse SI (rSI) is the ratio of SBP to HR; and rSIG is rSI multiplied by Glasgow Coma Scale Score (rSIG). Studies have proven that shock indices are good tools in predicting mortality. This study aimed to evaluate the sensitivity of the shock indices SI, MSI, ASI, rSI, and rSIG in predicting mortality in burn patients. METHODS: This is a retrospective cross-sectional study. The vital signs of the patients were recorded and their shock indices were calculated at the time of emergency department admission. The effectiveness of the shock indices SI, MSI, ASI, rSI, and rSIG in predict-ing mortality was compared in the burn patients included in the study RESULTS: A total of 913 patients were enrolled. rSIG and MSI were the shock indices with the highest area under the curve (AUC) values in predicting mortality in the burn patients. The AUC values of rSIG and MSI were 0.829 (95% CI: 0.739–0.919, P<0.001) and 0.740 (95% CI: 0.643–0.838, P<0.001), respectively. CONCLUSION: Vital signs are easily recorded and shock indices are easily calculated at the time of admission of burn patients to the emergency department; they also effectively predict mortality. rSIG and MSI are the best mortality predictors among the shock indices examined in this study. |
8. | Hospital crisis management after a disaster: from the epicenter of 2023 Türkiye-Syria earthquake Murat Gök, Mehmet Ali Melik, Baki Doğan, Polat Durukan PMID: 37409925 PMCID: PMC10405032 doi: 10.14744/tjtes.2023.44449 Pages 792 - 797 AMAÇ: Deprem gibi aniden gelişen yıkımın ve yaralanmaların çok yüksek olduğu durumlarda arama kurtarma ekipleri ve hastaneler insanların yaşamla ölümü arasında en önemli belirleyici faktörler olabilmektedir Çalışmamızda 2023 Kahramanmaraş merkezli depremler sonrası hastanemize başvuran depremzedelerin analizlerini ve tecrübelerimizi paylaşmayı amaçladık. GEREÇ VE YÖNTEM: Kahramanmaraş depremleri nedeniyle hastanemize getirilen veya başvuran yaralıların tıbbi veri kayıtlarını geriye dönük ola-rak inceledik. Hastaların başvuru zamanları, tanıları, demografik verileri, triaj kodları, tıbbi müdahaleler, hemodializ ihtiyaçları, ezilme sendromu ve mortalite oranları incelendi. BULGULAR: Hastanemize deprem sonrası ilk 5 günde depremle ilişkili 247 hasta başvurusu oldu. Acil servise başvurunun en yoğun olduğu dönem ilk 24 saatti. Cerrahi işlemlerin en yoğun uygulandığı dönem 24-48 saat aralığıydı. En sık olarak Ortopedik cerrahi işlemlerin uygulandığı görüldü. En sık mortalite nedeni ezilme sendromuydu. TARTIŞMA: Depremlere hazırlıklar açısından özellikle deprem bölgesinde olan hastanelerde; hastane afet planı hazır olmalıdır ve bu amaçla tecrübelerin paylaşımı önem taşımaktadır. BACKGROUND: In such cases where sudden destruction and injury are very high, search and rescue teams and hospitals can be the most important determining factors between people’s lives and deaths. METHODS: This study was conducted retrospectively, after the two catastrophic earthquakes (Türkiye-Syria Earthquakes) by taking the records of the patients who admitted to our hospital. Patients’ admission times, diagnoses, demographic data, triage codes, medical interventions, hemodialysis needs, crush syndrome and mortality rates were analyzed. RESULTS: In the first 5 days after the earthquake, 247 earthquake-related patients were admitted to our hospital. The most intense period of admission to the emergency department was the first 24 h. The most intensive period of surgical procedures was 24–48 h. It was observed that Orthopedic surgical procedures were applied most frequently and the most common cause of mortality was crush syndrome. CONCLUSION: In terms of preparations for earthquakes, especially in hospitals in the earthquake zone it will be beneficial for each hospital to make hospital disaster plans. For this reason, we thought it would be useful to share our experiences during this disaster. |
