p-ISSN: 1306-696x | e-ISSN: 1307-7945
Volume : 17 Issue : 3 Year : 2024

Quick Search

SCImago Journal & Country Rank
Turkish Journal of Trauma and Emergency Surgery - Ulus Travma Acil Cerrahi Derg: 17 (3)
Volume: 17  Issue: 3 - May 2011
EXPERIMENTAL STUDY
1.Diagnostic and prognostic value of procalcitonin and phosphorus in acute mesenteric ischemia
Keziban Karabulut, Mehmet Gül, Zerrin Defne Dündar, Başar Cander, Sevil Kurban, Hatice Toy
PMID: 21935794  doi: 10.5505/tjtes.2011.70493  Pages 193 - 198
AMAÇ
Akut mezenter iskemi (AMİ) modeli kullanılarak yapılan bu çalışmada, serum prokalsitonin ve fosfor düzeylerinin AMİ erken tanısında kullanılabilirliği araştırıldı.
GEREÇ VE YÖNTEM
Çalışmada 21 adet Yeni Zelanda tavşanı kullanıldı. Denekler Kontrol, Sham ve İskemi grubu olarak adlandırıldı. Kontrol grubundaki deneklere herhangi bir girişim yapılmadı. Sham ve İskemi grubundaki deneklere orta hat insizyonu ile laparotomi yapıldı. İskemi grubundaki deneklere ise laparatomi yapıldıktan sonra süperior mezenterik arter bulunarak bağlandı. Her üç gruptaki hayvanlardan 0., 1., 3. ve 6. saatlerde kan alındı, bu numunelerden prokalsitonin ve fosfor çalışıldı.
BULGULAR
İskemi grubunda, serum fosfor ve prokalsitonin düzeylerindeki yükselme kontrol ve sham gruplarına göre istatistiksel olarak anlamlı bulundu (p<0,05). Fosfor ve prokalsitonin düzeylerinin, iskemi oluşturulduktan sonra 1. saatten itibaren arttığı ve bu yüksekliğin 6 saat boyunca devam ettiği saptandı (p<0,05).
SONUÇ
Fosfor ve prokalsitonin’in AMİ’nin erken tanısında ve prognozunda kullanılabilecek önemli parametreler olabileceğini düşünüyoruz.
BACKGROUND
In this study, using an animal model of acute mesenteric ischemia (AMI), we investigated the possible use of procalcitonin and phosphorus in the early diagnosis of AMI.
METHODS
In this study, 21 New Zealand rabbits were used. Subjects were allocated into three groups as Control, Sham and Ischemia. No intervention was performed in the subjects in the Control group. In the subjects in the Sham and Ischemia groups, laparotomy was performed with midline incision. In the Ischemia group, the superior mesenteric artery was found and tied after laparotomy. Blood was drawn from the animals in all groups at 0, 1, 3 and 6 hours, and procalcitonin and phosphorus levels were studied in these samples.
RESULTS
In the Ischemia group, the increase in the levels of serum phosphorus and procalcitonin was found to be statistically significant compared to the Control and Sham groups (p<0.05). The levels of phosphorus and procalcitonin were detected to increase from the 1st hour after ischemia onset, and the increase continued for the following 6 hours (p<0.05).
CONCLUSION
Phosphorus and procalcitonin may be important parameters for use in the early diagnosis and prognosis of AMI.

2.Hemostatic effect of a chitosan linear polymer (Celox®) in a severe femoral artery bleeding rat model under hypothermia or warfarin therapy
Özlem Köksal, Fatma Özdemir, Betül Çam Etöz, Naciye İşbil Büyükcoşkun, Deniz Sığırlı
PMID: 21935795  doi: 10.5505/tjtes.2011.88155  Pages 199 - 204
GEREÇ VE YÖNTEM
Çalışmada toplam 48 adet ortalama 200-350 gram ağırlığında Sprague-Dawley cinsi dişi sıçan kullanıldı. Her birinde 8 sıçan olan 6 grup oluşturuldu; 1. grup: normotermi + bası, 2. grup: normotermi + Celox®, 3. grup: hipotermi + bası, 4. grup: hipotermi + Celox®, 5. grup: normotermi + varfarin + bası, 6. grup: normotermi + varfarin + Celox®.
BULGULAR
Celox® uygulanan tüm gruplarda etkin kanama kontrolü sağlandı. Bası ve Celox® uygulanan tüm gruplar arasında hemostaz açısından istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptandı (p değerleri normotermi, hipotermi ve varfarin grupları için sırasıyla; p<0,05, p<0,01 ve p<0,01). Benzer şekilde bası sayısı, Celox® uygulanan tüm gruplarda sadece bası uygulanan gruplardan anlamlı derecede daha azdı. (p değerleri normotermi, hipotermi ve varfarin grupları için sırasıyla; p<0,01, p<0,01 ve p<0,001).
SONUÇ
Celox®, sadece normotermide değil aynı zamanda hipotermide ve bir oral antikoagülan ajan olan varfarin kullanımında da etkin kanama kontrolü sağlamaktadır.
BACKGROUND
In this study, the hemostatic efficacy of Celox® in rats under hypothermia or warfarin treatment was investigated.
METHODS
A total of forty-eight Sprague-Dawley female rats weighing 200-350 g were used in the study. Six experimental study groups were designed, as follows: Group 1: Normothermia + compression; Group 2: normothermia + Celox®; Group 3: hypothermia + compression; Group 4: hypothermia + Celox®; Group 5: normothermia + warfarin + compression; and Group 6: normothermia + warfarin + Celox®.
RESULTS
Celox® provided effective hemorrhage control in all three tested groups. There was a statistically significant difference between compression and Celox® implementation in all groups in terms of hemostasis (p-values for the normothermia, hypothermia and warfarin groups were p<0.05, p<0.01 and p<0.01, respectively). Furthermore, the compression numbers were significantly lower in all of the groups that received Celox® than in those in which compression alone was applied (p-values for the normothermia, hypothermia and warfarin groups were p<0.01, p<0.01 and p<0.001, respectively).
CONCLUSION
Celox® provides effective hemorrhage control under conditions of normothermia, hypothermia and use of the oral anticoagulant agent warfarin.

