p-ISSN: 1306-696x | e-ISSN: 1307-7945
Cilt : 18 Sayı : 3 Yıl : 2024

Hızlı Arama

SCImago Journal & Country Rank
Ulusal Travma ve Acil Cerrahi Dergisi - Ulus Travma Acil Cerrahi Derg: 18 (3)
Cilt: 18  Sayı: 3 - Mayıs 2012
KLINIK ÇALIŞMA
1.
Akut pankreatitte alfa-1 proteaz inhibitorü ve antikimotripsin düzeyleri
Alpha-1 protease inhibitor and antichymotrypsin levels in acute pancreatitis
Tamer Karşıdağ, Sefa Tüzün, Ahu Sarbay Kemik, Sevim Purisa, Aytekin Ünlü
PMID: 22864709  doi: 10.5505/tjtes.2012.99075  Sayfalar 195 - 199
AMAÇ
Şiddetli formundaki yüksek mortalite oranı ile akut pankreatit günümüzde halen tıbbın önemli bir sorunudur. Hastalığın şiddetinin erken belirlenmesi etkin tedavi için kritik öneme sahiptir. Çeşitli biyokimyasal belirteçler denenmiştir ve halen denenmektedir. İdeal belirteç olguyu tanıyabilmeli ve pankreatitin hafif ve şiddetli formlarını ayırt edebilmelidir.
GEREÇ VE YÖNTEM
Bu prospektif çalışmaya akut pankreatitli 34 olgu (14 erkek, 20 kadın, ort. yaş: 58 yaş) ve kontrol grubundaki 33 olgu (17 erkek, 16 kadın, ort. yaş: 53 yaş) dahil edildi. Hafif (n=29) ve ağır (n=5) olgular başvuru anındaki, başvurudan 24 ve 48 saat sonraki amilaz, C-reaktif protein (CRP), alfa-1 proteaz inhibitörü ve antikimotripsin düzeyleri açısından karşılaştırıldı.
BULGULAR
Akut pankreatit grubunda alfa-1 proteaz inhibitörü ve antikimotripsinin serum düzeyleri ilk 24 saatte yükseldi, buna karşın CRP 48 saat sonra pik değere ulaştı. CRP şiddetli pankreatitli hastalarda anlamlı derecede yüksek konsantrasyonlar gösterirken, alfa-1 proteaz inhibitörü ve antikimotripsin düzeylerindeki hafif değişimler anlamlı değildi.
SONUÇ
Başvuru anında yüksek düzeyleri ile alfa-1 proteaz inhibitörü ve antikimotripsin akut pankreatitte erken sonuçlar verir. Bu değişkenlerin aktivasyonları 24 saat sonra düşer. Bu belirteçlerin akut pankreatitli hastalarda erken tanı değeri olabilir. Her ikisi de bu hastalığın hafif ve şiddetli olgularını ayırmada iyi olmadığından, rutin klinik kullanıma dahil edilmemelidir.
BACKGROUND
Acute pancreatitis with high mortality of severe onset is still a major problem in medicine. Early identification of the severity of the disease is critical for effective treatment. Many markers have been tried and are still being tested. The ideal marker should be able to identify the cases and distinguish between mild and severe.
METHODS
This prospective study included 34 cases (14 males, 20 females, mean age: 58 years) of acute pancreatitis and 33 cases (17 males, 16 females, mean age: 53 years) as a control group. Mild (n=29) and severe (n=5) cases were compared with respect to serum levels of amylase, C-reactive protein (CRP), alpha-1-protease inhibitor, and antichymotrypsin on admission and 24 and 48 hours (h) after admission.
RESULTS
Alpha-1 protease inhibitor and antichymotrypsin levels were significantly elevated in the first 24 h; however, CRP peaked after 48 h in the acute pancreatitis group. While CRP showed significantly higher concentrations in patients with severe pancreatitis, alpha-1-protease inhibitor and antichymotrypsin levels changed slightly, but without significance, in severe cases.
CONCLUSION
Alpha-1 protease inhibitor and antichymotrypsin are early events in acute pancreatitis, with high levels on admission. Activation of these variables declines after 24 h. These markers may have early diagnostic value in patients with acute pancreatitis. Because neither of them is good at discrimination of mild and severe cases in the disease, they should not be incorporated into routine clinical investigations.

2.
Maksillofasiyal travması bulunan hastalarda eşlik eden kafa travması varlığı
Presence of accompanying head injury in patients with maxillofacial trauma
Daghan Isik, Hayriye Gonullu, Sevdegul Karadas, O. Faruk Kocak, Siddik Keskin, M. Fatih Garca, Metehan Eseoglu
PMID: 22864710  doi: 10.5505/tjtes.2012.01047  Sayfalar 200 - 206
AMAÇ
Maksillofasiyal kırığı bulunan hastalar, bu travmaya eşlik eden kafa travması geçirme konusunda yüksek risk altındadırlar. Bu hastalarda kafa travmasının erken anlaşılması hastanın sağkalımı ve iyileşmesi için kritik öneme sahiptir.
GEREÇ VE YÖNTEM
Ocak 2006 ile Eylül 2009 tarihleri arasında hastanemizin acil servisine maksillofasiyal kırık nedeniyle gönderilen 246 hastanın kayıtları geriye dönük olarak tarandı. Hastaların yaş, cinsiyet, maksillofasiyal travmanın nedeni, tipi, yerleşimi ve kafa travması analiz edildi.
BULGULAR
Hastaların yaşlarının ortalaması 23,61±16,75 idi (%83,3 erkek, %16,7 kadın). Kraniyal yaralanma maksillofasiyal travmalı 38 hastada gözlendi. Hastalar arasında tek yüz kemiği kırığı bulunanlarda kafa travması riski çoklu kırıklı hastalara göre 3,44 kat daha az gözlenirken (p<0,001), yüz kemiği çoklu kırılan hastalarda kafa travması geçirme riski anlamlı derecede artmıştı (p<0,001). İçinde nazal kemik, maksiller kemik, mandibular kemik ve frontal bölge kırığı bulunan hastalarda kafa travması riski önemli derecede artmıştı (p<0,05 her bir grupta).
SONUÇ
Çoklu yüz kemik kırığı bulunan hastalarda klinik bulguları olmasa dahi kafa travması yönünden araştırılmaları gerekir.
BACKGROUND
Patients with maxillofacial fractures are at high risk of accompanying traumatic cranial injuries. Prompt determination of head injury in these patients is crucial for improving patient survival and recovery.
METHODS
The records of 246 patients with maxillofacial fractures referred to the emergency department of our hospital between January 2006 and September 2009 were reviewed in this retrospective study. The patients’ age and gender, cause, type and location of the maxillofacial fracture, and the cranial injuries were analyzed.
RESULTS
The mean age of the patients was 23.61±16.75 years (83.3% males and 16.7% females). Cranial injury was observed in 38 patients with maxillofacial trauma. While the risk of head injury was found to be 3.44-fold lower among patients with single facial bone fracture (p<0.001), the risk of experiencing head injury significantly increased in patients with multiple facial bone fractures (p<0.001). The risk of head trauma significantly increased in patients with fractures of the nasal bone, maxillary bone, mandibular bone, and with frontal region fractures (p<0.05 in each group).
CONCLUSION
The patients with multiple facial bone fractures should be investigated with regard to head injury even if they do not have clinical findings.
op