9. | A rare cause of intestinal obstruction in children: signet-ring cell adenocarcinoma of the colon Basak Erginel, Naila Mustafayeva, çetin ali Karadağ, Fatih Yanar, Rejin Kebudi, Hikmet Gulsah Tanyildiz, Deniz Tugcu, Neslihan Berker, Burak Ilhan, Feryal Gün Soysal PMID: 37409928 PMCID: PMC10405033 doi: 10.14744/tjtes.2023.64257 Pages 798 - 805 AMAÇ: Kolonun taşlı yüzük hücreli adenokarsinomu yetişkin hastalarda iyi tanınmaktadır, ancak son derece nadirdir ve çocuklarda o kadar iyi belgelenmemiştir. Çalışmamız bu nadir hastalık ve uzun vadeli sonuçları hakkında farkındalık yaratmayı amaçlamaktadır. GEREÇ VE YÖNTEM: Taşlı yüzük hücreli kolon adenokarsinomlu hastalarımızı retrospektif olarak inceledik. BULGULAR: Barsak obstrüksiyonu bulguları ile başvuran ve taşlı yüzük hücreli kolon adenokarsinomu tanısı alan ortalama yaşları 14.83 (dağılım 13-17) olan üç erkek ve üç kız olmak üzere altı hastamız vardı. Tüm hastaların karın grafisinde hava-sıvı seviyeleri mevcuttu. Abdominal ultrasonog-rafide tüm hastaların subileus saptandı. Acil girişim öncesinde beş hastaya karın bilgisayarlı tomografisi, iki hastaya preoperatif kolonoskopi yapıldı. Hastaların tamamına akut karın ön tanısı ile acil eksploratuvar laparotomi uygulandı. İki hastada kitle küçültme ameliyatı ardından stoma açıldı. Kalan dört hasta intestinal rezeksiyon sonrası anastomoz ile tedavi edildi. Tüm kızların yumurtalıklarında metastaz vardı. Hastalardan biri erken dönemde multipl metastaz yükü nedeniyle, üçü ise postoperatif altıncı yılda kaybedildi. O zamandan beri kalan iki hastayı takip etmekteyiz. TARTIŞMA: Taşlı yüzük hücreli karsinomlar nadir görülmekle birlikte akut karın ve barsak obstrüksiyonu olan pediatrik hastaların ayırıcı tanısında akılda tutulmalıdır. Erken tanı ve tedaviye rağmen pediatrik popülasyonda prognozu kötüdür. BACKGROUND: Signet-ring cell adenocarcinoma of the colon is well-recognized in adult patients who are extremely rare and not well-documented in children. Our study aims to raise awareness about this rare disease and its long-term outcomes. METHODS: We retrospectively evaluated patients with signet-ring cell colon adenocarcinoma. RESULTS: Six patients, three boys and three girls, with a mean age of 14.83 (range, 13–17 years), presented with signs of intesti-nal obstruction and were diagnosed with signet-ring cell colon adenocarcinoma. All patients had air-fluid levels on abdominal X-ray. Abdominal ultrasonography of all patients revealed subileus. Abdominal computed tomography was performed in five patients, and pre-operative colonoscopy was conducted in two patients before the emergency intervention. All of the patients underwent emergent exploratory laparotomy with the preliminary diagnosis of acute abdomen. In two patients, debulking surgery followed by a stoma was performed. The remaining four patients were treated with anastomosis following intestinal resection. All girls had metastases on the ovary. One of the patients died due to the burden of multiple metastases in the early period, and three died in the sixth post-operative year. We have been following the remaining two patients since then. CONCLUSION: Although signet-ring cell carcinomas (SRCCs) are rare, they should be considered in the differential diagnosis of acute abdomen and intestinal obstruction in pediatric patients. Despite early diagnosis and treatment, SRCC has a poor prognosis in the pediatric population. |