3.The effects of methylene blue on adhesion formation in a rat model of experimental peritonitis
Mustafa Uygar Kalaycı, Hasan Erol Eroğlu, Dilek Kubilay, Aliye Soylu, Banu Sancak, Ceyhan Uğurluoğlu, Uğur Erçin, Yavuz Savaş Koca
PMID: 21935796  doi: 10.5505/tjtes.2011.93609  Pages 205 - 209
AMAÇ
Sıçanlarda oluşturulan kolon duvar hasarı ve fekal peritonit modelinde metilen mavisinin (MM) erken ve geç dönemde adezyon ve apse oluşumu üzerine etkileri incelendi.
GEREÇ VE YÖNTEM
Çalışmada dört grup vardı; Grup I (yalnızca laparotomi, n=10), Grup II (peritonit ve MM, n=15), Grup III (kolon insizyonu ve salin, n=15) ve Grup IV (kolon insizyonu ve salin, n=15). Tüm deneklerde mortalite, morbidite, adezyon skorları, histopatolojik analiz, serum tümör nekroz faktörü-α (TNF-α) ve doku hidroksiprolin (5-HP) düzeyleri değerlendirildi. Tanımlayıcı istatistiksel analiz Kruskal Wallis testi ile, istatistiksel anlamlılık saptandığında ise gruplar arasındaki fark Mann-Whitney U testi ile analiz edildi.
BULGULAR
Grup I, Grup III ve Grup IV’ün adezyon skorları Grup II’ye göre anlamlı yüksekti. TNF-α düzeyleri ise Grup I, Grup III ve Grup IV’de yüksek bulundu. 5-HP düzeyleri Grup I ve Grup II’de Grup III ve Grup IV’e göre düşüktü.
SONUÇ
MM’nin peritonit modelinde peritoneal adezyonları önlediği, ancak yara iyileşmesini olumsuz etkilediği söylenebilir. Bu ikili karşıt etkinin daha fazla araştırılması gerekir.
BACKGROUND
We investigated the effects of methylene blue (MB) on the early and late phases of adhesion and abscess formation in a standard colonic wall injury and fecal peritonitis model in rats.
METHODS
There were four groups: Group I (only laparotomy, n=10), Group II (peritonitis + MB, n=15), Group III (peritonitis + saline, n=15), and Group IV (colon incision + saline, n=15). Mortality, morbidity, adhesion scores, histopathologic analyses, serum tumor necrosis factor-alpha (TNF-α) levels, and tissue hydroxyproline (5-HP) levels were evaluated in all animals. Descriptive statistical methods were used with Kruskal-Wallis test. When a statistical difference was obtained between groups, Mann-Whitney U test was used to confirm the difference between two groups.
RESULTS
Adhesion scores of Groups I, III and IV were significantly higher than in Group II. TNF-α levels were significantly higher in Groups I, III and IV. 5-HP levels were significantly lower in Groups I and II compared to Groups III and IV.
CONCLUSION
Based on these results, it appears that MB may prevent peritoneal adhesions in a peritonitis model, but wound healing could be impaired. MB should be further evaluated because of its dual effect.

ORIGINAL ARTICLE
4.Spontaneous rectus sheath hematoma in patients on anticoagulation therapy
Ahmet Dağ, Turkay Özcan, Özgür Türkmenoğlu, Tahsin Çolak, Kerem Karaca, Hakan Canbaz, Musa Dirlik, Ramazan Saribay
PMID: 21935797  doi: 10.5505/tjtes.2011.84669  Pages 210 - 214
AMAÇ
Antikoagülan tedavinin bir komplikasyonu olan ve akut karın kliniği oluşturan rektus kılıfı hematomunun (RKH) klinik özelliklerini, tedavisini ve sonuçlarını sunmayı amaçladık.
GEREÇ VE YÖNTEM
Antikoagülan tedaviye bağlı gelişen 22 RKH olgusu incelendi. Olguların klinik özellikleri, antikoagülan tedavinin şekli ve endikasyonları, radyolojik bulgular, tedavi yöntemleri, nüksetme, morbidite ve mortalite bilgileri incelendi.
BULGULAR
Olguların %72’si kadın olup, yaş ortalaması 60.6 idi. Tüm olgular (%100) antikoagülan tedavisinin en az bir türünü, %72’si varfarin tedavisi almaktaydı. Olguların %45’inde öksürük hikayesi bulunmuştu. En sık karşılaşılan bulgu ve semptomlar karın ağrısı ve kitleydi (%77). Varfarin tedavisi gören olgularda INR (International Normalized Ratio) ortalaması 3’ün üstünde bulunmuştu. Tanılar, abdominopelvik ultrasonografi ve bilgisayarlı tomografi (BT) aracılığıyla konuldu, BT %100 duyarlılık gösterdi. Olguların çoğu (%87) konservatif tedavi aldı. Üç olgu (%13) ameliyat edildi. İki olgu (%9) RKH sonucu hayatını kaybetti, 2 olgu da bir yıl içinde hastalık tekrarladı.
SONUÇ
Akut karın kliniğiyle gelen, yaşlı, öksüren ve antikoagülan tedavi alan hastalarda RKH den şüphelenilmelidir. Tercih edilen tanı şekli BT’dir. Erken tanı, morbiditeyi ve gereksiz cerrahi müdahaleyi önler.
BACKGROUND
This clinical study was conducted to present the clinical features, treatment and outcomes of rectus sheath hematoma (RSH), which is a complication of anticoagulation therapy that can present as acute abdomen.
METHODS
Twenty-two spontaneous RSH cases who were on anticoagulation therapy were reviewed. Patient characteristics, anticoagulant therapy form and indications, clinical presentation, radiologic work-up, treatment modalities, recurrence, morbidity, and follow-up data were analyzed.
RESULTS
The majority of the patients were female (64%), and the mean age was 60.6 years. All of the patients (100%) were receiving at least one form of anticoagulation therapy; most (72%) were on warfarin therapy. History of coughing was found in 45% of the cases. The most common presenting signs and symptoms were abdominal pain and mass (77%). International normalized ratio (INR) was >3.0 in all patients on warfarin therapy. The diagnosis was made by abdominopelvic ultrasonography (US) and computerized tomography (CT). CT showed 100% sensitivity. The majority of patients (87%) were treated conservatively. Three patients (13%) were operated and 2 patients (9%) died as a result of RSH. Two patients experienced recurrence in one year.
CONCLUSION
RSH should be suspected in elderly, coughing patients on anticoagulation therapy, who present with clinical manifestations of acute abdomen. Early diagnosis can help to avoid increased morbidity or unnecessary surgical intervention.

