p-ISSN: 1306-696x | e-ISSN: 1307-7945
Cilt : 23 Sayı : 6 Yıl : 2024

Hızlı Arama




SCImago Journal & Country Rank
Ulusal Travma ve Acil Cerrahi Dergisi - Ulus Travma Acil Cerrahi Derg: 23 (6)
Cilt: 23  Sayı: 6 - Kasım 2017
DENEYSEL ÇALIŞMA
1.
Application of pulsed arterial resuscitation in a rabbit model of hemorrhagic shock
Wendong Sun, Zhihui Shao, Haisong Xu, Wusi Qiu, Jiahua Sun
PMID: 29115659  doi: 10.5505/tjtes.2017.99567  Sayfalar 445 - 451
BACKGROUND: Hemorrhagic shock is characterized by tissue hypoperfusion caused by a sharp reduction in the effective circulating volume of blood. The key to successful resuscitation lies in eliminating the shock as soon as possible while simultaneously restoring blood perfusion to vital organs. We present the applicability of pulsed arterial blood reinfusion for resuscitation of hemorrhagic shock.
METHODS: Sixty rabbits were randomly assigned to resuscitation and control groups. A rabbit hemorrhagic shock model was developed by bloodletting from the carotid artery. The dynamic changes in blood pressure, urine output, blood lactate, and other indicators were measured.
RESULTS: Compared with the control group, the mean arterial pressure (MAP), pulse pressure, and urine output were significantly higher in the resuscitation group at 60 min (MAP: 83.67±3.90 vs. 38.19±3.50 mmHg, p<0.001; pulse difference: 16.46±2.21 vs. 10.27±2.99 mmHg, p<0.001; urine output: 3.68±0.74 vs. 0.10±0.05 mL·kg−1·min−1, p<0.001), whereas the serum lactate level was significantly lower (3.82±0.50 vs. 6.49±0.61 mmol/L, p<0.001). In addition, the resuscitation group had a significantly higher lactate clearance rate (30 min: 0.26%±0.11% vs. 0.25%±0.14%, p<0.001; 60 min: 0.30%±0.09% vs. 0.67%±0.26%, p<0.001) than the control group.
CONCLUSION: Pulsed arterial resuscitation might be useful for emergency treatment of hemorrhagic shock.

2.
Deneysel omurilik yaralanmasında genel kaspaz inhibitörü Q-VD-OPh ve NMDH reseptör antagonisti riluzole’ün izole ve birlikte kullanımı
Combined and individual use of pancaspase inhibitor Q-VD-OPh and NMDA receptor antagonist riluzole in experimental spinal cord injury
Halil Can, Aydın Aydoseli, Cengiz Gömleksiz, Burcu Göker, Muhittin Emre Altunrende, Müge Dolgun, Altay Sencer
PMID: 29115658  doi: 10.5505/tjtes.2017.09694  Sayfalar 452 - 458
AMAÇ: Travma sonrası omurilik yaralanmalarında “ikincil hasar” olarak tanımlanan süreçte N-metil-D-aspartik asit reseptör antagonisti riluzole ve apoptozisin temel efektörü olan kaspazların genel inhibitörü Q-VD-OPh’nın ayrı ayrı ve birlikte kullanımlarının ikincil hasar gelişimi üzerine olan etkilerinin incelemesi amaçlandı.
GEREÇ VE YÖNTEM: Bu çalışmada Sprague-Dawley türünden sağlıklı 45 adet erkek sıçan kullanıldı. Omurilik travması dorsal 7, 8, 9 laminektomi sonrası klip kompresyon yöntemi kullanılarak gerçekleştirildi. İlaçlar travmadan hemen sonra başlamak üzere beş gün boyunca intraperitoneal olarak uygulandı. Travma sonrası denekler Tarlov skalası ve eğik düzlem testi ile değerlendirildi. Beş gün sonra alınan omurilik örnekler hemotoksilen - eozin ve TUNEL boyama yöntemi kullanılarak histolojik incelemesi yapıldı.
BULGULAR: Histolojik inceleme sonrası enflamatuvar yanıt, nekroz ve apoptoz riluzole ve kombine ilaç kullanılan grupta diğer gruplara göre istatiksel olarak anlamlı iyi sonuçlar elde edildi. Deneklerin klinik motor fonksiyon değerlendirilmesinde Q-VD-OPh kullanılan grupta diğer gruplara göre istatistiksel olarak anlamlı iyi sonuçlar elde edildi.
TARTIŞMA: Q-VD-OPh ve riluzole-Q-VD-OPh kombinasyonun travmada ikincil hasarın sınırlandırılmasında istatistiksel olarak iyi klinik ve histolojik sonuçlar elde edildi. Spinal travma sonrası ikincil hasarın etkisinin ortadan kaldırılması veya sınırlanması için laboratuvar çalışmaları daha kapsamlı yapılmalıdır.
BACKGROUND: We investigated the effects of an N-methyl-D-aspartate receptor antagonist, riluzole, and a pancaspase inhibitor and basic apoptosis mediator, Q-VD-OPh, in combination or alone in posttraumatic spinal cord injury.
METHODS: In our study, 45 healthy male Sprague Dawley rats were used. Spinal trauma was induced by the clip compression technique via thoracal 7, 8, 9 laminectomies. After inducing the trauma, the drug was continuously administered intraperitoneally for 5 days. After inducing the trauma, the subjects were assessed using Tarlov’s motor grading scale and inclined plane test. Five days after the trauma, the spinal cord specimens were harvested, and a histopathological examination was performed.
RESULTS: Compared with the other groups, a statistically significant difference with regard to better results for necrosis, inflammation, and apoptosis was observed in the riluzole only and combination groups. Statistically better motor function scores were observed in the Q-VD-OPh only group than in the other groups.
CONCLUSION: With regard to limiting secondary damage after trauma, statistically significant results were observed in the Q-VD-OPh only and Q-VD-OPh–riluzole combination groups. More extensive laboratory studies are required to limit and control the effects of secondary damage after spinal cord trauma.