10. | Analysis of factors related to the decision of Hartmann’s procedure and its reversal: a single-center experience Ali Kocataş, Erkan Somuncu, Serhan Yılmaz, Osman Sibic, Mahmut Ozan Aydın, Ceren Başaran, Yunusemre Tatlıdil PMID: 37409927 PMCID: PMC10405025 doi: 10.14744/tjtes.2023.15324 Pages 806 - 810 AMAÇ: Hartmann’ın prosedürü, kolon tıkanıklığı veya perforasyonu olan çoğu vakada akut klinik durumları çözmek için yaygın olarak uygulanır. Hartmann prosedürü ve uç kolostominin kapatılması yüksek morbidite-mortalite oranları ile ilişkilidir. Çalışmamızda Hartmann prosedüründeki klinik deneyimimizi bildirmeyi amaçladık. GEREÇ VE YÖNTEM: 2015-2023 yılları arasında gerçekleştirilen Hartmann işlemlerinin demografik verileri ve sonuçları retrospektif olarak ince-lendi. BULGULAR: Çalışmamızın ortanca yaşı 63 (18-94) idi; hastaların 65’i kadın, 97’si erkekti. Hartmann prosedürü uygulanan hastaların %50’sinde kolorektal maligniteler birincil etiyolojiydi, %70’inde obstrüksiyon ve %30’unda perforasyon vardı. Hastaların üçte ikisi ASA-2 veya daha yüksekti. Hastaların %74.7’sinde postoperatif komplikasyon gelişmedi. Mortalite oranımız %33.3 idi. Ortalama iki yıllık takipte 59 hastada kolostomi kapatıldı. Ortalama kapanma süresi 311 (57-1319) gündü. Kapatma sırasında hastaların %89.8’inde zımba kullanıldı. Sadece iki hastada saptırıcı ileostomi açıldı. Medyan hastanede kalış süresi 8 (5-70) gündü. Hastaların %25.4’ünde postoperatif komplikasyon gelişmezken, dört hasta kaybedildi. TARTIŞMA: Toplumumuzda Hartmann prosedürü daha çok kolorektal kanser için uygulanmaktaydı. Ostominin prosedürü ve kapatılması, düşük stoma kapanma oranları, yüksek morbidite ve mortalite oranlarının yanı sıra cerrahi zorluklarla sonuçlanır. BACKGROUND: Hartmann’s procedure (HP) is commonly applied to resolve acute clinical conditions in most cases with colonic obstruction or perforation. HP and the closure of the end colostomy are associated with high morbidity-mortality rates. In our study, we aimed to report our clinical experience in HP. METHODS: Demographic data and outcomes of Hartmann procedures performed between 2015 and 2023 were retrospectively reviewed. RESULTS: The median age of our study was 63 (18–94) years; 65 of the patients were female, and 97 were male. Colorectal malig-nancies were the primary etiology in 50% of patients who underwent HP, with 70% presenting with obstruction and 30% with perfora-tion. Two-thirds of the patients were American Society of Anesthesiologists-2 or higher. Postoperative complications did not develop in 74.7% of patients. Our mortality rate was 33.3%. The colostomy was closed in 59 patients during an average 2-year follow-up. The median closure time was 311 (57–1319) days. A stapler was used in 89.8% of patients during the closure. A diverting ileostomy was created in only two patients. The median hospital stay was 8 (5–70) days. Post-operative complications did not develop in 25.4% of patients, while four patients died. CONCLUSION: In our population, HP was more commonly performed for colorectal cancer. The procedure and closure of the ostomy result in low stoma closure rates, high morbidity, and mortality rates, as well as surgical difficulties. |
11. | Does rotational deformity cause poor outcomes after pediatric supracondylar humerus fractures? Mete Gedikbaş, Orhan Balta, Tahir Öztürk, Firat Erpala, Mehmet Burtaç Eren, Eyup Cagatay Zengin PMID: 37409923 PMCID: PMC10405028 doi: 10.14744/tjtes.2023.43413 Pages 811 - 817 AMAÇ: Bu çalışmada, suprakondiler humerus kırığı (SKHK) cerrahisi sonrası rotasyonel deformitenin kübitus varus deformitesi (KVD) komplikas-yonu gelişimine etkisini göstermeyi amaçladık. GEREÇ VE YÖNTEM: Distal humerus ossifikasyonu tamamlanmamış, Gartland Tip II ve daha ciddi kırığı olan ve kapalı redüksiyon perkütan pinleme (KRPP) ile tedavi edilen hastalar çalışmaya dahil edildi. Hastaların değerlendirilmesinde demografik veriler ve ameliyat