5.Will computed tomography (CT) miss something? The characteristics and pitfalls of torso CT in evaluating patients with blunt solid organ trauma
Wan-yin Kuo, Hung-jung Lin, Ning-ping Foo, How-ran Guo, Cheng-chih Jen, Kuo-tai Chen
PMID: 21935798  doi: 10.5505/tjtes.2011.12844  Pages 215 - 219
AMAÇ
Selektif non-operatif tedavi, künt solid organ travmalı hastalar ile ilgili standart tedavi haline gelmiştir ve bilgisayarlı vücut tomografisi (BT) yararlı terapötik ipuçları sağlamaktadır. Biz, bu çalışmayı künt solid organ travmalı hastalarda atlanan tanıların sıklığını ve karakterini belirlemek üzere yürüttük.
GEREÇ VE YÖNTEM
Ağustos 2003 ile Ekim 2006 tarihleri arasında solid organ yaralanmaları (karaciğer, dalak ve böbrek) nedeniyle Chi-Mei Tıp Merkezine yatırılan ve vücut BT’si çekilen bütün künt travmalı hastaların tıbbi kayıtları gözden geçirildi.
BULGULAR
Hastalar, atlanmış bir tanı bulunup bulunmamasına göre atlanan grup (24 hasta) ve değişmeyen grup (262 hasta) şeklinde gruplara ayrıldı. Genel atlanan tanı oranı %8,4 idi. Yalnızca tanımlanmamış bir bağırsak yaralanması takip BT’si ile açığa çıkarıldı, atlanan yaralanmaların hepsi laparotomi ile ortaya çıkarıldı. Atlanan grup, daha yüksek bir Yaralanma Şiddet Skoru, daha düşük Glasgow Koma Skalası, daha fazla Yoğun Bakım Ünitesi (YBÜ) tedavisi ve daha uzun hastanede kalma süresine sahip olmuştur.
SONUÇ
Ciddi travması uzun süre devam eden hastalarda, atlanmış tanıların ortaya çıkarılması seyrektir. Laparotomi atlanmış tanıların hepsini ortaya çıkarmış ve takip BT’si tanımlanmamış yaralanmaların saptanmasında düşük bir yeteneğe sahip olduğunu ortaya koymuştur. Klinik kötüleşme oluşması durumunda, künt solid organ travmalı hastaların non-operatif tedavisinde takip BT’si yerine laparotomi yapılmasını öneriyoruz.
BACKGROUND
Selective nonoperative management has become the standard care for blunt solid organ trauma patients, and torso computed tomography (CT) provides useful therapeutic clues. We conducted this study to determine the frequency and character of missed diagnoses in blunt solid organ trauma patients.
METHODS
We reviewed the medical records of all blunt trauma patients who underwent torso CT and who were admitted for solid organ injuries (liver, spleen and kidney) at the Chi-Mei Medical Center from August 2003 to October 2006.
RESULTS
The patients were divided into the Missed Group (24 patients) and the Unaltered Group (262 patients) according to the presence or absence of a missed diagnosis. The overall missed diagnosis rate was 8.4%. Only one unidentified bowel injury was disclosed by follow-up CT, and all of the missed injuries were revealed by laparotomy. The Missed Group had a higher Injury Severity Score, lower Glasgow Coma Scale, more Intensive Care Unit (ICU) care, and longer duration of hospitalization.
CONCLUSION
Discovery of missed diagnoses is not uncommon in patients who sustain severe trauma. Laparotomy revealed all of the missed diagnoses, and follow-up CT demonstrated a poor ability to detect unidentified injuries. We suggest laparotomy instead of follow-up CT in the nonoperative management of patients with blunt solid organ injuries if clinical deterioration occurs.

6.Impact of para-neurologic and para-mental premorbidities on burn injury patients
Mehmet Bozkurt, Emin Kapı, Ercan Gedik, Samet Vasfi Kuvat
PMID: 21935799  doi: 10.5505/tjtes.2011.82160  Pages 220 - 224
AMAÇ
Bu yazının amacı, normal yanık travmalı hastalara göre ek morbiditeli hastaların gidişat, mortalite ve morbiditelerinde farkların olup olmadığının saptanmasıdır.
GEREÇ VE YÖNTEM
Bu çalışmada, Temmuz 2007 ve Kasım 2009 tarihleri arasında Dicle Üniversitesi Yanık Merkezi’nde yatırılan ek morbiditeli 26 olgu (8 erkek, 18 kadın; ortalama yaş: 30,8 yaş; dağılım 3-74 yıl) değerlendirildi.
BULGULAR
Yanık hastalarında ek morbiditenin patofizyolojik kaynağı önem kazanır. Ek morbiditesi olan yanık hastalarının tedavisi planlanırken eşlik eden morbiditeler akılda bulundurulmalıdır. Tedavinin neticesini sağlamak için, bu hastalara ciddi dikkat harcanmalıdır.
SONUÇ
Bu yazı Türk toplumunda ek morbiditeli hastalara ait güncel literatürlerin gözden geçirilmesini sağlamakta ve bu özel konuya dikkati çekmektedir.
BACKGROUND
The aim of this article was to determine whether there are differences in the progression, mortality and morbidity of these premorbid patients compared to normal burn injury patients.
METHODS
In this study, 26 premorbid cases (8 males, 18 females; mean age: 30.8 years; range: 3-74 years) hospitalized in the Dicle University Burn Center between July 2007 and November 2009 were evaluated.
RESULTS
Appreciation of the pathophysiological basis of the premorbidity in burn patients is important. When the treatment for premorbid burn patients is planned, the associated co- or premorbidity must be kept in mind. To improve the outcome of the treatment, considerable attention must be paid to these patients.
CONCLUSION
This article gives an overview of the current literature regarding premorbid patients in the Turkish population and draws attention to this specific topic.

7.Penetrating cardiac injury: factors affecting outcome
Sedat Kamalı, Mehmet Timuçin Aydın, Arzu Akan, Oğuzhan Karatepe, Ayhan Sarı, Enis Yüney
PMID: 21935800  doi: 10.5505/tjtes.2011.71598  Pages 225 - 230
AMAÇ
Penetran kalp yaralanmaları nadirdir ancak yüksek mortalite gösterir. Yaralanmalarda erken tanı ve hızlı müdahale gereklidir. Penetran kalp yaralanması ile görülen hastaların karakteristikleri ve bir eğitim hastanesinde acil hizmeti veren genel cerrahların bireysel tecrübeleri dahil bu hastalarda sağkalımı etkileyen faktörler irdelendi.
GEREÇ VE YÖNTEM
1995-2009 yılları arasında İstanbul Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi Genel Cerrahi Kliniği’nde penetran kalp yaralanması nedeni ile tedavi edilen 23 hasta retrospektif kohort olarak analiz edildi. Hastaneye ulaştığında hayat belirtisi olmayan hastalar çalışma dışında tutuldu.
BULGULAR
Hastaların tamamı erkekti. Median yaş 25 yıl olarak saptandı. On beş hastada sol 4 hastada sağ ventriküler yaralanma saptandı, 4 hastada sağ atriyal yaralanma görülürken, 2 hastada karın içi yaralanma da eşlik etmekteydi. Hiçbir hastada koroner vasküler yaralanma saptanmadı. Yirmi üç hasta arasından 10 hasta kaybedildi, bu hastalardan altısının bu tip yaralanmalarda ilk tecrübesini yaşayan cerrahlar tarafından müdahale gördüğü ön plana çıkmıştır. Ayrıca kardiyak tamponad sağ kalımda anlamlı fark oluşturmamıştır.
SONUÇ
Kurumumuza görülen penetran kardiyak yaralanma özellikleri literatür ile uyumludur. Bu tip yaralanma oranının nispeten az görüldüğü göz önüne alındığında travma cerrahisi eğitimi almış cerrahların ve kapsamlı travma referans merkezlerinin gerekliliği kaçınılmaz olarak gereklidir.
BACKGROUND
Penetrating cardiac injuries are rare but represent a high mortality. Early recognition of the injury and rapid intervention are necessary. We analyzed the characteristics of patients with penetrating injury and the factors affecting the outcome, including the experience of the general surgeon.
METHODS
Twenty-three patients suffering penetrating cardiac injury were retrospectively evaluated in the Istanbul Okmeydanı Training and Research Hospital, Department of General Surgery between 1995 and 2009. Patients with no sign of life on admission were excluded.
RESULTS
All patients were male, and the median age was 25 years. Fifteen patients had left ventricular, 4 had right ventricular and 4 had right atrial injuries; in addition, 2 patients had accompanying intra-abdominal injuries. No coronary vascular injury was reported, and pericardial tamponade did not statistically influence the outcome. Ten of 23 patients suffering of penetrating cardiac injury were lost, and in 6 of the 10 cases, the patient represented the first experience for the operating surgeon.
CONCLUSION
The characteristics of the penetrating cardiac injuries seen in our institution are consistent with the literature. However, we believe that the surgeon’s experience is another prognostic factor. Dedicated level 1 emergency services and trained trauma surgeons are invaluable.

