DENEYSEL ÇALIŞMA | |
1. | Oral yolla verilen red ginsengin sıçanlarda karaciğer iskemi reperfüzyon hasarı üzerine olan etkileri Effects of oral administration of red ginseng on liver ischemia-reperfusion injury in rats Mert Çöl, Salih Tuncal, Mevlüt Recep Pekcici, Koray Koşmaz, Saygın Altıner, Mehmet Şeneş, Gül Kırtıl, Neslihan Durmaz, Mehmet Alpaslan Gönültaş, Sema HücümenoğluPMID: 40336399 doi: 10.14744/tjtes.2025.66228 Sayfalar 411 - 417 AMAÇ: Bu çalışmada, deneysel karaciğer İRH'sinde RG'nin oksidatif stres ve patolojik değişiklikler üzerindeki koruyucu etkisi biyokimyasal ve histopatolojik olarak araştırıldı. GEREÇ VE YÖNTEM: Çalışmada, ağırlıkları 174 g ile 232 g arasında değişen 50 adet dişi Wistar-Albino sıçan kullanıldı. Deney hayvanları randomize şekilde, her biri 10 sıçandan oluşan 5 gruba ayrıldı. Grup I’te, laparotomi yapıldıktan sonra hepatik pedikül mobilize edildi, başka ek işlem uygulanmadı ve doku ile kan örnekleri alındı. Grup II’de, laparotomi sonrası hepatik arter ve portal ven 60 dakika süreyle klemplenerek iskemi oluşturuldu. Reperfüzyon sonrası herhangi bir ilaç verilmeden 90. dakikada reopere edilerek doku ve kan örnekleri alındı. Grup III’te, laparotomi sonrası hepatik arter ve portal ven 60 dakika süreyle klemplenerek iskemi oluşturuldu. Reperfüzyon sonrası herhangi bir ilaç verilmeden 48. saatte reopere edilerek doku ve kan örnekleri alındı. Grup IV’te, sıçanlara preoperatif dönemde 3 gün süreyle orogastrik sonda yoluyla 5 mg/kg/gün dozunda RG verildi. Ardından laparotomi yapıldı ve hepatik arter ile portal ven 60 dakika süreyle klemplenerek iskemi oluşturuldu. Reperfüzyon sonrası herhangi bir ilaç verilmeden 90. dakikada reopere edilerek doku ve kan örnekleri alındı. Grup V’te ise sıçanlara preoperatif dönemde 3 gün süreyle orogastrik sonda yoluyla 5 mg/kg/gün dozunda RG verildi. Ardından laparotomi yapıldı, hepatik arter ve portal ven 60 dakika süreyle klemplenerek iskemi oluşturuldu. Reperfüzyon sonrası, bu gruptaki sıçanlara postoperatif dönemde 2 gün boyunca orogastrik sonda yoluyla 5 mg/kg/gün dozunda RG verilmeye devam edildi ve 48. saatte reopere edilerek doku ve kan örnekleri alındı. BULGULAR: RG'nin histopatolojik olarak anlamlı bir etkisi bulunmadı; ancak biyokimyasal parametrelerde farklılıklar gözlendi. SONUÇ: RG’nin, iskemi-reperfüzyon hasarı üzerinde koruyucu etkilerinin olabileceği saptandı. |
2. | KML29'un bağırsak iskemi-reperfüzyon hasarı üzerindeki koruyucu etkileri: Deneysel bir çalışma Protective effects of KML29 in intestinal ischemia-reperfusion injury: An experimental study İbrahim Çaltekin, Ali Aygün, Adem Köksal, Emin Kaymak, Adem Tokpınar, Mahmud Mustafa OzkutPMID: 40336401 doi: 10.14744/tjtes.2025.72686 Sayfalar 418 - 424 AMAÇ: Akut mezenterik iskemi (AMİ), iskemi-reperfüzyon hasarına bağlı doku hasarı ile sonuçlanan, erken tanı ve tedavisi zor olan, yaşamı tehdit eden vasküler bir acil durumdur. Monoasilgliserol lipaz inhibitörleri, antioksidan ve antienflamatuvar özellikleri ile iskemi-reperfüzyon hasarında (İRH) koruyucu etkiler göstermiştir. Bu çalışmanın amacı, güçlü ve seçici bir monoasilgliserol lipaz inhibitörü olan KML29'un bağırsak İRH üzerindeki etkilerini değerlendirmektir. GEREÇ VE YÖNTEM: Otuz iki dişi Wistar-Albino sıçan dört gruba ayrıldı: Grup 1 – Sham; Grup 2 – iskemi/reperfüzyon (IR); Grup 3 – IR + KML29 2 mg/kg; Grup 4 – IR + KML29 10 mg/kg. Bağırsak iskemisi ve reperfüzyonu, süperior mezenterik arterin 45 dakika süreyle oklüzyonu ve ardından 60 dakika reperfüzyon uygulanması ile sağlandı. Grup 3 ve grup 4’e, cerrahiden 30 dakika önce iki farklı dozda KML29 (2 ve 10 mg/kg) intraperitoneal olarak uygulandı. Bağırsak İRH’si, dokuda histopatolojik ve biyokimyasal parametreler kullanılarak değerlendirildi. BULGULAR: 10 mg/kg KML29 ile tedavi, IR grubunda histopatolojik bulgularda anlamlı bir iyileşme ile ilişkilendirildi (p=0.0001). IR grubunda artmış olan NF-kB, TNF-α, IL1-β