sırasında çekilen radyografiler tarandı. Rotasyonel deformite ölçümü, Henderson ve ark. tarafından tanımlanan yönteme göre yapıldı. Rotasyonel deformitesi >10° olan hastalar grup 1’e, deformitesi <10° olan hastalar grup 2’ye alındı. KVD gelişimi açısından hastalar taşıma açısında yapılan Baumann açı ölçümleri ve son kont-rol grafileri ile değerlendirildi. KVD gelişen hastalar iki gruba ayrıldı; Grup A, KVD gelişen hastaları, grup B ise KVD gelişmeyen hastaları içermektedir. Kozmetik ve fonksiyonel sonuçlar Flynn kriterleri kullanılarak değerlendirildi. BULGULAR: Kabul edilme kriterlerini karşılayan 88 hasta çalışmaya alındı, 32’si kadın, 56’sı erkekti. Ameliyat anındaki ortalama yaş 6.0±2.8, ortala-ma takip süresi 5.1±2.5 yıldı. Ölçümlere göre grup 1’de 13 hasta, grup 2’de 75 hasta vardı. 88 kişiden sadece dördünde KVD gelişmişti. Bu hastaların üçünde ≥20° rotasyonel deformite vardı. Grup A’daki hastaların ortalama yaşı 2.1 ve ortalama taşıma açısı 5.7°±1.5 varus idi (p<0,001). Flynn kozmetik kriterlerine göre, grup A ve grup 1 önemli ölçüde daha kötü sonuçlara sahipti (p<0.001). TARTIŞMA: Sonuç olarak, distal fragmanın rotasyonda sabitlenmesi KVD ile ilişkili olabilir, intraoperatif değerlendirme, uzun süreli deformite ve kozmetik bozulmayı önlemek için büyük değer taşır. BACKGROUND: We aimed to show the effect of rotational deformity on the development of cubitus varus deformity (CVD) com-plication after supracondylar humerus fracture surgery. METHODS: Patients with Gartland type II, and more severe fractures treated with Closed reduction and percutaneous pinning alone were included in the study. Rotational deformity was assessed with the formula described by Henderson et al. Patients with rotational deformity >10° were included in Group 1, and patients with deformity <10° in Group 2. In terms of CVD development, patients were evaluated with the Baumann angle measurements made on the carrying angle and final follow-up radiographs. Patients who developed CVD were divided into two groups: Group A included patients who developed CVD and Group B included patients who did not develop CVD. The cosmetic and functional results were evaluated using Flynn criteria. RESULTS: Eighty-eight patients who met the inclusion criteria were enrolled in the study, 32 were female and 56 were male. The mean age at the time of surgery was 6.0±2.8 years and the mean follow-up time was 5.1±2.5 years. Based on measurements, Group 1 had 13 patients and Group 2 had 75 patients. Only four of the 88 had developed CVD. Three of these patients had a rotational defor-mity of ≥20°. The mean age of patients in group A was 2.1 years and the mean carrying angle was 5.7°±1.5° varus (P<0.001). According to the Flynn cosmetic criteria, Group A and Group 1 had significantly worse outcomes (P<0.001). CONCLUSION: In conclusion, fixation of the distal fragment in rotation may be associated with CVD and intraoperative assessment is of great value to avoid long-term deformity and cosmetic degradation. |
12. | Which factor is more reliable considering prophylactic pinning of contralateral hip of unilateral SCFE patients? Evren Akpinar, Ahmet Sevencan, Osman Nuri Ozyalvac, Murat Onder, Muhammed Bilal Kurk, Yakup Alpay, Ilhan Avni Bayhan PMID: 37409921 PMCID: PMC10405030 doi: 10.14744/tjtes.2023.91038 Pages 818 - 823 AMAÇ: Bu çalışmada, tek taraflı femur başı epifiz kayması (FBEK) tanısı ile takip edilen hastalarda başlangıçta etkilenmemiş olan karşı taraf femur başı epifizinin kayma riski ile ilişkili radyolojik parametrelerin belirlenmesi amaçlanmıştır. GEREÇ VE YÖNTEM: Çalışma grubu, Haziran 2007 ile Ağustos 2018 arasında tedavi edilen tek taraflı FBEK hastalarını içermektedir. Yaş, cinsiyet, taraf, stabilite, posterior eğim açısı, kayma