p-ISSN: 1306-696x | e-ISSN: 1307-7945
Volume : 13 Issue : 2 Year : 2024

Quick Search

SCImago Journal & Country Rank
Turkish Journal of Trauma and Emergency Surgery - Ulus Travma Acil Cerrahi Derg: 13 (2)
Volume: 13  Issue: 2 - April 2007
1.Efficency of Coenzym Q10 at Experimental Spinal Cord Injury
Alaeddin Kerimoğlu, Özgür Paşaoğlu, Güngör Kanbak, Volkan Hancı, Filiz Özdemir, Metin Ant Atasoy
PMID: 17682949  Pages 85 - 93
AMAÇ: Bu çalışmada, metilprednizolon, koenzim Q10 ve metilprednizolonla birarada koenzim Q10 tedavilerinin deneysel spinal kord yaralanmasındaki etkinlikleri karşılaştırıldı. GEREÇ-YÖNTEM: Sprague-Dawley cinsi 32 erkek sıçan (200-250 gr) dört gruba ayrıldı. Spinal kord hasarlanması ekstradural olarak T4-5 seviyesine yerleştirilen anevrizma klibi ile uygulandı. Travmanın ardından, grup K’ya (kontrol grubu) soya yağı, grup M’ye (metilprednizolon grubu) 30 mg.kg-1 ardından idamede saatte 5,4 mg.kg-1 dozunda metilprednizolon, grup Q’ya (koenzim Q10 grubu) 10 mg.kg-1 koenzim Q10, grup MQ’ya (metilprednizolon ve koenzim Q10 grubu) 30 mg.kg-1 ardından idamede saatte 5,4 mg.kg-1 dozunda metilprednizolon ile 10 mg.kg-1 koenzim Q10 intraperitoneal olarak verildi. Travmadan 24 saat sonra sıçanların spinal kord örnekleri alınarak histopatolojik ve biyokimyasal inceleme yapıldı. BULGULAR: Histopatolojik incelemelerde grup K’da grup M, grup Q ve grup MQ’ya göre ödem şiddeti anlamlı olarak yüksekti (p<0,001). Grup M, grup Q ve grup MQ arasında ödem ve kanama açısından anlamlı farklılık yoktu (p>0,05). Ortalama süperoksit dismutaz değerleri diğer grupların tümünde grup K’ya göre, grup MQ’de grup M’ye göre anlamlı olarak daha düşüktü (p<0,05). Malonildialdehidin ortalama değerleri grup M, grup Q, grup MQ’da grup K’ya göre düşük olmasına rağmen arada anlamlı fark yoktu (p>0,05). SONUÇ: Sonuç olarak metilprednizolon, koenzim Q10 ve bu iki ajanın birlikte kullanımının ödemi azaltmada faydalı olduğu, koenzim Q10’un deneysel spinal kord hasarında, ikincil hasarın önlenmesinde faydalı olabileceği sonucuna varıldı.
In this study, we aimed to compare the efficacy of methylprednisolone, coenzyme Q10 and combined methylprednisolone and coenzyme Q10 treatments on experimental spinal cord injury. METHODS: Thirty-two male Sprague-Dawley rats (200-250 g) were divided into four groups. Spinal cord injury (SCI) was performed by placement of an aneurysm clip, extradurally at the level of T4-5. After the trauma, group K (control group) received soybean oil, group M (methylprednisolone group) received 30 mg.kg-1 methylprednisolone and 5.4 mg.kg.hour-1 maintenance dose of methylprednisolone, group Q (coenzyme Q10 group) received 10 mg.kg-1 coenzyme Q10, group MQ (methylprednisolone and coenzyme Q10 group) received 30 mg.kg-1 methylprednisolone and 5.4 mg.kg.hour-1 maintenance dose of methylprednisolone and 10 mg.kg-1 coenzyme Q10 intraperitoneally. Twenty-four hours after the trauma spinal cord samples of the rats were obtained and tissue samples had been harvested for both biochemical and histopathological evaluation. RESULTS: In histopathological examination, the edema pattern was significantly more severe in group K than the group M, group Q and group MQ (p<0.001). There was no statistically significant difference between group M, group Q and group MQ regarding edema and bleeding (p>0.05). Mean superoxide dismutase (SOD) scores were significantly low while comparing the group K with all remaining groups and the group MQ comparing with the group M (p<0.05). Mean malondialdehyde (MDA) scores were low in the group M, Q and MQ in comparison with the group K, but there was no statistically significant difference between all groups (p>0.05).
CONCLUSION: Methylprednisolone, coenzyme Q10 and combined methylprednisolone and coenzyme Q10 treatments were found to be effective as they decrease the edema and coenzyme Q10 could be effective for prevention of secondary injury at experimental SCI.