3.
Distal ekstremite defektlerinin temporaoparietal fasya ve skalpten alınan kısmi kalınlıklı deri grefti ile rekonstrüksiyonu: Donör saha seçimine kozmetik bir yaklaşım
Reconstruction of a distal extremity defect using a temporoparietal fascia flap covered with a split-thickness skin graft harvested from the scalp: a cosmetic consideration in donor site selection
Özlenen Özkan, Ömer Özkan, Gamze Bektaş, Samir Mardini, Paolo Sassu, Emanuele Cigna, Serdar Tüzüner, Hung-chi Chen
PMID: 22864711  doi: 10.5505/tjtes.2012.28003  Sayfalar 207 - 212
AMAÇ
Rekonstrüktif cerrahide asıl amaç, fonksiyonel ve yapısal açılardan en benzer doku ile yeniden yapılanmanın sağlanmasıdır. Ancak rekonstrüktif cerrah aynı zamanda donör alan komplikasyonlarını en aza indirmeye de odaklanmalıdır.
GEREÇ VE YÖNTEM
Biz bu çalışmamızda beş hastada distal ekstremite defektlerinde temporoparietal fasya flebi ve deri grefti ile rekonstrüksiyon deneyimlerimizi sunduk. Temporoparietal fasya flebi skalpte aynı bölgeden alınan kısmi kalınlıkta deri grefti ile kaplandı.
BULGULAR
Greftin skalpten alınması ile hem flep hem greft donör alanları saçların arkasında gizlenmiş oldu. Transfer edilen flep ve greftler tüm hastalarda herhangi bir donör alan komplikasyonu görülmeden olaysız şekilde iyileşti.
SONUÇ
Distal ekstremite defektlerinde temporaparietal fasya kullanmanın sayısız avantajına ek olarak bunu aynı alandan alınan kısmi kalınlıkta deri grefti ile kombine etmenin hem skarı saçlar tarafından gizleyerek donör alan morbiditesini azaltması hem de optimal rekonstrüktif sonuçları sağlaması açısından iyi bir seçenek olduğunu düşünüyoruz.
BACKGROUND
In reconstructive surgery, the ultimate goal in rebuilding a structure is to provide the most similar substitute from both the functional and structural points of view. At the same time, the reconstructive surgeon should focus on minimizing donor area complications.
METHODS
In this report, we present our experiences with the reconstruction of distal extremity defects using a free temporoparietal fascia flap in five patients. The flap was subsequently covered with a split-thickness skin graft harvested from the same region of the scalp as the flap donor site.
RESULTS
By procuring the skin graft from the scalp, the donor sites of both the flap and the skin graft were concealed by hair. The transferred flaps and skin grafts healed uneventfully in all patients without any complications at the donor or recipient site.
CONCLUSION
We conclude that this combination of harvesting a temporoparietal fascia flap, which has many advantages in reconstructing distal extremity defects, along with a skin graft from the same region as the flap, both hidden by hair, can limit donor site morbidity and achieve optimal reconstructive outcomes.

4.
Epidemiology of head injury in the United Arab Emirates
Abdullah Al-Kuwaiti, Ashraf F Hefny, Abdelouahab Bellou, Hani O Eid, Fikri M Abu-Zidan
PMID: 22864712  doi: 10.5505/tjtes.2012.03710  Sayfalar 213 - 218
BACKGROUND
Head injury increases mortality in trauma patients. We aimed to study the epidemiological and clinical features of head injury in Al-Ain city, United Arab Emirates (UAE).

METHODS
Trauma patients with head injury who were admitted to Al-Ain Hospital for more than 24 hours and those who died in the hospital were included in the study. Data were prospectively collected from March 2003 - March 2006.
RESULTS
589 patients were studied, and 521 were males (88.3%). The median (range) age was 30 (1-89) years. The most common mechanism of injury was road traffic collision (67.1%) followed by fall from height (11.9%). Head injury was mild in 82.2% of patients, moderate in 5.7%, and severe in 12.1%. 20.9% of patients were admitted to the intensive care unit. 35 patients died (overall mortality 5.9%). Patients who died had significantly higher Injury Severity Score (p<0.0001), lower Glasgow Coma Scale (p<0.0001), and higher Abbreviated Injury Scale of the head (p<0.0001).
CONCLUSION
Motor vehicle collision was the main mechanism of head injury in the UAE followed by fall from height. Legislation for compulsory seatbelt usage and helmet usage by bicyclists and motorcyclists should be adopted. A safe work environment and preventive measures at work should be introduced.

