NONE | |
1. | Frontmatters Pages I - VII |
EXPERIMENTAL STUDY | |
2. | Effects of hyaluronic acid and chondroitin sulfate on acute radiation proctitis in rats Mehmet Yoldas, Tayfun Yoldas, İlhami Solak, Cemil Calıskan, Samed Cin, Basak Doganavsargil, Murat Sezak, Senem Alanyali, Tuba Kuvvet Yoldas PMID: 37145048 PMCID: PMC10277333 doi: 10.14744/tjtes.2023.61582 Pages 547 - 552 AMAÇ: Bu çalışma, akut radyasyon proktiti (ARP) sıçan modelinde hyaluronik asit ve kondroitin sülfat kombinasyonunun (HA/CS) profilaktik ve terapötik etkilerini araştırmak için tasarlandı. GEREÇ VE YÖNTEM: Sıçanlar beş gruba ayrıldı: SHAM; radyasyon (IR) + salin (5. ve 10. gün boyunca 1 mL); IR + HA/CS (5. ve 10. gün boyunca 1 mL). Her sıçana 17.5 Gy’lik tek bir fraksiyon RT verildi. HA/CS, ışınlamadan sonra her gün rektal yoldan uygulandı. Her sıçan, proktit belirtileri açısından günlük olarak gözlendi. Mukozal değişiklikler makroskopik ve patolojik olarak değerlendirildi. BULGULAR: Klinik bulgulara göre IR + salin grubundaki beş sıçan 10. günde 3-4 derece semptomlar izlendi. IR+ salin ve IR + HA/CS grupları arasında 5. gündeki makroskopik bulgu skorlarında anlamlı bir fark gözlenmedi. Patolojik incelemede, salinle tedavi edilen sıçanlarda ışınlamadan 10 gün sonra radyasyona bağlı mukozal hasar en belirgin bulguydu. IR + HA/CS 10. gün grubunda 1-2 derece patolojik bulgulara karşılık gelen hafif inflamasyon ve hafif kript değişiklikleri gösterdi. TARTIŞMA: Radyasyon sistitinde kullanılan HA/CS, radyasyon proktitinde de faydalı olabileceği düşünmekteyiz. BACKGROUND: This study was designed to investigate the prophylactic and therapeutic effects of hyaluronic acid and chondroitin sulfate combination (HA/CS) on a model of acute radiation proctitis. METHODS: Rats were divided into five groups: SHAM; irradiation (IR) + saline (1 mL for 5th and 10th day); IR + HA/CS (1 mL for 5th and 10th day). A single fraction of 17.5 Gy was delivered to each rat. HA/CS was administered rectally each day after irradiation. Each rat was observed daily for signs of proctitis. Irradiated rats were euthanized on days 5 and 10. The mucosal changes were evaluated macroscopically and pathologically. RESULTS: According to the clinical findings, five rats in the irradiation + saline group showed grade 3–4 symptoms on the 10th day. No significant difference in the macroscopic finding scores on the 5th day was observed between the irradiation + saline and irradiation + HA/CS groups. In the pathological examination, radiation-induced mucosal damage was the most prominent finding 10 days after irradiation in saline-treated rats. On the 10th day, the irradiation + HA/CS group showed mild inflammation and slight crypt changes, which corresponded to grade 1–2 pathological findings. CONCLUSION: We think that HA/CS used in radiation cystitis can be beneficial for radiation proctitis. |
ORIGINAL ARTICLE | |
3. | The role of repeated extended FAST in patients with stable blunt thoracoabdominal trauma Mümin Murat Yazıcı, Özcan Yavaşi, Ali Çelik, Gürkan Altuntaş, Mehmet Altuntaş, Özlem Bilir, Gökhan Ersunan PMID: 37145041 PMCID: PMC10277323 doi: 10.14744/tjtes.2022.93529 Pages 553 - 559 AMAÇ: Torakal ve abdominal bilgisayarlı tomografi taramaları acil serviste travma hastaları için yaygın olarak kullanılmaktadır. Bununla birlikte, yüksek maliyet, aşırı radyasyon maruziyeti gibi sınırlamalar nedeniyle alternatif tanı ve takip araçlarına da ihtiyaç vardır. Bu çalışma, stabil künt torakoabdominal travması olan hastalarda acil hekimi tarafından yapılan travma için tekrarlanan genişletilmiş odaklanmış abdominal sonografinin (rE-FAST) yararlarını araştırmayı amaçlamıştır. GEREÇ VE YÖNTEM: Bu prospektif, tek merkezli tanısal doğruluk çalışmasıydı. Künt torakoabdominal travma sonrası acil servise başvuran hastalar çalışmamıza dahil edildi. Çalışmaya alınan hastalara gelişinde (0’ıncı saatte) ve takipleri sırasında 3’üncü ve 6’ncı saatte E-FAST yapıldı. E-FAST ve rE-FAST tanısal doğruluk ölçümleri hesaplandı. BULGULAR: Torakoabdominal patolojilerin belirlenmesinde E-FAST’in duyarlılığı ve özgüllüğü sırasıyla %75 ve %98,7 olarak bulunmuştur. Spesifik patolojiler için duyarlılık ve özgüllük pnömotoraks için sırasıyla %66.7 ve %100, hemotoraks için %66.7 ve %98.8, hemoperitoneum için %66.7 ve %100’idi. Stabil hastalarda torakal ve/veya abdominal kanamanın belirlenmesinde rE-FAST’ın duyarlılığı ve özgüllüğü sırasıyla %100 ve %98.7 olarak bulunmuştur. TARTIŞMA: E-FAST, yüksek özgüllüğü ile künt travmalı hastalarda torakoabdominal patolojilere başarıyla tanı koyabilir. Bununla birlikte, stabil has-talarda ancak rE-FAST travmatik patolojileri dışlamak için yeterli duyarlılığa sahiptir. BACKGROUND: Thoracic and abdominal computed tomography scans are widely used modalities for trauma patients in emergency department (ED). However, alternative diagnostic and follow-up tools are also needed, due to limitations such as high cost and exces-sive radiation exposure. This study aimed to investigate the utility of repeated extended focused abdominal sonography for trauma (rE-FAST) performed by the emergency physician in patients with stable blunt thoracoabdominal trauma. METHODS: This was a prospective, single-center diagnostic accuracy study. Patients with blunt thoracoabdominal trauma admitted to the ED were included in the study. The E-FAST was performed on the patients included in the study at the 0th h, the 3rd h, and the 6th h during their follow-up. Then, the diagnostic accuracy metrics of E-FAST and rE-FAST were calculated. RESULTS: The sensitivity and specificity of E-FAST in determining thoracoabdominal pathologies were found to be 75% and 98.7%, respectively. The sensitivity and specificity for specific pathologies were 66.7% and 100% for pneumothorax, 66.7% and 98.8% for hemothorax, and 66.7% and 100% for hemoperitoneum, respectively. The sensitivity and specificity of rE-FAST in determining thoracal and/or abdominal hemorrhage in stable patients were found to be 100% and 98.7%, respectively. CONCLUSION: E-FAST successfully rules in thoracoabdominal pathologies in patients with blunt trauma, with its high specificity. However, only a rE-FAST might be sensitive enough to exclude traumatic pathologies in these stable patients. |