2.Can dexpanthenol prevent peritoneal adhesion formation? An experimental study
Yusuf Akdeniz, Ömer Rıdvan Tarhan, İbrahim Barut
PMID: 17682950  Pages 94 - 100
AMAÇ: Periton, adezyonları yıkan bir fibrinolitik aktiviteye sahiptir. İskeminin eşlik ettiği periton yaralanmaları bu fibrinolitik aktiviteyi bozar. Pantotenik asitin (B5 vitamini) alkol şekli olan dekspantenol lokal uygulamalarda mitoz bölünmeyi artırarak yaranın iyileşmesini hızlandırır. Hipotezimiz dekspantenolün peritoneal adezyon oluşumunu azaltabileceğidir. GEREÇ-YÖNTEM: Sıçanlarda çekumun antimezenterik kısmı gazlı bez ile silindi. Kontrol grubuna tedavi uygulanmadı. Deney gruplarına dekspantenol intraperitoneal (İP) (n=15, 25 mg/kg) ya da intravenöz (İV) olarak (n=15, 25 mg/kg, işlem sonrası 9 gün boyunca) verildi. Postoperatif 10. günde adezyonlar derecelendirildi; doku plazminojen aktivatörü (tPA) aktivitesi ve düzeyleri, plazminojen aktivatör inhibitör tip 1 (PAI-1), tPA/PAI-1 kompleks ve hidroksiprolin düzeyleri peritonda ölçüldü.
BULGULAR: Adezyon formasyonu İP dekspantenol grubunda, kontrol grubuna göre azalmıştı (p=0,034). Kontrol grubuyla karşılaştırıldığında, deney gruplarındaki tPA aktivite ve konsantrasyon düzeyleri, tPA/PAI-1 kompleks düzeylerinde artış saptandı. PAI-1 düzeyleri her üç grup arasında da benzerdi. Peritoneal hidroksiprolin seviyelerinde, kontrol grubuna göre, İP dekspantenol grubunda değişme saptanmazken İV dekspantenol grubunda azalma görüldü (sırasıyla p=0,84, p=0,009).
SONUÇ: Bu sonuçlara göre, dekspantenol intraperitoneal olarak uygulandığında muhtemelen peritoneal fibrinolitik aktiviteyi etkileyerek adezyon oluşumunu azaltabilmektedir.
BACKGROUND: Peritoneum has an intrinsic fibrinolytic activity that breaks the peritoneal adhesions. Ischemic peritoneal injuries interfere with this fibrinolytic activity. Local application of dexpanthenol, the alcohol form of pantothenic acid (vitamin B5) accelerates wound healing by increasing mitosis. We hypothesized that dexpanthenol would decrease peritoneal adhesions. METHODS: In rats, antimesenteric border of cecum was abraded with gauze. No medication was given to the control group (n=15). Dexpanthenol was administered intraperitoneally (IP) (n=15, 25 mg/kg, before abdominal closure) or intravenously (IV) (n=15, 25 mg/kg, for 9 days after operation) in the experiment groups. On postoperative day 10, adhesions were graded; activities and concentrations of tissue plasminogen activator (tPA), plasminogen activator inhibitor type 1 (PAI-1), tPA/PAI-1 complex and hydroxyproline contents were determined in peritoneum. RESULTS: Adhesion formation was decreased in IP dexpanthenol group compared with control group (p=0.034). tPA concentration and activity and tPA/PAI-1 complex levels were increased in the treated groups compared to controls. PAI-1 levels were similar among the three groups. Peritoneal hydroxyproline levels were lower in animals receiving IV dexpanthenol compared with control animals and in addition, they remained unchanged in IP dexpanthenol treated group (p=0.009, p=0.84, respectively).
CONCLUSION: Our results suggest that dexpanthenol administration through IP may reduce peritoneal adhesion formation probably by altering peritoneal fibrinolytic activity.

3.Effect of axial loading on bone mineral density in patients with traumatic spinal cord injury
Aytaç Can, Murat Servan Döşoğlu, İlhan Karacan, Şafak Karamehmetoğlu
PMID: 17682951  Pages 101 - 105
AMAÇ: Omurilik yaralanmalı olgularda paralitik bölgelerde hareketsizlik nedeniyle osteoporoz meydana gelir. Yaralanma sonrası kemik mineral yoğunluğunda (KMY) hızlı bir kayıp gözlenir. KMY kaybı kırılma eşiğine ulaşabilir. Bu çalışma, hareket kabiliyetini yitirmiş olgularda erken aksiyel yüklenme ile osteopororozun engellenebileceği düşüncesini araştırmak amacı ile planlandı. GEREÇ-YÖNTEM: Travma düzeyleri T4-L1 arasında değişen 15 komplet paraplejik olgu ile kontrol grubu olarak 15 normal olgu incelendi. Olgularda KMY dışında, yaralanma zamanı, şekli, mekanizması ile serum kalsiyum, fosfor ve alkali fosfataz değişken olarak alındı. KMY ölçümü; femur boynu, trokanter, T1 ve L3 omurlarından “Dual Energy X-ray Absorptiometry” (DEXA) cihazı kullanılarak yapıldı. BULGULAR: Kemik mineral yoğunluğunun paraplejik olgularda femur boynu ve trokanterde azaldığı, buna karşılık T1 ve L3 omurlarında anlamlı bir değişiklik olmadığı görüldü. SONUÇ: Femur boynu ve trokanterde hareketsizliğe bağlı olarak KMY azalmaktadır. Çalışma ve kontrol grupları arasında, T1 ve L3 omurlarında KMY’da anlamlı bir değişiklik olmaması olguların erken rehabilitasyonundan kaynaklanabilir. Stabilizasyon sonrası başlanan oturma egzersizleri omurlarda aksiyel yüklenme ile KMY’nun azalmasını engelleyebilir; böylece osteoporoz ve patolojik kırık komplikasyonu önlenebilir.
BACKGROUND: Osteoporosis occurs in paralyzed extremities secondary to immobilization following spinal cord injury (SCI). Bone mineral density (BMD) is rapidly lost after SCI. Loss of BMD may reach fracture threshold although it slows with time. This study was planned to investigate the option of impediment of osteoporosis by early axial loading in immobilized patients. METHODS: Fifteen patients with complete paraplegia having spinal cord lesion between T4-L1 and 15 normal volunteers were included into the study. Time, mechanism and type of injury, BMD, serum calcium, phosphorus and alkaline phosphatase levels were undertaken as variables. BMD was measured by dual energy X-ray absorbtiometry (DEXA) in the femoral neck, trochanteric region and T1 and L3 spine. RESULTS: The BMD values were lower in the femoral neck and trochanteric region, but there were no significant differences at T1 and L3 spine in paraplegics.
CONCLUSION: BMD decreases in the femoral neck and trochanteric region, secondary to immobilization. Absence of significant differences of BMD values at T1 and L3 spine in the study and control groups might be due to early rehabilitation. Sitting exercises early after stabilization might impede of the loss of BMD by axial loading to the spine. Thus, complications such as osteoporosis and pathological fractures can be prevented.

