p-ISSN: 1306-696x | e-ISSN: 1307-7945
Cilt : 6 Sayı : 2 Yıl : 2024

Hızlı Arama

SCImago Journal & Country Rank
Ulusal Travma ve Acil Cerrahi Dergisi - Ulus Travma Acil Cerrahi Derg: 6 (2)
Cilt: 6  Sayı: 2 - Nisan 2000
1.
TRAVMADA RADYOLOJİ UZMANI VE RADYOLOJİK GÖRÜNTÜLEMENİN ROLÜ
THE ROLE THE RADIOLOGIST AND RADIOLOGIC IMAGING IN TRAUMA
Orhan Oyar, Kemal Aktuğlu
Sayfalar 75 - 80
Makale Özeti |Tam Metin PDF

2.
KATLARDA ALKALİ ÖZOFAGUS YANIĞI ÜZERİNE DEKSAMETAZON VE PREDNİZOLONUN ETKİLERİ
EFFECTS OF PREDNISOLONE AND DEXAMETHASONE ON ALKALI BURNS OF THE ESOPHAGUS IN RATS
Hayrettin Öztürk, Ali İhsan Dökücü, İbrahim Sarı
Sayfalar 81 - 85
Çalışmamızda sıçanlarda alkali ile oluşturulmuş özofagus yanığında deksametazon ve prednizolonun striktür gelişimi üzerine etkilerinin karşılaştırılması amaçlanmıştır. Çalışmamızda 40 adet Spraque-Dawley cinsi rat (225-250 gr) kullanıldı. Ratlar herbiri 10 denekten oluşan 4 gruba ayrıldı. Grup 1 ratlarda özofageal lümen içi normal serum fizyolojik ile yıkandı. Grup 2 sıçanlarda %50'lik NaOH ile özofagus yanığı oluşturuldu ve parenteral antibiyotik verildi. Grup 3 ratlarda özofagus yanığını takiben deksametazon (1mg/kg/gün)+parenteral antibiyotik başlandı. Grup 4 ratlarda özofagus yanığını takiben prednizolon (2mg/kg/gün) +parenteral antibiyotik başlandı. Ratların tümü 21. günde sakrifiye edilerek abdominal özefagusları histopatolojik inceleme için çıkarıldı. Grup 1 rotlarda submukozal kollojende artış, muskularis mukoza hasarı ve tunika muskularis hasarına rastlanmadı. Grup 2,3 ve 4 ratların, Grup 1 ratlarla karşılaştırılmasında submukozal kollajende artış, muskularis mukoza hasarı ve tunika muskularis hasarı saptandı (p<0,0001, p<0,000l, p<0,0001. Grup 3 rotlar ile grup 2 ratların her üç parametre açısından karşılaştırılmasında grup 3'de lezyonların daha az geliştiği ve istatistiksel olarak anlamlı olduğu saptandı (p < 0,001, p<0,001, p<0,001). Aynı paremetrelerin ışığında Grup 4 ile Grup 2 ratların karşılaştırılmasında muskularis mukoza ve tunika muskularis hasarı açısından anlamlı farklılık saptandı (p < 0,001, p < 0,001). Grup2 ile Grup 4 arasında submukozal kollojende artış yönünden fark bulunmadı (p > 0,05). Sonuç olarak, prednizolon muskularis mukozaya kadar ilerleyen yeni kollajen sentezini azaltabilir ancak darlık oluşumunu azaltıcı etkisi deksametazona göre belirgin değildir.
In this experimental study, we aimed to evaluate the effects of prednisolone and dexamethasone developing of strictures in alkali esophageal burns of rats. Fourty Spraque-Dawley rats weighting between 225 and 250 gram were used. Rats were randomly divided into 4 groups. In Group 1 rats (control), esophageal lumen was washed with normal saline. In Group 2 rats, distal esophagus was burned with 50% NaOH solution and parenteral antibiotics were given. In Group 3 rats, after esophageal burn developing, dexamethasone (1 mg/kg/day) and parenteral antibiotics were given. In Group 4 rats, after esophageal burn developing, prednisolone (2mg/kg/day) and parenteral antibiotics were given. All rats were sacrificed at 21 st days of procedure. All rats were evaluated for submucosal collagen increase damage of muscularis mucosa and tunica muscularis histopathologically. There were nosubmucosal collagen increase, muscularis mucosa and tunica muscularis damage in Group 1. There was significant difference for submucosal collagen increase, muscularis mucosa and tunica muscularis damage when groups 2,3 and 4 was compared to Group I (p<0.0001, p<0.0001, p<0.0001). There was also significant difference for 3 parameter when Group 3 was compared to Group 2(p<0.001,p<0.001,p<0.001).There was significant damages in muscularis mucosa and tunica muscularis when Group 4 was compared to Group 2 (p< 0.001, p < 0.001). No significant difference was found for submucosal collogene developing between when Group 4 was compared to Group 2 (p>0.05). As conclusion, prednisolone may reduce submucosal collagen synthesis, but the preventine effects ofesophageal stricture is less than dexamethasone.