ve TGF-β1 düzeyleri, 10 mg/kg KML29 uygulaması ile anlamlı olarak azaldı (p=0.0001). KML29’un hem 2 mg/kg hem de 10 mg/kg dozlarıyla yapılan tedavi, IR grubunda artan apoptotik hücre sayısını anlamlı ölçüde azalttı (p=0.0001). SONUÇ: Bu çalışmada, IR’ye maruz bırakılan sıçanların bağırsak dokuları incelendiğinde, KML29’un 2 mg/kg ve 10 mg/kg dozlarıyla yapılan tedavi-nin apoptotik hücre sayısını ve inflamasyon belirteçlerini anlamlı düzeyde azalttığı ve histopatolojik bulguları iyileştirdiği gösterildi. KML29 ile tedavi, antienflamatuvar ve antiapoptotik özellikleri sayesinde mezenterik iskeminin tedavisinde yeni bir yaklaşım seçeneği olarak değerlendirilebilir. |
3. | Sıçan ekstremite iskemi-reperfüzyon yaralanması modelinde soğuk ve sıcak uygulamanın oksidatif stres belirteçleri üzerindeki etkilerini karşılaştırılması: Deneysel çalışma Experimental study comparing the effects of cold and warm applications on oxidative stress markers in a rat extremity ischemia-reperfusion injury model Kubilay Erol, Arman Vahabi, Erdem Er, Eser Yıldırım Sözmen, Levent KüçükPMID: 40336406 doi: 10.14744/tjtes.2025.82421 Sayfalar 425 - 430 AMAÇ: İskemi sonrası uzuv perfüzyonunun başarılı bir şekilde restore edilmesinin ardından, reperfüzyon hasarı olarak adlandırılan bir dizi ikincil hasar mekanizması devreye girer. Bu çalışmada, ekstremite revaskülarizasyonundan sonra klinik uygulamada kullanılan bir yaklaşım olan ısıtma ile ve iskemi-reperfüzyon yaralanması sıçan modelinde uygulanan soğutmanın karşılaştırmalı etkileri araştırılmıştır. GEREÇ VE YÖNTEM: Çalışmada, 250-350 gr ağırlığında, 12 ila 14 haftalık Sprague Dawley sıçanları kullanıldı. Çalışmaya dört deney grubu (Sham, Kontrol, Soğuk Uygulama, Sıcak Uygulama) dahil edilmiştir. İskemi, atravmatik bir vasküler klemp kullanılarak femoral arterin 3 saat boyunca oblitere edilmesiyle indüklenmiştir. Soğuk ve sıcak uygulamalar, hayvanların arka uzuvlarının belirlenmiş sıcaklıklarda suya 2 saat süreyle daldırılmasıyla uygulanmıştır. Yaralanma modelinin oluşturulmasını takiben, hayvanlar malondialdehit (MDA), miyeloperoksidaz (MPO), poli-ADP-riboz-polimeraz (PARP), katalaz ve süperoksit dismutaz (SOD) seviyelerinin analiz edileceği kas örneklerinin alınması için 24. saatte sakrifiye edilmiştir. BULGULAR: Tedavi grupları kontrol gruplarıyla karşılaştırıldığında, sıcak uygulama grubunda MDA seviyeleri (p=0.910), MPO seviyeleri (p=0.527), PARP seviyeleri (p=0.192), katalaz seviyeleri (p=0.999) ve SOD seviyeleri (p=0,987) açısından anlamlı bir fark gözlenmedi. Buna karşılık, soğuk uygulama grubu MDA, MPO, PARP, katalaz ve SOD seviyelerinde anlamlı bir baskılanma gösterdi (hepsi için p<0,001). SONUÇ: Uzuvların iskemik yaralanmalardan sonra reperfüzyon hasarını en aza indirmek için, soğuk uygulama ekstremiteye uygulanan ısıtmaya kıyasla daha fazla fayda sağlayabilir. Bu çıkarımın klinik önemini ve uygulamalarını araştırmak için daha fazla çalışmaya ihtiyaç vardır. |
4. | Daidzeinin kolit modelinde anastomoz iyileşmesi üzerine etkisi The effect of the daidzein on anastomosis healing in a colitis model Başar Can Turgut, Muge Yurdacan Sahin, Ozan Akıncı, Yasemin Pekmezci, Nuray Kepil, Ibrahim Murat Bolayırlı, Mert Mahsuni Sevinc, Murat Suphan ErturkPMID: 40336405 doi: 10.14744/tjtes.2025.66339 Sayfalar 431 - 437 Amaç: Çalışmamızda ratlarda kolit modelinde yapılan kolo-kolonik anastomozlarda, enteral olarak verilen daidzein modekülünün kolon anastomozu üzerine etkisinin araştırılması amaçlandı. Gereç ve Yöntem: Bu çalışmada, toplam 48 adet 8-10 haftalık erkek Wistar albino rat kullanıldı. Ratlar randomize olarak 6’şarlı 8 gruba ayrıldı. Rektal yoldan anal kanala yerleştirilen kateter ile ratların gruplarına göre su ve kolit oluşturmak amacıyla %4’lük asetik asit solüsyonundan 2 cc verildi. İşlem sonrası denekler 5. gün opere edilerek anal girimden yaklaşık 6 cm proksimalde, 4cm’lik bölümde segmenter kolon rezeksiyonu ve uç