4.Emergency diagnosis of acute aortic dissection using magnetic resonance imaging
Ahmet Mesrur Halefoğlu
PMID: 17682952  Pages 106 - 114
AMAÇ: Çalışmamızda akut aortik disseksiyonun acil tanısında manyetik rezonans ( MR ) görüntülemenin yararlılığını ortaya koymaya çalıştık. GEREÇ-YÖNTEM: Bu çalışmada klinik olarak aortik disseksiyon şüphesi olan 15 hastanın 1.5 tesla MR cihazı ile hem MR görüntüleri ve hem de 3 boyutlu kontrastlı MR anjiografi görüntüleri elde edildi.
BULGULAR: MR görüntüleme ile 11 hastaya aortik disseksiyon tanısı konuldu. Tüm olgularda hem intimal flebin gösterilmesi ve hem de disseksiyonun A veya B tipinde olduğunun belirlenmesi mümkün oldu. Tüm olgulara anjiografi yapıldı ve 3 hasta opere edildi. MR sonuçları gold standart olarak kabul edilen anjiografi ve operasyon sonuçları ile kıyaslandı. SONUÇ: Sonuç olarak, MR görüntülemenin aortik disseksiyonlu hastalarda hem başlangıçta tanı amaçlı olarak ve hem de bu hastaların uzun dönemli takiplerinde kullanılabilecek bir modalite olduğunu söyleyebiliriz.
BACKGROUND: In our study, we aimed to demonstrate the utility of MR imaging in the emergency diagnosis of acute aortic dissection. METHODS: Herein, 15 patients who were clinically suspected as having aortic dissection were assessed with both magnetic resonance imaging and 3D contrast enhanced MR angiography by means of a 1.5 tesla magnet. RESULTS: Eleven patients were diagnosed as having aortic dissection by means of MRI. We were able to show the intimal flap in all of the aortic dissection patients and we also determined whether the dissection type was A or B. Although the dissections in three patients were found to be in proximal location (type A), eight patients showed a distally located (type B) dissection. All patients were subjected to angiography and 3 patients were operated. Our results were compared with the results of the angiography and operation, which were regarded as the gold standards. CONCLUSION: Consequently, we can state that MR imaging may be used as an initial diagnostic modality for the patients with aortic dissection and this method can also serve as an useful method in the long term follow-up of these patients. It is a non-invasive and sensitive modality that is easy to perform and can be applied instead of other diagnostic modalities such as conventional angiography.