3.
Savaş alanında hayat kurtarıcı prosedürlere yeni bir bakış: Gece görüş gözlükleri ile acil krikotroidotomi, iğne torakostomi ve göğüs tüp torakostomi
A new perspective on life-saving procedures in a battlefield setting: Emergency cricothyroidotomy, needle thoracostomy, and chest tube thoracostomy with night vision goggles
Sedat Bilge, Attila Aydın, Meltem Bilge, Cemile Aydın, Erdem Çevik, Mehmet Eryılmaz
PMID: 29115646  doi: 10.5505/tjtes.2017.71670  Sayfalar 459 - 465
AMAÇ: Ağır ve çoklu travma hastalarında, hayat kurtarıcı prosedürlerin erken uygulanması artmış sağ kalım ile ilişkilidir. Gece yapılan savaş senaryosunda bu hayat kurtarıcı girişimlerin gece görüş gözlüğü (GGG) yardımıyla uygulanabilirliğini deneysel olarak saptamaya çalıştık.
GEREÇ VE YÖNTEM: Göğüs tüp torakostomi (GTT), acil krikotroidotomi (AK) ve iğne torakostomi (IT) girişimleri 10 adet askeri sağlık personeli tarafından gerçekleştirildi. Çalışmada girişimlerin başarı ve süreleri incelendi. Prosedürler, hazırlanan maket/model üzerinde gündüz aydınlık odada ve GGG yardımı ile karanlık odada yaptırıldı. Operatörler girişimlerin kolaylığını derecelendirdi.
BULGULAR: Tüm girişimler başarılı bulundu. Operatörler, gece yapılan GTT ve AK girişimlerini gündüz saatlerinde yapılan girişimlere göre zor buldu (p<0.05). İğne torakostomi grupları arasında zorluk açısından anlamlı fark yoktu. Girişimlerin tamamlanma süreleri açısından karşılaştırıldığında, gündüz ve gece senaryoları arasında fark yoktu.
TARTIŞMA: Gece görüş gözlüğü kullanan operatörler, taktik ve medikal aktivitelerini yaparken gece görüş gözlüklerini çıkarmalarına ve ekstra ışık kaynağı kullanmalarına gerek olmadığı konusunda uyanık olmalıdırlar.
BACKGROUND: In the patients with multiple and serious trauma, early applications of life-saving procedures are related to improved survival. We tried to experimentally determine the feasibility of life-saving interventions that are performed with the aid of night vision goggles (NVG) in nighttime combat scenario.
METHODS: Chest tube thoracostomy (CTT), emergency cricothyroidotomy (EC), and needle thoracostomy (NT) interventions were performed by 10 combatant medical staff. The success and duration of interventions were explored in the study. Procedures were performed on the formerly prepared manikins/models in a bright room and in a dark room with the aid of NVG. Operators graded the ease of interventions.
RESULTS: All interventions were found successful. Operators stated that both CTT and EC interventions were more difficult in dark than in daytime (p<0.05). No significant difference was observed in the difficulty in the NT interventions. No significant difference was observed in terms of completion times of interventions between in daytime and in dark scenario.
CONCLUSION: The operators who use NVGs have to be aware of that they can perform their tactic and medical activities without taking off the NVGs and without the requirement of an extra light source.