uca kolo-kolonik anastomoz yapıldı. Anastomoz sonrası, ratlara gruplarına göre referans ilacımız daidzein enteral (oral) yolla verildi. Daha sonra ratlara, gruplarına göre postoperatif 3. ve 7. günlerde relaparatomi yapılarak anastomozlu kolon segmenti rezeksiyonu uygulandı. Rezeke edilen anastomoz dokusu biyokimya, fizyoloji ve patoloji laboratuarlarında değerlendirildi. Bulgular: Biyokimyasal, histopatolojik ve mekanik ölçümlerle elde edilen parametrelerin istatistiksel olarak karşılaştırılmasında; erken ve geç postoperatif dönemde kolit yapılan veya yapılmayan gruplarda daidzein verilmesinin, hidroksiprolin düzeyi ve anastomoz patlama basıncı açısından anastomoz iyileşmesine olumlu bir etkisi görülmemiştir. Daidzein, anastomoz dokusunda oksidatif stres belirteçleri olan glutatyon peroksidaz ve süperoksit dismutaz gibi antioksidan enzim düzeylerinde de azaltıcı yönde etki göstermemiştir. Geç postoperatif dönemde ise, sadece kolit yapılmayan gruplarda daidzein verilmesinin histopatoloji hasar skoru açısından olumlu etkisi olduğu gözlenmiştir. Sonuç: Deneysel kolit modelinde rezeksiyon ve anastomoz uyguladığımız deneklerimizde, literatürde antiinflamatuar ve antioksidan etkileri olduğu bildirilen daidzeinin, beklentilerimizin aksine, hem kolitli hem de kolitsiz ortamda kolon anastomozunun iyileşmesi üzerine olumlu yönde etkileri gözlenmedi. |
KLINIK ÇALIŞMA | |
5. | Türkiye'de göğüs cerrahisi ile ilgili tıbbi uygulama hatası iddialarının retrospektif analizi A retrospective forensic analysis of medical malpractice allegations related to thoracic surgery in Türkiye İbrahim Güneş, Caner Beşkoç, Eren Erdoğdu, Salih Duman, Murat Kara, Berker ÖzkanPMID: 40336398 doi: 10.14744/tjtes.2025.37536 Sayfalar 438 - 444 AMAÇ: Tıbbi uygulama hatası, sağlık hizmetlerinin sunumu sırasında sağlık çalışanlarının ihmal, yanlış uygulama veya uygun tedavi sağlanamaması nedeniyle hastalara verilen zararı ifade eder. Hem ulusal hem de uluslararası düzeyde tıbbi uygulama hatası iddialarına dayalı davalarda kayda değer bir artış gözlemlenmiştir. Özellikle cerrahlar, karmaşık ameliyatların daha yüksek risk taşıması ve komplikasyonlara yol açması nedeniyle daha fazla tıbbi uygulama hatası davasına konu olmaktadır. Çalışmalar, göğüs cerrahisini tıbbi uygulama hatası iddialarının en fazla görüldüğü branşlar arasında üst sıralarda göstermektedir. Göğüs cerrahisinde tıbbi uygulama hatası davalarının nedenlerinin ve dağılımının belirlenmesi, bu tür hataların önlenmesine katkı sağlayacaktır. GEREÇ VE YÖNTEM: Bu çalışmada, Adli Tıp Kurumu tarafından değerlendirilen göğüs cerrahisi branşına ait toplam 118 tıbbi uygulama hatası iddiası retrospektif olarak değerlendirilmiştir. Sosyodemografik veriler, tıbbi kayıtlar, şikayetçi olunan diğer sağlık çalışanları, olayın meydana geldiği sağlık kuruluşu ve birimler, ilgili branşlar ve ölüm sebebi kullanılarak analiz edilmiştir. BULGULAR: 118 vakanın 76’sı (%64.4) erkek, 42’si (%35.6) kadın cinsiyette idi. Vakaların ortalama yaşı 43.2±20.5 olarak saptandı. Tıbbi uygulama hatası iddialarına konu olan sağlık birimlerine göre dağılımda ilk sırada 3. basamak sağlık kuruluşları (%58.5) yer almaktadır. Vakaların 61’inin (%51.7) travma dışı nedenlerle sağlık kuruluşuna başvurduğu ve travma şikayetiyle başvuranlarda en sık nedenin 25 (%43.9) vaka ile trafik kazası olduğu saptandı. Vakaların 11’inde (%9.3) tıbbi uygulama hatası olduğu görülmüştür. Tanı aşamasındaki hatalar 5 (%45.5) vaka ile ilk sıradadır. En sık tanı 29 vaka (%24.6) ile pnömotoraks, en sık yapılan cerrahi müdahale ise 31 vaka (%26.2) ile tüp torakostomidir. Poliklinikte müdahale edilen 3 vakada (%50) tıbbi uygulama hatası olduğu saptanmıştır. Usulsüzlük nedeniyle şikayetçi olunan 3 vakadan 2’sinde (%66.6) tıbbi uygulama hatası tespit edilmiştir. SONUÇ: Bu çalışma, göğüs cerrahisine özgü tıbbi uygulama hatası davalarını analiz eden literatürdeki ilk çalışmadır. Karmaşık prosedürlerin yaygın olduğu branşlar, örneğin göğüs cerrahisi, malpraktis iddialarının yalnızca cerrahi müdahalelerle değil, aynı zamanda tanı ve takip süreçleriyle de ilgili olduğunu göstermektedir. Malpraktis davalarını azaltmak için sağlık çalışanlarına güncel en iyi uygulamalarla ilgili sürekli eğitimlerin verilmesi, uygun dokümantasyonun sağlanması, ortak karar verme süreçlerinin teşvik edilmesi ve göğüs cerrahlarının mesleki ve yasal sorumlulukları konusunda devamlı eğitim almalarının sağlanması gerekmektedir. |