5.Flexible intramedullary nailing of the children
Cem Nuri Aktekin, Akif Muhtar Öztürk, Murat Altay, Ali Toprak, Bülent Özkurt, Abdullah Yalçın Tabak
PMID: 17682953  Pages 115 - 121
AMAÇ: 6-12 yaş arası çocuklarda femur cisim kırıklarının tedavisinde farklı tedavi yöntemleri uygulanmaktadır. Titanyum elastik çivi de bunlardan biridir ve çalışmamızda kliniğimizin bu uygulamayla ilgili sonuçları araştırıldı.
GEREÇ-YÖNTEM: Kliniğimizde retrograd titanyum elastik çiviyle tespit uygulanan femur cisim kırıklı 21 hasta incelendi. BULGULAR: Hastalar 5,1-14,7 yaşlarında ortalama 9,6±2,4 yaşta ve bütün kırıklar femur diyafizinde idi. Kırıkların dokuzu (%42,9) transvers, yedisi (%33,3) oblik, beşi de (%23,8) spiraldi. Kırık redüksiyonu 9 hastada (%42,9) kapalı, 12 hastada (%57,1) lateralden mini insizyonla açık olarak yapıldı. Çivilerin biri medial diğeri ise lateralden olmak üzere iki adet ve retrograd yöntemle gönderildi. Ameliyat sonrası dönemde 8 hastaya (%38) alçı atel uygulandı. Hastaların ortalama takip süresi 29±11,6 ay (9-48) olarak gerçekleşti. Ortalama 13±11,9 haftada (4-52) tam kaynama saptandı. Ortalama 7±2,2 ayda (6-16) implantlar çıkarıldı. Ameliyat sonrası birinci yılda tüm hastaların kalça ve diz hareket genişlikleri tamdı ve klinik olarak rotasyonel veya açısal deformite saptanmadı. Radyolojik olarak 8 hastada ortalama 11±1,7 (10-15) derecelik varus-valgus deformitesi görülmesine rağmen iki yıllık takip sonucunda bu açı ortalama 5±1,9 (3-9) dereceye düştü. SONUÇ: 6-12 yaş arası çocuklardaki femur cisim kırıklarının tedavisinde titanyum elastik çiviyle tespitin sonuçları, bu grup hastaların tedavisinde ilgili yöntemin ilk tercih olabileceğini düşündürmektedir.
BACKGROUND: Various methods are being used in the treatment of femur diaphysial fractures in children aged between 6 to 12 years. Titanium elastic nailing is one of the alternatives. We evaluated our experience in flexible intramedullary nailing.
METHODS: We investigated 21 patients with femur diaphysial fractures who were with titanium elastic nailing. RESULTS: The mean age of the patients was 9.6±2.4 (range between 5.1-14.7 years) and all the fractures were at the diaphyisis. The fracture pattern was as following: 9 (42.9%) transverse, 7 (33.3%) oblique, 5 (23.8%) spiral. Fixations were performed with two nails which were implanted in retrograde manner. The average time of follow-up was 29±11.6 months (range; 9-48 month). The mean time to fracture union was 13±11.9 weeks (4-52). Implant removal was performed after a mean time of 7±2.2 months (range; 6-16 month). Patients’s hip and knee range of motions were complete and clinically there were no angular or rotational deformity at postoperative one year. There were radiologically 11±1.7 (range; 10-15) degrees of varus valgus malalignment in 8 patients; these angles were reduced to 5±1.9 (range; 3-9) degrees at the follow of two years. CONCLUSION: The results of the flexible titanium nailing in femur diaphysial fractures of the children, aged between 6 to 12 years, suggest that this method may be a first choice therapy in this particular group of patients.

6.Surgical treatment of displaced radial neck fractures in children with Metaizeau technique
Güvenir OKCU, Kemal AKTUĞLU
PMID: 17682954  Pages 122 - 127
AMAÇ: Çocuklarda 30 dereceden fazla açılanma gösteren radius boyun kırıklarının tedavisi sorunludur. Amacımız bu kırıkların tedavisinde Metaizeau tarafından 1980 yılında tanımlanan kapalı redüksiyon ve intramedüller tespitin etkinliğini belirlemektir.
GEREÇ-YÖNTEM: Genel anestezi altında ve floroskopi kontrolünde, radius distal metafizi radial tarafında 1 cm boyunda insizyon yapıldı. Bir Kirşner teli şekillendirilip, 3-5 mm’lik uç bölümü yaklaşık 30 derece kadar büküldü. Bu tel medüller kanala sokulup, proksimale doğru kırılmış olan epifizin altına ulaşana kadar ilerletildi. Telin epifize doğru kaldırılması ve döndürülmesi ile anatomik redüksiyon elde edilmeye çalışıldı. Bu teknik 1996 ile 2003 yılları arasında dokuz hastada kullanıldı. BULGULAR: Çalışmaya katılan bir olgu dışındaki tüm olgularda çok iyi sonuçla, tam bir fonksiyonel iyileşme gözlendi. Herhangi bir komplikasyona rastlanmadı. SONUÇ: Tekniğin basit olması ve yüz güldürücü sonuçlar vermesi nedeniyle, çocuklardaki ayrılmış radius boyun kırıklarında bu kapalı tedavi yöntemini öneriyoruz.
BACKGROUND: The treatment of radial neck fractures in children is difficult when the angular displacement exceeds 30 degrees. The authors report their experience with closed reduction of this fracture and intramedullary pinning which was described and popularized by Metaizeau et al. in 1980. METHODS: Under general anesthesia and guidance of an image intensifier, a 1 cm incision was made on the radial side of distal radial metaphysis. A Kirschner wire was contoured and then the last 3-5 mm were bent approximately 30 degrees. It was introduced into the medullary canal of the radius and by pushing it proximally until its point reaches the inferior aspect of the epiphysis to elevate and rotate to achieve an anatomic reduction. This technique was used in nine patients between 1996 and 2003. RESULTS: Full functional recoveries with excellent results were observed in all cases but one at the last follow-up. No complication was encountered. CONCLUSION: We recommend this closed technique as it is relatively simple and associated with encouraging results.