KLINIK ÇALIŞMA
4.
Yanık hastalarında klinik enfeksiyonlar ve sonuçları
Clinical infection in burn patients and its consequences
Cem Emir Güldoğan, Murat Kendirci, Deniz Tikici, Emre Gündoğdu, Ahmet Çınar Yastı
PMID: 29115647  doi: 10.5505/tjtes.2017.16064  Sayfalar 466 - 471
AMAÇ: Yanık yaralanmaları, koruyucu cilt bariyerinin sürekliliğini bozmakla kalmayıp aynı zamanda sistemik etkiler yoluyla invaziv enfeksiyonları ve sepsisi de kolaylaştırır. Yanık sahası, kan ve idrar örnekleri, patojen ajanı belirlemek için sıklıkla kullanılanılır. Bu çalışmanın amacı, hastane Enfeksiyon Kontrol Komitesi tarafından ‘enfeksiyon açısından pozitif’ olarak onaylanan hastaların kültüründeki üremeleri analiz etmek ve bu üremelerin klinik etkilerini değerlendirmektir.
GEREÇ VE YÖNTEM: Çalışmaya %10’dan fazla yanık yüzey alanı olan ve Enfeksiyon Kontrol Komitesi tarafından “enfeksiyon varlığı” olan yatan hastalar dahil edilidi. Hastalar yaş, cinsiyet, yanık etiyolojisi, toplam yanık vücut alanı (TYVA), inhalasyon hasarı varlığı, sepsis, pozitif kültürler, yara-kan-idrar numunelerinden alınan mikroorganizmalar ve septik odak açısından değerlendirildi.
BULGULAR: Toplam 36 (%10.3) “enfeksiyon pozitif” hastanın 26’sı (%72.2) erkek, yaş ortalaması 44±21 idi. Tüm grupta ortalama TYVA %45.58±23.1 idi. Acinetobacter baumannii, yara kültürlerinde en fazla izole edilen organizma idi. Enfeksiyon varlığı doğrulanan hastalarda, idrar kültürlerinde izolasyon ile mortalite oranları arasında bir korelasyon vardı (p=0.023). Yirmi üçünde (%63.9) sepsis tespit edildi; bunlardan 21’inde inhalasyon yaralanması vardı. İnhalasyon hasarı ile sepsis arasında anlamlı bir ilişki vardı (p=0.015) ve hem sepsis hem de inhalasyon yaralanmasının mortaliteyi artırdığı görüldü (sırasıyla, p=0.027 ve p=0.009).
TARTIŞMA: Çalışmanın verilerine göre, yanıklı hastalarda toplam yanıklı vücut yüzey alanı mortalitede daha büyük öneme sahipken, sepsis ve/veya idrar yolu enfeksiyonu varlığı da mortalite nedeni olarak işaret edilmelidir.
BACKGROUND: Burn injuries facilitate invasive infections and sepsis not only by destroying the continuity of the protective skin barrier but also through systemic effects. The burn wound, blood, and urine samples are frequently cultured to determine the pathogen agent. The aim of this study was to analyze pathogen growth in patients’ cultures confirmed as “infection positive” by the hospital Infection Control Committee and to assess the clinical implications of these growths.
METHODS: Hospitalized patients included in the study were those with a total burned body surface area of >10% and “presence of infection” confirmed by the Infection Control Committee. The patients were evaluated with respect to age, gender, burn etiology, the total body surface area burned (TBSA), the presence of inhalation injury, sepsis, positive cultures, the microorganisms cultured in wound-blood-urine samples, and septic focus.
RESULTS: Of the total 36 (10.3%) “infection-positive” patients, 26 (72.2%) were male; the mean age of patients was 44±21 years. The mean burned TBSA of the whole group was 45.58%±23.1%. Acinetobacter baumannii was the most isolated organism in the wound cultures. In patients with confirmed infection, there was a correlation between the pathogen isolated in urine cultures and mortality rates (p=0.023). Sepsis was diagnosed in 23 (63.9%) patients, of whom 21 had inhalation injuries. There was a significant correlation between inhalation injury and sepsis (p=0.015), and both the presence of sepsis or inhalation injury increased mortality (p=0.027 and p=0.009, respectively).
CONCLUSION: According to the study data, the TBSA burned demonstrated a greater significance for mortality, although the presence of sepsis and/or urinary tract infection should also be noted as a cause of mortality in burned patients.

5.
Akut pankreatitte iskemi modifiye albümin ve Ranson skoru arasındaki korelasyon
Correlation between ischemia-modified albumin and Ranson score in acute pancreatitis
Cem Emir Güldoğan, Murat Özgür Kılıç, İlhan Balamir, Mesut Tez, Turan Turhan
PMID: 29115648  doi: 10.5505/tjtes.2017.51499  Sayfalar 472 - 476
AMAÇ: Ranson skoru akut pankreatitin (AP) şiddetinde en yaygın kullanılan prognostik model olmasına karşın, iskemi modifiye albümin (İMA) son yıllarda çeşitli iskemi temelli hastalıklar için yeni bir belirteç olarak bildirilmiştir. Amaç AP hastalarında Ranson skoru ve İMA arasındaki korelasyonu araştırmaktır.
GEREÇ VE YÖNTEM: Kırk üç AP hastası çalışmaya dahil edildi. Tüm hastalar hafif ve şiddetli AP olarak sınıflandırıldı. Plazma İMA seviyesi tanıdan sonra ve tedaviden öncesi ölçüldü. İskemi modifiye albümin düzeyi ile amilaz düzeyi, Ranson skoru ve hastalığın şiddeti arasındaki ilişki değerlendirildi.
BULGULAR: Yirmi dokuz (%67.4) hastaya hafif AP tanısı konarken, 14 (%32.6) hasta orta şiddetli veya şiddetli hastalık formuna sahipti ve şiddetli AP olarak sınıflandırıldı. Hasta grupları arasında İMA düzeylerinde anlamlı bir fark yoktu (p=0.737). İskemi modifiye albümin düzeyleri ile amilaz düzeyleri (p=0.470), Ranson skoru (p=0.664) ve hastalık şiddeti (p=0.741) arasında korelasyon saptanmadı.
TARTIŞMA: Çalışmadan elde edilen sonuçlara göre, İMA AP’de hastalık şiddetinin erken tahmininde yararlı bir belirteç olarak görünmemektedir. Önemli dezavantajlarına rağmen, Ranson skoru hastalığın şiddetini daha doğru göstermektedir.
BACKGROUND: Although Ranson score is the most commonly used prognostic model in the severity of acute pancreatitis (AP), ischemia-modified albumin (IMA) has been reported as a novel biomarker of various ischemia-based diseases in recent years. The aim of the present study is to investigate the correlation between Ranson score and IMA in patients with AP.
METHODS: Forty-three patients with AP were included in the study. All patients were classified as mild and severe AP. Plasma IMA level was measured after diagnosis and before treatment. The correlation between IMA level and amylase level, Ranson score, and disease severity was evaluated.
RESULTS: Twenty-nine (67.4%) patients were diagnosed as mild AP; the remaining 14 (32.6%) patients had moderately severe or severe form of disease, and were classified as severe AP. There was no significant difference in the IMA levels between the patient groups (p=0.737). No correlation between IMA levels and amylase levels (p=0.470), Ranson score (p=0.664), and disease severity (p=0.741) was found.
CONCLUSION: According to the results from the study, IMA does not seem as a useful marker in earlier prediction of disease severity in AP. Despite important disadvantages, Ranson score still indicates the disease severity more accurately.