derecesi, modifiye Oxford Kemik Yaşı Skoru (MOKYS), Risser sınıflandırması ve triradiat kıkırdak gö-rünümü retrospektif olarak değerlendirildi. Hastalar takipleri sırasında kontralateral kayma gelişen hastalar (SCFESC) ile iskelet olgunluğuna kadar kontralateral kayma gelişmeyen hastalar (SCFEU) olarak iki grupta değerlendirildi. Gruplar arasında risk faktörlerini karşılaştırmak için tanımlayıcı istatistikler kullanıldı. BULGULAR: Bu çalışmaya 48 hasta alındı ve SCFESC grubunda 6 hasta (%12.5) mevcut idi. Sadece MOKYS gruplar arasında anlamlı derecede farklıydı. SCFESC grubunda MOKYS 2 hastada (%33.3) 18, 4 hastada 19 (%66.7) idi. SCFEU grubunda ise MOKYS skorları 1 hastada 18 (%2.4), 24 hastada 19 (%57.1) ve 17 hastada >20 (%40.5) idi. SCFESC grubundaki tüm hastalarda Risser skoru 0 ve triradiat kıkırdak açık olarak izlendi. TARTIŞMA: Tek taraflı FBEK hastaları, takiplerde kontralateral FBEK gelişmesi açısından risk altındadır ve MOKYS, risk değerlendirmesinin en iyi öngörücüsüdür. MOKYS 16,17 veya 18 olan hastaların kontralateral kalçalarının profilaktik olarak pinlenmesi konusunda literatürü destekleyen so-nuçlar elde ettiğimizi söyleyebiliriz. Ayrıca, göreceli olarak yüksek kontralateral kayma riski taşıyan MOKYS 19 hastalarının pinlenmesini ya da kayma açısından yakın takibini öneriyoruz. BACKGROUND: This study evaluates the radiological parameters of developing subsequent contralateral slips in unilateral slipped capital femoral epiphysis (SCFE) patients at the time of initial presentation. METHODS: The study group included the review of unilateral SCFE patients treated between June 2007 and August 2018. Age, gen-der, side, stability, posterior slope angle, grade of slip, modified Oxford bone age score (mOBAS), the Risser classification, and the ap-pearance of the triradiate cartilage were evaluated retrospectively. Data were analyzed between two groups: subsequent contralateral SCFE (SCFESC) patients that developed contralateral slip during follow-up and unilateral SCFE (SCFEU) patients that did not develop contralateral slip up to skeletal maturity. Descriptive statistics were used to compare risk factors between groups. RESULTS: This study included 48 patients and 6 patients (12.5%) developed a SCFESC. Only mOBAS was significantly different be-tween groups. The mOBAS scores in SCFESC were 18 in 2 patients (33.3%), 19 in 4 patients (66.7%). The mOBAS scores in SCFEU were 18 in 1 patient (2.4%), 19 in 24 patients (57.1%), and >20 in 17 patients (40.5%). In the SCFESC group, all patients had a Risser score of 0 and all had open triradiate cartilage. CONCLUSION: Patients with unilateral SCFE are at risk for SCFESC, and the mOBAS is the best predictor of risk assessment. We agree that mOBAS score of 16,17 or 18 patients’ contralateral hips can be prophylactically pinned. We also suggest pinning or close screening of mOBAS 19 patients that some carry relatively high risk of subsequent contralateral slip. |
13. | Comparison of intramedullary nail and plate osteosynthesis in humerus surgical neck fracture Ali Şişman, Özgür Avci, Caner Poyraz, Alican Çiçek, Serdar Kamil Çepni, Şevki Öner Şavk PMID: 37409926 PMCID: PMC10405034 doi: 10.14744/tjtes.2023.64225 Pages 824 - 829 AMAÇ: Çalışmanın amacı, literatürde fikir birliği olmayan cerrahi boyun proksimal humerus kırıklarının (PHK) cerrahi tedavisinde kullanılan plak yöntemi ile intramedüller çivi (İMÇ) yönteminin klinik ve radyolojik olarak karşılaştırılmasıdır. GEREÇ VE YÖNTEM: Ocak 2013-Aralık 2017 yılları arasında PHK nedeniyle başvuran 248 olgu retrospektif olarak incelendi. Altmış iki olgu çalışmaya dahil edildi. Sonuçlar klinik olarak kan kaybı miktarı, cerrahi süre, kaynama süresi açısından karşılaştırıldı. Radyolojik olarak ise Intraope-ratif