4. | Comparison of demographic and clinical characteristics between pandemic and pre-pandemic period in non-COVID intensive care units: a retrospective study Yusuf Özgüner, Savas Altinsoy, Yasemin Ermiş, Funda Atar, Mehmet Murat Sayin, Julide Ergil PMID: 37145054 PMCID: PMC10277330 doi: 10.14744/tjtes.2023.14957 Pages 560 - 565 AMAÇ: Koronavirüs pandemisinin önemli bir sorunu, yoğun bakım ünitesi (YBÜ) desteğine ihtiyaç duyan hastaların son derece sınırlı bir süre içinde artmasıdır. Sonuç olarak, çoğu ülke yoğun bakım ünitelerinde (YBÜ) COVID-19 bakımına öncelik vermiş ve acil servis ve yoğun bakım ünitelerinde hastane kapasitesini artırmak için yeni düzenlemeler yapmıştır. Bu çalışmada, COVID-19 pandemisi döneminde (pandemi öncesi dönem) COVID-19 dışı yoğun bakımlarda yatan hasta sayısı, klinik ve demografik özelliklerindeki değişikliklerin bir önceki yıla göre değerlendirilmesi ve pandeminin etkilerinin ortaya konulması amaçlanmıştır. GEREÇ VE YÖNTEM: 11 Mart 2019-11 Mart 2021 tarihleri arasında hastanemizin COVID-19 dışı yoğun bakım ünitelerinde yatan hastalar çalışmaya dahil edildi. Hastalar COVID döneminin başlama tarihine göre iki gruba ayrıldı. Hasta verileri geriye dönük olarak hastane bilgi sistemi ve YBÜ değerlendirme formlarından taranarak kaydedildi. Demografik bilgiler (yaş ve cinsiyet), komorbiditeler, COVID 19 PCR sonucu, yoğun bakım yatış yeri, yoğun bakıma yatan hastaların tanıları, yoğun bakımda kalış süreleri, Glasgow koma skalası ve ölüm oranları ile APACHE II skoru toplandı. BULGULAR: Pandemi öncesi dönemde (Grup 1) 1011 hasta (413 kadın, 598 erkek) ve pandemi döneminde (Grup 2) 1281 hasta (572 kadın, 709 erkek) olmak üzere toplam 2292 hasta analiz edildi. YBÜ’ye başvuran hastaların tanıları gruplar arasında karşılaştırıldığında, postoperatif, spontan dolaşımın geri dönüşü (ROSC), zehirlenme, multitravma ve diğer nedenler arasında istatistiksel olarak anlamlı fark vardı. Pandemi döneminde hastaların yoğun bakımda kalış süresi istatistiksel olarak anlamlı şekilde daha uzundu. TARTIŞMA: COVID-19 dışı yoğun bakımlarda yatan hastaların klinik ve demografik özelliklerinde değişiklikler gözlendi. Pandemi döneminde hastaların yoğun bakımda kalış sürelerinin arttığını gözlemledik. Bu durum nedeniyle pandemi döneminde yoğun bakım ve diğer yataklı servislerin daha etkin yönetilmesi gerektiğini düşünüyoruz. BACKGROUND: A major problem of the coronavirus pandemic is the increase of patients requiring intensive care unit (ICU) sup-port in an extremely limited period of time. As a result, most countries have prioritized coronavirus disease 2019 (COVID-19) care in ICUs and take new arrangements to increase hospital capacity in emergency department and ICUs. This study aimed to evaluate the changes in the number, clinical and demographic characteristics of patients hospitalized in non-COVID ICUs during the COVID-19 pandemic period compared to the previous year (pre-pandemic period), and to reveal the effects of the pandemic. METHODS: Hospitalized patients in non-COVID ICUs of our hospital between 11 March 2019 and 11 March 2021 were included in the study. The patients were divided into two groups according to date of the start of the COVID period. Patient data were scanned and recorded retrospectively from hospital information system and ICU assessment forms. Information regarding demographics (age and gender), comorbidities, COVID 19 polymerase chain reaction result, place of ICU admission, the diagnoses of patients admitted to ICU, length of ICU stay, Glasgow coma scale and mortality rates, and the Acute Physiology and Chronic Health Evaluation II score were collected. RESULTS: A total of 2292 patients were analyzed, including 1011 patients (413 women and 598 men) in the pre-pandemic period (Group 1) and 1281 patients (572 women and 709 men) in the pandemic period (Group 2). When the diagnoses of patients admitted to ICU were compared between the groups, there was a statistically significant difference between post-operation, return of spon-taneous circulation, intoxication, multitrauma, and other reasons. In the pandemic period, the patients had a statistically significant longer length of ICU stay. CONCLUSION: Changes were observed in the clinical and demographic characteristics of patients hospitalized in non-COVID-19 ICUs. We observed that the length of ICU stay of the patients increased during the pandemic period. Due to this situation, we think that intensive care and other inpatient services should be managed more effectively during the pandemic. |
5. | Evaluation of systemic immune-inflammation index efficacy in predicting complicated appendicitis in pediatric emergency department Aysun Tekeli, Mehmet Bahadır Çalışkan, Gökhan Berktuğ Bahadır, Övgücan Karadağ Erdemir PMID: 37145053 PMCID: PMC10277329 doi: 10.14744/tjtes.2022.42472 Pages 566 - 573 AMAÇ: Akut apandisit, çocuk acil servisine başvuran çocuklarda akut karın ağrısının en önemli nedenlerinden biridir. Bu çalışma, pediatrik hastalarda komplike apandisiti öngörmede sistemik immün-inflamasyon indeksinin yararlılığını belirlemeyi amaçlamaktadır. GEREÇ VE YÖNTEM: Akut apandisit tanısı ile ameliyat edilen hastalar geriye dönük olarak incelendi. Akut apandisit ve kontrol grubu oluşturuldu. Akut apandisit, nonkomplike ve komplike apandisit grubu olarak ikiye ayrıldı. C-reaktif protein, beyaz küre sayısı, mutlak nötrofil sayısı, mutlak lenfosit sayısı, nötrofil/lenfosit oranı, trombosit/lenfosit oranı ve sistemik immün-inflamasyon indeks değerleri kaydedildi. Sistemik immün enflamasyon indeks trombosit sayısı x nötrofil/lenfosit formülü ile hesaplandı. Biyobelirteçlerin komplike apandisiti öngörmedeki etkinliği karşılaştırıldı. BULGULAR: Çalışmamıza 1072 akut apandisit ve 541 kontrol hasta dahil edildi. Nonkomplike apandisit grubunda %74.3 hasta, komplike apandisit grubunda %25.7 hasta vardı. Akut apandisit ve kontrol grubu, komplike ve nonkomplike apandisit grubu laboratuvar parametreleri açısından kar-şılaşırıldığında C-reaktif protein, beyaz küre, mutlak nötrofil sayısı, nötrofil/lenfosit oranı, trombosit/lenfosit oranı ve sistemik immün-inflamasyon indeks düzeyi akut apandisit ve komplike apandisit grubunda daha yüksek tespit edildi. Nonkomplike apandisit hastalarında sistemik immün-inflamasyon indeks değeri 2164.91±1831.24 iken komplike apandisit hastalarında 3132.59±2658.73 idi (p<0.001). Eğri altındaki alana göre kestirim değerleri belirlendiğinde, komplike apandisit öngörüsünde en iyi biyobelirteçler C-reaktif protein ve sistemik immün-inflamasyon indeksi bulundu. TARTIŞMA: Nonkomplike ve komplike akut apandisit ayırımında, klinik değerlendirme ile birlikte enflamasyon belirteçleri faydalı olabilir. Fakat bu parametreler tek başına komplike apandisiti öngörmede yeterli değildir. Çocuklarda komplike apandisiti tahmin etmek için C-reaktif protein ve sistemik immün-enflamasyon indeksi en iyi biyobelirteç tespit edilmiştir. BACKGROUND: Acute appendicitis (AA) is one of the most important causes of acute abdominal pain in children who are admitted to the pediatric emergency department. This study aims to determine the usefulness of the systemic immune-inflammation index (SII) in predicting complicated appendicitis (CA) in pediatric patients. METHODS: The patients who underwent surgery with the diagnosis of AA were evaluated retrospectively. AA and control groups were formed. AA was divided into noncomplicated and CA groups. C-reactive protein (CRP), white blood cell (WBC) count, absolute neutrophil count (ANC), absolute lymphocyte count, neutrophil/lymphocyte ratio (NLR), platelet (PLT)/lymphocyte ratio (PLR), and SII values were recorded. The SII was calculated with the formula of PLT count × neutrophil/lymphocyte. The efficacy of biomarkers in predicting CA was compared. RESULTS: Our study included 1072 AA and 541 control patients. There were 74.3% of patients in the non-CA (NCA) group and 25.7% in the CA group. CRP, WBC count, ANC, NLR, PLR when AA and control group, complicated and NCA groups are compared in terms of laboratory parameters and SII level AA and it was higher in the CA group. While the SII value was 2164.91±1831.24 in the patients with NCA and 3132.59±2658.73 in those with CA (P<0.001). When the cut-off values were determined according to the area under the curve, CRP and SII were found to be the best biomarkers in predicting CA. CONCLUSION: Inflammation markers together with clinical evaluation may be useful in distinguishing noncomplicated and complicated AA. However, these parameters alone are not sufficient to predict CA. CRP and SII are the best predictors of CA in pediatric patients. |