6.
Enflamatuvar belirteçlerin negatif apendektomi oranını azaltmadaki rolü: Bilgisayarlı tomografi bulgularına dayanan bir çalışma
Role of inflammatory markers in decreasing negative appendectomy rate: A study based on computed tomography findings
Ebru Ozan, Gökçe Kaan Ataç, Kaan Alişar, Aslıhan Alhan
PMID: 29115649  doi: 10.5505/tjtes.2017.36605  Sayfalar 477 - 482
AMAÇ: Bu çalışmada enflamatvuar belirteçlerin negatif apendektomi oranını düşürmedeki rolünün, akut apandisitin (AA) bilgisayarlı tomografi (BT) bulgularına dayanarak araştırılması amaçlandı.
GEREÇ VE YÖNTEM: Akut apandisit ön tanısıyla BT incelemesi yapılan 92 hastanın bilgileri geriye dönük olarak tarandı. Enflamatvuar belirteçler ile BT bulguları arasındaki ilişki araştırılarak, ROC analizi ile enflamatvuar belirteçler ve BT bulgularına ait kesim değerleri belirlendi. Apendektomi yapılan olgular, bu kesim değerlerine göre yeniden değerlendirilerek negatif apendektomi oranı yeniden hesaplandı. Gerçek negatif apendektomi oranı ile yeniden hesaplanan negatif apendektomi oranı arasındaki fark ki-kare testi kullanılarak analiz edildi.
BULGULAR: Apendiks çapı, apendiks duvar kalınlığı ve çekum duvar kalınlığı için kesim değerleri sırasıyla, 7.9 mm, 2 mm ve 2.3 mm olarak bulundu. Beyaz küre sayımı, nötrofil/lenfosit oranı ve C-reaktif protein için kesim değerleri sırasıyla, 7.47, 4.06 ve 13 olarak bulundu. Gerçek negatif apendektomi oranı ile kesim değerlerine göre yeniden hesaplanan negatif apendektomi oranı arasındaki istatistiksel fark neredeyse anlamlı idi (p=0.058).
TARTIŞMA: Enflamatvuar belirteçler AA kesin tanısı için tek başlarına yetersizdir. Ancak, çalışmamızda bulunan kesim değerleri, özellikle arada kalınan olgularda, kesin tanı için faydalı olarak negatif apendektomi oranının düşürülmesine katkı sağlayabilir.
BACKGROUND: This study aimed to investigate the role of inflammatory markers in decreasing negative appendectomy rate (NAR) based on their relation with findings of acute appendicitis (AA) on computed tomography (CT).
METHODS: Ninety-two patients who underwent CT examination with suspected AA were included. We investigated the relation between CT findings of AA and laboratory inflammatory markers and also performed receiver operating characteristic (ROC) analysis to calculate cut-off values of inflammatory markers and CT findings of AA. Appendectomy cases were re-evaluated considering cut-off values to make the operation decision and NAR was recalculated. Chi-squared test was used to compare the actual and recalculated NAR.
RESULTS: Cut-off values of appendiceal diameter, appendiceal wall thickness, and caecal wall thickness were 7.9, 2, and 2.3 mm, respectively, for the diagnosis of AA. Cut-off values of WBC, NLR, and CRP on ROC analysis were 7.47, 4.06 and 13, respectively, for the diagnosis of AA. When the actual and recalculated NAR (21.9% versus 9.1%) were compared, the difference was found to be almost significant (p=0.058).
CONCLUSION: Inflammatory markers are not sufficiently powerful on their own to accurately diagnose AA. However, particularly in equivocal cases, proposed cut-off values may be helpful for accurate diagnosis and a lower NAR can be achieved.