8.Analysis of trauma patients in a rural hospital in Turkey
Nurettin Kahramansoy, Hayri Erkol, Feyzi Kurt, Necla Gürbüz, Murat Bozgeyik, Aysu Kıyan
PMID: 21935801  doi: 10.5505/tjtes.2011.60938  Pages 231 - 237
AMAÇ
Bu çalışmanın amacı, travma ile ilgili yeterli verinin olmadığı Türkiye’nin doğusundan epidemiyolojik veriler yanında hastaların çıkış durumlarını sunmaktadır.
GEREÇ VE YÖNTEM
Muş Devlet Hastanesi Acil Birimi’ne Ocak 2006 - Aralık 2007 tarihleri arasında başvuran travma hastalarının kayıtları retrospektif olarak incelendi.
BULGULAR
Toplam 6183 hastanın 5377’si (%87) erkek ve ortalama yaş 26,2±13,6 idi. Darp-şiddet 3910 (%63,2) hasta ile en sık travma nedeni idi. Ardından trafik kazası ve düşme sırasıyla %21,2, %6,5 oranlarında idi. En sık baş-boyun ve ekstremite yaralanmaları görülmüştür. Olguların %89,8’inin, darp şiddet olgularının ise %98,7’sinin acil polikliniğinde müdahale sonrası taburcu edildiği gözlendi. Konsültasyona hastaların çoğunda (%81,8) ihtiyaç duyulmadı. Yatışı yapılan 258 (%4,2) hastanın %32,6’sı trafik kazası, %19’u düşme olguları idi. Ancak ateşli silahla ve delici-kesici aletle yaralanan olguların yatış oranları (%16,7, %36,1) yüksekti. Hastaların %5,3’ü sevk edildi. Sevk edilen hastaların %41,5’i trafik kazası, %24,3’ü düşme olguları idi. Bununla birlikte yanık ve ateşli silahla yaralanma olguları arasında sevk daha yüksek oranda (%42,1, %24,1) idi. Yarısı trafik kazasından olmak üzere 48 (%0,8) hasta hayatını kaybetti. Ancak canına kastetmeye ve ateşli silahla yaralanmaya bağlı ölüm oranı (%8,3,%6) daha yüksek bulundu.
SONUÇ
Darp şiddet olguları acil biriminde travma hastası yoğunluğuna neden olmaktadır. Yüksek darp şiddet oranı ile ilgili ileri çalışmalar gerekli gözükmektedir.
BACKGROUND
There is a grey zone about the epidemiology of trauma in eastern Turkey. The present study was aimed at obtaining data on this subject.
METHODS
Trauma patients who applied to the emergency department (ED) between January 2006 and December 2007 were analyzed.
RESULTS
There were 6183 patients, of whom 87% were male. The mean age was 26.2±13.6 years. Assault was the most common cause (63.2%). Motor vehicle injury (MVI) and fall were encountered at frequencies of 21.2% and 6.5%, respectively. The most frequently injured body regions were head-neck and extremities. The majority of patients were managed and discharged from the ED (89.8%) with no consultation (81.8%). Interestingly, the discharge rate of assault cases was 98.7%. Patients were hospitalized (4.2%) mostly for MVI (32.6%) and fall (19%); however, hospitalization rates for firearm and piercing/cutting injury (36.1% and 16.7%) were significantly high. Among the transported patients (5.3%), the rates of MVI and fall were high (41.5% and 24.3%, respectively). In groups, for burn and firearm injuries, these were 42.1% and 24.1%, respectively. Forty-eight patients (0.8%) died, mostly from MVI by number, but by self-infliction and firearm by rate (8.3% and 6%).
CONCLUSION
Assault cases caused an excessive trauma patient density in the ED, as 98.7% were discharged from the ED. Further studies are needed regarding the high rate of assault cases.

9.Splenic trauma - our experience at a level I Trauma Center
Gyan Saurabh, Subodh Kumar, Amit Gupta, Biplab Mishra, Sushma Sagar, Maneesh Singhal, Rehan N Khan, Mahesh C Misra
PMID: 21935802  doi: 10.5505/tjtes.2011.72621  Pages 238 - 242
AMAÇ
Non-operatif tedavinin dalak travmalı hastalar üzerindeki etkilerini belirlemek üzere, I. Basamak Travma Merkezimizde Ocak 2007 ile Haziran 2008 tarihleri arasında retrospektif bir çalışma yürütüldü.
GEREÇ VE YÖNTEM
Hasta demografisi, dalak yaralanması biçimi, bilgisayarlı tomografi (BT) evrelemesi, kan transfüzyon gereksinimi, cerrahi bulgular, hastanede kalış ve takip ile ilgili bilgiler toplandı. Splenik yaralanmanın kanıtı olarak ve yaralanmanın evresini belirlemek üzere, karın ultrasonografisi ve BT tarama sonuçları kullanıldı. Hastalar splenektomi ve non-operatif gruplarına ayrıldı. Bulgular non-parametrik Mann-Whitney U testiyle analiz edildi.
BULGULAR
Altmış yedi hasta çalışmaya alındı. Evre I yaralanması olan bütün hastalarla evre II yaralanması bulunan 13 hastanın 12’si non-operatif olarak tedavi edilirken, evre III 16 hastanın 9’u, evre IV 14 hastanın 12’si ve evre V bütün hastalar cerrahi yöntemle tedavi edildi. Bu nedenle, ne kadar yüksek yaralanma derecesi söz konusu ise o kadar çok operatif tedavi gerçekleşti. Operatif grubun ortalama Yaralanma Şiddet Skoru (20,12), non-operatif grubun Yaralanma Şiddet Skorundan (11,9) anlamlı şekilde daha yüksek bulundu (p=0,001). Operatif ve non-operatif gruplardaki ortalama hastane kalışları, sırasıyla 12,8 ve 8,3 gün idi.
SONUÇ
Dalak travmasının non-operatif tedavisi kabul edilebilir sonuçlarla uygulanabilmektedir.
BACKGROUND
A retrospective study was performed to identify the effect of non -operative management on splenic trauma patients and its implications at our Level I Trauma Centrer between January 2007 and June 2008.
METHODS
Data regarding patient demography, mode of splenic injury, computerized tomography (CT) grading, blood transfusion requirement, operative findings, hospital stay, and follow-up were collected. The results of abdominal sonography and CT scan were utilized as proof of splenic injury and to determine the grade of injury. Subjects were divided into splenectomy and non-operative groups. Results were analyzed using non-parametric Mann-Whitney U tests.
RESULTS
Sixty-seven patients were enrolled in this study. All patients with grade I injury and 12 of 13 patients with grade II injury were managed non-operatively, whereas 9 of 16 patients with grade III injuries, 12 of 14 patients with grade IV injuries and all patients with grade V injuries were managed operatively. Thus, the higher the grade of injury, the greater the likelihood of operative management. The mean Injury Severity Score of the operative group was 20.12, significantly higher (p=0.001) than in the non-operative group, at 11.9. Mean hospital stays in the operative and non-operative groups were 12.8 and 8.3 days, respectively.
CONCLUSION
Non-operative management of splenic trauma can be performed with an acceptable outcome.