3.
SPONTAN İNCE BARSAK PERFORASYONLARI
SPONTANOUS SMALL BOWEL PERFORATIONS
Ekrem Kaya, Osman Selçuk, Adem Dervişoğlu, Zafer Malazgirt, Necati Özen, Kayhan Özkan
Sayfalar 86 - 90
1995-1999 yılları arasında kliniğimize akut karın nedeni ile başvuran ve spontan ince barsak perforasyonu saptanan olgular; yaş, cins, hastaneye başvuru süresi, etyoloji, mortalite ve morbidite yönünden değerlendirildi. Akut karın nedeni ile başvuran 640 hastanın 14'ü (%2.1) spontan ince barsak perforasyonu idi. Yaş ortalamaları 57 olan olguların 3'ü kadın, 9'u erkekti. Hastaneye başvuru süreleri ortalama 4.9 gün idi. Mortalite oranı %21.4, morbidite oranı %35.7 idi. Başvuru anında hesaplanan APPACHE II skoru yaşayan hastalarda ortalama 6.5, ölen hastalarda ortalama 13.3 tür 8 olguda perforasyonun sebebi bilinmezken 6 olguda sebep karsinom metastazı (1), crohn hastalığı (1), divertikülit (1), amiloidozis (1), bezoar (1) ve radyoterapi (1) olarak belirlendi. Beş olguya ostomi, diğerlerine segmenter rezeksiyon-debridman + anastoınoz tekniği uygulandı. SİP kliniğimizde sık görülmeyen bir tablodur. Bulgular nonspesifik olduğu için tanı çoğunlukla ameliyatta konulmaktadır. Etyoloji genellikle belirsiz olup, uygun olgularda rezeksiyon ve primer anastomoz güvenle uygulanabilmektedir.
Aim: To analyse the cases admitted to our clinic due to spontaneous small bowel perforation. Material and method: Between 1995-1999, the cases admitted to our clinic for acute abdominal pain and diagnosed as spontanous small bowel perforations were analysed retrospectively. The age, sex, admittance time, etiology mortality and morbidity of these patients were evaluated. Results: 640 patient were admitted in this period and 14 of them were spontanous small bowel perforations (2.1%). Nine of them were male and three were female. Mean age of the patients was 57. Mean admittance time to the hospital was 4.9 days. Mortality rate was 21.4% and morbidity rate was 35.7%. The mean APPACHE II score of the patients died on the admission was 13.3 and survived was 6.5. The causes of the perforation were metastatic carcinoma (1), bezoar (1), radiotherapy (1), crohn disease (1) and amiloidosis (1). The etiology was unknown in 8 patients. Temporary ileostomy was performed in five cases and resection + anastomosis was performed in rest of the remaining cases. Discussion and conclusion -Small bowel perforation is an uncommon condition in the clinical practice. The findings of this entity are nonspecific, and the diagnosis is usully made in the operating room. The etiology is mostly unclear. Resection and primary anastomoses can be useful in the suitable cases.

4.
TEMPORAL KEMİK PETROZ BÖLÜM KIRIKLARI
FRACTURES OF THE PETROUS PART OF THE TEMPORAL BONE
Aşkın Görgülü, Sebahattin Çobanoğlu, Kenan Eliuz
Sayfalar 91 - 95
Bu çalışına petroz kemik kırıklarının klinik öneminin ortaya konulması amacı ile yapıldı. Çalışmada kliniğimize kafa travması sonucu başvuran olgulardan petroz kemik kırığı saptanan 47si retrospektif olarak incelendi. Olguların klinik ve radyolojik özellikleri kaydedildi. Kırığa bağlı en sık görülen komplikasyonlar otoraji, işitme azalması, vertigo, fasyal sinir yaralanması ve otoreydi. Petroz kemik kırıkları kemiğin içerdiği yapılar nedeni ile ciddi komplikasyonlara yol açabildiğinden olgulara belirli prensiplerle yaklaşılmalı ve travma sonrası yakından izlenmelidirler.
This study was designed to discuss the clinical importance of petrous bone fractures. 47 of the head injuries with petrous bone fracture were investigated retrospectively. Clinical and radiological characteristics of the cases were recorded. Most common complications due to fractures were otorrhagie, reduction in the sense of hearing, vertigo, facial nerve injury and otorrhea. Petrous bone fractures can cause serious complications because of certain structures lying in the bone. For that reason cases should be systematically approached and closely maintained in the early and late posttraumatic period.

5.
KARIN TRAVMALI OLGULARDA GEREKSİZ LAPARATOMİLERİMİZ
UNNECESSARY LAPARATOMY OF THE PATIENTS WITH ABDOMINAL TRAUMA
Ahmet Rahmi Hatipoğlu, İrfan Coşkun, Kemal Karakaya, Zeki Hoşcoşkun
Sayfalar 96 - 99
Bu yazıda travma cerrahisinde önemli bir problem olan gereksiz laparatomiler (GL) konusundaki literatür bilgileri ışığında kendi tecrübelerimizi irdeledik. Son 9 yıllık dönemde travma nedeniyle ameliyat ettiğimiz190 hastanın 47si (%24.7) GL olarak değerlendirildi. Bu hastalar içinde en büyük grubu 24 hasta (%51.1) ile kesici delici alet yaralanmasına (KDAY) maruz kalanlar oluşturuyordu. Hastalardan 26'sı (%55.3) alkollüydü. Hastalardan 25'inde (%13.2) eksplorasyon dışında bir şey yapılmazken negatif laparatomi (NL), 22 olgu (%11.5) ise non terapötik laparatomi (NTL) olarak değerlendirildi. Gereksiz laparatomi oranı ise (NL+NTL) %24.7 (%13.2 + %11.5) olarak bulundu. Ortalama hastanede kalış süresi 5.2 (3-43) gündür. Morbiditemiz kabul edilebilir düzeyde (%10.6) ve mortalitemiz yoktur. Batın içi yaralanmanın tanısında non invaziv ve invaziv tüm testlerin güvenilirliği kısıtlı olduğundan periton bütünlüğünü bozan penetran yaralanmalar ve ultrasonografi yada diagnostik peritoneal lavaj ile batın içi yaralanma düşünülen tüm olgulara araştırıcı laparatomi uyguladık. Ancak özellikle son iki yıldır bizde de batın içi yaralanma olup olmadığı konusunda karar verilemeyen hastaların klinik muayene, vital bulgular, tam kan sayımı, ultrasonografi ve bilgisayarlı tomografi gibi laboratuar tetkikleri ile takip edilmesi tercih edilmektedir.
In this study, we analysed our experience in unnecessary laparatomy, which is an important problem in trauma surgery with the help of the literature. During the last nine years period, 47 of the 190 patients (24.7%) whom we operated due to trauma were considered as unnecessary laparatomy. Stab wounds consists of the biggest group with 24 patients (51.1%). Majority of the patients (55%) were drunk. We applied laparatomy to all of the patients in which peritoneal entirety were deteriorated and/or USG or DPL give rise to thought intro abdominal haemorrhage or visceral impairment; because non-invasive and invasive tests are not reliable exactly yet. We carried out only an exploration of the abdomen for 25 of the patients (13.2%) which consists of the negative laparatomy group. There was an only small superficial, non-bleeding lesion of the liver or spleen, laceration of the amentum, which requires no further surgical treatment in the remaining 22 patients (%11.5) which consists of the non-therapeutic laparatomy group. Both of these groups forms the unnecessary laparatomy group. The morbidity rate is acceptable (10.6%) and we don't have mortality.