Neck-Shaft Açısı(NSA), final NSA, American Shoulder and Elbow Surgeons(ASES), Constant ve Visuel Analog Scale(VAS) skorları açısından karşılaştırıldı. BULGULAR: Plak ve İMÇ olarak iki grup oluşturuldu. Gruplar yaş, cinsiyet, operasyon tarafı, takip süresi açısında benzerdi. NSA, final NSA, ASES, Constant ve VAS skorları bakımından gruplar arasında fark yoktu. IMÇ grubunda intraoperatif kan kaybı miktarı, cerrahi süre ve kaynama süresi daha kısa idi. TARTIŞMA: Cerrahi boyun PHK cerrahi tedavisinde plak veya IMÇ iyi klinik sonuçlar gösteren yöntemlerdir. Bu çalışmaya göre; intraoperatif daha az kan kaybı ortaya çıkması, daha kısa sürede cerrahinin tamamlanması ve daha kısa sürede kaynama görülmesi plak yöntemine göre İMÇ yönteminin avantajıdır. BACKGROUND: The aim of this study is to compare clinically and radiologically the plate osteosynthesis method and the in-tramedullary nail (IMN) method, which is currently used in the surgical treatment of surgical neck proximal humerus fractures (PHFs) in which there is no consensus METHODS: A total of 248 patients who underwent PHF between January 2013 and December 2017 were retrospectively reviewed. Sixty-two patients were included in the study. The results were clinically compared in terms of the amount of blood loss, operative time, and union time. Radiologically, it was compared in terms of intraoperative neck–shaft angle (NSA), final NSA, the American Shoulder and Elbow Surgeons (ASES), and Constant and Visual Analog Scale (VAS) scores. RESULTS: Two groups were formed: plate and IMN. The groups were similar in terms of age, sex, operation side, and follow-up time. There was no difference between the groups in terms of NSA, final NSA, ASES, Constant, and VAS scores. The amount of intraoper-ative blood loss, operative time, and union time was shorter in the IMN group. CONCLUSION: In surgical neck PHF surgery, plate and IMN are methods that show good clinical outcomes. According to this study, the advantages of the IMN method compared with plate osteosynthesis in Neer type II PHF treatment can be listed as less intraoper-ative blood loss, shorter operative time, and union time. |
CASE REPORTS | |
14. | Intraocular foreign body in the anterior chamber angle misdiagnosed as herpetic stromal keratitis Hassan Haidar, Esra Biberoğlu Çelik, Semra Akkaya Turhan PMID: 37409914 PMCID: PMC10405031 doi: 10.14744/tjtes.2023.62019 Pages 830 - 833 Herpetik stromal keratit gibi bulgu gösteren, ön kamara açısında yerleşmiş metalik intraoküler yabancı cisim (IOFB) olgusunu sunuyoruz. Sol gözünde 3 gündür bulanık görme şikayeti olan 41 yaşında, inşaat işçisi erkek hasta herpetik stromal keratit tanısı ile merkezimize sevkedildi. Hastanın anamnezinde travma öyküsü yoktu. Yapılan muayenede en iyi düzeltilmiş görme keskinliğinin sağ gözde 10 /10, sol gözde 8/10 olduğu görüldü. Biyomikroskopik ön segment muayenesinde sağ göz doğaldı. Sol gözde korneal ödem ve skar, ön kamarada +2 hücre, lens ön kapsülde noktasal kesafet izlendi. Seidel testi negatif idi. Fundus muayenesi bilateral doğaldı. Hastadan mesleği nedeniyle travmadan şüphelenilerek çekilen orbita bilgi-sayarlı tomografisinde intraoküler yabancı cisim saptandı. Takibinin 2. gününde kornea ödemi gerileyen hastanın yapılan gonyoskopik muayenesinde inferior iridokorneal açıda yabancı cisim görüldü. Hasta operasyona alınarak Barkan lensi yardımıyla açıdaki yabancı cisim çıkarıldı. Travma öyküsü olmasa bile travma açısından şüpheli hastalarda kornea ödemi, lens kesafeti gibi muayene bulguları olduğunda intraoküler yabancı cisim varlığı düşü-nülmeli ve mutlaka ekarte edilmelidir. Riskli meslek grubunda olan kişiler koruyucu gözlük kullanımı konusunda bilinçlendirilmelidir. We report a case of a metallic intraocular