10.Characteristics of injuries due to traffic accidents in the pediatric age group
Mustafa Serinken, Mert Özen
PMID: 21935803  doi: 10.5505/tjtes.2011.13845  Pages 243 - 247
AMAÇ
Bu çalışmada, pediyatrik yaş grubunda trafik kazasına maruz kalan olgular araştırıldı ve risk etmenleri ile ilgili veriler elde edilmeye çalışıldı.
GEREÇ VE YÖNTEM
Bir üniversite acil servisine beş yıl süre ile başvuran 15 yaş ve altındaki travma olguları retrospektif olarak incelendi. Yaş, cinsiyet, kazanın oluş zamanı, kazanın oluş şekli, yaralanma bölgesi, yaralanma tipi ve klinik gidiş verileri araştırıldı.
BULGULAR
Çalışma kriterlerine uyan 812 olgu olduğu belirlendi. Oluş nedenlerine göre, araç içi trafik kazaları en büyük grubu oluşturdu (n=479, %59). Yaz aylarında tüm başvuruların %34’ü (n=236) gerçekleşti. 17: 00-17: 59 (n=94, %11,6) ve 18: 00-18: 59 (n=88, %10,8) saatleri başvuruların en yogun olduğu zaman dilimleriydi. Baş-boyun bölgesinin (n=226, %27,8) ve ekstremitelerin (alt ekstremite: n=144, %17,7; üst ekstremite: n=99, %12,2) en sık etkilenen vücut bölgeleri olduğu ve olgularda kontüzyon, abrazyon, hematom ve crush tipi yaralanmaların daha sık görüldüğü belirlendi (n=443, %54,6). Hayatını kaybeden olguların büyük çoğunluğu, yayaya araç çarpması şeklinde gerçekleşen araç dışı trafik kazası olgularıydı (n=19, %59,4).
SONUÇ
Bu çalışmada, araç dışı trafik kazalarının pediyatrik yaş grubu için daha ölümcül olduğu ve bu kazaların sıklıkla yaya olarak araç ile çarpışma sonrası gerçekleştiği gözlenmiştir.
BACKGROUND
In this study, the pediatric age group exposed to road traffic accidents was investigated, and patients with risk factors were studied to obtain relevant data.
METHODS
Trauma patients under the age of 15 who were admitted to the emergency department of this university over five years were analyzed retrospectively. Age, gender, accident time and type, personal injury area, type of injury, and clinical outcome were examined.
RESULTS
When the cases were analyzed with respect to the causes that led to the accidents, in-vehicle accidents formed the largest group (n=479, 59%). More than a quarter of all applications (34%) took place in summer months. Most of the applications were between 17: 00 and 17: 59 (n=94, 11.6%), followed by between 18: 00 and 18: 59 (n=88, 10.8%). The most commonly affected body parts were the head and neck region (n=226, 27.8%) and extremities (lower extremity: n=144, 17.7%; upper extremity: n=99, 12.2%). The most frequently seen injuries were contusions, abrasions, hematomas, and crush (n=443, 54.6%). The majority of patients who died were pedestrians who were hit by a motor vehicle (n=19, 59.4%).
CONCLUSION
In this study, it was observed that in the pediatric age group, traffic accidents involving a pedestrian and vehicle collision have greater fatality.

11.Contribution of Turkish Emergency Medicine to the international literature: evaluation of 15 years
Orhan Çınar, Mehmet Dokur, Onur Tezel, İbrahim Arzıman, Yahya Ayhan Acar
PMID: 21935804  doi: 10.5505/tjtes.2011.26879  Pages 248 - 252
AMAÇ
Türk acil tıbbının kurulduğu günden bugüne uluslararası literatürde yayınlanmış bilimsel çalışmalarının genel karakteristik özelliklerini ortaya koymaktır.
GEREÇ VE YÖNTEM
PubMed veritabanı, Türkiye’deki acil servislerden gönderilen ve 1995-2010 tarihleri arasında yayınlanan makaleleri tespit etmek amacıyla tarandı.
BULGULAR
Çalışmaya dahil edilen 514 makalenin %77’sinin (n=396) son 5 yılda yayınlandığı, artış oranının yılda 6,2 makale olduğu saptandı. Tüm makalelerin %58,7’lik (n=302) bir oranı acil tıp kategorisi dışındaki dergilerde yayınlanmıştır. Bu kategide en popüler dergi 27 makale ile Advances in Therapy olurken, acil tıp kategorisinde ilk sırayı 48 makale ile Ulusal Travma ve Acil Cerrahi Dergisi almıştır. En sık toksikoloji %26 (n=134) ve travma %16 (n=86) konularında makale gönderilmiştir. Tüm makalelerin %7,7’sinin (n=40) hayvan çalışması, %6’sının (n=31) randomize kontrollü çalışma olduğu saptanmıştır.
SONUÇ
Türk acil tıbbındaki gelişmelere paralel olarak uluslararası bilimsel yayın üretimi de her geçen yıl katlanarak artmaktadır. Acil tıp kategorisi dışındaki dergilerin daha çok tercih edilmesi, toksikoloji konulu yayınların çokluğu, üniversite hastanelerinin katkısı dikkat çekicidir. Çok merkezli, randomize kontrollü ve etki faktörü yüksek dergilerde yayınlanan çalışmaların azlığı yayın sayısı kadar yayın kalitesi konusuna da önem verilmesi gerektiğini düşündürmektedir.
BACKGROUND
The aim of this study was to present characteristics of internationally published articles originating from Turkish Emergency Medicine (EM) departments over the last 15 years.
METHODS
The PubMed database was searched for all articles published from 1995 to 2010 that originated from Turkish EM departments.
RESULTS
A total of 514 articles were included. Of all articles, 77% (n=396) were published in the last five years. Publications were detected to increase at a rate of 6.2 articles per year. 58.7% (n=302) of the articles were published in non-EM journals. Advances in Therapy in the non-EM group, with 27 articles, and the Turkish Journal of Trauma & Emergency Surgery in the EM group, with 48 articles, were the preferred journals. The most popular subjects were toxicology, at 26% (n=134), followed by trauma, at 16% (n=86). 7.7% (n=40) of all articles were animal studies and 6% (n=31) were randomized controlled trials.
CONCLUSION
Significant publication growth was detected related with the development of EM in Turkey. The preference for non-EM journals, toxicology as the most popular subject and the effect of university hospitals were the interesting results of this study. The low number of multicenter, randomized controlled trials and of published articles in high impact factor journals have led us to consider the importance of publication quality, which requires additional effort.