6.
TORAKS TRAVMASI: 532 OLGUNUN ANALİZİ
THORACIC TRAUMA: ANALYSIS OF 532 PATIENTS
Ayten Kayı Cangır, Aydın Nadir, Murat Akal, Hakan Kutlay, Nezih Özdemir, Adem Güngör, Şevket Kavukçu, Hadi Akay, İlker Ökten, Şinasi Yavuzer
Sayfalar 100 - 105
Trafik kazaları, 40 yaş altı erişkinlerde kaza sonucunda meydana gelen ölümlerin başlıca nedenlerindendir. Bu ölümlerin azaltılabilmesi çok basit önlemlerle olasıdır. Yöntem: A.Ü.T.F. Göğüs Cerrahisi A.B.D'nda Ocak 1988 ve Şubat 1998 arasında künt ve penetran göğüs travmalı 532 hasta değerlendirildi. Hastaların 4087 erkek 124'ü kadındı. Künt travmalı 448 hastanın 128'inde kosta fraktürü, 93'ünde kosta fraktürü ve pnömotoraks, 32'inde kosta fraktürü ve hemotoraks, 94'ünde kosta fraktürü ve hemopnömotoraks, 44'ünde yelken göğüs, 48'inde sternum fraktürü, sekizinde diafragma rüptürü ve bir hastada da özofagus rüptürü vardı. Penetran travmalı 84 hastanın 18'inde pnömotoraks, 12'sinde hemotoraks, 29'unda hemopnömotoraks, üçünde diafragma rüptürü, yedisinde büyük damar yaralanması, bir hastada sol atrium ve yine bir hastada özofagus-trakea ve larinks yaralanması söz konusuyken 13 hasta asemptomatikti. Sonuçlar: Tedavi sonuçları kosta fraktürü, kosta fraktürü ile pnömotoraks ve hemotoraks olan hastalarda başarılıydı. Bu grupta morbidite ve mortalite gözlenmedi. Hemopnömotoraksı olan 123 hastanın, 18'i gözlemde tutuldu, 91'ine göğüs tüpü konuldu (Göğüs tüpü konulmasının ardından 26 hasta ameliyata alındı), sekiz hasta ise doğrudan operasyona alındı. Bu grupta mortalite oranı %5.69 (7/123)'du. Yelken göğüslü hastaların 41'inde mekanik ventilasyon gerekti ve 11 hasta SIRS, karaciğer ve böbrek yetmezliğinden kaybedildi. Sternum fraktürlü olguların yalnızca dokuzuna cerrahi fiksasyon gerekti. Tüm diafragma yaralanmaları primer onarıldı. Toraks travmalarında, doğru tanı ve uygun cerrahi yaklaşım bu tür yaralanmalarda morbidite ve mortalitenin azaltılmasının temelini oluşturur.
Traffic vehicle accidents are the main causes of accidental death under the age of40. Simple prevention can reduce these deaths. Method: We have reviewed 532 patients with blunt and penetrating chest trauma between January 1988 and February 1998. There were 408 males and 124 females. There were rib fractures in 128 patients, rib fractures with pneumothorax in 93 patients and rib fractures with hemothorax in 32 patient, rib fractures with hemopneumothorax in 94 patients, flail chest in 44 patients, sternal fractures in 48 patients, diaphragmatic ruptures in 8 patients and one esophageal rupture in 448 patients with blunt chest injuries. Penetrating injuries were present in 84 patients: 18 pneumothoraces, 12 hemothoraces, 29 hemopneumothoraces, 3 diaphragmatic ruptures, 7 major vessels injuries, one left atrium injury, one esophagus-trachea-larynx injury; 13 patients were asymptomatic. Result: The results of the treatment were generally good in rib fractures, rib fractures with pneumothorax and hemothorax. No morbidity and mortality were observed in these groups. In 123 patients with hemopneumothorax, 18 patients were hospitalized and tube thoracostomy was performed in 97patients (26patients underwent immediate thoracotomy after chest tube insertion), emergency thoracotomy was performed in 8 patients. In this group mortality rate was 5.69 % (7/123). In flail chest group, 41 patients needed mechanical ventilation support and 11 patients died were due to SIRS, hepatic and renal failure. Surgical fixation for sternal fractures was carried out in 9 patients. All diaphragmatic injuries were performed primary repair. In thoracic trauma, correct diagnostic and appropriate therapeutic approach, remain the cornerstone of treatment to minimize the morbidity and mortality of such injuries.