foreign body (IOFB) retained in the anterior chamber (AC) angle that was masquerading as herpetic stromal keratitis. A 41-year-old male construction worker was referred to our ophthalmology clinic with the complaint of consistent blurred vision for 3 days in his left eye. He had no history of ocular trauma. The best-corrected visual acuity was found to be 10/10 in the right eye and 8/10 in the left eye. On slit-lamp examination of the anterior segment, the right eye was normal, while the left eye showed unilateral corneal edema and scarring, anterior lens capsule opacification, +2 cells in the AC, and the Seidel test was negative. Fundus examination was normal bilaterally. Despite there not being history of it, we still suspected ocular trauma considering the patient’s occupational risk. Consequently, an orbital computed tomography imaging was performed which revealed a metallic-IOFB in the inferior iridocorneal angle. On the second follow-up day, the corneal edema regressed, and a gonioscopic examination of the affected eye was performed, showing a small foreign body embedded in the inferior iridocorneal angle of the AC. Subsequently, the IOFB was surgically removed using Barkan lens, and excellent visual results were achieved. This case emphasizes the importance of considering IOFB in the differential diagnosis of patients with unilateral corneal edema and anterior lens capsule opacification. Fur-thermore, the presence of IOFB should be definitely excluded in patients with occupational risk of ocular trauma even if there is no history of trauma. More awareness about the proper use of eye protection should be raised to circumvent penetrating ocular-trauma. |
15. | Thyroid gland injury after blunt neck trauma: a case report Abdullah Saleh Alayaaf, Yoo Seok Kim PMID: 37409919 PMCID: PMC10405037 doi: 10.14744/tjtes.2023.77567 Pages 834 - 836 Künt boyun travmasından sonra yumuşak doku zedelenmeleri nispeten yaygındır. Boyun bölgesinin içeriğinden dolayı bu durum birçok hayati yapı için tehlike oluşturabilir. Tiroit üzerinde izole travma oldukça nadirdir ve literatürde çok az vaka rapor edilmiştir. Bir motorlu araç kazasında 61 ya-şında normalde sağlıklı bir kadının boynunun sol ön yarısı, emniyet kemeri yaralanması nedeniyle künt travmaya maruz kaldı. Dispne ile ilişkili olacak şekilde boyun anteriorunda ağrılı bir şişlik olduğunu bildirdi. Bilgisayarlı tomografiden (BT) bakıldığında tiroit bezinde aktif bir kanamayı anımsatan özelliklerle birlikte sol tiroit lobunda yırtılmalar olduğu görüldü. Sol tiroidektomi ile cerrahi eksplorasyon yapıldı ve hasta sorunsuz bir şekilde iyi-leşti. İzole tiroit bezi yaralanması nadiren görülür ve vakaların yaklaşık %1-2’sinde mevcuttur. Ayrıca rapor edilen vakaların çoğunda bezin içerisinde vurgulanması gereken bir patoloji bulunmaktadır. Hastaların boyun kısmında şişlik, ağrı, solunum bozukluğu ve yutma güçlüğü olabilmektedir. Künt boyun travmasına maruz kalan hastalar ATLS® prensiplerine göre değerlendirilmeli ve stabil duruma getirilmelidir. Öncelikle hayati yapılardaki yaralanmalar elenmelidir. Bu vakalar nadir olsa da, doktorlar künt boyun travmasından sonra ya da boyunda şişlik belirtilmişse tiroit yaralanması ihtimalini değerlendirmelidir. Soft-tissue injuries are relatively common after blunt neck trauma. Due to neck content, several vital structures can be compromised. Isolated trauma to the thyroid is highly uncommon, and few cases are reported in the literature. A 61-year-old otherwise healthy woman sustained blunt trauma to the left frontal half of the neck caused by seatbelt injury in a motor vehicle accident. She presented with a painful anterior neck swelling associated with dyspnea. Computed tomography showed the left thyroid lobe lacerations