5.
Travmatik beyin hasarı olan hastalarda mortalite belirleyicileri
Determinants of mortality in patients with traumatic brain injury
Soheil Saadat, Hesam Akbari, Reza Khorramirouz, Roza Mofid, Vafa Rahimi Movaghar
PMID: 22864713  doi: 10.5505/tjtes.2012.03453  Sayfalar 219 - 224
AMAÇ
Travmatik beyin hasarı (TBH) bulunan hastalarda mortalite ile ilişkili faktörleri belirlemeyi amaçladık.
GEREÇ VE YÖNTEM
İran’da beş yıllık bir periyot boyunca 8 büyük kentte yürütülen ulusal travma projesinin veri kayıtları kullanıldı. TBH’li hastalar belirlendi, tek değişkenli ve çok değişkenli analizler yapıldı.
BULGULAR
Beyin yaralanması geçirmiş 2274 hasta kaydına ulaşıldı (1794 erkek, 480 kadın). Hastaların ortalama yaşı 30,1±19,11 yıl idi, 345 hastanın yaşı 12’den küçük, 137 hastanın yaşı 65’den büyüktü. Hastaların 383’ü (%16,9) bir yaralanmaya bağlı ölmüştü. Tek değişkenli analiz; mortalite ile şu faktörler arasında anlamlı bir birliktelik bulunduğunu gösterdi: Yaş, cinsiyet, Glasgow koma skoru (GKS), yaralanma ciddiyeti skoru (YCS), sistolik, diyastolik ve ortalama arteriyel kan basıncı (KB) ve solunum oranı (SO) (p<0,05). Lojistik regresyon analizi, hastaneye varıştan yarım saat sonrasından itibaren ölüm ile aşağıdakiler arasında anlamlı bir ilişki bulunduğunu gösterdi: Yaş (OR=1,04), GKS (OR=0,59), YCS (OR=1,03), ortalama arteriyel KB (OR=0,71) ve SO (OR=0,82).
SONUÇ
Bizim sonuçlarımız, acil servis bölümünün ilk tedavisi süresince özel bakım gerektiren TBH’li hastalarda prognostik faktörlerin yaş, GKÖ, YCS, KB ve SO olduğunu göstermiştir.
BACKGROUND
We aimed to determine factors associated with mortality rates in patients with traumatic brain injury (TBI).
METHODS
Registered data of a national trauma project conducted in eight major cities in Iran during a five-year period were used. Patients with a TBI were identified and both univariate and multivariate analyses were performed.
RESULTS
2274 brain-injured patients including 1794 males (78.9%) were identified. The mean age of the patients was 30.1 ± 19.11 years. The age of 345 patients was less than 12, while 137 patients were older than 65. 383 patients (16.9%) died as a result of their injury. Univariate analysis showed a significant association between mortality and the following factors: age, sex, Glasgow Coma Scale (GCS), Injury Severity Score (ISS), systolic, diastolic and mean arterial blood pressure (BP), and respiratory rate (RR) (p<0.05). The logistic regression analysis revealed a statistically significant association between death and age (odds ratio [OR]=1.04), GCS (OR=0.59), ISS (OR=1.03), mean arterial BP (OR=0.71), and RR (OR=0.82) one-half hour after hospital arrival.
CONCLUSION
Our results demonstrated that age, GCS, ISS, BP, and RR as prognostic factors in patients with TBI indicate those that need special care during the initial management in the emergency department.

6.
Gastrointestinal kanama odağının saptanmasında işaretli eritrosit sintigrafisinin rolü
Role of red blood cell scintigraphy for determining the localization of gastrointestinal bleeding
Yasemin Şanlı, Zeynep Gözde Özkan, Serkan Kuyumcu, Hakan Yanar, Emre Balık, Handan Tokmak, Cüneyt Türkmen, Işık Adalet
PMID: 22864714  doi: 10.5505/tjtes.2012.55553  Sayfalar 225 - 230
AMAÇ
Gastrointestinal sistem (GİS) kanamalarında kanama odağının saptanmasında, Tc-99m ile işaretli eritrosit (RBC) sintigrafisinin rolü klinik deneyimlerimiz ışığında değerlendirildi.
GEREÇ VE YÖNTEM
1995-2010 yılları arasında GİS kanaması odağının belirlenmesi amacıyla kliniğimize gönderilen 57 hasta (27 kadın, 30 erkek; ortalama yaş 43.9±24; dağılım 1-91 yıl) geriye dönük olarak çalışmaya alındı. Sintigrafi öncesi hastaların 51’ine gastroskopi, 45’ine kolonoskopi, 9’una anjiyografi yapılmıştı.
BULGULAR
RBC sintigrafisi hastaların 31’inde pozitif ve 26’sında negatifti. Pozitif sintigrafik bulgular, 19 hastada ilk bir saatlik dinamik imajlarda, 7 hastada 1-4. saatler arası statik imajlarda, 5 hastada ise 4-24. saatler arasında alınan statik imajlarda kaydedildi. Toplam 14 hasta GİS kanaması nedeniyle ameliyat edildi. On üç hastada kanama yeri RBC sintigrafisi tanısıyla doğrulandı (doğruluk: %92,8). Ameliyat edilmeyen 43 hastanın 12’sinde nedeni bilinmeyen demir eksikliği anemisi vardı ki bu hastaların tümünde sintigrafi negatif olarak sonuçlandı. Yoğun kanama bulguları olan 4 hasta medikal takip sürecinde kaybedildi, geri kalan 27 hastanın kanamaları kendiliğinden ya da konservatif tedavilerle durdu.
SONUÇ
Çalışmamız aktif GİS kanamalarında kanama odağının belirlenmesinde sintigrafinin primer yöntem olması gerekliliğini göstermektedir. Özellikle ilk 1 saatlik dinamik görüntüleme esnasında saptanan pozitif imajlar, kanama odağının doğru yerinin saptanmasında ve cerrahi gerekliliğin belirlenmesinde yol göstericidir.
BACKGROUND
We aimed to evaluate the role of Tc-99m labeled red blood cell (RBC) scintigraphy for determination of localization of gastrointestinal system (GIS) bleeding.
METHODS
Fifty-seven cases (27 females, 30 males; mean age 43.9±24; range 1 to 91 years) who referred to our clinic between 1995-2010 were evaluated for determination of localization of GIS bleeding with RBC scintigraphy. Prior to scintigraphy, gastroscopy in 51, colonoscopy in 45, and angiography in 9 patients were performed.
RESULTS
RBC scintigraphies were positive and negative in 31 and 26 patients, respectively. Positive scintigraphic findings were obtained within the 1st hour of dynamic imaging in 19 patients, within the 1st-4th hour static images in 7, and within the 4th-24th hour images in 5 patients. Fourteen patients underwent surgical exploration. In 13 patients, the surgery confirmed the diagnosis by RBC scintigraphy (accuracy: 92.8%). Of 43 patients without surgical exploration, 12 had anemia due to iron deficiency and their scintigraphic evaluation were negative. Four patients died and in 27 patients, GIS bleeding ceased spontaneously or with conservative measures.
CONCLUSION
Scintigraphy should be the primary tool for accurate diagnosis of patients with active GIS bleeding. Positive dynamic images obtained within the first hour of imaging may be more accurate for demonstrating bleeding localization and a good predictor of requirement of surgical exploration.