6. | Yetişkinlerde apandisitin nadir bir nedeni: Parazitik apandisit A rare cause of appendicitis in adults: Parasitic appendicitis Abidin Tüzün, Cemalettin Durgun, Erkan DalbaşıPMID: 40336396 doi: 10.14744/tjtes.2025.34237 Sayfalar 445 - 449 AMAÇ: Akut apandisit (AA), dünya genelinde genel cerrahi pratiğinde en sık görülen acil cerrahi nedenidir. En sık ikinci ve beşinci dekatlarda görülür. Başlıca semptomlar bulantı, kusma ve göbek çevresinde başlayıp sağ alt kadrana yerleşen ağrıdır. En sık neden fekaloidler olmakla birlikte, bağırsak parazitleri, tümörler ve meyve çekirdekleri de nadiren apandisit etiyolojisinde yer almaktadır. Bu çalışmanın amacı, AA nedeniyle ameliyat edilen erişkin hastalarda etiyolojide paraziter enfeksiyon insidansını, hastaların demografik ve histopatolojik bulgularını belirlemektir. GEREÇ VE YÖNTEM: Ocak 2011 ile Ocak 2023 tarihleri arasında apendektomi yapılan 15 yaş üstü 10658 hastanın dosyaları retrospektif olarak incelendi. Hastaların histopatolojik verileri incelenerek parazit enfestasyonu nedeniyle apendektomi yapılan 114 hasta çalışmaya dahil edildi. BULGULAR: Patoloji sonuçlarına göre, parazit enfestasyonu nedeniyle apendektomi yapılan hasta sayısı 114 idi. Hastaların 53'ü (%46.5) kadın, 61'i (%53.5) erkekti. Histopatolojik incelemede apendektomi materyallerinin 70'i (%61.4) akut, 22'si (%19.3) süpüratif, 15'i (%13.2) gangrenöz ve 7'si (%6.1) perfore apandisit olarak teşhis edildi. Etiyolojide 4 (%3.5) hastada Taenia saginata, 2 (%1.8) hastada Ascariasis ve 108 (%94.7) hastada Enterobius vermicularis (EV) yumurta veya parazitleri gözlendi. SONUÇ: Parazit enfeksiyonları, özellikle Enterobius vermicularis akut apandisite sebep olabilir. Ancak patogenezdeki rolleri belirsizliğini korumaktadır. Çalışmamızda parazitle ilişkili apandisitin en sık sebebi Enterobius vermicularis idi. |
7. | Rektal kanser hastalarında neoadjuvan tedavi sonrası anastomoz kaçağının yönetiminde endoluminal vakum terapisinin etkinliği Efficacy of endoluminal vacuum therapy in managing anastomotic leakage after neoadjuvant therapy in rectal cancer patients Selçuk Kaya, Muhammet Kerim Çevik, Omar Alomari, Muhammed Edib Mokresh, Hasan Fehmi KucukPMID: 40336402 doi: 10.14744/tjtes.2025.27078 Sayfalar 450 - 457 AMAÇ: Anastomoz kaçağı, kolorektal cerrahi sonrası önemli bir komplikasyon olarak kalmakta olup, artan morbidite ve mortalite ile ilişkilidir. Endoluminal vakum terapisi (EVT), bu tür kaçakların yönetiminde umut verici bir tedavi seçeneği olarak ortaya çıkmıştır, ancak standartlaştırılmış öneriler eksiktir. Bu çalışmanın amacı, kolorektal cerrahi sonrası anastomoz kaçağının yönetiminde EVT'nin etkinliğini değerlendirmek, sonuçlarını ve ilişkili faktörleri incelemektir. GEREÇ VE YÖNTEM: Kurumumuzda 2018 ile 2022 yılları arasında anastomoz kaçağı nedeniyle EVT uygulanan 25 hastanın retrospektif analizi yapıldı. Toplanan veriler arasında hasta demografileri, cerrahi detaylar, EVT başlama zamanı, EVT seans sayısı, komplikasyonlar ve kaçak kapanması ve sonraki cerrahi müdahaleler gibi sonuçlar yer aldı. Tüm istatistiksel analizler Python paketleri kullanılarak yapıldı. BULGULAR: Çalışma kohortunun ortalama yaşı 56.84 yıl olup (%68 erkek) tüm hastalar neoadjuvan tedavi sonrası düşük anterior rezeksiyon ve diverting ileostomi ile tedavi edilmiştir, %80'i açık cerrahi geçirmiştir. EVT, postoperatif anastomoz kaçağı olan hastalara uygulanmış