12.Long-term objective results of proximal phalanx fracture treatment
Derya Özçelik, Gaye Toplu, Toygar Ünveren, Fatma Kaçağan, Cemal Tahsin Gökhür Şenyuva
PMID: 21935805  doi: 10.5505/tjtes.2011.54280  Pages 253 - 260
AMAÇ
Proksimal falanks kırıkları sık görülmektedir. Bu çalışmada proksimal falanks kırıklarının tedavisinde tercih ettiğimiz yöntemler ve geç dönem objektif sonuçları sunuldu.
GEREÇ VE YÖNTEM
Ekim 2001 ve Mart 2010 tarihleri arasında Düzce Tıp Fakültesi Plastik Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Bölümü’nde, 23 hastanın 32 proksimal falanks kırığı tedavi edildi. Stabil kırıklar (n=5) atel ile takip edilirken stabil olmayan kırıklar (n=27) açık redüksiyon sonrası 1,0 mm çaplı perkütan intramedüller Kirschner telleri ile tespit edildi.
BULGULAR
Üç ay ile 9 yıl arasında değişen takiplerde, hastalar redüksiyonun radyolojik yeterliliği, parmağın eklem hareket aralığı (EHA), parmağın total aktif hareketi (TAH) ve parmağın kavrama gücü açısından değerlendirildi. Hastaların 20’sinde redüksiyonun iyi sağlandığı gözlendi. TAH skoru, 20 parmakta mükemmel (D2-5 için ≥220°, D1 için ≥150°), 7 parmakta iyi (D2-5 için 180-220°, D1 için 120-150°) ve 5 parmakta orta veya kötüydü. Kırık parmakların kavrama gücü sağlam parmaklarla karşılaştırıldığında fark olmadığı gözlendi. Majör komplikasyon olarak 1 proksimal falanksta non-union gözlendi.
SONUÇ
Sonuç olarak, Kirschner teli ile tespit yöntemi anstabil kırıkların tedavisinde güvenilir ve teknik açıdan basit bir yöntemdir. Uygun olgularda çok iyi geç dönem sonuçları elde edilmektedir. Stabil proksimal falanks kırıklarında ise alçı atel ile tespit yeterli tedaviyi sağlamaktadır.
BACKGROUND
Proximal phalanx fractures are common. In this study, our preferred methods regarding the treatment of proximal phalanx fractures and their long-term objective results are presented.
METHODS
Between October 2001 and March 2010, in the Plastic Reconstructive and Aesthetic Surgery Department of Düzce Medical Faculty, we treated 23 patients with 32 proximal phalanx fractures. Stable fractures (n=5) were treated with splints, while unstable fractures (n=27) were stabilized with 1.0 mm percutaneous intramedullary Kirschner wires following open reduction.
RESULTS
At follow-ups, ranging from 3 months to 9 years, patients were evaluated with radiologic efficiency, range of motion (ROM), total active movements (TAM), and grip power of the digit. TAM scores of 20 fingers were perfect (≥220° for D2-5, ≥150° for D1), for 7 fingers were good (180-220° for D2-5, 120-150° for D1), and for 5 fingers were either moderate or poor. No difference was observed between grip strength of broken fingers and that of healthy fingers. As a major complication, non-union occurred in one finger.
CONCLUSION
We concluded that Kirschner wire fixation is a reliable and simple method of treating unstable proximal phalangeal fractures, and excellent long-term results can be obtained in suitable cases. In stable proximal phalanx fractures, splints provide sufficient treatment.

13.Long-term outcome and quality of life of patients with unstable pelvic fractures treated by closed reduction and percutaneous fixation
Mehmet Ayvaz, Omur Caglar, Guney Yılmaz, Gizem İrem Guvendik, Rifat Emre Acaroğlu
PMID: 21935806  doi: 10.5505/tjtes.2011.19052  Pages 261 - 266
AMAÇ
Kapalı redüksiyon ve perkütan vidalama ile tespiti son zamanlarda pelvis kırıklı hastaların çoğunda tedavi seçeneği olmuştur. Bu çalışmanın amacı, anstabil pelvis kırıklı hastalarda uygulanan perkütan tedavinin uzun dönem sonuçlarının ve hastaların yaşam kalitesinin değerlendirilmesidir.
GEREÇ VE YÖNTEM
Ortalama yaşı 32 (dağılım 11-66 yaş) olan 20 hasta (11 kadın, 9 erkek) çalışmaya dahil edildi. Sonuçların ve yaşam kalitesinin değerlendirilmesi macıyla Kısa Form-36 (KF-36) anketi, Majeed skorlaması, Iowa pelvik skorlaması ve pelvik sonuç değerlendirme skorlaması kullanıldı.
BULGULAR
En kısa takip süresi 2 yıl (dağılım 2-4 yıl) idi. Ortalama yaralanma şiddet skoru 31 (dağılım 16-50) olarak bulundu. Ortalama KF-36 skorları vücut ağrısı, genel sağlık ve sosyal fonksiyonlarda normal toplum değerleri ile benzer bulundu. Ortalama Majeed skoru 93.3 (dağılım 72-100; 19 mükemmel ve 1 iyi klinik sonuç) ve ortalama Iowa pelvik skoru 86 (dağılım 82-90) olarak bulundu. Ortalama pelvik sonuç değerlendirme skoru ise 33 (dağılım 24-37; en yüksek olası skor, 40) idi.
SONUÇ
Pelvis kırıklarında perkütan tedavi yöntemi ile iyi sonuçlar elde etmek mümkündür. Geniş cerrahi yaklaşımların önlenmesi, kanamanın, yara problemlerinin az olması ve uzun süreli cerrahilerden kaçınılması tekniğin avantajlarıdır.
BACKGROUND
Treatment of unstable pelvic fractures has evolved recently, and percutaneous treatment has become the choice of treatment in most cases. The aim of this study was to evaluate the outcome of percutaneous treatment in patients with unstable pelvic fractures.
METHODS
Twenty patients (11 females, 9 males; mean age, 32 years, range, 11-66 years) who had unstable pelvic fractures and were treated percutaneously were enrolled in the study. Short Form-36 (SF-36) scores, Majeed scores, Iowa Pelvic Scores, and Pelvic Outcome Scores were determined for the outcome assessment.
RESULTS
The minimum duration of follow-up was 2 years, (range, 24-48 months). The mean Injury Severity Score (ISS) was 31 (range, 16-50). The average SF-36 scores were comparable with the general population in terms of bodily pain, general health and social function. The mean Majeed functional pelvic score was 93.3 (range, 72-100; 19 excellent and 1 good clinical grades) and the mean Iowa Pelvic Score was 86 (range, 82-90). The mean Pelvic Outcome Score was 33 (range, 24-37; maximum score, 40).
CONCLUSION
We have demonstrated better outcomes in patients with pelvic fractures treated with percutaneous fixation. The technique may be advantageous as it avoids the use of extensive approaches, bleeding, wound complications, and prolonged surgeries.