7.
Ağır travmatik beyin yaralanması ve bilateral reaktif olmayan pupil dilatasyonu bulunan hastalarda dekompresif cerrahinin etkileri
Effects of decompressive surgery in patients with severe traumatic brain injury and bilateral non-reactive dilated pupils
Ethem Göksu, Tanju Uçar, Mahmut Akyüz, Murat Yılmaz, Saim Kazan
PMID: 22864715  doi: 10.5505/tjtes.2012.79059  Sayfalar 231 - 238
AMAÇ
Ağır travmatik beyin yaralanmalı (ATBY) ve bilateral reaktif olmayan pupil dilatasyonu (BRPD) olup, dekompresif cerrahi (DC) uygulanmış hastalarda Glasgow koma skalası (GKS), kafa içi basınç (KİB), serebral perfüzyon basıncı (SPP) değişiklikleri ve uzun dönem klinik sonuçları değerlendirildi.
GEREÇ VE YÖNTEM
Çalışma gurubu, bölümümüzde ATBY nedeniyle DC uygulanan 147 hasta içerisinden BRPD’li 28 hastayı (11 kadın, 17 erkek) içerdi.
BULGULAR
Ortalama GKS skoru, başvuruda 4,96±1,20, ameliyat öncesi dönemde 4 idi. Ölen hastalarda, DC sonrası ortalama KİB değerleri hayatta kalanlara göre anlamlı ölçüde yüksekti (p<0,05). Ayrıca, DC sonrası KİB azalması, yaşayan hastalarda yine anlamlı olarak yüksekti (p<0,05). Tümden mortalite oranı %61,02 bulundu. Başvuruda ikinin üzeri GKS motor skoru anlamlı olarak düşük mortalite ile ilişkili idi (p<0,05). Yaşayan 4 hasta taburcu sonrası birinci yılda (%14,28) işlevsel sonuç skoru (Glasgow sonuç skoru 4 ve 5) gösterdi.
SONUÇ
ATBY sonrası BRPD’li hastalarda sonuçlar her zaman ölümcül ya da olumsuz olmayabilir. Hızlı DC, özellikle başvuru GKS skoru 6, 7 olan hastalarda işlevsel sağkalım şansını artırabilir.
BACKGROUND
We investigated Glasgow Coma Scale (GCS) scores, intracranial pressure (ICP) and cerebral perfusion pressure (CPP) changes, and long-term clinical outcomes in patients with severe traumatic brain injury (STBI) associated with bilateral non-reactive dilated pupils (BNDP) who underwent decompressive surgery (DS).
METHODS
The study group consisted of 28 patients (11 females, 17 males) with BNDP from among 147 patients who underwent DS due to STBI in our department.
RESULTS
The mean GCS score was 4.96±1.20 at admission and 4 preoperatively. Mean ICP in non-surviving patients after DS was higher (p<0.05). ICP decrease after DS was also higher in surviving patients than in non-surviving patients (p<0.05). The overall mortality rate was 61.02%. A GCS motor score >2 at admission was associated with lower mortality (p<0.05). Four of the surviving patients (14.28%) had a functional outcome (Glasgow Outcome Score: 4 and 5) at one year after hospital discharge.
CONCLUSION
Outcome in patients with BNDP after STBI may not always be fatal or poor. Rapid DS may increase the chance of functional survival, especially in patients with admission GCS score of 6 or 7.

8.
Yüksek gelirli gelişmekte olan bir ülkede çocuk doğurma yaşındaki kadınlarda travma
Trauma in women of child-bearing age in a high-income developing country
Alaa K Abbas, Hisham Mirghani, Hani O Eid, Fikri M Abu-zidan
PMID: 22864716  doi: 10.5505/tjtes.2012.45578  Sayfalar 239 - 242
AMAÇ
Çocuk doğurma çağında bulunan kadınlardaki travma ile ilgili dağılım ve nedenler araştırıldı.
GEREÇ VE YÖNTEM
Bu çalışmadaki veriler, Al-Ain Hastanesi (Birleşik Arap Emirlikleri-BAE) Travma Kayıtlarından derlendi. 16 ile 45 arası (çocuk doğurma çağı) bir yaşa sahip olan ve 15 Mart 2003 ile Mart 2006 tarihleri arasındaki periyotta travma nedeniyle hastaneye yatırılan kadınlar çalışmaya dahil edildi.
BULGULAR
Kadınlar (n=171) aynı yaş grubundaki bütün travma hastalarının (n=1809) %9’unu kapsadı ve bunların %29’u BAE ulusundandı. Kadınlar için ortalama yaş 30,5 yıl idi. Karayolu araç kazası (KAK), başlıca yaralanma nedeniydi (n=78, %46). Yanıklar, erkeklere göre kadınlarda anlamlı olarak daha yüksek bulundu (p=0,001). Lomber kırıklar anlamlı şekilde erkeklerde daha yüksekti (p=0,03), servikal kırıklar anlamlı şekilde kadınlarda daha yüksekti (p=0,04). Kadınlarda pelvik kırıklar %6,4, spinal kırıkları %7 ve her iki yaralanmanın var olduğu %1,2 oranında ki hastaya tanı konuldu, 3 kadın öldü (%1,7); ölümlerin tümü KAK nedeniyle idi.
SONUÇ
Travmaya uğrayan kadınların çoğunluğu 20 ile 34 yaş arasındaydı. KAK, yaralanma ve ölümle ile ilgili başlıca nedendi. Kadınlarda travma, yüksek bir pelvik kırık insidansı ile birliktedir. Erkeklerdeki lomber yaralanmaların tersine, kadınlarda daha yüksek servikal yaralanma oranı gözlendi.
BACKGROUND
We aimed to study the distribution and causes of trauma in women of child-bearing age.
METHODS
Data were collected from Al-Ain Hospital (United Arab Emirates-UAE) Trauma Registry. Females aged 16 to 45 years (child–bearing age) who were admitted with trauma between March 2003 and March 2006 were included in the study.
RESULTS
Females represented 9% (n=171) of all trauma patients (n=1809) of the same age group, of which 29% were UAE nationals. The mean age for females was 30.5 years. Road traffic collision (RTC) was the main mechanism of injury (n=78, 46%). Burns were significantly higher in females than males (p=0.001). Cervical fractures were significantly higher in females (p=0.04), while lumbar fractures were significantly higher in males (p=0.03). In females, pelvic fractures were diagnosed in 6.4%, spinal fractures in 7%, and both injuries in 1.2%. Three females died (1.7%), and all were due to RTC.
CONCLUSION
The majority of females involved in trauma were aged 20-34 years. RTC is the main mechanism of injury and fatality. Female trauma is associated with a high incidence of pelvic fractures. A higher rate of cervical injuries was observed in females in contrast to lumbar injuries in males.