7.Acute tracheobronchial injuries: early and late term outcomes
Levent Dertsiz, Gülbin Arıcı, Gökhan Arslan, Abid Demircan
PMID: 17682955  Pages 128 - 134
AMAÇ: Akut trakeobronşiyal yaralanmaların erken ve geç dönem sonuçları değerlendirmektir. GEREÇ-YÖNTEM: Aralık 1997 ve Aralık 2004 tarihleri arasındaki yedi yıllık sürede akut trakeobronşiyal yaralanma tanısını alan ve tedavi edilen 12 hasta (10 erkek, 2 kadın; ort. yaş 28; dağılım 10-65 yaş) geriye dönük olarak incelendi. Klinik değerlendirme, tanı, eş zamanlı travmalar, cerrahi tedavi ve sonuçlar 1 ile 7 yıllık sürede değerlendirildi. BULGULAR: Hastaların tamamına cerrahi debridman ve primer anastomoz uygulandı. Lezyonlar olguların birinde larengotrakeal, üçünde trakeal ve sekizinde bronşiyal sistemde idi. Eş zamanlı travmalar aynı seansta tedavi edildi. Kontrol bronkoskopileri ameliyattan sonra bir hafta ile bir ay sonra yapıldı. Bir olgu kalıcı trakeostomi ile taburcu edildi. Beş yıl sonra sol alt akciğer lobunda bronşektazi saptanan olguya lobektomi yapıldı. Bir olgu yapılan primer tamirden sonraki 23. gün kaybedildi. Diğer 10 olguda herhangi bir sorun saptanmadı. SONUÇ: Trakeobronşiyal yaralanma şüphesi olan tüm olgularda uzman hekimler tarafından vakit geçirilmeden bronkoskopi yapılmalıdır. Erken tanı ve uygun cerrahi yolla onarım potansiyel olarak ölümcül olan bu olgularda hayat kurtarıcıdır. Eş zamanlı yaralanmalar mortaliteyi etkileyen en önemli faktördür.
BACKGROUND: To evaluate the early and long-term outcomes of acute tracheobronchial injuries (TBI). METHODS: Twelve patients (10 males, 2 females; mean age 28; range 10 to 65 years) diagnosed as tracheobronchial injury and managed during between December 1997 and December 2004 were evaluated retrospectively. Clinical presentation, diagnostic evaluation, associated traumas, surgical management and outcome were reviewed. Follow-up ranged from 1 to 7 years. RESULTS: All patients underwent surgical debridement and primary repair (anastomosis). There were three tracheal, eight bronchial and one laryngotracheal injury. Accompanying simultaneous traumas were treated at the same session in all cases. One case was discharged from the hospital with permanent tracheostomy. Control bronchoscopies were performed one week and one month after the surgical repair. Bronchiectasia developed in one case after five years and left lower lobectomy was performed. One case died 23rd day after the primary repair. In the remaining ten cases no complication was determined. CONCLUSION: In all cases with a suspicion of TBI, bronchoscopy should be performed immediately by specialist physicians. Early recognition of tracheobronchial injury and expedient institution of appropriate surgical intervention are lifesaving in these potentially lethal injuries. Concomitant injuries are the most important mortality factor.

8.Penetrating cardiac injuries
Ayşen Aksöyek, Ufuk Tütün, Seyhan Babaroğlu, Ali İhsan Parlar, Ahmet Tulga Ulus, Salih Fehmi Katırcıoğlu
PMID: 17682956  Pages 135 - 141
AMAÇ: Bu çalışmada penetran kalp yaralanması olan hastalar değerlendirildi.
GEREÇ-YÖNTEM: Mayıs 1994 ile Eylül 2005 tarihleri arasında kalp yaralanması şüpesiyle hastanemize gönderilen 25 hastanın 22’sinde kardiyak yaralanma vardı. Hastaların tetkikleri ile fiziksel ve cerrahi bulguları retrospektif olarak değerlendirildi.
BULGULAR: Ekokardiyografi, hemodinamisi stabil olan 11 hastaya yapılabilmiş ve bir yanlış pozitif hariç tümünde perikardiyal efüzyon gösterilmiştir. Bir hastada sol internal torasik arter ve ven yaralanması vardı. 17 hastada (%77) kalp tamponadı vardı. Hastalarda sağ ventrikül (n=10, %45,5), sol ventrikül (n=7, %31,8), sol ön inen arteri içeren sol ventrikül (n=2, %9,1), sağ atriyum (n=1, %4,5) perikardiyal hematom (n=2, %9,1) yaralanması vardı. Hastaların ortalama fizyolojik indeksi (PI) 10,68±5,63, penetran kardiyak travma indeksi 14,09±6,3, penetran torasik travma indeksi (PTTI) 17±8,84 ve Amerikan Travma Cerrahisi Birliğinin sınıflamasına göre ortalama organ hasarı skoru (AAST/OIS) 3,86±1,25 idi. Altı olgu kaybedildi (mortalite %27,3). Bu hastaların PI, PCTI, PTTI ve AAST/OIS skorları kurtulanlara göre daha yüksekti (p<0,05). Tamponat mevcudiyeti ve karın yaralanma sıklığı bakımından fark yokken, sol ventrikül ve sol ön inen arter ve akciğer yaralanması kaybedilen hastalarda daha sık bulundu.
SONUÇ: Penetran kalp yaralanması nedeniyle kaybedilen hastalar, sağkalanlara göre daha ağır yaralanmalara ve daha yüksek PI, PCTI, PTTI ve AAST/OIS skorlarına sahip olmaktadır.
BACKGROUND: This study was planned to evaluate patients with penetrating cardiac injury. METHODS: Twenty-two patients had cardiac injury among twenty-five patients who had been referred to our hospital with a suspicion of this diagnosis. Data of the patients were retrospectively evaluated. RESULTS: Echocardiography could be performed in 11 patients with stable haemodynamics and pericardial effusion was established in all of them with one false positive result. The patient with false positive result had left internal thoracic artery and venous injury. Cardiac tamponade was seen in 17 (77%) patients. Injury sites were right ventricle 10 (45.5%), left ventricle 7 (31.8%), left ventricle consisting left anterior descending artery 2 (9.1%), right atrium 1 (4.5%) and pericardial injuries and hematoma 2 (9.1%). The mean physiologic index (PI) of the patients was 10.68±5.63, penetrating cardiac trauma index was (PCTI) 14.09±6.3, penetrating thoracic trauma index (PTTI) was 17±8.84 and organ injury scale according to the American Association for the Surgery of Trauma (AAST/OIS) was 3.86±1.25. Mortality rate was 27.3% with 6 out of 22 patients. PI, PCTI, PTTI and AAST/OIS scores of the non-survivors were significantly higher than those of the survivors (p<0.05). While there was no difference between survivors and non-survivors regarding the presence of tamponade and the frequency of the associated abdominal injury, left ventricular and left anterior descending artery injuries and associated lung injuries were more common in non-survivors (p<0.05). CONCLUSION: Non-survivors with penetrating cardiac injury have higher PI, PCTI, PTTI and AAST/OIS scores and they are more severely injured patients comparing to the survivors.