with features suggestive of thyroid gland active bleeding. She underwent surgical exploration with left thyroidectomy and recovered un-eventfully. Isolated thyroid gland injury is infrequent and is present in about 1–2% of the cases, and in most reported cases, there is an underlining pathology within the gland. Patients can be present with neck swelling, pain, respiratory distress, and dysphagia. Patients who sustained blunt neck trauma should be assessed and stabilized according to the ATLS® principles. Injury to vital structures should be ruled out first. Although these cases are rare, physicians should consider the possibility of thyroid injury after blunt neck trauma or neck swelling is noted. |
16. | Complicated appendicitis with scrotal fistula: case report and review of the literature Yasin Dalda, Hasan Buran, Tevfik Tolga Şahin, Kutay Sağlam PMID: 37409916 PMCID: PMC10405039 doi: 10.14744/tjtes.2022.00890 Pages 837 - 840 Apandisit günümüzde yapılan acil abdominal cerrahilerin en sık sebebidir. Sık görülen komplikasyonları iyi bilinmesine rağmen, retroperitoneal abse ve skrotal abse nadir görülen ve daha az bilinen komplikasyonlardır. Bu çalışmada apendektomi sonrası retroperitoneal abse ve skrotal fistül ile komplike olan hastamızı ve PubMed üzerinden yaptığımız literatür taramasını sunduk. 69 yaşında erkek hasta yaklaşık 7 gündür devam eden karın ağrısı, bulantı-kusma ve son 24 saat içinde ateş ve mental durum değişikliği şikayetleri ile acil servise başvurdu. Perforasyon ve retroperitoneal abse ön tanısı ile acil ameliyata alındı. Laparotomide perfore apandisit ve buna bağlı retro-peritoneal abse görüldü. Apendektomi yapıldı ve abse boşaltıldı. Sepsis nedeniyle 4 gün yoğun bakım ünitesinde kalan hasta postoperatif 15. günde taburcu edildi. Taburcu olduktan 15 gün sonra skrotumdan kötü kokulu akıntı nedeniyle tekrar başvurdu. Tomografisinde retroperitoneal alandan sol skrotuma uzanan abse tespit edilen hastaya perkütan drenaj uygulandı. Absesi gerileyen hasta yatışından 17 gün sonra şifa ile taburcu edildi. Apandisit ile ilişkili bu nadir komplikasyonlar, erken ve doğru tanı koyabilmek için mutlaka cerrahların aklında olmalıdır. Tedavide gecikme morbidite ve mortalitenin artmasına neden olabilir. Appendicitis is the most common emergency abdominal surgery today. Although its common complications are well-known, retroperi-toneal abscess and scrotal abscess are rare and less known complications. In this study, we presented our patient who presented with appendicitis complicated with retroperitoneal abscess and scrotal fistula after appendectomy, and the literature review we conducted through PubMed. A 69-year-old man was admitted to the emergency department with complaints of abdominal pain, nausea-vomiting continuing for about 7 days, and fever and mental status change in the last 24 h. He was taken to emergency surgery with the pre-liminary diagnosis of perforation and retroperitoneal abscess. At laparotomy, perforated appendicitis and associated retroperitoneal abscess were seen. An appendectomy was performed, and the abscess was drained. The patient, who stayed in the intensive care unit for 4 days due to sepsis, was discharged on the 15th postoperative day with full recovery. He was admitted 15 days after his discharge because of an abscess from the scrotum. Percutaneous drainage was performed in the patient, whose tomography revealed an abscess extending from the retroperitoneal area to the left scrotum. The patient, whose abscess regressed, was discharged with recovery 17 days after hospitalization. These rare complications associated with appendicitis should be on the minds of surgeons to make an early diagnosis. Delay in treatment may lead to increased morbidity and mortality. |