CASE REPORTS
14.Stump appendicitis after laparoscopic appendectomy: case report
Omaima Bu-ali, Mohamed Al-bashir, Hashim A Samir, Fikri M Abu-zidan
PMID: 21935807  doi: 10.5505/tjtes.2011.47123  Pages 267 - 268
Güdük apandisiti, nadir bir geç apendektomi komplikasyonudur. Tanıda gecikme olması, genellikle daha önceden bir apendektomi öyküsü bulunması yüzündendir. Biz, laparoskopik apendektomiden sonra bilgisayarlı tomografi (BT) ile ameliyat öncesi tanı konulan bir güdük apandisiti olgusu sunuyoruz. On sekiz yaşında bir erkek, bir haftalık bir alt karın ağrısı, bulantı ve kusma öyküsü ile başvurdu. Hastanın akut apandisit nedeniyle geçirilmiş bir laparoskopik apendektomi öyküsü vardı. Fiziksel incelemede alt karın bölgesinde hassasiyet, defans ve ağrı belirlendi. BT ile, ileoçekal bileşkenin arkasına yerleşimli yaklaşık 2,5 cm uzunluğunda ve 0,78 cm çapında tübüler bir yapıya sahip serbest pelvik sıvı bulunduğu saptandı. Laparoskopik inceleme, bulguları doğruladı. Rezidüel bir apandiks güdüğü bulundu, yapşıklıklardan ayrıldı ve rezeke edildi. Histopatoloji, multifokal hemorajik nekroz ile birlikte olan transmural nötrofilik infiltrasyona sahip rezidüel bir apendiks bulunduğunu gösterdi. Ameliyat sonrası sorun çıkmadı. Güdük apandisit tanısı zor olabilir. BT taraması, bu nadir durumun tanısına yönelik yararlı bir araç olduğunu kanıtlamıştır.
Stump appendicitis is a rare delayed complication of appendectomy. The delay in diagnosis is usually because of a prior history of appendectomy. We report a case of stump appendicitis diagnosed pre-operatively with a computerized tomography (CT) scan after laparoscopic appendectomy. An 18-year-old male presented with a one-week history of lower abdominal pain, nausea and vomiting. He had a history of laparoscopic appendectomy for acute appendicitis. Physical examination revealed tenderness and guarding in the lower abdomen. CT scan showed free pelvic fluid with a tubular structure of about 2.5 cm in length and 0.78 cm in diameter located posterior to the ileo-cecal junction. Laparoscopic exploration confirmed the findings. A residual appendiceal stump was found and dissected from the adhesion and removed. Histopathology showed a residual appendix with transmural neutrophilic infiltration associated with multifocal hemorrhagic necrosis. The postoperative period was uneventful. The diagnosis of stump appendicitis can be challenging. CT scan has proven to be a useful tool for the diagnosis of this rare condition.

15.Traumatic pulmonary pseudocyst: two case reports
Hasan Çaylak, Kuthan Kavaklı, Ersin Sapmaz, Orhan Yücel, Onur Genç
PMID: 21935808  doi: 10.5505/tjtes.2011.68888  Pages 269 - 272
Travmatik pulmoner psödokistler (TPP) künt toraks travmasının nadir görülen sekelleridir. Çoğunlukla çocuklar ve genç erişkinlerde görülürler. Bu yazıda, TPP gelişen iki genç olgu sunuldu. Tanı için akciğer grafisi genellikle yeterli olmayıp tercih edilen görüntüleme yöntemi bilgisayarlı tomografidir (BT). TPP’ler genellikle spesifik tedaviye gerek göstermeksizin kendini sınırlayan iyi huylu lezyonlardır. Cerrahi tedavi endikasyonu nadir olup yalnızca komplikasyonlar geliştiğinde uygulanmalıdır.
Traumatic pulmonary pseudocysts (TPPs) are rare sequelae of blunt chest trauma. Young adults and adolescents are predominantly affected. In this study, two cases of TPPs in young patients are presented. Chest radiographs are usually insufficient for the diagnosis, and the imaging modality of choice is computed tomography (CT). TPPs are self-limiting, benign lesions that usually require no specific therapy. Surgical treatment is indicated in rare instances and only when complications occur.

16.Reconstruction of complex groin defects with inferior epigastric artery-based rectus abdominis muscle flaps: report of two cases
Samet Vasfi Kuvat, Hakan Yanar, Ahmet Biçer, Serdar Tunçer, Burhan Özalp, Murat Topalan
PMID: 21935809  doi: 10.5505/tjtes.2011.32848  Pages 273 - 276
Brakiyal ve femoral arterler gibi tek vasküler kaynağı olan ekstremitelerin damar ve çevresi yaralanmalarında, ekstremite kaybı gibi morbidite ya da kanama, sepsis ve vasküler uyuşmazlığa bağlı mortalite riski yüksektir. Ekspoze damar, kemik, tendon ve kıkırdakları kapatacak komşu deri ve subkütan doku yetersizliği durumunda, bu bölgelerin rekonstrüksiyonunda ihtiyaç duyulabilen serbest mikrovasküler doku transferi, vasküler yaralanma sebebi ile beraberinde ek teknik zorlukları da ortaya çıkarabilir. Bu koşullarda, pediküllü kas ve kas-deri flebi gibi rejyonel flepler (özellikle dolaşımı iyi hacimli dokuya ihtiyaç varsa) alternatif olabilir. Bu yazıda, vasküler cerrahi kliniğince safen ven grefti ile femoral arter onarımı sonrası inferiora baze pediküllü rektus abdominis kası ile rekonstrüksiyon uyguladığımız iki olgu sunuldu.
Because the extremities are dependent on a single vascular supply, namely the brachial and femoral arteries, injuries around the girdles are challenging, and may contribute to high morbidity rates such as extremity loss, or even mortality due to bleeding, sepsis or vascular compromise. The reconstruction or aided closure of these regions may present additional technical difficulties in the presence of a vascular injury that complicates the use of a microvascular-free transfer, which sometimes may be needed to cover the exposed vessels, bones, tendons, and cartilages whenever the neighboring skin and subcutaneous tissue are inadequate or demised. In these circumstances, pedicled regional flaps of muscular or musculocutaneous consistency (especially if a bulk or rich vascular tissue is needed) would be an alternative. In this report, we present two cases that underwent femoral artery repair via saphenous vein grafting in the vascular surgery clinic followed by our inferiorly based pedicled rectus abdominis muscle flap coverage procedure.