9.
Yetişkinlerdeki tibia kırıkları için yeni dizayn edilmiş bir intramedüller çivi ve distal kilit sistemi, klinik sonuçlarımız
A newly designed intramedullary nail with distal interlocking system for tibia fractures in adults - the clinical results
Fatih Küçükdurmaz, Fuat Akpınar, Gürsel Saka, Necdet Sağlam, Cihan Acı
PMID: 22864717  doi: 10.5505/tjtes.2012.08466  Sayfalar 243 - 249
AMAÇ
Tibia kırıklarının cerrahi tedavisinde oymalı ve oymasız seçenekler vardır. Oymalı çivilerin biyomekanik üstünlükleri vardır ancak endosteal dolaşıma önemli ölçüde zarar verir. Oymasız çiviler ise endosteal dolaşımı korur fakat daha az stabil bir sabitleme sağlar. Her iki sistemde de distal kilit vidası kaynaklı instabilite nedeniyle hemen tam ağırlık vermek mümkün değildir. Ayrıca, distal kilit vidası, skopi kullanma ihtiyacının ve cerrahi sürenin uzamasından sorumludur. Bu çalışmada, yeni intramedüller çivi ve oymasız sistemle stabil bir sabitleme sağlayıp hemen tam ağırlık vermeye izin veren distal kilit vidası sisteminin klinik sonuçları sunuldu.

GEREÇ VE YÖNTEM
2008 ile 2010 yılları arasında yeni intramedüller sistemle ameliyat edilmiş 50 tibia kırığı (49 hasta) geriye dönük olarak değerlendirildi. Ameliyattan hemen sonraki 1. gün tam ağırlığa izin verildi. Hastalar ameliyat sonrası en az 10 ay takip edildi.
BULGULAR
Distal kilitleme için ortalama skopi süresi 18 saniye (min: 10, maks: 30) idi. Ortalama kaynama süresi 9 hafta (min: 6, maks: 12). Nörovasküler yaralanma, derin enfeksiyon, yanlış veya gecikmiş kaynama ve kaynamama yoktu.
SONUÇ
Biz bu çalışmamızla yeni geliştirdiğimiz intramedüller çivinin ve distal kilit vidası sisteminin distal kilit vidasından kaynaklanan stabilite problemlerinin çözülmesinde bir seçenek olabileceğini gösterdik. Ayrıca sistemimiz ameliyatta gereken skopi ihtiyacını da önemli ölçüde azaltmaktadır.
BACKGROUND
The surgical treatment of fractures of the tibia includes reamed and unreamed options. Reamed nails have mechanical advantages but they significantly harm the endosteal circulation. Unreamed nails spare the endosteal circulation, but provide a less stable fixation. In both systems, immediate full weight-bearing is not possible due to instability related to distal interlocking (DI). Further, DI is responsible for the majority of the fluoroscopy requirement and a significant loss of surgical time.
In our study, we present the clinical results of a new intramedullary (IM) nail and system, which allows stable fixation with an unreamed technique that permits immediate full weight-bearing, with a minimum fluoroscopy requirement for DI.
METHODS
Fifty tibia fractures (49 patients) operated using our new IM system between 2008 and 2010 were evaluated retrospectively. They were allowed full weight-bearing the day after surgery. The patients were followed at least 10 months postoperatively.
RESULTS
Mean fluoroscopy time was 18 seconds (min: 10, max: 30) for DI. Mean union time was 9 weeks (min: 6, max: 12). There was no neurovascular injury, deep infection, malunion, delayed union, or nonunion.
CONCLUSION
We demonstrated that our newly developed IM nail and new DI system may be an option to solve the stability problems sourced from the DI screw. It also significantly decreases the requirement of fluoroscopy.

10.
Radikal prostatektomi sırasında rektal yaralanma
Rectal injury during radical prostatectomy
Mehmet Yıldırım, Cemal Göktaş, Rahim Horuz, Cihangir A. Çetinel, Önder Cangüven, Hasan Fehmi Küçük, Selami Albayrak
PMID: 22864718  doi: 10.5505/tjtes.2012.04379  Sayfalar 250 - 254
AMAÇ
Radikal prostatektomi (RP) sırasında iyatrojenik rektal yaralanma gelişen hastaların verileri değerlendirildi.

GEREÇ VE YÖNTEM
2003 ile 2011 yılları arasında ameliyat edilen 451 RP (218 retropubik, 233 perineal RP) olgusu arasında, ameliyat sırasında rektal yaralanma gelişen 7 hastanın (6 perineal, 1 retropubik RP) pre-, intra- ve post-operatif döneme ait klinik verileri geriye dönük olarak incelendi.
BULGULAR
Yedi hastanın ortalama yaşı 64,4 yıl idi. Rektal yaralanmanın, 4 hastada prostatın apikal diseksiyonu sırasında, 1 hastada Denonvillier fasyasının diseksiyonu sırasında, 1 hastada rektoüretral kasların kesilmesi sırasında, 1 hastada ise anal sfinkterin hemen yakınındaki seviyede rektum diseksiyonu yapılırken geliştiği tespit edildi. Rektal yaralanmanın ortalama ebatı 2 (1-4) cm idi. Tüm olgularda yaralanan bölge anında fark edilerek çift-tabaka dikiş ile primer olarak perioperatif onarıldı, hiçbir olguda kolostomi uygulanmadı. Altı olguda ameliyat sonrası dönemde herhangi bir komplikasyonla karşılaşılmadı. Bir olguda ise yaralanan ve onarılan rektum duvarında gelişen detaşman nedeniyle ameliyattan sonra 1. günde cerrahi gerekti ve hasta sorunsuz iyileşti. Ameliyat sonrası takipte hiçbir hastada üretrorektal fistül, idrar inkontinansı veya üretral darlık ile karşılaşılmadı.
SONUÇ
Radikal prostatektomi sırasında fark edilmesi durumunda, rektum yaralanmalarının tedavisinde çift-tabaka dikiş ile primer onarım uygulanması yeterli olmaktadır.
BACKGROUND
We evaluated the data of our patients who experienced rectal injury during radical prostatectomy (RP).