7.
UZUN SÜRELİ TATİLLERDE ACİL SERVİS HİZMETLERİ
EMERGENCY DEPARTMENT SERVICES DURING LONG-TERM HOLIDAYS
Cuma Yıldırım, Erdoğan M Sözüer, Yusuf Yürümez, İbrahim İkizceli
Sayfalar 106 - 109
Uzun süreli tatillerde bir çok kamu hizmeti aksamakta ve kesintisiz hizmet veren kurumlar ihtiyaca cevap veremez duruma gelmektedir. Tatillerden en çok etkilenen kurumlardan birisi de hastanelerdir. Sosyal hareketliliğin olduğu her yerde ve her durumda mutlaka hasta sayısı da artacaktır. Ülkemizde en büyük sosyal hareketlilik bayram tatillerinde olmaktadır. Bu çalışmada amaç, uzun süreli resmi tatillerde olan sağlık problemini gündeme getirmek, bu dönem içinde acil servislerde yaşanan problemleri tartışmak ve çözüm yollarını aramaktır. 1999 yılı içinde Ramazan ve Kurban bayramlarında hafta sonları da birleştirilerek dokuzar gün tatil yapıldı. Bu çalışmada beriki tatil dönemindeki 18 günlük sürede Tıp Fakültesi Hastanesi acil servisine başvuran hastalar incelendi. Sonuçlar aynı dönemin bir ay öncesi ile karşılaştırıldı.Her iki tatil süresinde acil servise toplam 2036 hasta başvurmuştur. Aynı dönemin 1 ay öncesi ile karşılaştırıldığında toplam hasta sayısında % 32 artış olmuştur. Bu hastalardan 610'u(%29) travma hastasıdır. 310 hasta (%15) herhangi bir servise yatırılmıştır. 28 hasta (%1.3) çeşitli nedenlerden dolayı kaybedilmiştir. Hastalar tanılarına göre incelendiğinde tatil döneminde toplam hasta sayısının % 75'i travma dışı hastalardır. Travma hastaları incelendiğinde tatil döneminde trafik kazası hastalarında % 15 artma olmuştur. Bu dönemde iş kazaları ise % 5 azalmıştır. Tatil döneminde servislere yatırılan hasta sayılarında belirgin bir artış tespit edilmemiştir. Sonuç olarak resmi tatil sürelerinin uzaması hastalar ve acil servislerin işleyişi açısından dezavantajdır. Tatil dönemlerinde acil servise başvuran hasta sayısı artmaktadır. Artan talebe cevap verebilmek için ek tedbirler alınmalıdır. Özellikle trafik kazalarının azaltılması için gerekli çalışmalar yapılmalıdır.
Long-term holidays often hinder public services and non-stop continuous service institutions can not respond to the requirements. Hospitals are the most affected institutions during such holidays. Increase in the patient counts should also be expected where and when social activities frequently arise. The most augmented rise in social activities in our country are during the Bairam holidays. This study aims to deal with health problems during official long-term holidays, discuss those problems which take place in the emergency department and offer solutions. The Ramadan and Eiyd Bairam holidays in the year 1999, were officially combined with the weekends and both prolonged to nine days. In this study, those patients who were admitted to the Emergency Department Medical School, during the 18 days period through the previous month the both holidays were investigated. The result were compared with a similar period. 2036 patients were admitted to the emergency department during both holidays. When compared with one month ago, total patient count was increased by 32%. 610 (29%) of the patients were trauma patient. Trauma patients were increased by 59%. 310 patients (15%) were hospitalized. 28 patients (1.3%) were lost due to various reasons. 75% of the patients were non-trauma patients. Investigating the traumatized patients, road accidents are increased by 15% during the holidays, where industrial accidents were decreased by 5%. The number of hospitalized patients is not increased during the holidays. To conclude, prolonged the holidays are deleterious for both the patients and the emergency services. The number of patients applying to the emergency department is increased during the holidays. Additional measures must be undertaken to supply the increased demand. Necessary work-ups should also be held especially to avoid road traffic accidents.

8.
U.Ü.TIP FAKÜLTESİ İLK VE ACİL YARDIM SERVİSİNE BAŞVURAN VERTEBRA VE / VEYA SPİNAL TRAVMALI HASTALARIN EPİDEMİYOLOJİK VE PROGNOSTİK İNCELENMESİ
WITH VERTEBRAL AND / OR SPINAL INJURIES WHO WERE ADMITTED TO FIRST AID AND EMERGENCY ROOM AT MEDICAL SCHOOL OF ULUDAĞ UNIVERSITY
Erol Armağan, Gültekin Al, Murat Erdem, Halil Özgüç, Rifat Tokyay
Sayfalar 110 - 113
Vertebra ve spinal kord yaralanması, nadir görülmeyen ve sonrasında ortaya çıkan nörolojik problemler nedeniyle oldukça ciddi kayıplara neden olan bir travma türüdür. Bu nedenle vertebra travmasının epidemiyolojik ve prognostik yüzünü inceleyen retrospektif bir çalışma yaptık. U.Ü.T. F İlk ve Acil Yardım Servisine Ağustos 1996-Mayıs 1999 yılları arasında başvuran 1632 travma olgusu içinde 46 (%2.8) olguda vertebra ve/veya spinal travmaya rastlandı. Hastaların 23 tanesinde nörolojik defisit saptanırken, diğer 23 hastada nörolojik muayene normaldi. Nörolojik muayenesinde patoloji saptanan ve interne edilen 19 hastanın, 4'üne (%21) konservatif tedavi uygulanırken, 15 hasta (%79) cerrahi yöntemlerle tedavi edildi. Cerrahi tedavi sonrasında hiçbir hastada ek nörolojik defisit ve komplikasyon gelişmedi. Hastaların önemli bir kısmında kısmi düzelme saptanırken az sayıdaki olguda tam düzelme görüldü.
Vertebral and spinal cord injuries are not uncommon and can result in neurological deficits that beger significant losses, Looking from this vantage point, conducting a retrospective study, we evaluated the epidemiological and prognostic features of vertebral traumas. Between August 1996-May 1999, of 1632 cases presented following a traumatic incident, in 46 (2.8%) a vertebral and/or spinal trauma was found. In 23 patients neurological deficits were detected, whereas in the ocher23 patients neurological examination was pormal. Of 19 patients found to have neurological, pathologies and referned for further management, 4 (%21) received conservative therapy, whereas 15 (79%) patients underwent surgical procedures. Non of the patients developed additional neurological complications following surgery. A significant proportion of the patients had partial recover/,where as a few recovered completely.