9.Ileal Intussusception in Adults
Burhan Mayır, Cumhur Arıcı, Taner Çolak
PMID: 17682957  Pages 142 - 144
AMAÇ: Pediyatrik olguların aksine erişkinde ileal intussussepsiyon nadir görülmektedir. Bu yazıda ileal intussussepsiyonlu erişkin dört olguya ait sonuçları sunmayı amaçladık.
GEREÇ-YÖNTEM: Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Anabilim Dalında ileal intussussepsiyon tanısıyla ameliyat edilen erişkin hastalara ait bilgiler retrospektif olarak hasta dosyalarından edinildi. Başvuru bulguları, tanı, tedavi ve patoloji ile ilgili bilgiler kaydedilerek sonuçlar değerlendirildi. BULGULAR: İleal intussussepsiyon nedeniyle dört hasta ameliyat edildi. Üç hasta mekanik intestinal obstrüksiyon tablosuyla, bir hasta kronik gastrointestinal şikayetlerle başvurdu. İki hastada neden idyopatik intussussepsiyon, bir hastada ileal polip, diğer hastada da ileal lipom idi. Tedavide tüm hastalara rezeksiyon uygulandı. SONUÇ: İleal intussussepsiyon klinik bulguların çeşitlilik göstermesi ve spesifik olmaması nedeniyle zor tanı konulan bir hastalıktır. Mekanik bağırsak tıkanıklığı olan hastalarda ayırıcı tanıda düşünülmesi gereklidir. İntussusepsiyon sıklıkla benin ya da malin ileal bir lezyona bağlı olduğu için tedavide cerrahi girişime öncelik verilmelidir.
BACKGROUND: Ileal intussusception is rare in adults, in contrast to the incidence in children. In this article we discuss the disease by evaluating four patients with ileal intussusception. METHODS: A retrospective review was performed at Deparment of Surgery of Akdeniz University School of Medicine to identify adult patients who had been operated with diagnosis of ileal intussusception. Data related to presentation, diagnosis, treatment and pathology were analyzed. RESULTS: Four patients were operated with a diagnosis of ileal intussusception. Three of them presented with signs and symptoms of mechanical intestinal obstruction and one of them presented with chronic gastrointestinal symptoms. In a patient, the intussusseption was associated with an ileal lipom, whereas in another patient an ileal polyp was the etiological factor. Two patients had intussusseption without any lesion. All of patients were treated operatively and en bloc resection was performed. CONCLUSION: Ileal intussussepitoin presents with a variety of non-specific gastrointestinal symptoms, thus the preoperative diagnosis is difficult. It must be considered in patients who presents with mechanical intestinal obstruction. Surgical resection of the intussusseption without any reduction is the preferred surgical treatment, regarding that most of ileal intussusseptions are associated with benign or malign lesions.