METHODS
We analyzed the data for the 7 patients (6 perineal, 1 retropubic) with iatrogenic rectal injury who were selected from 451 patients with RP (218 retropubic, 233 perineal) operated in our clinic between 2003 and 2011.
RESULTS
The mean age of the 7 patients was 64.4 years. Rectal injury occurred during prostatic apical dissection in 4 patients, during dissection of Denonvilliers fascia in 1 patient, during transection of the rectourethral muscles in 1 patient, and during dissection of the rectal region proximal to the anal sphincter in 1 patient. The mean size of the lesions was 2 (1-4) cm. All of the rectal injuries were recognized during the operation, and double-layered sutures were used for the primary repair. None of the cases required colostomy procedure. No postoperative complications were encountered in 6 of the patients; however, 1 patient underwent a second operation on the following day due to detachment at the injury site. None of the patients displayed urethrorectal fistula, urinary incontinence or urethral stricture.
CONCLUSION
Primary repair with double-layered suturing is sufficient for the treatment of rectal injuries that occur during RP if they are recognized intraoperatively.

11.
Keşmir’de ayaklanan grupların havalı silah saçmasıyla yaralanmaları
Pellet gunfire injuries among agitated mobs in Kashmir
Majid Mushtaque, Mohammad F Mir, Muneer Bhat, Fazl Q Parray, Samina A Khanday, Rayees A Dar, Ajaz A Malik
PMID: 22864719  doi: 10.5505/tjtes.2012.47639  Sayfalar 255 - 259
AMAÇ
Ayaklanan grupların kontrol edilirken uğradıkları saçma ile silah yaralanmaları incelendi.
GEREÇ VE YÖNTEM
Saçma tanesi ile gerçekleşen silah yaralanmaları nedeniyle kaza ve acil servis bölümüne yatırılan toplam 198 hasta, anatomik bölge, ciddiyet ile yaralanma tipi, tedavi ve sonuçlar bakımından değerlendirildi.
BULGULAR
Hastaların %72,7’si, 16 ile 25 yaş arasında idi. En sık yaralanma bölgeleri ekstremiteler (%47,9), karın (%36,3) ve göğüs (%31,3) idi. Hastaların %59,5’inde minör yaralanma vardı. Yaralanmaları nedeniyle hastaneye yatırılan 80 hastanın 43’ü (%53,7) ameliyat edildi. Altı adet ölüm (%3,03) gözlemlendi.
SONUÇ
Kendi başına saçma yaraları önemsiz gibi görünebilir, ancak, kafaya, göğüse ve karına yönelik potansiyel doku hasarına neden olabilecek yaralanmaların değerlendirilmemesi durumunda ölümcül sonuçlar ortaya çıkabilir. Hastalar, genel kurşun yaralanmaları ile aynı şekilde değerlendirilmeli ve tedavi edilmelidir.
BACKGROUND
Pellet gunfire injuries inflicted while controlling agitated mobs has been studied.
METHODS
A total of 198 patients admitted to the Accident and Emergency Department with pellet gun injuries were studied in terms of anatomic site, severity and type of injury, treatment, and outcomes.
RESULTS
72.7% of patients were aged 16-25 years. The most common sites of injury were the extremities (47.9%), abdomen (36.3%) and chest (31.3%). 59.5% of patients were found to have minor injuries. Of the 80 patients admitted to the hospital for their injuries, 43 (53.7%) required an operative procedure. Six deaths (3.03%) were observed.
CONCLUSION
While the pellet wound itself may seem trivial, if not appreciated for the potential for tissue disruption and injuries to the head, chest, and abdomen, there can be catastrophic results. Patients should be evaluated and managed in the same way as those sustaining bullet injuries.

12.
2011 Van depremi sonrası Van bölgesi Eğitim ve Araştırma Hastanesine başvuran olguların değerlendirilmesi
Evaluation of the patients in Van Training and Research Hospital following the 2011 Van earthquake in Turkey
Recep Dursun, Cemile Ayşe Görmeli, Gökay Görmeli
PMID: 22864720  doi: 10.5505/tjtes.2012.05863  Sayfalar 260 - 264
AMAÇ
23 Ekim 2011 tarihinde Van ilinde deprem meydana geldi. Bu deprem çok büyük yıkıcı bir felaketti ve kitlesel yaralanmalara neden oldu. Burada sunulan tanımlayıcı analizin, yanlız bu çalışma için değil, aynı zamanda daha sonra yaşanabilecek afetler için de bir kaynak olarak kullanılması amaçlanmıştır.

GEREÇ VE YÖNTEM
Deprem nedeniyle Van Bölge Eğitim ve Araştırma Hastanesine başvuran hastaların ilk 7 günlük kayıtları geriye dönük olarak incelendi. Sonuçlar mevcut literatür ile karşılaştırıldı.

BULGULAR
Depremzede 1582 hasta (806 erkek, 776 kadın; ort. yaş 36,9) acil servise başvurdu. Hastaların 301’i yatarak tedavi gördü. Hastaların 84’ü (%28) ortopedi ve travmatoloji, 40’ı (%13) genel cerrahi ve çocuk cerrahisi, 26’sı (%9) göğüs cerrahisi, 34’ü (%11) beyin cerrahisi, 56’sı (%19) iç hastalıkları, 39’u (%13) yoğun bakım, 22’si (%7) ise diğer servislere yatırıldı. Ölenlerin sayısı 60 idi.
SONUÇ
Deprem felaketi sonrası mortalite ve morbidite oranını azaltmak için erken ve etkili triyaja önem verilmelidir. Hastalar hastaneye nakledildikten sonra klinik özelliklerine göre tedavi uygulanmalı ve birçok kliniğin birbiriyle uyumlu ve işbirliği içerisinde çalışmaları sağlanmalıdır.
BACKGROUND
On 23 October 2011, an earthquake occurred in the city of Van, Turkey. This earthquake was an enormous devastating disaster and caused mass casualties. The descriptive analysis presented here serves as a reference not only for the present injury profile but also for future disaster response.