9.
TRAVMATİK DİZ ALTI AMPUTASYONLARDA PRİMER VE GEÇ PRİMER KAPATMA SONUÇLARI
TRAUMATIC BELOW KNEE AMPUTATION IN WAR SURGERY: THE RESULTS OF PRIMARY CLOSURE AND DELAYED PRIMARY CLOSURE
Mahmut Kömürcü, Ali Şehirlioğlu, A Sabri Ateşalp, Ethem Gür
Sayfalar 114 - 117
509 olgunun; 519 diz altı amputasyonu bu çalışmada değerlendirildi. 482 olgu kara mayınları nedeniyle yaralanmıştı. 6 saatten daha kısa sürede olay yerinden bölge cerrahi hastanelerine getirilen 421 amputasyon güdüğü, radikal debridmanı takiben primer olarak kapatıldı (Grup 1). Yeterli debridman yapıldığına karar verilemeyen ya da 6 saatten sonra getirilen 98 amputasyon güdüğüne ise açık aınputasyon uygulandı(Grup II). Ortalama 3-6gün sonra bütün olgular GATA Ortopedi ve Travmatoloji A.D'na nakledildiler. Grup IIde 14 olgu(%2.9) güdük ucundaki enfeksiyon nedeniyle tekrar opere edildi. Grup II de hiçbir olguda güdük ucu enfeksiyonuna rastlanılmadı. Grup II' de güdüklerin %86.7 si, Grup II'de güdüklerin %79.6'sı problemsiz iyileşti. Gazlı gangren ve tetanus hiçbir olguda görülmedi.
The results of 519 below knee amputations of 509 war wounded cases were reviewed. 482 cases were wounded by land mine. If the delay in evacuation between the injury and arrival to the battlefield hospital was less than 6 hours, 421 amputation stumps (Group I) contrary to classical fashion were closed primarily after meticulous debridement. Open amputation was performed after debridement in the remaining 98 amputation stump (Group II) After an average of 3.6 days, all the cases were evacuated back to our center where the primary delayed closure was done to Group II. 14 patients in Group I (2.9%) were reoperated because of wound sepsis of the stump. Wound sepsis was not encountered in Group 11.86.7% of stumps in Group I and 79.6% of stumps in Group 11 had healed without a problem. No gas gangrene or tetanus was encountered in any cases.

10.
PATELLA KIRIKLARINDA CERRAHİ TEDAVİ SONUÇLARIMIZ
RESULTS OF SURGICAL TREATMENT IN PATELLAR FRACTURES
Tekin Tuluay, Zafer Orhan, Mehmet Demirkaya, Nüzhet Yazıcı
Sayfalar 118 - 123
Sağlık Bakanlığı Taksim Hastanesi, Ortopedi ve Travmatoloji Kliniğine Ocak 1993- Mart 1998 tarihleri arasında başvuran ve cerrahi tedavi uygulanan 25 hastanın 27 patellasında yapılan fonksiyonel ve radyolojik değerlendirmede 5 hasta mükemmel (%18.5), 7 hasta iyi (%26), 10 hasta orta (%37) ve 5 hasta kötü (% 18.5) olarak değerlendirilmiştir. Gergi bandı uygulanan 15 hastadan 2 hasta mükemmel (% 13.33),4 hasta iyi (%26.6), 7 hasta orta (%47), 2 hasta kötü sonuç (13.3) olarak değerlendirilmiştir. Magnuson tekniği uygulanan 2 hastanın sonuçları iyi, bir hastanın sonucu orta,bir hastanın sonucu kötü olarak değerlendirilmiştir. Modifiye gergi bandı uygulanan 7 hastadan üçü mükemmel (% 43), bir hasta (14.2) iyi, bir hasta orta (%14.2) ve 2 hasta da kötü (%28.4) olarak değerlendirilmiştir. Hiçbir hastada kaynama gecikmesi veya kaynamama meydana gelmedi.Sonuç olarak çok parçalı kırıklarda uygulanabilirliği, rijit fiksasyon sağlaması ve erken harekete izin vermesi, vida veya ilave tekniklerle kombine edilebilmesi gibi özellikleri nedeniyle modifiye AO germe bandı tekniği patella kırıklarının cerrahi tedavisinde öncelikli olarak düşünülebilir.
A total of 25 patients underwent 27 operations due to patellar fracture of the Department of Orthopaedic and Traumatology, Taksim State Hospital between January 1993andMarch 1998. The results were evaluated based on radiological and functional criteria. According to Böstman criteria, consequently.5 patients were classified as "excellent", 7 patients as "good", 10 patients as "moderate", 5 patients as poor. On the other hand, among the 15 patients who had "tension band" as the treatment alternative, 2 patients were graded as "excellent", 4 patients were "good", 7patients "moderate", 2 patients "poor". Four patients underwent surgery using Magnuson Tecnique.Among them 2 showed good, 1 showed moderate and the other one showed poor result. 7 patients had modified tension band. Three patients had "excellent", one patients had good, one patient had moderate and 2 patients had poor results, respectively. There was no delayed union or nonunion in any case. In conclusion, considering the applicability in multiple fractures and combinations with other technique such as screw application technique, modified tension band should be considered as a primary treatment approach. It also provide rigid fixation and early mobilization of the patient.