7.
Kardiyak nedenlerle hastanede yatan hastalarda spontan rektus kılıf hematomu: Tek merkez deneyimi
Spontaneous rectus sheath hematoma in cardiac in patients: a single-center experience
Ebubekir Gündeş, Durmuş Ali Çetin, Ulaş Aday, Hüseyin Çiyiltepe, Kamuran Cumhur Değer, Orhan Uzun, Aziz Serkan Senger, Erdal Polat, Mustafa Duman
PMID: 29115650  doi: 10.5505/tjtes.2017.67672  Sayfalar 483 - 488
AMAÇ: Bu yazıda kardiyak patoloji nedeniyle kardiyoloji ve kalp damar cerrahisi kliniklerinde antikoagülan ve antiagregan tedavisi altında spontan gelişen rektus kılıf hematomunun mortalite ile ilişkisi sunuldu.
GEREÇ VE YÖNTEM: Ocak 2010 ve Aralık 2015 tarihleri arasında Kartal Koşuyolu Yüksek İhtisas Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde spontan rektus kılıf hematom tanılı 27 hasta geriye dönük olarak değerlendirildi.
BULGULAR: Hastaların 19’u (%70.4) kadın, sekizi (%29.6) erkek olup yaş ortalamaları 63±12 (dağılım, 32- 84) yıldı. Hastaların tamamında en az bir olmak üzere takip gerektiren ek hastalık mevcuttu. Hastaların 14’ü sadece antikoagülan tedavi, sekizi sadece antiagregan tedavi ve geri kalan beş hasta ise hem antikoagülan hem de antiagregan tedavi almaktaydı. Fizik muayenede olguların tümünde karın alt kadranlarında ağrılı palpabl kitle vardı. Bilgisayarlı tomografideki boyut ve lokalizasyona göre tiplendirildiğinde olguların yedisi Tip 1, altısı Tip 2, 14’ünün ise Tip 3 olduğu saptandı. Olguların 23’üne tıbbi tedavi uygulanırken geriye kalan dört hastayada cerrahi tedavi uygulandı. Sekiz (%29.6) hastada mortalite izlendi.
TARTIŞMA: Sonuç olarak, rektus kılıf hematomu nadir olup kardiyak nedenlerle antikoagülan ve antiagregan alan hastalarda sıklığı artmaktadır. Kardiyak nedenlerle hastane yatışı esnasında rektus kılıf hematomu gelişen, ek hastalıkları olan ve hastanede kalış süresinin uzaması nedeniyle ek komplikasyonlar gelişen hastalarda mortalite önemli ölçüde artmaktadır.
BACKGROUND: This study presents the relationship between mortality and spontaneous rectus sheath hematoma (RSH) in inpatients receiving anticoagulant and antiaggregant treatment for cardiac pathology at cardiology and cardiovascular surgery clinics.
METHODS: Within the scope of our study, the cases of 27 patients who were diagnosed with spontaneous RSH between January 2010 and December 2015 at Kartal Kosuyolu High Speciality Training and Research Hospital were retrospectively evaluated.
RESULTS: Of the 27 patients, 19 (70.4%) were female and 8 (29.6%) were male. The mean age was 63±12 (32–84) years. All the patients had at least one comorbidity that necessitated follow-up. Fourteen patients received only anticoagulant treatment, 8 received only antiaggregant treatment, and the remaining 5 received both types of treatment. Physical examination of all patients revealed painful palpable masses in the lower quadrants of the abdomen. According to the results of computed tomography (CT) scans, which showed the size and localization of the masses, 7 of the cases were classified as Type I, 6 as Type II, and 14 as Type III. Although 23 of the cases received medical treatment, the remaining 4 patients received surgical treatment. Eight (29.6%) patients suffered mortality.
CONCLUSION: RSH is rare, but its prevalence is increased among patients receiving anticoagulant and antiaggregant treatment for cardiac reasons. The mortality rate markedly increased among patients who contracted RSH during hospitalization for cardiac reasons, had comorbidities, and experienced additional complications due to extended hospitalization.

8.
Kolaylıkla atlanabilen bir antite olan epiploik apandisitin bilgisayarlı tomografi bulguları: Olgu serisi ve literatürün gözden geçirilmesi
Computed tomography findings of primary epiploic appendagitis as an easily misdiagnosed entity: Case series and review of literature
Rabia Ergelen, Ruslan Asadov, Burcu Özdemir, Derya Tureli, Baha Tolga Demirbaş, Davut Tuney
PMID: 29115651  doi: 10.5505/tjtes.2017.99894  Sayfalar 489 - 494
AMAÇ: Primer epiploik apandisit (PEA) nadir görülen bir hastalıktır.
GEREÇ VE YÖNTEM: Bu yazıda PEA tanısı alan 45 hastanın klinik verileri ve bilgisayarlı tomografi (BT) bulguları geriye dönük olarak değerlendirildi.
BULGULAR: Fizik muayene bulguları ve ağrının lokalizasyonuna göre hastalar akut apandisit (n=13), akut kolesistit (n=2), akut diverkülit (n=19), renal kolik (n=7) ve over patolojisi (n=4) öntanılarını aldılar. Bu hastalara BT incelemesi sonucunda PEA tanısı konuldu.
TARTIŞMA: Primer epiploik apandisit patogonomik olmayan klinik ve laboratuvar bulgularına sahiptir ve akut karın hastalıklarının değerlendirilmesinde akılda tutulması gereken bir klinik antitedir.
BACKGROUND: Primer epiploic appendagitis (PEA) is an uncommon condition.
METHODS: We retrospectively reviewed the clinical records and computed tomography (CT) findings of 45 patients with PEA.
RESULTS: On the basis of physical examination and pain localization, presumptive clinical diagnosis was acute appendicitis (n=13), acute cholecystitis (n=2), acute diverticulitis (n=19), renal colic (n=7) and ovarian pathology (n=4).
CONCLUSION: Although it has no characteristic clinical and laboratory features, CT is the best modality for accurate diagnosis of PEA.