METHODS
This is a retrospective study based on the medical records of earthquake victims admitted to Van Training and Research Hospital. The results were compared with the current literature.
RESULTS
1582 earthquake victims (806 male, 776 female, mean age 36.9 years) were admitted to emergency service. 301 of the patients were treated with hospital care in different departments: 84 (27.9%) in orthopedics surgery, 40 (13.2%) in general and pediatric surgery, 26 (9%) in thorax surgery, 34 (11%) in neurosurgery, 56 (19%) in internal medicine, 39 (13%) in the intensive care unit, and 22 (7%) in other departments. The total number of deceased was 60.
CONCLUSION
To minimize mortality and morbidity after earthquake disaster, immediate and effective triage should be done, and after the patients are transported to the hospital, individualized treatment should be planned according to the patients’ respective clinical features. Coherent collaboration between many departments is vital.

OLGU SUNUMU
13.
Dört adet çivi ile çok nadir bir penetran kafa travması olgusu
Penetrating head trauma with four nails: an extremely rare case
Lutfü Arici, Bekir Akgun, Metin Kaplan, Ilhan Yilmaz
PMID: 22864721  doi: 10.5505/tjtes.2012.47587  Sayfalar 265 - 267
Yedi yıl önce şizofreni tanısı almış, 34 yaşındaki erkek hastanın kendi kafasına 4 adet çivi çakmasıyla gelişen nadir bir penetran kafa travması olgusu sunuldu. Fiziksel incelemede kafasının sağ temporal ve paryetal bölgesinde saçlı deri içerisinde kraniyuma çakılı 4 adet çivi vardı. Beyin omurilik sıvısı fistülü yoktu. Hastanın nörolojik incelemesinde motor ve duyu defisiti yoktu. Glasgow koma skoru 15 idi. Direkt kafa grafisinde ve beyin bilgisayarlı tomografisinde (BT) çivilerin yaklaşık 10 cm uzunluğunda olduğu ve değişik yönlere uzandığı görüldü. BT anjiyografisinde büyük vasküler yapılarda yaralanma yoktu. Genel anestezi altında sağ temporal bölgede olan 2 çivi direkt çekilerek, sağ paryetal bölgede olan 2 çivi ise mini kraniyotomiler ile çıkarıldı. Temporal bölge gibi kemiğin ince olduğu alanlarda çivi direkt çekilip çıkarılabilir. Ancak paryetal kemik gibi kemiğin kalın olduğu bölgelerde bu yöntemle çivilerin çıkarılması her zaman mümkün olmayabilir.
We present a rare case of self-inflicted penetrating head trauma by a 34-year-old male who hammered four nails into his own head; he had been diagnosed with schizophrenia seven years before.
On the physical examination, four nails were observed in the hairy scalp that had been driven into the cranium in the right temporal and parietal areas of the head. No cerebrospinal fluid fistulas were present. On the neurological examination, no motor or sensory deficits were present. The Glasgow Coma Scale was 15. On direct skull X-ray and cranial computerized tomography (CT), the nails were seen to be approximately 10 cm long and extending in various directions. No injury was observed in the main vasculature on CT angiography. Under general anesthesia, two nails in the right temporal area were removed by extraction, and the other two nails in the right parietal area were removed through a mini craniotomy. In areas such as the temporal area where the bone is thin, nails can be removed by extraction. However, in areas like the parietal bone where the bone is thick, removal of the nails using this method may not always be possible.

14.
Geç bulgu veren kapalı total (pantalar) talus çıkığı: Nadir bir olgu sunumu ve literatür değerlendirmesi
Closed total (pan-talar) dislocation of the talus with delayed presentation: a rare case report and review of the literature
Rajesh Dulani, Sandeep Shrivastava, Sameer Dwidmuthe, Ravi Purohit
PMID: 22864722  doi: 10.5505/tjtes.2012.69376  Sayfalar 268 - 270
Talus ve peritalar eklemin majör kırık ve çıkıkları nadirdir. Bu yazıda, gecikmeli başvuran, kapalı total talus çıkığı, mediyal malleol kırığı ve posterior talar tüberkül kırığı yaralanmalı, nadir görülen olgu sunuldu. Bu yazıda, literatürdeki daha önceki sunum ve önerilen tedavi değerlendirildi.
Major fractures and dislocation of the talus and peritalar joint are uncommon. We present here a very rare case of injury with delayed presentation of closed total talus dislocation with fractured medial malleolus and posterior talar tubercle fracture. This report analyzes previous reports in the literature and the proposed treatment.

15.
Pilor atrezisi ve epidermolizis bülloza birlikteliği: İki olgu sunumu ve literatür derlemesi
Pyloric atresia associated with epidermolysis bullosa: report of two cases and review of the literature
Ünal Bıçakcı, Burak Tander, Fatma Çakmak Çelik, Ender Arıtürk, Rıza Rızalar
PMID: 22864723  doi: 10.5505/tjtes.2012.13284  Sayfalar 271 - 273
Pilorik atrezi (PA) ve epidermolizis bülloza (EB) birlikteliği genetik etyolojisi iyi bilinen fakat ender rastlanılan yenidoğanın acil cerrahi hastalığıdır. PA/EB, pilor atrezisi ile cilt ve mukozalardaki bülloz lezyonların beraberliği olarak tariflenir. Literatürde bugüne dek toplam 91 olgu bildirilmiştir. Bu yazıda iki yeni olgu sunuldu, literatür taraması yapıldı.
Olgu 1: Üç günlük hasta safrasız kusma ve ekstremitelerde 2-3 cm çapında bülloz lezyonlarla başvurdu. Karın grafisinide sol üst kadranda hava-sıvı seviyesi vardı. Laparotomide pilor atrezisi saptanarak piloropilorostomi uygulandı. Sorunsuz taburcu edilen hasta iki ay EB’ye bağlı ağır sepsisten kaybedildi.
Olgu 2:
İki günlük hasta, boyunda, diz altında, ön yüzde, el sırtında ve sol dirsek üstünde yaygın cilt lezyonları mevcuttu. Karın grafisinde, dilate mide ve distalinde gaz yokluğu dikkati çekti. Pilor atrezisi ön tanısı ile ameliyat edilerek gastroduodenostomi uygulandı. Başlangıçta oral beslenmeyi iyi tolere eden hasta ameliyat sonrası 23’üncü cilt lezyonlarına bağlı ağır sepsis nedeniyle kaybedildi. PA/EB tanısı alan hastaların hemen hemen hepsi ilk birkaç yıl içinde kaybedilmektedir. EB’den kaynaklanan komplikasyonlar ölümlerin en yaygın nedenidir. Başarılı PA ameliyatlarından sonra bile, EB’ye bağlı cilt lezyonları, enfeksiyon ve metabolik problemlere yol açarak, ölümleri neredeyse kaçınılmaz hale getirmektedir.
The coexistence of pyloric atresia (PA) and epidermolysis bullosa (EB) is a rare but well-known surgical emergency in neonates. PA/EB is described by the association of atresia of the pylorus and bullous lesions on the skin. Ninety-one cases have been reported in the literature to date. We present two new cases and evaluate the association of PA/EB, its etiopathogenesis and the clinical properties.
Case 1:
A three-day-old female presented with nonbilious vomiting and bullous lesions 2-3 cm in diameter on the extremities. Abdominal X-ray showed a single air-fluid level in the left upper quadrant. At laparotomy, we found PA and performed a pyloro-pylorostomy. The patient died due to sepsis complication of EB two months after surgery.
Case 2:
A two-day-old male presented with severe dermal bullous lesions on the trunk, neck and extremities. His stomach was dilated and there was no gas distally. We found PA and performed gastroduodenostomy. Initially, he tolerated the feeding well, but he died due to severe sepsis on the postoperative 23rd day.
Almost all neonates born with the PA/EB result in a fatal outcome in the first few years. The complications related to EB are usually the cause of death. Even after successful repair of PA, skin lesions lead to death due to infection.