olup, ortalama hastanede kalış süresi 14.16 gün ve EVT başlama zamanı cerrahi sonrası ortalama 16.16 gündür. EVT sonrası ileostomi kapanması 14 hastada gerçekleştirilmiştir. EVT başarı oranı %68 olup, ileostomileri kapananlar için ortalama takip süresi 30.7 aydır. Hastaların yaşı ile anastomoz kaçağı sonrası ilk EVT arasındaki süre arasında anlamlı bir ilişki bulunamamıştır (p=0.52). Ancak, ilk EVT'ye kadar geçen süre ile EVT'nin sona erme zamanı arasında anlamlı bir ilişki bulunmuştur (p=0.0003). SONUÇ: EVT, kolorektal cerrahi sonrası anastomoz kaçağının yönetiminde, yüksek kapanma oranları ve düşük ilişkili morbidite ile uygulanabilir bir seçenek olarak görülmektedir. Tedavi sonuçlarını optimize etmek için EVT'nin erken başlatılması önemli görünmektedir. Bu zorlayıcı klinik senaryoda EVT'nin uzun vadeli faydalarını doğrulamak ve standart protokoller oluşturmak için ileriye dönük çalışmalara ihtiyaç vardır. |
8. | Proksimal femoral çivi komplikasyonları sonrası hemiartroplastide transtrokanterik ve posterolateral yaklaşımlar: Karşılaştırmalı bir çalışma Transtrochanteric vs. posterolateral approaches in hemiarthroplasty after proximal femoral nail complications: A comparative study Oğuzhan Gökalp, Bünyamin Arı, Bünyamin ArıPMID: 40336394 doi: 10.14744/tjtes.2025.36607 Sayfalar 458 - 464 AMAÇ: Proksimal femoral çivi (PFN), intertrokanterik femur kırıklarının tedavisinde yaygın olarak kullanılan bir yöntemdir, ancak bazı durumlarda revizyon cerrahisi gerektiren komplikasyonlarla sonuçlanabilir. Bu komplikasyonların tedavisinde hemiartroplasti yaygın bir çözümdür ve cerrahi seçenekler arasında transtrokanterik ve posterolateral yaklaşımlar bulunmaktadır. Bu çalışmanın amacı, bu iki cerrahi yaklaşımı cerrahi sonuçlar ve komplikasyonlar açısından karşılaştırmaktır. GEREÇ VE YÖNTEM: Bu retrospektif analizde, 2019 ile 2022 yılları arasında proksimal femoral çivi (PFN) komplikasyonları nedeniyle revizyon hemiartroplasti yapılan 79 hasta incelendi. Hastalar, uygulanan cerrahi yaklaşıma göre iki gruba ayrıldı: Transtrokanterik yaklaşım (Grup 1, n=36) ve posterolateral yaklaşım (Grup 2, n=43). Anahtar değişkenler arasında cerrahi süre, intraoperatif kan kaybı, transfüzyon gereksinimi, fonksiyonel sonuçlar (Harris Kalça Skoru) ve komplikasyon oranları yer aldı. İstatistiksel anlamlılık için p<0.05 olarak belirlendi. BULGULAR: Grup 1'de cerrahi süre (49.6±5.69 dakika ve 64.8±10.29 dakika; p<0.001) ve intraoperatif kan kaybı (395.8±142.89 ml ve 474.2±130.94 ml; p=0.004) Grup 2'ye göre daha düşük bulundu. Benzer şekilde, transfüzyon gereksinimi de Grup 1'de daha düşüktü (0.4±0.71 ünite vs. 1.2±1.014 ünite; p=0.002). Harris kalça skoru bakımından gruplar arasında anlamlı bir fark bulunmadı (74.7±7.17 ve 72.4±7.8; p = 0.276). Genel komplikasyon oranları arasında anlamlı bir fark görülmemekle birlikte (p=0.744), çıkıklar yalnızca Grup 2'de gözlendi (%6.5, n=2). SONUÇ: Bulgular, transtrokanterik yaklaşımın cerrahi etkinlik ve intraoperatif zorlukların azaltılması açısından avantaj sağlayabileceğini göstermektedir. Bununla birlikte, her iki tekniğin fonksiyonel sonuçlar ve komplikasyon oranları bakımından karşılaştırılabilir olduğu görülmüştür. Bu bulguların farklı klinik senaryolarda doğrulanması için ileri çalışmalara ihtiyaç vardır. |
9. | Kalça kırıklarında erken dönem hiperkloreminin morbidite ve mortalite artışı üzerine etkisinin değerlendirilmesi Hyperchloremia at hospital admission for hip fractures is associated with increased morbidity and mortality rates Serhat Gürbüz, Olcayto Ocak, Mustafa Cağlar Kır, Bülent Karslıoğlu, Serdar AkıPMID: 40336395 doi: 10.14744/tjtes.2025.33779 Sayfalar 465 - 471 AMAÇ: Yaşlı bireylerde kalça kırıkları, yüksek insidansları, ilişkili morbidite ve mortalite oranları ile artan sağlık maliyetleri nedeniyle önemli bir halk sağlığı sorunu oluşturmaktadır. Bu çalışma, acil servise başvuru sırasında ölçülen başlangıçtaki serum klorür