9.
Akut biliyer pankreatiti izleyen erken laparoskopik kolesistektomi iyileşme sürecini kısaltır
Early laparoscopic cholecystectomy following acute biliary pancreatitis expedites recovery
Seracettin Eğin, Metin Yeşiltaş, Berk Gökçek, Hakan Tezer, Servet Rüştü Karahan
PMID: 29115652  doi: 10.5505/tjtes.2017.50128  Sayfalar 495 - 500
AMAÇ: Bu geriye dönük çalışmamızda akut biliyer pankreatitli hastalarda erken ve geç laparoskopik kolesistektomi sonuçlarımızı karşılaştırarak, erken kolesistektominin güvenilirliğini, tekrarlayan biliyer pankreatit riskini, yatış günü ve morbidite üzerindeki etkilerini araştırmayı amaçladık.
GEREÇ VE YÖNTEM: Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesinde Ocak 2009 – Aralık 2012 arasında akut biliyer pankreatitli 131 hasta çalışmaya alındı. Hastaların demografik özellikleri, şikayetlerinin süresi, ilk gelişteki biyokimya ve hemogram değerleri, Ranson skoru, atak sayısı, görüntülemeler, ameliyat türü ve süresi, ilk ataktan ameliyata kadar geçen gün sayısı, yatış günü ve komplikasyonlar kaydedildi. Ameliyatlarını ilk iki haftada olanlar erken (Grup 1), iki haftadan sonrakiler geç (Grup 2) olarak değerlendirildi.
BULGULAR: Grup 1’deki 47, Grup 2’deki 84 hastaya laparoskopik kolesistektomi yapıldı. Hiçbir olguda açık ameliyata geçilmedi, koledok yaralanması olmadı ve mortalite gelişmedi. Yatış günü ortalaması, Grup 1’de 7.6±3.0 gün, Grup 2’de 10.7±8.3 gün idi ve gruplar arasında istatistiksel anlamlı fark bulundu (p=0.006). İki ve üzerinde atak sayısı Grup 2’deki hastaların 15’inde (%18) saptandı ve istatistiksel anlamlı fark bulundu (p=0.000).
TARTIŞMA: Ranson ≤3 biliyer pankreatitlerde erken laparoskopik kolesistektomi, operasyon süresi ve morbiditeyi artırmadığından ve diseksiyon güçlüğü yaratmadığından güvenle uygulanabilir. Geç kolesistektomiler tekrarlayan ataklar, yatış günü ve tedavi maliyetlerinde artışa neden olmaktadır. Randomize kontrollü çalışmalarla hafif ve orta biliyer pankreatitlerde erken kolesistektominin etkinliği ve güvenilirliği doğrulanmalıdır.
BACKGROUND: In this retrospective study, we aimed to assess the reliability of early cholecystectomy, risk of recurrent biliary pancreatitis, and their effects on hospital length of stay and morbidity by comparing the results of early and late laparoscopic cholecystectomy in patients with acute biliary pancreatitis.
METHODS: A total of 131 patients, who were diagnosed with acute biliary pancreatitis at Okmeydanı Education and Research Hospital in January 2009–December 2012, were included in the study. Demographic specifications of patients, duration of their complaints, biochemistry and hemogram values at first arrival, Ranson criteria, number of attacks, screenings, operation type and period, number of days between the first attack and operation, hospital length of stay, and complications were recorded. Patients who underwent cholecystectomy within the first 2 weeks were considered early (group 1) and those who under the operation after 2 weeks were considered late (group 2).
RESULTS: There were 47 patients in group 1 and 84 patients in group 2. Open surgery was not performed on any patient, and there was no choledoch injury and mortality. The average hospital length of stay was 7.6±3.0 days in group 1 and 10.7±8.3 days in group 2, with a statistically significant difference between the groups (p=0.006). Two or more number of attacks occurred in 15 patients in group 2 (18%), with a statistically significant difference between the groups (p=0.000).
CONCLUSION: Laparoscopic cholecystectomy is safe as it does not increase operation time and morbidity in biliary pancreatitis with a Ranson score of ≤3 or cause difficulty in dissection. Late cholecystectomy causes recurrent attacks and increases the hospital length of stay and treatment costs. Using randomized controlled studies, the effectiveness and reliability of early cholecystectomy in mild and moderate biliary pancreatitis can be verified.

10.
Akut kolesistitli yaşlı hastalarda erken kolesistektomi için köprü tedavisi: Perkütan kolesistostomi
Bridge treatment for early cholecystectomy in geriatric patients with acute cholecystitis: Percutaneous cholecystostomy
Sezgin Zeren, Zülfü Bayhan, Cengiz Koçak, Uğur Kesici, Mehmet Korkmaz, Mehmet Fatih Ekici, Mustafa Cem Algın, Faik Yaylak
PMID: 29115653  doi: 10.5505/tjtes.2017.63668  Sayfalar 501 - 506
AMAÇ: Akut kolesistitin (AC) başlıca sebebi safra taşlarıdır. Yaşlı hastalarda safra taşı insidansı artmaktadır. Bu çalışmada, akut kolesistitli yaşlı hastalarda erken kolesistektomi öncesi perkütan kolesistostominin (PK) etkinliğinin araştırılması amaçlandı.
GEREÇ VE YÖNTEM: Bu geriye dönük çalışma konvansiyonel veya laparoskopik kolesistektomiye (LC) giden 85 erken evre akut taşlı kolesistitli hasta içermektedir. Tüm hastalar 65 yaş üzerindedir.
BULGULAR: Hastalar iki gruba ayrıldı. Grup I; PK+erken kolesistektomi ve Grup II; yalnızca kolesistektomi. Çalışmamızda yaş, cinsiyet, cerrahi öncesi PK durumu, ameliyat sonrası komplikasyon, ameliyat sonrası mortalite, cerrahi yöntem ve ameliyat sonrası hastanede kalış süresi kaydedildi. Ortalama yaş 75.7±7.5 ve 73.7±7.2 idi. İki grup arasında anlamlı fark yoktu (p=0.041). Ameliyat sonrası komplikasyon oranı PK uygulanmayan grupta iki kat iken, PK ile kolesistektomi yapılan grupta az komplikasyon mevcuttu (p=0.032). Ameliyat sonrası mortalite bariz şekilde PK sonrası kolesistektomi uygulanan hastalarda düşüktü (p=0.017). Ortalama hastane yatış süresi grup I’de 5.6±2.4 gün ve Grup 2’de 11.2±7.7 gündü (p<0.001).
TARTIŞMA: Akut taşlı kolesistitte acil laparoskopik kolesistektomi hala en iyi cerrahi yöntemdir. Ayrıca çalışmamıza göre, geriatrik hastalarda perkütan kolesistostomi geçiş tedavisi ameliyat sonrası komplikasyon oranlarını azaltmada faydalı olabilir.
BACKGROUND: The main cause of acute cholecystitis (AC) is gallstones, and the incidence of gallstones in elderly patients is high.
METHODS: In this study, we aimed to investigate the efficacy of percutaneous cholecystostomy (PC) before early cholecystectomy in geriatric patients with AC. This retrospective study included 85 patients undergoing laparoscopic or conventional cholecystectomy during early stage of calculous AC.
RESULTS: All patients were over 65 years old and were divided into two groups: Group I, PC plus early cholecystectomy and Group II, only cholecystectomy without PC. Data on age, sex, status of PC before surgery, postoperative complications, postoperative mortality, surgical method, and postoperative hospitalization duration were recorded in our study. The average age in the groups I and II was 75.7±7.5 and 73.7±7.2 years, respectively, indicating insignificant difference (p=0.223). Although postoperative complication rate was two fold in the non-PC group, the PC plus cholecystectomy group has a few complications (p=0.032). Postoperative mortality was evidently lower in patients who first underwent PC and followed by cholecystectomy (p=0.017). The average hospitalization duration in groups I and II were 5.6±2.4 days and 11.2±7.7 days, respectively (p<0.001).
CONCLUSION: Urgent laparoscopic cholecystectomy is still the best surgical treatment modality for calculous AC. Further, our study results showed that in geriatric patients, bridge treatment, such as PC, can be useful for reducing postoperative complication rates.