10.Isolated axillary artery injury due to blunt trauma
Mehmet Öç, Murat Güvener, H. İbrahim Uçar, Birkan Akbulut, Mustafa Yılmaz, Ünsal Ersoy
PMID: 17682958  Pages 145 - 148
Kemik, brakiyal pleksus, ven ve yumuşak doku hasarı olmadan ani ve tek künt travmaya bağlı olarak aksiller arterin intimal hasarı çok nadirdir. Arteriyel yaralanmanın kalıcı hasar bırakmaması için erken tanı ve uygun tedavi gereklidir. Klinik belirtiler genelde belli belirsizdir ve kollateral dolaşıma bağlı olmak üzere yaralanma sonrası, uzun iskemik dönem geçtikten sonra belirginleşmektedir. Yirmi yaşındaki erkek hasta, kolu hiperabdüksiyon ve hiperekstansiyon pozisyonda buzdolabı taşırken sol kolunu incinme ve bundan 1,5 ay sonra sol kolundaki ağrı ve uyuşukluk şikayetleriyle başvurdu. Hastanın hastaneye yatışından sonra yapılan aksiller arter dijital substraksiyon anjiyografisinde aksiller arterin oklüzyonu izlendi ve oklüzyonun distalinde kollaterallerle dolum gözlenmedi. Ameliyatta, aksiler ve brakiyal arter safen ven ile baypas edildi. Üst ekstremitenin künt travmasının erken döneminde kollateral dolaşım nedeniyle vasküler yetersizlik distal nabızlar olsa bile tanınamayabilmekte ve üst ekstremitenin anjiyografisi doğru tanı ve tedavi için kaçınılmaz olmaktadır. Bu olgu bizim ikinci tecrübemizdir; birinci olgudaki tecrübemize dayanarak bu olguda olduğu gibi kronik durumlarda revaskülarizasyon sonrası greft trombozu söz konusuysa oral antikoagülasyona en az altı ay devam edilmesi gerektiğini düşünmekteyiz.
The intimal damage of the axillary artery due to an acute, single blunt trauma is very rare without concomitant bone, brachial plexus, venous and soft tissue injuries. Early diagnosis and appropriate management of the arterial injury is essential to avoid permanent disability. The clinical signs are usually occult and do not become manifest until a long ischemic interval following injury, owing to the extensive collateral network. A twenty-year-old male patient had injured his left arm in a hyperabduction and hyperextension position while he was carrying a refrigerator with his arm. An increase in the intensity of pain and numbness reappeared in his left arm 1.5 months after the trauma. Digital subtraction angiography of the axillary artery performed after his hospitalization showed an occlusion of the axillary artery and no reconstitution of distal part of the occlusion via collateral vessels. During the operation, the axillary and brachial arteries were bypassed with a saphenous graft. As shown in this case report, in the early period after blunt trauma of the upper limb, progressive signs of vascular compromise may disappear because of collateral circulation even if the distal pulses are absent. Then an angiography of the upper limb becomes essential for correct diagnosis and treatment. This is our second experience. On the basis of our first experience that was reported, in such a chronic case, oral anticoagulation must be carried out at least six months whenever a graft thrombosis after revascularization is encountered.

11.A rare clinical entity misdiagnosed as a tumor: Peliosis hepatis
Koray Atila, Ahmet Çoker, Deniz Uçar, Sedat Karademir, Özgül Sağol, Hüseyin Astarcıoğlu, İbrahim Astarcıoğlu
PMID: 17682959  Pages 149 - 153
Peliosis hepatis (PH), karaciğer parankiminin kistik, içi kan dolu boşluklardan oluşan, seyrek bir durumudur. Cerrahi girişim kaçınılmaz ise, dikkatli bir kanama kontrolü altında yapılmalıdır. Bu yazıda, klinik olarak tanı konulamamış bir PH olgusunun kötü sonuçları sunuldu. PH, özellikle karında meydana gelen ani şişlikle başvuran tüm karaciğer kitlelerinde akılda tutulması gereken bir tanıdır. Endemik bölgelerde hidatik kist gibi diğer kistik durumların ayırıcı tanısının yapılmasına çalışılmalıdır.
Peliosis hepatis (PH) is a rare condition characterized by the presence of cystic, blood filled cavities within the hepatic parenchyma. Regardless of the reason, surgery should be performed under meticulous control of hemorrhage, if it is thought to be unavoidable. In this case report, ominous results of clinically misdiagnosed PH have been presented. PH should be kept on mind in all patients with hepatic mass, especially presented by sudden onset distention of the abdomen. Every effort should be done for the differential diagnosis with other cystic conditions like hydatid cyst in endemic areas.

12.Dikiş iğnesi yutulması sonucu oluşmuş primer aortoduodenal fistüle bağlı nadir görülen bir masif üst gastrointestinal sistem kanaması
Murat Başer, Hasan Arslantürk, Erol Kisli, Murat Arslan, Tuncer Öztürk, İsmail Uygan, Çetin Kotan
PMID: 17682960  Pages 154 - 157
Abdominal aorta ve duodenum arasında primer fistül oluşumu nadir görülen ve yüksek mortaliteye sahip bir durumdur. Ateroskleroz en sık görülen fistül nedenidir; bildirilen olguların üçte ikisinden fazlasında sorumludur. Kanserler, ülser, radyasyon, aortit ve yabancı cisimler diğer etyolojik nedenlerdir. Burada dikiş iğnesi yutulması sonucu oluşan aortoduodenal fistüle bağlı masif üst gastrointestinal sistem kanaması nedeniyle ameliyat ettiğimiz 17 yaşındaki olgu sunuldu. Ameliyatta dikiş iğnesi içeren kronik aortoduodenal fistül bulunarak onarıldı. Olgumuz iğne yutma nedeniyle İngilizce literatürde sunulan dördüncü aortoenterik fistül olgusudur.
A primary fistula between the abdominal aorta and the duodenum is rare and usually fatal. Atherosclerosis remains the most common etiologic factor, accounting for more than two-thirds of the cases reported. Other etiologies include carcinoma, ulcers, radiation, aortitis and foreign bodies including sewing needle, cocktail stick, open safety pin and fishbone. We report a case of a 17 year-old girl who underwent surgical treatment because of severe upper gastrointestinal bleeding which was related to an aortoduodenal fistula caused by a swallowed sewing needle. At operation, a chronic aortoduodenal fistula that contained the sewing needle was found and repaired. This is the fourth case in the literature in which a needle was found to be associated with the development of an aortoenteric fistula.

