p-ISSN: 1306-696x | e-ISSN: 1307-7945
Cilt : 16 Sayı : 5 Yıl : 2024

Hızlı Arama




SCImago Journal & Country Rank
Ulusal Travma ve Acil Cerrahi Dergisi - Ulus Travma Acil Cerrahi Derg: 16 (5)
Cilt: 16  Sayı: 5 - Eylül 2010
DENEYSEL ÇALIŞMA
1.
Ankaferd Blood Stopper’in karın içi kullanımı periton içi yapışıklık oluşumunu arttırır mı?
Does intraabdominal use of Ankaferd Blood Stopper cause increased intraperitoneal adhesions?
Mustafa Cömert, Kemal Karakaya, Figen Barut, Güldeniz Karadeniz Cakmak, Hamdi Bülent Uçan, Fatma Ayca Gültekin, Ali Uğur Emre, Öge Taşçılar, Oktay Irkörücü, Handan Ankaralı
PMID: 21038113  Sayfalar 383 - 389
AMAÇ
Bu çalışmanın amacı, karın içi kullanılan Ankaferd Blood Stopper’in (ABS) periton içi yapışıklık oluşumunu arttırıp arttırmadığını ve in vivo kullanıma bağlı majör toksik etkilerini irdelemektir.
GEREÇ VE YÖNTEM
Bu deneysel çalışma, çekal abrazyon uygulanan sıçan modelinde Ankaferd solüsyonunun periton içi yapışıklık oluşumu üzerine etkisini değerlendirmek üzere dizayn edildi. Periton içi yapışıklıklar cerrahi uygulama sonrası 10. gün makroskopik ve histopatolojik inceleme ile belirlendi. Yan etki varlığını irdelemek için kan, akciğer ve karaciğer dokuları alındı.
BULGULAR
Ankaferd Blood Stopper’in kullanımı ile karın içi yapışıklık oluşumunun azaldığı görüldü. ABS uygulanmasının kan biyokimyasal incelemelerinde herhangi bir bozulmaya neden olmadığı saptandı. Ancak akciğerlerde ve bağırsakların serozal yüzeylerinde akut ve kronik enflamatuvar değişiklikler ve karaciğerde minör yapısal değişiklikler izlendi. Bu değişikliklerin hiçbiri toksik değişiklik olarak değerlendirilmedi. ABS’nin diğer etkilerinin belirlenmesi için farklı dozlarda ve farklı klinik senaryolarda ileri çalışmalara ihtiyaç vardır.
SONUÇ
Periton içi yapışıklık oluşumu ABS uygulanan grupta kontrol grubu ve SF grubuna kıyasla daha az görüldü. İntraperitoneal ABS kullanıma bağlı olarak herhangi bir toksik etki saptanmamakla birlikte bazı minör değişiklikler gözlenmiştir.
BACKGROUND
The aim of this study was to investigate whether intraabdominal Ankaferd Blood Stopper (ABS) causes increased intraabdominal adhesion formation and to determine any side effects of ABS in vivo.
METHODS
The present experimental study was designed to examine the effects of Ankaferd solution on peritoneal adhesion formation in a rat model of cecal abrasion. Intraperitoneal adhesions were assessed macroscopically and histopathologically on the 10th postoperative day. The possible adverse affects of ABS on liver and lung tissues were analyzed histopathologically, and blood chemistry was also evaluated.
RESULTS
Our study revealed that ABS reduced intraperitoneal adhesion formation in an experimental rat model. The blood chemistry was not disturbed due to ABS administration. Intraperitoneal administration of ABS led to some minor changes in the lungs and serosal surfaces of the intestines, with minor architectural changes in the liver that were not considered as toxic. Further studies with various application doses and routes with more detailed cellular analysis are thus warranted to clarify the possible pleiotropic and adverse effects of this new agent away from hemostasis.
CONCLUSION
There was less intraperitoneal adhesion formation in the ABS group than in the control group and saline group. Intraperitoneal administration of ABS has no toxic effects on blood chemistry or the lungs, kidneys and the liver, but it has some minor adverse effects.