OLGU SERISI
11.
Açık redüksiyon ve Herbert vidalarıyla internal fiksasyon yöntemiyle kapitellar kırıkların tedavisi
Management of capitellar fractures with open reduction and internal fixation using Herbert screws
Asif Sultan, Omar Khursheed, Mohammad Rafiq Bhat, Hilal Ahmad Kotwal, Qazi Waris Manzoor
PMID: 29115654  doi: 10.5505/tjtes.2017.57142  Sayfalar 507 - 514
AMAÇ: Kapitellar kırıklar seyrek görülen dirsek yaralanmaları olup uygun biçimde tedavi edilmediğinde ağır fonksiyonel kısıtlamaya neden olabilirler. Erkenden mobilizasyona olanak sağlayan stabil bir eklem durumunu gerçekleştirmek için kapalı redüksiyon ve alçıyla tespitten açık redüksiyon ve internal fiksasyona (ARİF) kadar sayısız tedavi geliştirilmiştir. Geniş bir lateral yaklaşım yoluyla Herbert vidaları ve ARİF yöntemi kullanarak bu kırıkları tedavi etmenin fonksiyonel sonuçlarını belirledik.
GEREÇ VE YÖNTEM: Bu geriye dönük çalışmaya kapitellar kırıkları olan 15 hasta dahil edildi. İyi çekilmiş bir radyografi önemli olduğundan her hastada bu husus vurgulandı. Beş yıllık çalışma dönemi boyunca tüm kırıklar geniş bir lateral ekspozürle açık redüksiyon ve Herbert vidaları kullanılarak internal fiksasyonla tedavi edildi. Ortalama 3.6 yıllık (dağılım, 1.5–6 yıl) takipte klinik, radyografik bulgular ve Mayo Dirsek Performans İndeksine göre değerlendirmeler yapıldı.
BULGULAR: Bryan ve Morrey sınıflandırma sistemi kullanılarak 9, tip I ve 6 tip IV kapitellar kırık tespit edildi. Kemiğin kaynamasına kadar ortalama 12 hafta (dağılım, 8–16 hafta) geçmiş, tüm kırıklar kaynadı. Ortalama fleksiyon genişliği 130° (dağılım, 125°–135°) idi. Hastaların tümünde fonksiyonel hareket aralığı sağlandı; ortalama ekstansör hareket açıklığı 10° (dağılım, 0°-30°) idi. Son takipte bir olguda osteoartrit görüldü, herhangi bir avasküler nekroz veya heterotrofik osifikasyon gözlenmedi. İki hastada vidaların çıkartılması gerekti. On hastada mükemmel ve beş hastada iyi sonuçlar elde edildi.
TARTIŞMA: Herbert vidasıyla fiksasyon kapitellar kırıklarda stabil bir tespit sağladığı gibi genişletilmiş lateral açınımla bu kompleks kırıkların internal fiksasyonu ardından dirsek hareketliliğinde iyi-mükemmel sonuçlar elde edilebilir.
BACKGROUND: Capitellar fractures are rare elbow injuries and can cause severe limitation of function if not properly managed. Numerous treatments have evolved, from closed reduction and cast immobilization to open reduction and internal fixation (ORIF), so as to achieve a stable joint that allows early mobilization. We determined the functional outcomes of treating these fractures with ORIF using Herbert screws via an extensile lateral approach.
METHODS: Fifteen patients with capitellar fractures were included in this retrospective study. A well taken lateral radiograph was important and stressed upon in all patients. All fractures were open reduced and internally fixed using Herbert screws via an extensile lateral approach over a period of 5 years. Clinical, radiographic, and Mayo Elbow Performance Index were evaluated at a mean follow-up of 3.6 years (range, 1.5–6 years).
RESULTS: Nine type I and six type IV capitellar fractures were identified using Bryan and Morrey classification system. The average time to bone union was 12 weeks (range 8–16 weeks) with no case of nonunion. The mean range of flexion was 130° (range 125°–135°). The average extensor lag was 10° (range 0°–30°), with a functional range of motion of elbow achieved in all patients. On the final follow-up, one case of osteoarthritis was seen, but no evidence of avascular necrosis or heterotrophic ossification was seen. Two patients needed screw removal. The outcome was excellent in 10 patients and good in five patients.
CONCLUSION: Herbert screw fixation provides stable fixation in capitellar fractures and good to excellent outcomes with excellent elbow motion, can be achieved following internal fixation of these complex fractures using the extended lateral exposure.