16.
Ameliyat alanında yanan bir hasta: Olgu sunumu
A patient who was burned in the operative field: a case report
Soo Ho Chung, Hae Hyeog Lee, Tae Hee Kim, Jeong Sig Kim
PMID: 22864724  doi: 10.5505/tjtes.2012.49225  Sayfalar 274 - 276
Ameliyat alanı yangınları oldukça nadirdir. Yine de, bir felaket, hemen hemen her türlü cerrahiyi güçleştirebilir. Ameliyat alanı yangınlarının çoğunluğu, oksijenden zengin bir ortamda alkol bazlı cerrahiye hazırlama solüsyonlarının, elektrikli cerrahi ekipmanın veya kolay tutuşan kumaşların kullanılmasından kaynaklanmaktadır. Biz, over kisti ve uterin miyomları nedeniyle jinekolojik cerrahi geçirirken alev yanığına maruz kalan hastayı sunuyoruz.
Operating room fires occur very rarely. Nevertheless, a disaster can complicate almost any kind of surgery. The majority of operating room fires result from the use of alcohol-based surgical preparation solutions, electro-surgical equipment, or flammable drapes in an oxygen-rich environment. We report a patient with an ovarian cyst and uterine myomas who suffered a flame burn while undergoing gynecological surgery.

17.
İnsidental menenjiyomda izole hemorajik kontüzyon
Isolated hemorrhagic contusion of an incidental meningioma
Ki Seong Eom, Tae Young Kim
PMID: 22864725  doi: 10.5505/tjtes.2012.32392  Sayfalar 277 - 279
Bu yazıda, kafa travması nedeniyle hastanemize başvuran bir kadın hastanın bilgisayarlı tomografisinde (BT) hemorajik serebral kontüzyon benzeri radyolojik bulgular gösteren, insidental menenjiyoma eşlik eden nadir bir izole hemorajik kontüzyon olgusu sunuldu. Olgunun iki özelliği vardı. Birincisi, menenjiyom kafa travmasına bağlı hemorajik kontüzyona neden olmakla birlikte beyin dokusunun bütünlüğü bozulmamıştı. İkincisi, BT’de rastlantı sonucu fark edilen menenjiyomaya ilişkin hemorajik kontüzyonun serebral bir hemorajik kontüzyon olarak yanlış tanı konulmuş olması söz konusuydu. Bu olguda, bu nadir fenomeni açıklamaya yönelik olası bir mekanizma önerdik.
The authors present an unusual case of isolated hemorrhagic contusion of an incidental meningioma showing radiological findings similar to those of a hemorrhagic cerebral contusion on computed tomography (CT) in a female patient who presented to our hospital for head trauma. This case has two characteristics. First, although the meningioma had a hemorrhagic contusion due to head trauma, most of the brain tissue was intact. Second, there was a possibility that the hemorrhagic contusion of the incidental meningioma on CT was misdiagnosed as a cerebral hemorrhagic contusion. In this case, we propose a possible mechanism to explain this rare phenomenon.

18.
Erişkinlerde intestinal malrotasyon: Olgu sunumu
Intestinal malrotation in an adult: case report
Selim Sözen, Kerim Güzel
PMID: 22864726  doi: 10.5505/tjtes.2012.60973  Sayfalar 280 - 282
İntestinal malrotasyon, orta bağırsak (midgut) bölümünün peritoneal kavitede arteria mesenterica superior etrafında normal fetal rotasyonunu yapamaması ve fiksasyon bozukluğu ile seyreden bir gelişimsel anomalidir. Midgut rotasyon anomalilerine erişkinlerde nadir rastlanır. Bunlar, genellikle, klinik bulgulara sebep olduklarında cerrahi girişimi gerektirirler. Tanısını koymak güç olsa da erken tanı ve tedavi başarılı sonuç verir. İntestinal malrotasyon nadir olarak asemptomatik seyredip tanısı genellikle insidental olarak konur. Bu yazıda, kliniğimize ince bağırsak tıkanıklığı bulguları ile başvuran bir insidental intestinal malrotasyon olgusu literatür eşliğinde irdelendi.
Intestinal malrotation is a developmental anomaly of the midgut in which the normal fetal rotation of intestines around the superior mesenteric artery and their fixation in the peritoneal cavity fail. Rotational anomalies of the midgut are rare in adults. Operative intervention is required generally when they are symptomatic. While difficult to diagnose, prompt recognition and surgical treatment usually lead to a successful outcome. Intestinal malrotation is rarely asymptomatic and generally diagnosed incidentally in adults. In the present report, a case of incidental intestinal malrotation with clinical findings of small bowel obstruction is discussed with a literature review.