6. | Esophageal dilation through bouginage or balloon catheters in children, as the treatment of benign esophageal strictures: results, considering the etiology, and the methods Ender Fakıoglu, Lütfi Hakan Güney, İbrahim Ötgün PMID: 37145049 PMCID: PMC10277326 doi: 10.14744/tjtes.2022.03881 Pages 574 - 581 AMAÇ: Korozif madde yutma, özofagus cerrahisi, reflü özofajiti çocuklarda benign özofagus darlığının başlıca sebepleridir. Özofagus dilatasyonu ilk tedavi seçeneğidir. Bujiler ve balonlu kateterler en sık kullanılan dilatasyon araçlarıdır. Özofagus dilatasyonunun etkin ve güvenli olduğu belirtilmesine rağmen, özofagus dilatasyonu yöntemlerine ve sonuçlarına dair literatür bilgisi daha çok erişkin yaş grubuna ilişkindir. Bu çalışmada, buji ve balon dilatasyon yöntemlerinin karşılaştırılması; benign özofagus darlığı sebeplerinin, dilatasyon sonuçlarıyla ilişkisinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır. GEREÇ VE YÖNTEM: Bir üniversitenin iki adet 3. derece sağlık merkezinde, 2001-2009 arasında, Çocuk Cerrahisi Anabilim Dalı’nca özofagus dilatasyonu uygulanmış benign özofagus darlığı olguları, retrospektif olarak; özofagus darlığı sebepleri, tedavileri ve sonuçları, balon ve buji dilatas-yonlarının karşılaştırması temelinde değerlendirilmiştir. BULGULAR: Elli dört benign özofagus darlığı olgusuna 447 dilatasyon seansı uygulanmıştır. Darlıklar, olguların %72.2’sinde korozif madde yutma ve anastomoz nedenlidir. Dilatasyonların %52.6’sı Savary-Gilliard bujilerle, geri kalanı balonla gerçekleştirilmiştir. Bujiyle yapılmış dilatasyon seanslarının %53.2’sinde kılavuz tele ihtiyaç olmamıştır. Balonla dilatasyonlarda, işlemin olağan bir parçası olarak fluoroskopiden yararlanılmış, bujiyle dilatasyonlarda sadece ihtiyaç halinde, kılavuz telin yerini kontrol etme amaçlı fluoroskopi kullanılmıştır. Balon ve buji dilatasyonlarında komplikasyon oranları sırasıyla %2.4 ve %2.1’dir. Bujiyle ve balonla yapılmış seanslar, sırasıyla ortalama 26.2±11.8 dakika ve 42.6±13.7 dakika sürmüştür. Seansların başarı oranları balonla %93.7; bujiyle %98.2’dir. Balonlar tek kullanım için üretilmiştir. TARTIŞMA: Dilatasyon aracı olarak Savary-Gilliard bujiler, balonlara göre daha az fluoroskopi ihtiyacı, daha kısa işlem süresi, daha düşük maliyetle daha avantajlıdır. Her iki yöntem, komplikasyon oranları açısından birbirine denktir. BACKGROUND: Corrosive substance ingestion, history of esophageal surgery, and reflux esophagitis are the main causes of benign esophageal strictures in children. Esophageal dilation is the first treatment option. Bougies and balloons are the most frequently used dilation tools. The literature record on esophageal dilation methods and their results is mostly composed of data gathered from adults, who differ from children in many terms, including etiology, indications, and results. This study aims to evaluate esophagial dilation in children; comparing the two mentioned modalities; and considering the impact of different diseases on dilation success. METHODS: The benign esophageal stricture cases who had undergone esophageal dilation between 2001 and 2009, at two tertiary health-care centers of a university were evaluated retrospectively with regard to stricture etiology, treatment methods, and their results. In addition, balloon and bougie dilations were compared. RESULTS: Fifty-four cases were dilated in 447 sessions. The strictures were due to corrosive ingestion or anastomoses in 72.2% of the cases. Of the dilation sessions, 52.6% were performed with Savary-Gilliard bougies, and the rest with balloon dilators. No guidewire was needed in 53.2% of the bougie sessions. Fluoroscopy was used during balloon dilation sessions as a routine part of the method, while it was needed only to check the guide location when needed during the bougie dilation sessions. The complication rates of balloon and bougie dilation sessions were 2.4% and 2.1%, respectively. The mean session length was 26.2±11.8 and 42.6±13.7 min, for bougie and balloon, respectively. Success rate was 93.7% for the balloon, while 98.2% of the bougie sessions. Balloon catheters used were disposable. CONCLUSION: Savary-Gilliard bougies have advantages over balloon catheters with less need of fluoroscopy, shorter duration of sessions, and lower cost. Both methods are equivalently safe with close complication rates. |
7. | Comparison of percutaneous gallbladder aspiration with percutaneous cholecystostomy in acute cholecystostomy patients. Can gall bladder aspiration alone be sufficient? Ümmihan Topal, Süleyman Sönmez, Sevinc Dağistanlı PMID: 37145044 PMCID: PMC10277334 doi: 10.14744/tjtes.2022.36443 Pages 582 - 589 AMAÇ: Bu çalışmanın amacı, akut kolesistitin (AK) yönetiminde, perkütan safra kesesi aspirasyonu (PA) ile perkütan kolesistostostomi’nin (PK) tedavideki etkinliklerini, komplikasyon oranlarını karşılaştırak 3. basamak tek bir merkezin tecrübelerini sunmaktır. GEREÇ VE YÖNTEM: 2015 ve 2020 tarihleri arasında hastanemize başvuran AC’li hastalardan konservatif tedaviye cevap vermeyen, LC uygulana-mayan PA ve PC prosedürleri uygulanan 159 hastanın sonuçları geriye dönük incelendi. PC ve PA prosedüründen önceki ve işlemden sonra 3. günde klinik ve laboratuvar verileri, teknik başarı, komplikasyon, tedaviye yanıt, hastanede kalış süreleri, reverse transcriptase–polymerase chain reaction (RT-PCR) testinin sonucu kaydedildi. BULGULAR: Toplam 159 hastanın 22’sine (8 erkek,14 kadın) PA ve 137’sine (57 erkek, 80 kadın) PC prosedürü uygulandı. PA ve PC grupları arasında 72 saatte klinik iyileşme (p=0.532) ve hastanede kalış süreleri (p=0.138) açısından anlamlı farklılık saptamadı. Her iki prosedürünin teknik başarısı %100 idi. PA uygulanan 22 hastanın 20’sinde belirgin düzelme olurken sadece birine 2 kez yapıldı ve tamamen iyileşme görüldü (%4.5). Komplikasyon oranları her iki grupta düşük bulundu ve istatistiksel olarak anlamlı değildi (p=1.00). TARTIŞMA: İçinde bulunduğumuz pandemi döneminde sağlık çalışanları için güvenli, hastalar için düşük riskli minimal invaziv prosedurler olan PA ve PC cerrahiye uygun olmayan AK’li kritik hastalarda yatak başında uygulanabilen etkin, güvenilir başarılı bir tedavi yöntemidir. Komplikasyon geliştirmemiş AK li hastalarda PA uygulanmalı tedaviye cevap alınamaz ise PC bir kurtarma prosedürü olarak saklanmalıdır. Komplikasyon geliştirmiş cerrahiye uygun olmayan AK li hasta ise PC prosedürü uygulanmalıdır. BACKGROUND: The aim of this study is to compare the efficacy and complication rates of percutaneous gallbladder aspiration (PA) and percutaneous cholecystostomy (PC) in the management of AC and present the experiences of a single third-line center. METHODS: The results of 159 patients with AC who admitted to our hospital between 2015 and 2020, that underwent PA and PC procedures, because they did not respond to conservative treatment and LC could not be performed, were retrospectively analyzed. Clinical and laboratory data before and 3 days after PC and PA procedure, technical success, complications, response