11.
KLAVİKULA KIRIKLARININ İNTRAMEDULLER KIRSCHNER TELİYLE CERRAHİ TEDAVİSİ
SURGICAL TREATMENT WITH INTRAMEDULLARY KIRSCHNER WIRE OF THE CLAVICLE FRACTURES
Davut Keskin, Naci Ezirmik, Orhan Karsan, Selahattin Demircioğlu
Sayfalar 124 - 128
Klavikula üst ekstremite fonksiyonlarında önemli bir role sahiptir. Bu nedenle klavikula kırıklarının tedavisine gerekli önem verilmelidir. Bu kırıklar çoğunlukla konservatif yöntemlerle tedavi edilmesine rağmen cerrahi gerektiren kırıklar da az değildir. 1990-1998 yılları arasında, Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi Ortopedi ve Travmatoloji Anabilim Dalına başvuran 500 klavikula kırıklı olgunun, yaşları 15-60 (ortalama 28.9) yıl olan 52'si açık redaksiyon ve intrameduller Kirschner teli tesbiti ile tedavi edilmiştir. Kırık 37 olguda (%71.2) orta, 12 olguda (%23.1) lateral ve 3 olguda (%5.8) medial bölgede yerleşimliydi. Ameliyat sonrası dönemde 5 olguda (%9.6) oral antibiyotik tedavisi ile iyileşen tel dibi enfeksiyonu görüldü. 5-12 (ortalama 7.4) ay takip edilen olguların hepsinde 2-5 (ortalama 2.5) ayda kaynama oluştu. Bu çalışmanın sonucunda intrameduller Kirschner teli ile tesbitin cerrahi gerektiren klavikula kırıklarında uygun ve yeterli bir tedavi yöntemi olduğuna karar verildi.
Because the clavicle has a important role on the functions of upper extremity, the treatment of its fractures should be given importance. The fractures required surgical treatment aren't rare although these fractures are treated usually with conservative methods. Between 1990-1998 years, in The Department Of Orthopaedics and Traumatology Of Atatürk University Medical School, fifty-two of 500 patients with a fracture of the clavicle, whose ages ranged from 15 to 60 years (average age, 28.9 years), were treated with open reduction and the fixation of intramedullary Kirschner wires. Of these fractures, 37 (71.2 %) were in the middle third, 12 (23.1%) the lateral and 3 (5.8 %) the medial. In 5 (9.6 %) cases, there were pin track infections which were recovered with the oral antibiotic treatment. In all of the cases who were f allow ed-up 5-12 (average 7.4) months, fracture healing became in 2-5 (average 2.5) months. It was concluded that the fixation of intramedullary Kirschner wires was the suitable and sufficient treatment on the clavicle fractures required the surgical treatment.

12.
ASETABULUM KIRIKLARINDA ERKEN DÖNEM SONUÇLARIMIZ
FRACTURES OF THE ACETABULUM EARLY RESULTS OF TREATMENT
Metin Çakırkaya, İlhan Gever, Ercan Çetinus, Hakan Hüner, Nejat Demiryontar
Sayfalar 129 - 133
Günümüzde yüksek enerjili travmaların sık olarak ortaya çıkması sonucu oluşan kırık tiplerinden biri olan asetabulum kırıklarında tedavinin amacı femur başı ve asetabulum arasındaki eklem uyumunu sağlamaktır. Bu amaç doğrultusunda S.B.Haseki Hastanesi Ortopedi ve Travmatoloji Kliniği'nde 1992-1998yılları arasında asetabulum kırığı tanısı ile 56 olgunun tedavisi yapıldı. Bu olgulardan son kontrolleri yapılabilen 20 olgunun klinik sonuçları Merle d'Aubigne, radyolojik sonuçları ise Thomson- Epstein'e göre değerlendirildi. Ortalama 43.6 ay takibi yapılan konservatif olarak tedavi edilmiş 10 olguda çok iyi ve iyi sonuçların oranı % 50, ortalama 34.5 ay takibi yapılan cerrahi olarak tedavi edilmiş 10 olguda ise çok iyi ve iyi sonuçların oranı % 60 olarak bulundu. Deneyimli ellerde anatomik redaksiyon ve stabilizasyonun sağlanmasıyla, cerrahi tedavi sonuçlarının daha iyiye doğru gideceği sonucuna varıldı.
One type of the fractures, due to the frequent occurrence of high energy traumas nowadays, is the fracture of acetabulum. The goal of the treatment in fractures of acetabulum is to provide the convenience of the articular surfaces between acetabulum and the femoral head. We treated 56 patients with acetabulum fractures in Haseki State Hospital between 1992-1998. 20 of this patients have been controlled clinically according to Merle d'Aubigne and radiologically according to Thomson Epstein. 10 of this cases, that treated conservativelly, after mean follow up 43,6 months, have good or excellent results 50%. 10 patients have been operated and after mean 34,5 months follow up 60 % have good or excellent results. As a result of increasing ratio of anatomical reduction and stabilization, we believe that, in experienced hands surgical conditions will be improved.