seviyelerinin hastanede kalış süresi, revizyon cerrahileri ve hastane içi mortalite üzerindeki etkisini araştırmaktadır. GEREÇ VE YÖNTEM: Ağustos 2022 ile Ağustos 2023 tarihleri arasında acil serviste kalça kırığı tanısı konulan 65 yaş üstü toplam 204 hasta çalışmaya dahil edildi. Hastalar, başlangıçtaki serum klorür seviyelerine göre iki gruba ayrılmıştır: normokloremik (96–108 mEq/L) ve hiperkloremik (>115 mEq/L). Hastanede kalış süresi ve postoperatif komplikasyonlar bu gruplar arasında karşılaştırılmıştır. BULGULAR: Ortalama klorür seviyesi normokloremik grupta 102.1 mEq/L, hiperkloremik grupta ise 121.3 mEq/L olarak bulunmuştur. Ortalama hastanede kalış süresi normokloremik grupta 9.9 gün, hiperkloremik grupta ise 15.5 gün olup, istatistiksel olarak anlamlı bir fark tespit edilmiştir (p=0.009). Mortalite ve revizyon cerrahisi oranları açısından gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark gözlenmemiştir. Ancak, çalışma süresince hayatını kaybeden altı hastanın tamamının başvuru sırasında serum klorür seviyelerinin 115 mEq/L'nin üzerinde olduğu belirlenmiştir. SONUÇ: Bu çalışma, hastaneye yatış sırasında yüksek serum klorür seviyelerinin yaşlı kalça kırığı hastalarında uzamış hastane yatış süresi ve artmış morbidite ile ilişkili olduğunu göstermektedir. Hiperkloremi doğrudan mortaliteyi veya revizyon cerrahisi ihtiyacını öngörmeyebilir; ancak uzamış hastanede yatış için prognostik bir belirteç olarak değerlendirilerek, bu yüksek riskli hasta grubunda önemli bir risk faktörü oluşturabilir. |
10. | Fournier Gangreni'nde mortaliteyi tahmin etmek için puanlama sistemleriyle vakit kaybetmeyin, kan şekerini düzenleyin ve ölüme meydan okuyun! Don't waste time with scoring systems to predict mortality in Fournier's Gangrene, regulate blood sugar, and defy death! Ferdi Bolat, Muhammet Fatih Keyif, Mustafa Şit, Oğuz Çatal, Bahri Özer, Mehmet Hayri ErkolPMID: 40364798 doi: 10.14744/tjtes.2025.40921 Sayfalar 472 - 479 AMAÇ: Fournier Gangreni (FG), yüksek morbidite ve mortalite oranlarına sahip, perine ve genitoüriner bölgelerin nadir görülen, yaşamı tehdit eden bir nekrotizan fasiitidir. Sağlık hizmetlerindeki gelişmelere rağmen FG, hızlı ilerlemesi ve agresif müdahaleye ihtiyaç duyması nedeniyle bir zorluk olmaya devam etmektedir. Bu çalışmanın amacı, FG hastalarında mortaliteyi etkileyen faktörleri araştırmak, laboratuvar parametrelerinin ve bu alanda kullanılan skorlama sistemlerinin etkinliğini değerlendirmek ve kan şekeri regülasyonunun sağkalımı iyileştirmedeki rolünü vurgulamaktır. GEREÇ VE YÖNTEM: Bu retrospektif çalışmaya, Ocak 2014 ile Eylül 2024 arasında Bolu Abant İzzet Baysal Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’nde FG tanısı konulan 36 hasta dahil edildi. Eksik verileri olan, FG ile ilgisi olmayan izole perineal, jinekolojik veya perianal cerrahi öyküsü bulunan ve 18 yaşın altındaki hastalar çalışmaya dahil edilmedi. Tüm hastalar için Nötrofil Lenfosit Oranı (NLR), Trombosit Lenfosit Oranı (PLR), Lenfosit Monosit Oranı (LMR), CRP Albümin Oranı (CAR) ile Prognostic Nutritional Index (PNI), Inflammatory Prognostic Index (IPI), Systemic Inflammation Index (SII), Urology and Plastics Index (CUPI), Laboratory Risk Indicator for Necrotizing Fasciitis (LRINEC), Fournier's Gangrene Severity Index (FGSI) ve Uludağ Fournier's Gangrene Severity Index (UFGSI) skorları hesaplandı. Laboratuvar parametrelerinden ve skorlama sistemlerinden elde edilen sonuçlar ile kan şekeri regülasyonunun sağkalıma etkisi karşılaştırıldı. İstatistiksel analizler SPSS 27 kullanılarak yapıldı. BULGULAR: Hastaların ortalama yaşı 64.67±13.25 yıl olup erkek/kadın oranı 3/1 idi. Diabetes Mellitus (DM) vakaların %61.1’inde ve hayatını kaybeden hastaların %66.7’sinde mevcuttu. Ölüm oranı %16.7 idi. Hastaneye başvuruda ölçülen yüksek kan şekeri seviyeleri, ölüm oranıyla anlamlı şekilde ilişkiliydi (p=0.024). Glukoz için 186.5 mg/dL’lik cut-off değeri, %83.3 