13.Missed aortic transection following blunt trauma: a case report
Nezihi Küçükarslan, Eralp Ulusoy, Mehmet Yılmaz, Mutasım Süngün, Melih Hulusi Us, Adem Güler, Ahmet Turan Yılmaz
PMID: 17682961  Pages 158 - 161
Künt travmalardan sonra oluşabilen gözden kaçmış damar yaralanmaları yaşamı tehdit eden ve acil girişim gerektiren klinik tabloları ortaya çıkarır. Aort transeksiyonu (AT) bu gözden kaçabilecek vasküler yaralanmaların en ölümcül olanıdır. Bu yazıda künt travma sonrası meydana gelen bir AT olgusu sunuldu. Üç yıl önce künt travmaya maruz kaldığını bildiren hasta eforla gelen nefes darlığı ve çarpıntı şikayetiyle başvurdu. Telegrafisinde üst mediastende genişleme, torakal manyetik rezonans anjiyografi ve bilgisayarlı tomografisinde transeksiyon ve inen aortada anevrizmatik genişleme saptandı. Cerrahi tedavide Dakron greft interpozisyonu yapıldı. Ameliyattan sonra hastanın yakınmaları ve bulguları dramatik olarak geriledi. Künt travmalardan sonra gelişebilen AT, yaşamı tehdit eden ve mutlaka araştırılması gereken bir tablodur.
Missed vascular injuries following blunt traumas can lead to fatal clinical conditions that require an emergency intervention. Aortic transection (AT) is the most fatal complication of these missed vascular injuries. In this case report an AT that developed following a blunt trauma is presented. The patient was admitted with effort dyspnea and tachycardia. He had a history of blunt trauma three years ago. There was an enlargement of the upper mediastinum on X-ray studies. Thoracal magnetic resonance imaging and computed tomography revealed aneursym of the descending aorta. Dacron graft interposition was performed as surgical treatment. The symptom and signs disappeared dramatically after the operation.

14.Multiple isolated spinous process fracture (Clay-shoveler’s fracture) of cervical spine: a case report
İhsan Solaroğlu, Erkan Kaptanoğlu, Özerk Okutan, Etem Beşkonaklı
PMID: 17682962  Pages 162 - 164
Servikal ve torakal vertebraların izole spinöz proses kırıkları, Clay-shoveler kırığı olarak adlandırılırlar. Bu yazıda, servikal omurgada çoklu izole spinöz proses kırığı olan 32 yaşında erkek hasta rapor edilmiştir. Olguya boyunluk ile konservatif tedavi uygulanmıştır. Bu tip kırıklar, daha ciddi omurga yaralanmalarının uyarıcısı olabilir.
Fractures of isolated spinous processes of cervical and thoracic vertebrae are called as Clay shoveler’s fracture. In this report, a case of 32-year-old male with multiple isolated spinous process fracture of cervical spine is reported. The patient treated conservatively with a cervical collar. These fractures may be a warning sign of more severe spinal injuries.

15.Lomber disk cerrahisi esnasında gelişen abdominal vasküler yaralanma
Fuat Torun, Hakan Tuna, Haluk Deda
PMID: 17682963  Pages 165 - 167
Anterior longitudinal ligament perforation and abdominal vascular injury is one of the most critical complications that may develop during lumbar disc surgery. The vascular injury-related symptoms that warns the surgeon may be late to appear; they usually turn out to be mortal. The hypotension during the operation, tachycardia and pulsatile unstoppable hemorrhage observed in the disc space are the major findings. Urgent detection of this complication and the repair of the vascular injury prevent the case from turning out to be fatal. In the present study, three patients who underwent surgical treatment of abdominal vascular injuries that had developed during lumbar disc surgery, were presented.
Lomber disk hernisinin cerrahi tedavisi sırasında anterior longitüdinal ligamanın perforasyonu ve abdominal vasküler yaralanma, oluşabilecek en ciddi komplikasyonlardan biridir. Cerrahı uyaran vasküler hasara ait belirtiler gecikebilir ve genellikle ölümcül seyreder. Ameliyat sırasında gelişen hipotansiyon, taşikardi ve disk mesafesinde görülen pulsatil, durdurulamayan kanama belirgin bulgulardır.
Bu yazıda lomber disk cerrahisi sırasında abdominal vasküler hasar gelişen ve vasküler cerrahiyle tedavi edilmiş üç olgu sunuldu.