to treatment, duration of hospital stay, and reverse transcriptase-polymerase chain reaction (RT-PCR) test results were recorded. RESULTS: Out of 159 patients, 22 (8 men 14 women) underwent PA procedure and 137 (57 men 80 women) underwent PC. No significant difference was detected between the PA and PC groups in terms of clinical recovery (P: 0.532) and duration of hospital stay (P: 0.138) in 72 h. The technical success of both procedures was 100%. While 20 out of 22 patients with PA were having a noticable recovery, only one was treated with twice PA procedures and a complete recovery was observed (4.5%). Complication rates were low in both groups and were statistically insignificant (P: 1.00). CONCLUSION: In this pandemic period, PA and PC procedures are effective, reliable, and successful treatment method that can be applied at the bedside for critical patients with AC who are not compatible with surgery, which are safe for health workers and low-risk minimal invasive procedures for patients. In uncomplicated AC patients, PA should be performed, and if there is no response to treatment, PC should be reserved as a salvage procedure. The PC procedure should be performed in patients with AC who have developed complications and are not suitable for surgery. |
8. | Predictive value of sphericity index and other multidetector computed tomography findings in perforated acute appendicitis Özlem Akıncı PMID: 37145042 PMCID: PMC10277335 doi: 10.14744/tjtes.2023.45383 Pages 590 - 595 AMAÇ: Perfore akut apandisitin erken radyolojik tahmini ve teşhisi hala tartışmalıdır. Bu çalışmada, multidedektör bilgisayarlı tomografi (MDBT) bulgularının perfore akut apandisitte prediktif değerinin incelenmesi amaçlandı. GEREÇ VE YÖNTEM: Ocak 2019 – Aralık 2021 arasında apendektomi ameliyatı yapılan hastalar (n=542) retrospektif olarak değerlendirildi. Hastalar non-perfore ve perfore olmak üzere iki gruba ayrıldı. Preoperatif abdominal MDBT bulguları, apendiks sferisite indeksi (ASİ) ve laboratuvar bulguları değerlendirildi. BULGULAR: Non-perfore grupta 427, perfore grupta 115 olgu vardı ve tüm olguların yaş ortalaması 33.88±12.84 idi. Başvuruya kadar geçen ortalama süre 2.06±1.43 gündü. Perfore olan grupta apendikolit, serbest sıvı, duvar defekti, apse, serbest hava ve retroperitoneal alan (RPA) tutulumu oranı non-perfore gruba göre anlamlı ölçüde daha yüksek bulundu (p<0.001). Perfore grubun ortalama uzun aks, kısa aks, ASİ değerleri non-perfore gruba göre daha yüksek bulundu (sırasıyla; p<0.001; p=0.004; p<0.001). Perfore grupta CRP anlamlı ölçüde yüksek iken (p=0.008) ortalama WBC her iki grupta benzerdi (p=0.613). MDBT bulgularından serbest sıvı, duvar defekti, apse, CRP yüksekliği, uzun aks ve ASİ’nin perfo-rasyon için prediktif değerler olduğu gözlendi. ROC analizi ile ASİ’nin kestirim değeri 1.30, sensitivitesi %80.87, spesifitesi %93.21 idi. TARTIŞMA: Multidedektör BT bulgularından apendikolit, serbest sıvı, duvar defekti, apse, serbest hava ve RPA tutulumu perfore apandisitte anlamlı bulgulardır. Apendiks sferisite indeksi yüksek sensitivite ve spesifisite ile akut apandisit perforasyonunda önemli bir prediktif parametredir. BACKGROUND: Early radiological prediction and diagnosis of perforated acute appendicitis remain controversial. In the current study, it was aimed to examine the predictive value of multidetector computed tomography (MDCT) findings in perforated acute appendicitis. METHODS: The patients (n=542) who underwent appendectomy between January 2019 and December 2021 were retrospectively evaluated. The patients were divided into two groups as non-perforated appendicitis and perforated appendicitis. Preoperative abdom-inal MDCT findings, appendix sphericity index (ASI) scores, and laboratory findings were evaluated. RESULTS: The sample consisted of 427 cases in the non-perforated group and 115 cases in the perforated group, with a mean age of 33.88±12.84 years. The mean time until admission was 2.06±1.43 days. Appendicolith, free fluid, wall defect, abscess, free air, and retroperitoneal space (RPS) involvement were all found to be significantly higher in the perforated group (P<0.001). The mean long axis, short axis, and ASI values were found to be higher in the perforated group (P<0.001; P=0.004; and P<0.001, respectively). C-reac-tive protein (CRP) was found to be significantly higher in the perforated group (P=0.008), but the mean white blood count was found to be similar between the groups (P=0.613). Among MDCT findings, free fluid, wall defect, abscess, high CRP, long axis, and ASI were observed to be predictive values for perforation. According to receiver operating characteristic analysis, ASI had a cut-off value of 1.30, a sensitivity of 80.87%, and a specificity of 93.21%. CONCLUSION: MDCT findings, namely, appendicolith, free fluid, wall defect, abscess, free air, and RPS involvement are significant findings for perforated appendicitis. With a high sensitivity and specificity, the ASI appears to be a key predictive parameter for perfo-rated acute appendicitis. |
9. | Electric scooters as a silent source of danger in increasing use among young people: a single-center in-depth accident analysis Necdet Demir, Mehmet Dokur, Özgür Agdoğan, Suna Koc, Mehmet Karadağ, İbrahim Fikri Dokur PMID: 37145052 PMCID: PMC10277324 doi: 10.14744/tjtes.2023.15507 Pages 596 - 604 AMAÇ: Son yıllarda kullanıcı paylaşımlı, ayakta durularak sürülen e-scooter ilişkili kazalardaki artışın nedenleri özellikle yoğun trafiğin olduğu met-ropollerde gençler arasında e-scooter kullanımının yaygınlaşması ile birlikte trafik kurallarına uyulmaması ve yasal düzenlemelerin yetersizliği olabilir. Biz bu çalışmada, hastanemizin acil servisisine getirilen binici paylaşımlı e-scooter ilişkili yaralanmaların tipik özeliklerini güncel literatür ışığında detaylı olarak analiz ettik. GEREÇ VE YÖNTEM: 2020-2020 yılları arasında e-scooter kazası nedeniyle hastanemizin acil servisine getirilen 60 hastanın kaza ve klinik özellikleri cerrahi gereksinimleriyle birlikte geriye dönük olarak istatistiksel yöntemler kullanılarak incelendi. BULGULAR: Kurbanların çoğunluğu üniversite öğrencisi iidi ve erkek cinsiyet hafifçe fazla ve yaş ortalaması 25.3±13.0 olarak bulundu. E-scooter ile ilgili kaza mağdurlarının çoğunluğu minör travma grubundaydı (ISS<9), ağırlıklı olarak ekstremite ve yumuşak doku yaralanması ve radyolojik muayene ihtiyacı (44 hasta, %73.3), sadece 8 kurban (%13.3) cerrahi operasyon gerektirdi ve ayrıca tüm e-scooter kurbanları tamamen iyileşmiş olarak taburcu edildi. TARTIŞMA: Daha yaygın görülen travma ciddiyet skoru daha düşük veya minör olan çarpışmasız e-scooter ilişkili kazalarda, tek organ yaralanmaları, çoklu sistem yaralanmalarından ve radial ve nazal kemik ağırlıklı tekli kırıklar ise çoklu kırıklardan daha sık görülür. Ayrıca e-scooter ilişkili kazalarının önlemesi için yasal düzenlemelerle birlikte etkili önlemler alınmalıdır. BACKGROUND: The reasons for the increase in accidents involving shared stand-up e-scooters in recent years may be the wide-spread use of e-scooters among young people, especially in metropolitan areas with heavy traffic, non-compliance with traffic rules, and insufficient legal regulations. In this study, we analyzed in detail the typical features of