duyarlılık ve özgüllükle mortaliteyi öngördü. LRINEC ve CUPI gibi skorlama sistemleri de prognozu öngörmede faydalı bulundu ancak glukozun daha basit ve hızlı bir belirteç olduğu tespit edildi. İnflamatuvar belirteçler arasında Nötrofil-Lenfosit Oranı (NLR), %83.3 duyarlılık ve %76.7 özgüllük ile 14.04 cut-off değeri üzerinden anlamlı bulundu (p=0.016). SONUÇ: FG, erken tanı ve multidisipliner yönetim gerektiren, hızla ilerleyen bir hastalıktır. Skorlama sistemleri ve inflamatuvar parametreler mortaliteyi öngörmede değerli olsa da, kan glukoz düzeyi basit, hızlı ve etkili bir öngörücü olarak öne çıkmaktadır. Kan şekeri regülasyonunun sağlanması, FG hastalarında prognozu ve sağkalımı önemli ölçüde iyileştirebilir ve klinik uygulamada glukoz seviyelerine acil dikkat gösterilmesi gerektiğini vurgular. |
OLGU SERISI | |
11. | Sivil servikal ateşli silah yaralanmalarında vertebral arter yaralanmalarının yönetimi: Bir olgu serisi ve literatür incelemesi Management of vertebral artery injuries in civilian cervical gunshot wounds: A case series and literature review Duygu Dolen, Cafer İkbal Gülsever, Pulat Akın SabancıPMID: 40336397 doi: 10.14744/tjtes.2025.74401 Sayfalar 480 - 485 Servikal ateşli silah yaralanmaları nadir görülmekle birlikte, vertebral arter yaralanmaları (VAY) açısından yüksek risk taşır ve karmaşık nörolojik ve vasküler komplikasyonlara yol açabilir. Bu yaralanmalar, klinik tabloya ve eşlik eden hasarlara bağlı olarak bireyselleştirilmiş tedavi stratejileri gerektirir. Bu çalışmada, sivil servikal ateşli silah yaralanmalarına bağlı üç vertebral arter yaralanması olgusu sunulmuş ve optimal yönetim yaklaşımlarını vurgulamak amacıyla literatür gözden geçirilmiştir. Yaşları 24, 41 ve 44 olan üç erkek hasta, değişen derecelerde omurilik ve vertebral arter yaralanmaları ile servikal ateşli silah yaralanması nedeniyle başvurmuştur. İki hasta, ilerleyici nörolojik defisit veya aktif kanama olmaması nedeniyle yakın takip, geniş spektrumlu antibiyotikler ve destekleyici bakım ile konservatif olarak yönetilmiştir. Üçüncü hasta, ciddi kanamayı kontrol altına almak ve daha fazla nörolojik bozulmayı önlemek için acil cerrahi dekompresyon ve vertebral arter klipleme gerektirmiştir. Endovasküler tedavi, açık cerrahiye kıyasla daha düşük komplikasyon oranları nedeniyle tercih edilmiştir. Takip sürecinde sonuçlar paraplejiden kuadripareziye kadar değişiklik göstermiştir ve bu durum, bu yaralanmaların değişken seyrini ve uzun dönem sonuçlarını vurgulamaktadır. Üçüncü hastada, yaralanmadan iki yıl sonra gelişen bir arteriyovenöz fistül (AVF) endovasküler embolizasyon ile başarıyla tedavi edilmiştir. Sivil servikal ateşli silah yaralanmalarına bağlı vertebral arter hasarları, bireyselleştirilmiş tedavi planları gerektirir. Stabil vakalarda konservatif yönetim uygunken, vasküler instabilite veya ilerleyici nörolojik defisitlerin tedavisi için cerrahi veya endovasküler müdahaleler gereklidir. Gecikmiş komplikasyonları, özellikle psödoanevrizma veya AVF gibi sorunları tespit etmek ve yönetmek için uzun süreli takip kritik öneme sahiptir. Bu olgu serisi, nöroşirürji, damar cerrahisi, kulak burun boğaz ve girişimsel radyolojiyi içeren multidisipliner bir yaklaşımın önemini vurgulamaktadır |
OLGU SUNUMU | |
12. | Dört yaşındaki çocuk hastada köpek ısırığı sonrası görülen süperfisiyal temporal arter psödoanevrizması: Literatürdeki ilk vaka A superficial temporal artery pseudoaneurysm following dog bites in a 4-year-old child: The first case reported in the literature Emrah IşıktekinPMID: 40336400 doi: 10.14744/tjtes.2025.94797 Sayfalar 486 - 489 Ekstrakraniyal arteriyel sistemin psödoanevrizmaları nadirdir. Bunun nedeni, yüzeysel damarların boyutlarının ince ve çaplarının küçük olmasıdır. Bu yazıda, üç ay önceki köpek ısırması sonrasında 4 yaşındaki bir çocukta yüzeysel temporal arterde oluşan psödoanevrizma ve kliniği sunuldu. Acil servise başvuran hastanın