13.
TORAKOTOMİ SIRASINDA OLUŞAN İATROJENİK KOT FRAKTÜRLERİ
IATROGENIC FRACTURE OF THE RIBS DURING THORACOTOMY
Ufuk Çağırıcı, Mustafa Çıkırıkçıoğlu, Hakan Posacıoğlu, Yüksel Atay, Tahir Yağdı, Önol Bilkay
Sayfalar 134 - 137
Torakotomi sırasında oluşabilen kot fraktürleri, akciğer rezeksiyonu uygulanan hastalarda çoğu kez postoperative morbiditeyi artırmaktadır. Bu çalışma, farklı iki torakotomi sırasında gelişen iatrojenik kot fraktürü insidansını araştırmak için planlandı. Yaşları 51-69 arasında değişen 67 hasta iki gruba ayrıldı. 46 Hastada (Grup 1) standart posterolateral torakotomi (PLT) uygulanırken, 21 olgu (Grup II) kas-kesimsiz vertikal torakotomi (VT) insizyonu ile açıldı. Her iki grupta, lobektomi yada "wedge"rezeksiyon yapıldı. Grupta yer alan yedi (%15.2) ve II.Gruptaki beş (%23.8) hastada kot fraktürü gelişti. VT grubunda fraktür insidansı anlamlı derecede yüksek bulundu (p<0.05). Literatürde son zamanlarda sıkça önerilen kas-kesimsiz torakotomi sırasında, kot fraktürü oluşumunu önlemek için büyük özen gösterilmesi gerekir.
Inadvertent rib fracture, which may occur during thoracotomy, is often associated with an increased postoperative morbidity after pulmonary resections. This trial was planned to evaluate the occurrence of the iatrogenic rib fracture in two different types of thoracotomies. 67 patients, ranging in age 51-69, were divided into two groups. Standard posterolateral thoracotomy (PIT) was performed in 46 patients (Group I), whereas a muscle-sparing vertical thoracotomy (VT) incision was used in 21 patients (Group II). Lobectomy or a wedge resection was performed in both groups. Iatrogenic rib fracture was noted in seven patients (% 15.2) and in five patients (%28.3) in Group I and II, respectively. The incidence of fracture was significantly high (p < 0.05) in VT group. During muscle-sparing thoracotomy techniques, which are suggested more frequently in recent literature, great care should be taken to avoid this complication.

14.
YANIK ÜNİTESİNİN HASTANE ENFEKSİYONLARI (İKİ YILLIK ÇALIŞMA)
NOSOCOMIAL INFECTIONS OF THE BURN UNIT (A STUDY FOR TWO YEARS)
Mustafa Aldemir, M Faruk Geyik, Gülşen Yılmaz, Hasan Uçmak, İbrahim Taçyıldız, Salih Hoşoğlu
Sayfalar 138 - 141
Hastanemiz "Enfeksiyon Kontrol Komitesi" tarafından, 1997-1998 yıllarında hastanemiz Yanık Ünitesine yatırılan 263 hastada, nozokomiyal infeksiyon (NKİ)' ların sıklığını, türlerini, infeksiyon etkenlerini ortaya koymak için, prospektif aktif sürveyans çalışması gerçekleştirildi. İki yıllık sürede 69 hastada 91 NKİ görüldü ve NKİ hızı %34.6 olarak saptandı. NKİ gelişen hastalarda en sık (yanıkların %46.4) termal yanık vardı. En sık NKİ türü, yanık yarası enfeksiyonu idi ve 1997 de NKİ' ların %65.5(n=38)' ni ve 1998'de %54.5(n = 18)' ni oluşturmaktaydı. Yanık Tedavi Ünitesinde en sık izole edilen etkenler Pseudomonas spp (%58) ve Eschericha spp (%22) idi. Yanık merkezleri için etkili enfeksiyon kontrol programları; hastaların mikrobiyal kolonizasyon surveyansı, çevre hijyenini takip işlemleri, gerektiği zaman yanık yarasının mikrobiyal durumunun biyopsi ile değerlendirilmesi, enfeksiyon sebebi ve insidansının izlenmesi, klinik veri ve kültürlerin belli zamanlarda enfeksiyon kontrol komitesi tarafından gözden geçirilmesini içermektedir.
In order to find out the incidence, types, agents of nosocomial infections, this research which a prospective active surveillance was performed in 263 patients hospitalised at the burn unit departments of our hospital between 1997 and 1998 by "Infection Control Committee". It was determined that 91 nosocomial infections was in 69 patients in the course of last two years, the incidence ofnosocomial infection was 34.6%. Thermal burn was determined at most in patients (46.4 %) exposed to nosocomial infections. The most common nosocomial infection site was burn wound infection (65.5% (n=38) in 1997 and 54.5% (n=18) in 1998). The most frequently isolated micro-organisms were Pseudomonas spp (58%) and Eschericha spp (22%) in the Burn Unit. Effective infection control programs for burn centers should include scheduled microbial surveillance of colonisation of patients, environmental hygiene monitoring procedures, biopsy assessment of the microbial status of the burn wound as necessary, monitoring of the incidence and causes of infection, and timely review of culture and clinical data by an infection control commitee.