rider-sharing e-scooter-related injuries brought to the emergency department of our hospital in the light of current literature. METHODS: The clinical and accident characteristics of 60 patients with surgical requirements who were brought to the emergency department of our hospital due to e-scooter-related accidents between 2020 and 2020 were analyzed using statistical methods ret-rospectively. RESULTS: The majority of the victims were university students and the number of victims of the male gender was slightly higher and the mean age was 25.3±13.0 years. Most e-scooter accidents occur on weekdays. Most of the e-scooter-related accidents happen on weekdays and are non-collision type accidents. The majority of e-scooter-related accident victims were in the minor trauma group (injury severity score <9), predominantly had extremity and soft-tissue injuries and needed radiological examination (44 patients, 73.3%), and only eight victims (13.3%) required surgical operation and also all of the e-scooter victims were discharged fully healed. CONCLUSION: Among the more common collision-free e-scooter-related accidents that have a lower trauma severity score or cause minor soft-tissue injury, mono-trauma occurs more commonly than multisystem trauma; likewise, radius and nasal-weighted monofractures occur more commonly than multiple fractures, according to this study. Besides, effective measures and legal regulations should be put in place to prevent e-scooter-related accidents. |
10. | The correlation between hemostatic blood parameters and sepsis in patients with gunshot wounds referred to a training and research hospital Derya Can, Mehmet Eryılmaz PMID: 37145055 PMCID: PMC10277328 doi: 10.14744/tjtes.2023.37734 Pages 605 - 612 AMAÇ: Travma nedenleri arasında harp yaralanmaları normal yaşamdaki olgulara göre farklıdır. Harp yaralanmasına bağlı multitravma hastaları sepsis veya septik şok gibi enfektif komplikasyonlar geliştirmeye yatkındır. Septik komplikasyonlar, multitravma hastalarında geç ölümlerin önde gelen nedenlerinden biridir. Sepsisin hızlı, uygun ve etkili yönetiminin multiorgan disfonksiyonunu önleyebileceği, mortaliteyi ve klinik sonuçları iyileştirebi-leceği gösterilmiştir. Ancak, sepsisi öngörebilecek ideal bir biyomarker bulunmamaktadır. Bu çalışmada, ateşli silah yaralanması (ASY) olan hastaların hemostatik kan parametreleri ile sepsis tablosu arasında korelasyon olup olmadığının belirlenmesi amaçlandı. GEREÇ VE YÖNTEM: Tanımlayıcı nitelikteki bu çalışma, bir eğitim ve araştırma hastanesinin erişkin acil servisine 01.10.2016 ve 31.12.2017 tarihleri arasında ASY tanısı ile sevk edilen ve takiplerinde sepsis gelişen (n=56) ve gelişmeyen (n=56) olguların retrospektif olarak incelenmesi şeklinde yapıldı. Her olgunun yaş, cinsiyet gibi demografik verileri ile hastane bilgi sisteminden acil serviste alınan kan parametreleri alınarak kayıt edildi. Sepsis gelişen ve gelişmeyen iki grup arasında hemostatik kan parametreleri açısından istatistiksel olarak fark olup olmadığı SPSS 20.0 ile değerlendirildi. BULGULAR: Hastaların yaş ortalaması 26.9±6.67 idi. Hastaların tamamı erkekti. Sepsis gelişen hastaların %57’sinin (n=32) el yapımı patlayıcı (EYP) ile %30’unun (n=17) ateşli silahla yaralandığı ve anatomik olarak yaralanma bölgelerine bakıldığında %64’ünde (n=36) çoklu yaralanma olduğu tespit edildi. Sepsis gelişmeyen hastaların ise %48’inde (n=27) EYP, %43’ünde (n=24) ASY olduğu ve anatomik bölge olarak %48’inde (n=27) çoklu yara-lanma, %32’sinde (n=18) ekstremite yaralanması olduğu bulunmuştur. Hemostatik kan parametrelerinden PLT, PTZ, INR ve Ca değerlerinde sepsis gelişen ve gelişmeyen olgular arasında istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmış ve ROC eğrisi ile incelendiğinde ise PTZ ve INR, test edilen değerler arasında en iyi tanı performansını göstermiştir. TARTIŞMA: ASY olan hastalarda PTZ, INR değerlerinde artış ile Ca ve PLT değerlerinde azalma olması klinisyenleri sepsis açısından uyarabilir ve antibiyotik tedavisini başlatmaya veya değiştirmeye yönlendirebilir. BACKGROUND: War injuries are different among the causes of trauma compared to cases in normal life. Patients with multi-trauma due to war injury are prone to develop infective complications such as sepsis or septic shock. Septic complications are one of the leading causes of late death in multi-trauma patients. Prompt, appropriate, and effective management of sepsis has been shown to prevent multiorgan dysfunction and improve mortality and clinical outcomes. However, there is no ideal biomarker to predict sepsis. The aim of this study was to determine whether there is a correlation between hemostatic blood parameters and sepsis in patients with gunshot wounds (GSW). METHODS: This descriptive study was conducted as a retrospective analysis of patients who were referred to the adult emergency department of a training and research hospital between October 1, 2016, and December 31, 2017, with a diagnosis of GSW and who developed sepsis (n=56) and did not develop sepsis (n=56) during follow-up. Demographic data such as age, sex, and blood parameters obtained from the hospital information system in the emergency department were recorded for each case. The statistical difference in hemostatic blood parameters between the two groups with and without sepsis was evaluated with Statistical Package for the Social Sciences 20.0 program. RESULTS: The mean age of the patients was 26.9±6.67. All of the patients were male. Of the patients who developed sepsis, 57% (n=32) were injured with improvised explosive devices (IEDs), 30% (n=17) were injured with firearms and when the anatomical injury sites were analyzed, 64% (n=36) had multiple injuries. In patients who did not develop sepsis, 48% (n=27) had IED, 43% (n=24) had GSW and 48% (n=27) had multiple injuries and 32% (n=18) had extremity injuries. Among the hemostatic blood parameters, platelet count (PLT), PTZ, INR, and Ca values showed a statistically significant difference between patients with and without sepsis, and when analyzed with the receiver operating characteristics curve, PTZ and INR showed the best diagnostic performance compared to the tested values. CONCLUSION: Increased PTZ and INR values and decreased Ca and PLT values in patients with GSW may alert clinicians to sepsis and direct them to initiate or change antibiotic therapy. |