OLGU SUNUMU
12.
Gecikmeli bipediküllü flep: Ateşli silah yaralanması sonrası bacak distalindeki defektlerin rekonstrüksiyonu için alternatif ve yeni metod: Olgu sunumu ve literatürün taranması
Delayed bipedicled flap: An alternative and new method for reconstruction of distal leg defect after gunshot trauma: A case report and review of the literature
Ali Rıza Yıldırım, Murat İğde, Mehmet Onur Öztürk, Hasan Murat Ergani, Ramazan Erkin Ünlü
PMID: 29115655  doi: 10.5505/tjtes.2017.90016  Sayfalar 515 - 520
Ateşli silah yaralanmaları, bacak distal bölgesinde kırık eşlik eden kemik, tendon gibi önemli yapıların ekspoze olduğu yumuşak doku defektlerine yol açan travmalardan biridir. Bu bölgenin yeterli yumuşak doku desteğine sahip olmaması nedeniyle lokal flep seçenekleri oldukça sınırlıdır. Günümüzde bu bölgenin rekonstrüksiyonu için en uygun seçenekler serbest flepler ve perforator flepler olmasına rağmen bu tür yüksek enerjili travmalar nedeniyle mevcut lokal flepler daha uygun hale gelmektedir. Bipediküllü flepler, çok çeşitli avantajları olması sebebiyle küçük ve orta boyutlu alt ekstremite defeklerinin rekonstrüksiyonunda sıkça kullanılmaktadır. Bu çalışmanın amacı, bacak distalindeki geniş yumuşak doku defektlerinin rekonstrüksiyonu için daha önce literatürde tanımlanmayan gecikmeli bipediküllü flebin kullanımı ve hasta sonuçları üzerinden mevcut literatür gözden geçirilerek flebin kullanımı tartışıldı.
Shotgun injury is a trauma that leads to soft tissue defects, in which important structures such as the tendon and bone are exposed with fractures in the distal lower extremity. Because this region has insufficient soft tissue support, local flap options are highly limited. Although the most suitable options are free or perforator flaps for contemporarily reconstructing that region; owing to such high-energy traumas, the available local flaps are becoming more suitable. Besides having various advantages, bipedicled flaps are commonly used for reconstructing small- and medium-sized lower extremity defects. This study aimed to discuss the use of a delayed bipedicled flap, which has not been previously described in the literature.

13.
Pankreatik psödokistli bir çocukta endoskopik drenaj ve kistoduodenostomi
Endoscopic drainage and cystoduodedonstomy in a child with pancreatic pseudocyst
Ufuk Ateş, Gönül Küçük, Kubilay Çınar, Berktuğ Bahadır, Mehmet Bektaş, Gülnur Göllü, Meltem Bingöl Koloğlu
PMID: 29115656  doi: 10.5505/tjtes.2017.61667  Sayfalar 521 - 524
Pankreas psödokisti tanısı alan 11 yaşındaki erkek çocuğun ince iğne aspirasyon biyopsisi sonrasında takipte birinci ayda tekrarladığı izlendi. Endosonografi yardımlı endoskopik drenaj ve üç yıllık takipte herhangi bir problem olmayan hastanın kontrol bilgisayarlı tomografsinde kist izlenmedi. Çocuklarda pankreatik psödokist yönetiminde endoskopik drenaj ve kistoduodenostomi minimal invaziv, güvenli ve etkin bir yöntemdir.
An 11-year-old morbidly obese boy was diagnosed with pancreatic pseudocyst. Following fine needle aspiration, the cyst recurred in 1-month follow-up. Therefore, endoscopic drainage and cystoduodenostomy was performed following endosonography. Control ultrasonography (USG) revealed a completely shrunken cyst. During the 3 years of follow-up, the patient was asymptomatic with no evidence of cyst on computerized tomography scans. Endoscopic drainage and cystoduodenostomy is a minimally invasive, effective, and safe approach in the management of pancreatic pseudocysts in children.

14.
Çoklu parmak degloving yaralanmasında bir tamir yöntemi: Yaralı parmakların distal bazlı radiyal önkol perforator flebi ile sarılması
Wrapping degloved fingers with a distal-based radial forearm perforator flap: A repair method for multiple digital degloving injury
Yusuf Kenan Çoban, Özcan Öcük, Kaan Bekircan
PMID: 29115657  doi: 10.5505/tjtes.2017.57227  Sayfalar 525 - 527
Eldiven tarzı avulsiyon yaralanmaları el cerrahları çözülmesi zor problem oluşturur. Çünkü özellikle çoklu parmak yaralanmasında, rekonstrüktif mikrocerrahi, zaman sınırlaması gibi nedenlerle zorluklar taşır. Biz çoklu parmak “degloivng” yaralanması olan olgular için yeni bir metod öneriyoruz. Bu teknik iki aşamalı olarak distal bazlı radiyal ön kol flebi ile, yaralanmış tüm parmakların sarılması ve üçüncü hafta flep pedikülünün kesilmesini içeriyor. Erken yoğun fizik tedavi ile, el bileği ve parmak eklemlerinde oluşacak sertlikler önlenecektir.
Degloving hand injuries present challenging situations to hand surgeons as they present with difficulties in reconstructive microsurgery, particularly in multiple digital injuries. Time is a limiting factor when multiple degloving finger amputations are present. Thus, we proposed a repair method for multiple degloving finger injuries that involves coverage with a distal-based reverse forearm flap of all injured fingers in a two-stage procedure. Early vigorous physical therapy after pedicle division of the flap at postoperative third week eliminates joint stiffness problems at wrist and metacarpophalangeal joints.