17.Sciatic hernia clinically mimicking obturator hernia, missed by ultrasonography: case report
Shiraz Ahmad Rather, Tanveer Iqbal Dar, Aijaz Ahmad Malik, Fazal Q Parray, Mukhtar Ahmad, Syed Asrar
PMID: 21935810  doi: 10.5505/tjtes.2011.62347  Pages 277 - 279
Siyatik herni, büyük veya küçük siyatik foramen içinden geçerek oluşan nadir bir pelvis tabanı hernisidir. Siyatik herniler, özellikle kadınlarda sıklıkla pelvik ağrı şeklinde belirti verir ve tanısı güç olabilir. Siyatik herni, ince bağırsak tıkanıklığının belirti ve semptomları olan ilgili taraftaki gluteal bölgede şişlik veya pelvik ağrı şeklinde belirti verebilen en nadir internal herni formlarından birisidir. Laparoskopik onarımı da içeren transabdominal ve transgluteal operatif yaklaşımlar rapor edilmiştir. Biz, içeriği şeklinde de hapsolmuş ince bağırsakla birlikte olan bir sol taraflı siyatik herni olgusunu sunuyoruz. Herni, ultrasonografi ve düz abdominal grafi tarafından atlanmış ve obturator herniyi düşündürmüştür.
Sciatic hernia is a rare pelvic floor hernia that occurs through the greater or lesser sciatic foramen. Sciatic hernias often present as pelvic pain, particularly in women, and diagnosis can be difficult. Sciatic hernia is one of the rarest forms of internal hernia, which can present as signs and symptoms of small bowel obstruction, swelling in the respective gluteal region or pelvic pain. Transabdominal and transgluteal operative approaches, including laparoscopic repair, have been reported. We present a case of left-sided sciatic hernia with incarcerated small bowel as its contents. The hernia was missed by ultrasonography and plain abdominal radiography, but the clinical features were suggestive of an obturator hernia.

18.A rare cause of hemopneumothorax: an aberrant systemic artery
Çağatay Tezel, Erdal Okur, Volkan Baysungur, Ersin Çardak, Semih Halezeroğlu
PMID: 21935811  doi: 10.5505/tjtes.2011.36633  Pages 280 - 282
Spontan hemopnömotoraks nadir görülen bir durumdur, genç hastalarda oluşabilecek hemodinamik dengesizliğe bağlı hipovolemik şok nedeniyle yaşamı tehdit edebilir. Hemopnömotoraksın nadir nedenlerinden biri apikal bölgede var olan aberran sistemik arterin akciğerin sönmesi sonucu gerilerek yırtılmasıdır. Literatürlerde bu durum nadir rastlanılan bir üçüncü neden olarak gösterilmektedir. Bu yazıda, spontan hemopnömotoraks nedeni olarak belirlenen aberran sistemik arter literatür eşliğinde tartışıldı.
Spontaneous hemopneumothorax is a rare situation that can be life-threatening in young patients presenting hemodynamic instability due to hypovolemic shock. One of the extraordinary causes of hemopneumothorax is rupture of an apically located aberrant artery after pneumothorax, which is noticed as a third etiological factor in the literature. This case is presented in order to highlight this uncommon etiological factor together with the literature.

19.Rapid resolution of acute epidural hematoma: case report and review of the literature
Habibullah Dolgun, Erhan Turkoglu, Hayri Kertmen, Erdal Resit Yilmaz, Behzat Ruchan Ergun, Zeki Sekerci
PMID: 21935812  doi: 10.5505/tjtes.2011.46704  Pages 283 - 285
Akut epidural hematomlar ciddi ve ağır klinik tablolardır. Erken tanı ve cerrahi boşaltma standart tedavi yaklaşımıdır. Aksi takdirde klinik tabloda hızla bozulma ve ölüm riski taşır. Asemptomatik küçük bir hasta grubu, yakın nörolojik ve radyolojik takip ile konservatif olarak tedavi edilebilir. Bu yazıda, 3 saat gibi kısa bir süre içerisinde rezolüsyon gösteren travmatik sağ temporal akut epidural hematom olgusu sunuldu. Bu olgu saatler içerisinde hızlı rezolüsyon görülen nadir olgulardan biridir. Çeşitli rezolüsyon mekanizmaları literatür verileri ışığında tartışılmıştır.
Acute epidural hematomas present a serious and urgent condition. Standard management is early diagnosis and immediate surgical evacuation. Otherwise, there is a high risk of quick deterioration and death. Only patients with small asymptomatic epidural hematomas can be managed conservatively with close observation. We present a case of traumatic right temporal epidural hematoma. This is one of the rare cases of rapid spontaneous resolution of epidural hematomas within hours. Various possible mechanisms to explain the rapid resolution are discussed together with a review of the literature regarding the conservative treatment of epidural hematoma.

20.An unusual cause of small bowel perforation: apricot pit
Koray Atila, Sanem Guler, Seymen Bora, Huseyin Gulay
PMID: 21935813  doi: 10.5505/tjtes.2011.71676  Pages 286 - 288
Yabancı cisimlerin yutulması, özellikle çocuklar, alkolikler, psikiyatrik hastalar ve yaşlılar arasında yaygın bir sorundur. Yuvarlak uçlu yabancı cisimler sıklıkla bir soruna neden olmazken sivri uçlu yabancı cisimler erken dönemde çıkarılmadıkları takdirde intestinal duvara penetre olup komplikasyona neden olabilirler. Yutulan yabancı cisimlerin çoğunluğu sorunsuz intestinal kanaldan geçerken sadece %1’den daha azı perforasyona neden olur. Bu yazıda, 73 yaşında kadın hastada yanlışlıkla yutulan kayısı çekirdeğine bağlı ince bağırsak tıkanıklığı ve delinmesi olgusunu sunduk.
Ingestion of foreign bodies can be a common problem, especially among children, alcoholics, and psychiatric and senile patients. Foreign bodies with smooth edges usually do not pose significant problems, but a sharp foreign object that is not retrieved immediately may penetrate the wall and cause complications. Ingested foreign bodies usually pass the intestinal tract uneventfully, and perforation occurs in less than 1%. In this study, we report a case of small bowel obstruction with perforation in a 73-year-old female due to the accidental swallowing of an apricot pit.