11. | The use of the extracorporeally prepared hand-made endo-loop technique in laparoscopic appendectomy Tuba Atak PMID: 37145050 PMCID: PMC10277332 doi: 10.14744/tjtes.2023.86650 Pages 613 - 617 AMAÇ: Akut apandisit, cerrahi akut karın olgularında ilk sırada yer almaktadır. Tedavisi açık veya laparoskopik appendektomidir. Apendiks güdüğünü kapatmak için farklı yöntemler mevcuttur. Özellikle imkanların daha kısıtlı olduğu devlet hastanelerinde güdüğü kapatmak için el yardımlı loop uygulaması ile laparoskopik apendektomi daha yapılabilir hale gelmiştir. Bu yazıda, apendiks güdüğünün el yapımı loop ile kapatıldığı laparoskopik appendektomi uygulanan olguların sonuçlarının değerlendirilmesi amaçlandı. GEREÇ VE YÖNTEM: Hastanemiz genel cerrahi kliniği’nde Haziran 2014-Aralık 2018 tarihleri arasında apendiks güdüğünün el yapımı loop ile kapatıldığı laparoskopik appendektomi uygulanan 50 olgu değerlendirildi. Hastaların yaşı, cinsiyeti, yatış süresi, komplikasyonlar ve histopatolojik inceleme sonuçları retrospektif olarak toplandı. Laparoskopik appendektomi üç port ile yapıldı. Apendiks güdüğü iki adet el yardımı ile yapılan loop kullanılarak kapatıldı. Loop literatürde güvenilirliği kanıtlanmış olan Roeder’s loop’ un modifiye edilmesi ile yapıldı. Tüm olgularda ilk port batına açık yöntemle girildi. İstatistiksel değerlendirme için SPSS 26,0 istatistik programı kullanıldı. BULGULAR: Hastaların 31’i (%62) erkek, 19’u (%38) kadın idi. Ortalama yaş 32.2±11.9 olup yaş aralığı 19-74 idi. Hastaların ortalama yatış süresi 1.12±0.47 gündü. Olgulardan biri 21 haftalık gebe idi. Ameliyat sonrası dönemde bir hastada cerrahi alan enfeksiyonu meydana geldi. Antibiyoterapi ile düzelme sağlandı. Hiçbir olguda appendiks güdüğünden kaçak veya çekal fistül saptanmadı. TARTIŞMA: Laparoskopik appendektominin maliyetinde en önemli parametrelerden biri güdüğün kapatılma tekniğidir. Özellikle kısıtlı imkanlara sahip devlet hastanelerinde maliyet daha fazla önem kazanmaktadır. El yapımı loop ile apendiks güdüğünün kapatılması kolay, güvenli ve ucuz bir yöntemdir. BACKGROUND: Acute appendicitis is the leading emergency condition among surgical abdominal diseases. The treatment of choice for appendicitis is open or laparoscopic appendectomy. There are different methods for appendiceal stump closure. Laparoscopic ap-pendectomy became more applicable with hand-made endo-loop applications to close the appendiceal stump, especially in state hospi-tals where the resources were limited. This article aims to evaluate the outcomes of patients undergoing laparoscopic appendectomy with the appendiceal stump closure using a hand-made endo-loop. METHODS: Fifty patients undergoing laparoscopic appendectomy with the appendiceal stump closure using a hand-made endo-loop in the General Surgery Department of our hospital between June 2014 and December 2018 were evaluated. The ages, genders, length of stay in the hospital, complications, and histopathological investigation results of the patients were gathered retrospectively. Lapa-roscopic appendectomy was performed with three ports. The appendiceal stump was closed using two hand-made endo-loops. The loop was made with a modification of Roeder’s loop whose safety was proven in the literature. The first port was introduced to the abdomen with the open method. SPSS 26.0 statistical program was used for statistical analysis. RESULTS: Thirty-one (62%) of patients were males and 19 (38%) of them were females. The mean age was 32.2±11.9 years. The age ranged between 19 and 74 years. The median length of stay in the hospital of the patients was 1.12±0.47 days. One of the patients was 21 weeks pregnant. A surgical site infection occurred in one patient during the post-operative period. Recovery was obtained with antibiotherapy. No leakage through the base of the appendix or cecal fistula was determined in none of the patients. CONCLUSION: One of the most important parameters in the cost of laparoscopic appendectomy is the closure technique of the stump. The cost comes into question much more especially in state hospitals where the resources are limited. Appendiceal stump closure using a hand-made endo-loop is an easy, safe, and cost-effective method. |
12. | Intra-abdominal packing does not increase infection risk or mandate longer presumptive antibiotic therapy Parker Hu, Rindi Uhlich, Virginia Pierce, Thomas Cox, Jeffrey Kerby, Patrick Bosarge PMID: 37145040 PMCID: PMC10277336 doi: 10.14744/tjtes.2022.64438 Pages 618 - 626 AMAÇ: Hasar kontrol laparotomisi, mortaliteyi iyileştirerek resüsitasyona ve koagülopatinin tersine çevrilmesine olanak sunar. Kanamayı sınırlamak için genellikle karıniçi tampon kullanılır. Geçici batın kapama, müteakip batın içi enfeksiyon oranlarının artmasıyla ilişkilidir. Uzamış antibiyotik süresi-nin bu enfeksiyon oranları üzerindeki etkisi bilinmemektedir. Bu çalışmada, antibiyotiklerin hasar kontrol cerrahisindeki rolünü belirlemeye çalıştık. GEREÇ VE YÖNTEM: 2011-2016 yılları arasında ACS onaylı bir birinci düzey travma merkezine kabul edildikten sonra hasar kontrol laparotomisi gerektiren tüm travma hastalarının retrospektif analizi yapıldı. Komplikasyon oranlarının yanı sıra, primer fasiyal kapanma aşamasına ulaşma durumu ve süresi dahil olmak üzere demografik ve klinik veriler kaydedildi. Birincil sonuç ölçütü, hasar kontrol laparotomisini takiben karıniçi apse oluşu-muydu. BULGULAR: Çalışma süresi boyunca 239 hastaya hasar kontrol cerrahisi uygulandı. Çoğunluğuna tampon yerleştirildi (141/239, %59.0). Gruplar arasında demografik bilgiler veya yaralanma şiddeti açısından fark yoktu ve enfeksiyon oranları benzerdi (%30.5’e karşı %38.8, p=0.18). Enfeksiyonu olan hastalarda komplikasyon olmayanlara göre mide hasarı gelişme olasılığı daha yüksekti (%23.3’e karşı %6.1, p=0.003). Çok değişkenli regresyon analizinde süreden bağımsız olarak gram negatif ve anaerobik (OR 0.96, %95 CI 0.87-1.05) veya antifungal tedavi (OR 0.98, %95 CI 0.74-1.31) ve enfeksiyon oranları arasında anlamlı bir ilişki yoktu. TARTIŞMA: Çalışmamız, antibiyotik süresinin hasar kontrol cerrahisi sonrası karıniçi komplikasyonlar üzerine etkisinin ilk derlemesidir. Mide hasarı, karıniçi enfeksiyon gelişen hastalarda daha yaygın olarak tanımlanmıştır. Hasat kontrol cerrahisi sonrası tampon yerleştirilen hastalarda antimikrobiyal tedavinin süresi enfeksiyon oranını etkilememektedir. BACKGROUND: Damage control laparotomy allows for resuscitation and reversal of coagulopathy with improved mortality. In-tra-abdominal packing is often used to limit hemorrhage. Temporary abdominal closure is associated with increased rates of subse-quent intra-abdominal infection. The effect of increased duration of antibiotics is unknown on these infection rates. We sought to determine the role of antibiotics in damage control surgery. METHODS: A retrospective analysis of all trauma patients requiring damage control laparotomy on admission to an ACS verified level one trauma center from 2011 to 2016 was performed. Demographic and clinical data including ability and time to attain primary fascial closure, as well as complication rates, were recorded. The primary outcome measure was intra-abdominal abscess formation following damage control laparotomy. RESULTS: Two-hundred and thirty-nine patients underwent DCS during the study period. A majority were packed (141/239, 59.0%). No differences existed in demographics or injury severity between groups, and infection rates were similar (30.5% vs. 38.8%, P=0.18). Patients with infection were more likely to have suffered gastric injury (23.3% vs. 6.1%, P=0.003) than those without complication. There was no significant association between gram negative and anaerobic (Odds Radio [OR] 0.96, 95% confidence interval [CI] 0.87–1.05) or antifungal therapy (OR 0.98, 95% CI 0.74–1.31) and infection rate, regardless of duration on multivariate regression CONCLUSION: Our study offers the first review of the effect of antibiotic duration on intra-abdominal complications following DCS. Gastric injury was more commonly identified in patients who developed intra-abdominal infection. Duration of antimicrobial therapy does not affect infection rate in patients who are packed following DCS. |