lezyonu ilk olarak muhtemelen bir yabancı cisim ile abse oluşumu olarak düşünülmüş ve drene edilmeye çalışılmıştır. İnsizyon sonrası lezyonun abse olmadığı, aktif kanama ve trombüslerin fark edilmesi üzerine plastik, rekonstrüktif ve estetik cerrahi kliniği’ne yönlendirilmiştir. Yapılan fizik muayenede sol frontotemporal bölgede, kaş üstünde, 21x18x12 milimetre boyutlarında ele gelen kitle tespit edildi. Lokal enflamatuvar belirtiler veya fluktasyon saptanmadı. Üst yüz mimikleri ve kaş hareketleri normaldi. Laboratuvar testleri normal sonuçlar verdi. Doppler ultrasonografide "yin ve yang işareti" adı verilen, girdap şeklinde belirgin bir psödoanevrizma ile birlikte kısmi tromboz saptandı. Hasta, sızıntı şeklinde aktif kanaması olması nedeniyle acil ameliyata alındı ve yüzeysel temporal arterin ön dalı, debridman ve kan pıhtılarının uzaklaştırılmasından sonra psödoanevrizma boynuna kadar disseke edildi. Lezyonun, kaşa kadar olan derin kısmında yaklaşık 1 cm çapında psödoanevrizma görüldü ve arter, segmental kilitli sütür ile anevrizma her iki ucundan bağlanarak eksize edildi. Ameliyat sonrası hasta, komplikasyonsuz olarak klinikte izlendi ve taburcu edildi. Patolojik analizde, tümör duvarının organizasyonlu karışık trombüsten oluştuğu görüldü. Hastanın takipleri sırasında herhangi bir komplikasyon gelişmedi. Sunulan vakada da görüldüğü üzere, travmatik patolojilerin gözden kaçırılmaması için detaylı bir anamnez alınması, titiz bir klinik muayene yapılması ve ultrason dâhil detaylı görüntüleme çalışmalarının yapılması büyük önem taşımaktadır. Bu tür önlemler, bu gibi nadir vakalarda altta yatan tıbbi durumların erken tespiti ve yönetimini sağlamak, böylece daha fazla komplikasyonu önlemek ve prognozu iyileştirmek için gereklidir. |
13. | Sık uygulanan bir prosedürün nadir bir komplikasyonu: Endodontik tedavi sonrası pnömomediastinum Rare complication of a common procedure: Pneumomediastinum following an endodontic procedure Cemre Ozenbas, Sercan AydinPMID: 40336404 doi: 10.14744/tjtes.2025.63531 Sayfalar 490 - 492 Pnömomediastinum, mediastinal yapılarda hava bulunmasıyla karakterize, nadir ancak potansiyel olarak ciddi bir komplikasyondur. Genellikle torasik travma veya şiddetli öksürük gibi nedenlerle ilişkilendirilse de yüksek hızlı hava türbinli aletlerin kullanıldığı dental işlemler sonrasında da ortaya çıkabilir. Bu işlemler sırasında servikal fasyalara giren hava, mediastene kadar ilerleyebilir. Çoğu zaman kendiliğinden düzelmesine rağmen, zamanında müdahale edilmezse derin boyun enfeksiyonları, mediastinit veya tromboflebit gibi ciddi komplikasyonlara yol açabilir. Bu raporda, endodontik tedavi sonrası aynı gün çene ve boyunda şişlik ile başvuran 38 yaşındaki bir kadının servikal amfizem ve pnömomediastinum vakası sunulmaktadır. Bilinen bir hastalığı olmayan hastanın fizik muayenesinde ödeme ek olarak cilt altı krepitasyonu saptandı. Bilgisayarlı tomografi (BT) görüntülemesi, submandibular bölgeden mediastene kadar uzanan hava dansitelerini gösterdi. Pnömotoraks, plevral veya perikardiyal efüzyon saptanmadı. Hasta oksijen tedavisi ve intravenöz antibiyotik tedavisiyle konservatif olarak yönetildi ve bir hafta içinde tamamen iyileşti. Bu vaka, dental işlemler sonrası boyun şişliği ve cilt altı krepitasyonu ile başvuran hastalarda pnömomediastinumun tanınmasının önemini vurgulamaktadır. Postoperatif ödem, enfeksiyon ve alerjik durumlar ile karışabileceğinden erken BT görüntülemesi doğru tanı ve zamanında müdahale için kritik öneme sahiptir. Sağlık profesyonellerinin bu nadir komplikasyona karşı farkındalığı, erken teşhis ve etkili hasta yönetimi sağlanmasında kilit rol oynar. |
EDITÖRE MEKTUP | |
14. | HALP skoru çalışmalarında dışlama kriterleri ve metodolojik kısıtlılıklar Exclusion criteria and methodological limitations in HALP score studies Tuba Betül ÜmitPMID: 40336403 doi: 10.14744/tjtes.2025.21882 Sayfalar 493 - 494 Makale Özeti | |