15.
TRAVMATİK AORT RÜPTÜRÜ: TANI VE TEDAVİ YÖNTEMLERİ
TRAUMATIC AORTIC RUPTURE: DIAGNOSIS AND MANAGEMENT
Tahir Yağdı, Hakan Posacıoğlu, Yüksel Atay, Mustafa Çıkırıkçıoğlu, Mehmet Boğa, Ufuk Çağırıcı, Münevver Yüksel, Ahmet Hamulu, Önol Bilkay, Suat Buket
Sayfalar 142 - 149
Travmatik aort rüptürleri nadir tanınan, tanı ve tedavi aşamasında kardiyotorasik cerrahlara çeşitli güçlükler çıkaran lezyonlardır. Bu klinik antitenin tartışmalı yönlerini klinik deneyimlerimiz ve aort tamirinde kullandığımız değişik bypass teknikleri açısından irdeledik. Kliniğimizde 1996 ile 1999 yılları arasında 6 hasta travmatik aort rüptürü tanısıyla tedavi edilmiştir. Dört hastada kronik rüptür mevcut iken 2 hasta akut dönemde kliniğimize başvurmuştur. Hastaların tümünde hastaneye geldiklerinde çekilen göğüs grafilerinde patolojik bulgular saptanmıştır. Tüm hastalarda desendan aortaya greft interpozisyonu uygulanmıştır. Dört hastada tamir total derin hipotermik sirkulatuvar arrest altında uygulanmıştır. Bir hastada aort tamiri kross-klemp altında yapılırken, bir diğer hastada ise parsiyel sol atrio-femoral bypass altında tamir gerçekleştirilmiştir. Operatif veya postoperatif mortalite olmamıştır. Hiçbir hastada parapleji/paraparezi gözlenmemiştir. Hastalar 5. ve 13. postoperatif günler arasında taburcu edilmiştir (ortalama 10.7 3.6 gün). Postoperatif takip dönemi 2 ay ile 42 ay arasında olup hastaların tümü hayattadır. Kontrol göğüs grafîlerinde veya bilgisayarlı tomografi tetkiklerinde bir patoloji yada rekürrent anevrizma tespit edilmemiştir. Travmatik aort rüptürlerinin cerrahi tedavisinde atrio-femoral bypass veya total hipotermik sirkulatuvar arrest gibi tekniklerin uygulanmasının başlıca anevrizmanın lokalizasyonuna ve büyüklüğüne bağlı olduğunu söyleyebiliriz. Bu nedenle hastanın klinik durumuna göre operatif tedavi tekniğinin belirlenmesi gerekmektedir.
Traumatic aortic rupture is a relatively uncommon lesion that presents the cardiothoracic surgeon with unique challenges in diagnosis and management. To address controversial aspect of this disease, we reviewed our experience to evaluate outcome and to outline critical technical aspects of bypass management and aortic repair. Six patients with traumatic thoracic aortic rupture were managed between 1996-1999. Four patients had chronic, the other two had acute traumatic thoracic aortic rupture. In all patients chest X-ray findings were abnormal. In all patients graft interposition was performed. In four patients repair were performed under total hypothermic circulatory arrest. In one patient repair was performed with simple aortic cross-clamping and in the remaining patient repair was performed with partial left atrio-femoral bypass. There was no perioperative or postoperative mortality. Paraplegy orparaparesia was not seen. Patients were dischargedfrom hospital between postoperative day Sand 13 (mean 10.7 3.6days). All patients are still alive at follow-up periods between 2 months to 42 months. Serial chest X-rays and computed tomographies showed no evidence of any pathology or recurrent aneurysm in any patient. Management options for surgical technique and bypass including left atrio-femoral or venoarterial bypass with total hypothermic circulatory arrest are mainly dependent location and extension of aneurysm and patient physical condition. Therefore, the decision should be tailored to the specific clinical situation.

16.
DAMAR YARALANMASININ EŞLİK ETTİĞİ ORTOPEDİK TRAVMALARDA CERRAHİ YAKLAŞIM
SURGICAL APPROACH IN COMBINED VASCULAR AND ORTHOPEDIC INJURIES
Erdoğan İbrişim, Ahmet Öcal, Turhan Yavuz, Ali Kutsal
Sayfalar 150 - 154
Mayıs 1992 ile Ağustos 1999 süresini kapsayan bu geriye dönük çalışmada, 41 ortopedik ve damar yaralanmasının birlikte olduğu olgularda, cerrahi yaklaşım irdelenmiştir. Bu stratejide en önemli basamak ekstremitenin yaralanma sonucunda kaybedilme tehlikesinin, en kısa zamanda algılanmasıdır. Yirmidört olgu da alt ekstremitede, 17 olguda üst ekstremitede yaralanma vardı Olguların 37si künt travma, 14 penetran travmaya maruz kalmışlardı. Bir olgu kaybedildi. Tüm olgulara doppler tetkiki yapılmıştır. Altı olguda geç dönemde ampütasyon uygulanmıştır, amputasyon oram %14.6' dir. Ampute olan olgularda ileri derecede yumuşak doku hasarı olan ve 4 saatin üzerinde hastaneye gelen olgulardı. Otojen greft kullanılan olgularda dolaşım problemi gözlenmemiştir. Suni greftlerin 3 ünde greft yetmezliği gözlenmiştir. Damar girişimi kemik stabilizasyonu öncesinde yapılmıştır. Beş olguya anjiografîk tetkik yapılmıştır. Bu olgular ileri derecede parçalı kırık olan ve damar yaralanma veya ekstremitenin ezilmesine bağlı intima hasarının ileri boyutlarda olacağı düşünülerek uygulanmıştır. Bu tip yaralanmalar multidisipliner yaklaşım gerektirmekte, hızlı damar girişimi, kemik stabilizasyonu, gereken olgularda zaman geçirmeden fasiotomi, yapılabilirse sinir tamiri ve canlı olan yumuşak dokunun korunarak, mümkün olduğu kadar yaranın açık bırakılmamaya çalışılması gerekmektedir.
This is a study of 41 patients with combined orthopedic and vascular injuries that have been operated between May 1992 and August 1999. The most important step is recognization of limb threat. 24 patients had lower and 17 had upper extremity injuries. One case had died. Six delayed amputations were performed. The amputations ratio is 14.6% in this group. The amputation is due to extreme injuries and late intervention. No complication was observed in autogenous greft. We observed graft failure in three patients who were used synthetic graft. We performed vascular approach before stabilization of the bone. We used anjiography in five patients who had extreme crush injuries. We conclude that improved outcome requires a coordinated multidisciplinary approach, expeditious limp revascularization, rapid bone stabilization, if necessary fasciotomy should be done ontime. It is better to close the wound primarily or with a transposing flep.