13. | Subgroups and differences of fixation in 3-part proximal humerus fractures Taner Bekmezci, Serdar Kamil Çepni PMID: 37145051 PMCID: PMC10277327 doi: 10.14744/tjtes.2022.95482 Pages 627 - 632 AMAÇ: Bu çalışmada, plak vida ile tespitin en sık kullanıldığı grup olan üç parçalı proksimal humerus kırıklarının morfolojik farklılıklarının belirlenmesi ve farklı vakalarda uygulanan yöntemlerin fonksiyonel ve radyolojik sonuçlarının değerlendirilmesi amaçlandı. GEREÇ VE YÖNTEM: Üç parçalı proksimal humerus kırığı olan 29 hasta (6 erkek-23 kadın) değerlendirildi. Ortalama yaş 64 idi. Hastalar kırık tiplerine göre 3 gruba ayrıldı. Grup 1, valgus impaksiyon kırığı olan sekiz hastayı içeriyordu. Grup 2, redüksiyon sonrası kolayca stabilite sağlanan 11 hastayı içeriyordu. Grup 3, prokurvatum varus açılanması, fragmanlar arasında önemli yer değiştirmesi olan ve fiksasyon olmadan medial kortikal devamlılığın sağlanamadığı on hastadan oluşuyordu. Tüm hastalar minimal invaziv deltoid split yaklaşım yöntemi ve kilitli anatomik plak vida oste-osentezi ile ameliyat edildi. Grup 1 hastalarda başın valg olduğu alan kortiko-kansellöz allogreft ile dolduruldu. Grup 2 hastalarına greftleme veya metafizer bası uygulanmadı. Grup 3 hastalarda kemik defekti bölgesine metafizyal kompresyon tekniği uygulandı. Ameliyat sonrası ve son takipte sefalodiyafiz açıları ölçüldü. Fonksiyonel değerlendirme için Constant Murley skoru kullanıldı. BULGULAR: Hastalar ortalama 27.6 ay takip edildi ve ortalama 3.6 ayda tüm hastalarda kaynama görüldü. Üç hastada erken vida migrasyonu, bir hastada geç vida migrasyonu izlendi. 24 mükemmel ve 5 iyi sonuç gözlendi. Sefalodiyafiz açıları 139.42 dereceden 136.13 dereceye düştü. Son kont-rol sefalodiyafiz açılarının gruplara dağılımında grup 2 ve grup 3 değerleri arasında istatistiksel olarak anlamlı fark gözlendi. TARTIŞMA: Bu çalışmada, greftleme stabil valgus impakte kırıkların fonksiyonel skorlarının ve medial desteği yetersiz olan stabil olmayan kırıkların metafizyal kompresyonunun stabil 3 parçalı kırıklar kadar iyi olduğunu bulduk. Neer tip 3 kırıklar alt grupları ile birlikte değerlendirilmeli, gruplara özel tespit ve stabilite artırıcı çözümler düşünülmelidir. BACKGROUND: This study aimed to determine the morphological differences of three-part proximal humerus fractures, the group in which plate screw fixation is most frequently used, and to evaluate the functional and radiological results of the methods applied for different subgroups. METHODS: Twenty-nine patients (6 males and 23 females) with three-part proximal humerus fractures were in the study, with an average age of 64. The patients were in three groups according to their fracture types. Group 1 included eight patients with valgus impaction fracture. Group 2 included eleven patients with easily achieved stability after reduction. Group 3 consisted of ten patients with procurvatum varus angulation, a significant displacement between fragments, and in whom medial cortical continuity was not maintained without fixation. All patients underwent surgery with a minimally invasive deltoid split approach method and locked ana-tomic plate screw osteosynthesis. In group 1 patients, the space in the area where valgization is present in the head was filled with cortico-cancellous allografts. No grafting or metaphyseal compression took place in Group 2 patients. In group 3 patients, the metaphyseal compression technique was applied to the bone defect area. Cephalodiaphyseal angles (CDA) were measured at the postoperative and final follow-up. The constant Murley score made the functional evaluation. RESULTS: The patients were followed for an average of 27.6 months, and the union was present in all patients for an average of 3.6 months. Early screw migration was present in three patients, and late screw migration was in one patient. There were twenty-four excellent and 5 good results. CDA decreased from 139.42° to 136.13°. A statistically significant difference was present between the values of Groups 2 and 3 in the final control CDA of the groups. CONCLUSION: In this study, the functional scores of grafting stable valgus-impacted fractures and metaphyseal compression of unstable fractures with insufficient medial support were as good as stable 3-part fractures. Considering neer type 3 fractures should be evaluated with their subgroups, and fixation and stability-enhancing solutions specific to the groups are essential. |
CASE SERIES | |
14. | Incarcerated obturator hernia, an extremely rare cause of intestinal obstruction: case series İsmail Aydın, Ilker Sengul, Selahattin Vural, Tuğrul Kesicioğlu, Demet Sengul PMID: 37145045 PMCID: PMC10277325 doi: 10.14744/tjtes.2022.42361 Pages 633 - 637 Abdominal içeriğin obturator foramenden protrüzyonu, nadir görülen bir karın duvarı fıtığı türüdür. Genellikle tek ve sağ taraflı görülmektedir. Predispozan faktörler yaşlılık, yüksek karın içi basıncı, pelvik taban disfonksiyonu ve multiparitedir. Obturator herni, en deneyimli cerrahlar için bile yanıltıcı olabilen zorlu bir tanı süreci ile tüm karın duvarı fıtıkları arasında en yüksek ölüm oranlarından birine sahiptir. Bu nedenle obturator herniden şüphelenmek ve kolayca teşhis etmek için özelliklerini anlamak önemlidir. BT taraması en yüksek hassasiyete sahip en iyi tanı aracı olmaya devam etmektedir. Obturator herni vakalarında konservatif yaklaşım önerilmez. Tanı konulduktan sonra, daha fazla iskemi, nekroz ve peritonit, septik şok ve ölüme yol açabilecek perforasyon riskini önlemek için acil cerrahi onarım endikedir. Açık onarım, obturator dahil karın fıtıklarının azaltılmasında yaygın olarak kullanılan ve etkili bir yöntem olmasına rağmen, laparoskopik onarımlar tarif edilmiş ve tercih edilir hale gelmiştir. Bu çalışmada, bilgisayarlı tomografide obturator herni tanısı ile ameliyat edilen 86, 95 ve 90 yaşlarındaki kadın hastaları sunuyoruz. Özellikle yaşlı bir kadında akut mekanik intestinal obstrüksiyon bulguları varlığında obturatuvar herni tanısı her zaman akılda tutulmalıdır. Protrusion of abdominal contents through the obturator foramen is a rare type of abdominal wall hernia. It is usually seen unilaterally and right-sided. Predisposing factors are old age, high intra-abdominal pressure, pelvic floor dysfunction, and multiparity. Obturator hernia has one of the highest mortality rates of all abdominal wall hernias, with a difficult diagnostic process that can be misleading even for the most experienced surgeons. Therefore, to suspect and easily diagnose an obturator hernia, it is important to understand its characteristics. Computerized tomography scanning remains the best diagnostic tool with the highest sensitivity. Conservative ap-proach is not recommended in obturator hernia cases. Once diagnosed, urgent surgical repair is indicated to prevent further ischemia, necrosis, and risk of perforation that can lead to peritonitis, septic shock, and death. Although open repair is a widely used and effective method for reducing abdominal hernias, including obturator, laparoscopic repairs have been described and become preferred. In this study, we present female patients aged 86, 95, and 90 years who were operated with the diagnosis of obturator hernia on computed tomography. The diagnosis of obturatory hernia should always be kept in mind, especially in the presence of acute mechanical intestinal obstruction findings in an elderly woman. |
CASE REPORTS | |
15. | Emergency approach in a rare congenital coexistence-ichthyosis and amniotic band syndrome İlker Uyar, Sibel Burçak Sahin Uyar PMID: 37145046 PMCID: PMC10277331 doi: 10.14744/tjtes.2022.34663 Pages 638 - 640 İktiyozis, Mendel kornifikasyon bozukluklarından kaynaklanır. Kalıtsal iktiyozlar, sendromik olmayan ve sendromik iktiyozlar olarak ikiye ayrılır. Amniyotik bant sendromu, en sık el ve bacak halkalarına neden olan doğumsal anomalileri içerir. Bantlar gelişmekte olan vücut kısımlarını sarabilir. Bu çalışmada, konjenital iktiyozis olgusuna eşlik eden amniyotik bant sendromuna acil yaklaşımın sunulması amaçlandı. Yenidoğan yoğun bakım ünitesi tarafından bir günlük erkek bebek vakası için konsültasyon istendi. Fizik muayenede her iki elde doğuştan bantlar mevcuttu, ayak parmakları rudimenterdi, tüm vücutta ciltte pullanma ve cilt sertliği mevcuttu. Sağ testis skrotumda değildi. Diğer sistem muayeneleri normaldi. Ancak bandın distalindeki parmaklardaki kan dolaşımı kritik hale gelmişti. Sedasyon yardımı ile parmaklardaki bantlar eksize edildi ve işlem sonrasında parmaklar-daki dolaşımın işlem öncesine göre daha rahat olduğu gözlemlendi. Konjenital iktiyozis ve amniyotik bant birlikteliği oldukça nadirdir. Bu hastalara acil yaklaşım, ekstremitenin kurtarılması ve ekstremitede büyüme geriliğinin önlenmesi açısından çok önemlidir. Prenatal tanılar açısından gelişmeler yaşandıkça erken tanı ve tedavi ile bu vakaların önüne geçilebilecektir. Ichthyosis is caused by Mendelian cornification disorders. Hereditary ichthyoses are divided into non-syndromic and syndromic ichthy-oses. Amniotic band syndrome involves congenital anomalies that most frequently cause hand and leg rings. The bands can wrap around the developing body parts. In this study, it is aimed to present an emergency approach to amniotic band syndrome accompanying a case of congenital ichthyosis. We were asked by the neonatal intensive care unit to consult on the case of a 1-day-old baby boy. On physical examination, congenital bands were found to be present on both hands, the toes were rudimentary, skin scaling was present on the entire body, and the consistency of the skin was stiff. The right testicle was not in the scrotum. Other system examinations were normal. However, the blood circulation in the fingers in the distal of the band had become critical. With the help of sedation, the bands on the fingers were excised, and after the procedure, it was observed that the circulation in the fingers was more relaxed than it had been before the procedure. Coexistence of congenital ichthyosis and amniotic band is very rare. Emergency approach to these patients is very important in terms of saving the limb and preventing growth retardation in the limb. As further developments take place in terms of prenatal diagnoses, these cases will be able to be prevented through the early diagnosis and treatment. |
16. | Wunderlich syndrome secondary to ureteropelvic junction obstruction Necmi Bayraktar PMID: 37145043 PMCID: PMC10277337 doi: 10.14744/tjtes.2022.54502 Pages 641 - 643 Wunderlich sendromu, nadir görülen bir spontan böbrek kanaması olarak tanımlanır. Çoğunlukla travma olmaksızın zemininde eşlik eden has-talıklarla ortaya çıkar. Genellikle Lenk triadı ile prezente olur ve acil servislerde ultrasonografi, BT veya MRG taraması gibi gelişmiş görüntüleme yöntemlerinin etkin kullanımı ile teşhis edilir. Wunderlich sendromunun tedavisinde konservatif tedavi, girişimsel radyoloji veya cerrahi prosedürler kullanılarak, hastanın durumuna göre karar verilir ve uygun yöntemle tedavi edilir. Tanı da stabil olan hastalarda konservatif takip ve tedavi düşünül-melidir. Geç teşhis edilirse, progrese olması halinde hayat tehdit edici olabilir. İlginç bir Wunderlich Sendromu olgusu olarak, 19 yaşında üretero-pelvik bileşke (UPJ) obstrüksiyonuna bağlı hidronefroz hastasında, travma öyküsü olmayan spontan böbrek kanaması sunulmaktadır. Ani başlayan yan ağrısı, kusma ve makroskopik hematüri şikayetleri ile acil servise başvuran hastanın bilgisayarlı tomografisi çekildi. İlk üç gün konservatif olarak takip ve tedavi edilen hasta, 4. günde genel durumu bozulması üzerine hastaya selektif anjiyoembolizasyon ve ardından laparoskopik nefrektomi uygulandı. Wunderlich sendromu, benign hastalıklar zemininde genç hastalarda dahi ciddi, yaşamı tehdit eden bir acil durumdur. Erken teşhis önem arzeder. Tanıdaki gecikmeler ve enerjik olmayan yaklaşımlar yaşamı tehdit eden durumlara yol açabilir. Hemodinamik olarak stabil olmayan benign vakalarda da, anjiyoembolizasyon ve cerrahi gibi acil tedavi kararı tereddüt etmeden alınmalıdır. Wunderlich syndrome (WS) is defined as a rare spontaneous renal hemorrhage. It mostly occurs with concomitant diseases without trauma. It usually presents with the Lenk triad and is diagnosed in emergency departments with the effective use of advanced imaging modalities such as ultrasonography, computerized tomography, or magnetic resonance imaging scanning. In the management of WS, conservative treatment, interventional radiology, or surgical procedures are decided according to the patient’s condition and treated appropriately. Conservative follow-up and treatment should be considered in patients whose diagnosis is stable. If diagnosed late, the progression can be life-threatening. As an interesting case of WS, a 19-year-old patient was presented with hydronephrosis due to ure-teropelvic junction obstruction. Spontaneous renal hemorrhage without a history of trauma is presented. The patient, who presented to the emergency department with the sudden onset of flank pain, vomiting, and macroscopic hematuria was imaged by computed tomography. The patient could be followed and treated conservatively for the first 3 days, and on the 4th day, his general condition deteriorated, and he underwent selective angioembolization and then laparoscopic nephrectomy. WS is a serious, life-threatening emer-gency, even in young patients with benign conditions. Early diagnosis is mandatory. Delays in diagnosis and non-energetic approaches can lead to life-threatening situations. In hemodynamically unstable non-malignant cases, the decision for immediate treatment, such as angioembolization and surgery, should be taken without hesitation. |
17. | Report of a case mimicking the acute appendicitis; Small bowel perforation due to olive leaf İsmail Tırnova, Özkan Balçın, Pınar Taşar PMID: 37145047 PMCID: PMC10277338 doi: 10.14744/tjtes.2022.47280 Pages 644 - 646 Karın ağrısı, acil servis başvurularının en sık sebeplerinden birisidir. Akut apandisit ise bu hastalarda karşılaşılan en sık cerrahi patolojilerden birisidir. Yabancı cisim yutulması, akut apandisitin en nadir görülen ayırıcı tanılarından birisidir. Bu olguda, zeytin yaprağı yutulmasına bağlı gelişen akut tabloyu sunuyoruz. Abdominal pain is one of the most frequent causes of emergency room admissions. Acute appendicitis is the most common surgical pathology in these patients. Foreign body ingestion is a quite rare pathology that takes place in list of differential diagnosis of acute appendicitis. We presented a dry olive leaf ingestion case in this paper. |