2.
Protein kinaz C aktivatörü forbol dibütiratın travmatik beyin ödemine ve aquaporin 4 ekspresyonu üzerine etkisi
The effects of protein kinase C activator phorbol dibutyrate on traumatic brain edema and aquaporin-4 expression
Aykut Karasu, Yavuz Aras, Pulat Akın Sabancı, Günseli Sağlam, Nail İzgi, Burcu Biltekin, Tanyeri Barak, Kemal Tanju Hepgül, Mehmet Kaya, Ayhan Bilir
PMID: 21038114  Sayfalar 390 - 394
AMAÇ
Aquaporin-4 (AQP4) merkezi sinir sistemindeki başlıca su kanalıdır. Beyin ödemi travmatik beyin yaralanmasında (TBY) artmış AQP4 ekspresyonundan ortaya çıkmaktadır. Hücre çalışmaları protein kinaz aktivatörü forbol esterin AQP-4 ve su geçirgenliği üzerine baskılayıcı etkisi olduğunu göstermiştir. Bu çalışmanın amacı, bir forbol esteri olan forbol dibütiratın (PDBu) TBY’de AQP-4 ekspresyonu ve eşlik eden beyin ödemine etkisinin araştırılmasıdır.
GEREÇ VE YÖNTEM
Elli altı adet erkek Wistar cinsi sıçan öncelikle beyin dokusundaki su yüzdesinin değerlendirileceği ödem grubu ve AQP-4 ekspresyonunun araştırılacağı immünohistokimya grubu olmak üzere 2 gruba ayrıldı. Bu iki grup da kendi içerisinde kontrol grubu, ciddi TBY grubu, %0,9’luk tuz çözeltisi ile tedavi edilen TBY grubu ve PDBu (2300 mg/kg, iv) ile tedavi edilen TBY grubu olmak üzere 4 ayrı alt gruba ayrıldı. Sonuçlar istatistiksel olarak değerlendirildi.
BULGULAR
PDBu tedavisi anlamlı derecede beyin su konsantrasyonunu düşürdü (p<0,001). Ayrıca PDBu’nun travmaya bağlı AQP-4 reseptörlerinin artışını engellendiği tespit edildi (p<0,05).
SONUÇ
AQP-4 reseptörlerini azaltma etkisi oluşturan intravenöz PDBu verilmesiyle travmatik beyin ödemi gelişmesi engellenmiştir. Ayrıca bu durum TBY’da AQP-4 ekspresyonunun önemini de vurgulamaktadır.
BACKGROUND
Aquaporin-4 (AQP4) is the major water channel in the central nervous system. Brain edema emerges from increased AQP4 expression in traumatic brain injury (TBI). Cell line studies have shown that the protein kinase activator phorbol ester exerts a suppressive effect on AQP4 and water permeability. The aim of this study was to investigate the effects of a phorbol ester, phorbol dibutyrate (PDBu), on increased TBI AQP4 expression and accompanying brain edema.
METHODS
Fifty-six male Wistar rats were first divided into two groups: the edema group, in which the percentage of water in brain tissue would be evaluated, and the immunohistochemical group, allowing AQP4 expression to be determined. Both groups were further sub-divided into four groups consisting of 7 subjects. These four groups were as follows: sham-operated control group, severe diffuse TBI group, 0.9% saline-treated diffuse TBI group, and the PDBu-treated diffuse TBI group (2300 µg/kg, iv). The results were evaluated statistically.
RESULTS
PDBu treatment significantly reduced brain water concentration (p<0.001). Furthermore, PDBu was found to reduce trauma-induced AQP4 upregulation (p<0.05).
CONCLUSION
This study showed that traumatic brain edema was prevented by intravenous PDBu administration via AQP4 downregulation, supporting the idea emphasizing the importance of AQP4 expression control in TBI.

3.
Patlama yaralanmalarının gizli yüzü: Şok dalgaları
The disguised face of blast injuries: shock waves
M. Tahir Özer, Kağan Coşkun, Gökhan İ. Öğünç, Mehmet Eryılmaz, Taner Yiğit, Orhan Kozak, Kanbi Apaydın, A.ihsan Uzar
PMID: 21038115  Sayfalar 395 - 400
AMAÇ
Patlama yaralanmaları terörist eylemlerin artışı nedeniyle sık karşılaşıldığından, oluş mekanizmalarının bilinmesi tedavide önem kazanmaktadır. Çalışmamız özellikle primer etkiden sorumlu olan şok dalgalarının etkilerini incelemek amacıyla gerçekleştirildi.
GEREÇ VE YÖNTEM
100 gr TNT ve 1000 gr C4 patlatılarak mankenlere olan etkileri hızlı kamerayla kaydedildi. Oluşan şok dalgaları, patlama rüzgarı ve çevreye yayılan şarapnel parçalarının hızları hesaplandı. Mankenlerin patlama sonrası durumları incelendi.
BULGULAR
Patlamalarda alev topundan sonra şok dalgasının belirdiği, hızla ilerlediği ve mankenleri makroskopik olarak etkilemeden geçtiği, sonra şarapnel parçalarının saçıldığı ve patlama rüzgarının oluştuğu gözlendi. Hedeflerde makroskopik etkiyi patlama rüzgarı ve şarapnel parçalarının oluşturduğu ve patlama rüzgarı ile mankenlerde parçalanmanın oluştuğu gözlendi. Şok dalgası hızları 6482-7194 m/sn, şarapnel hızları 1420-1752 m/sn bulundu.
SONUÇ
Şok dalgaları özellikle hava içeren organları etkiler. Akciğer hasarı, akut solunum sıkıntısı sendromu, bağırsak ve kulak perforasyonlarından sorumludur. Patlama rüzgarı yüksek yoğunluk ve hızı ile parçalayıcı etkiyi yapar. En fazla ölüm sebebi şarapnel yaralanmalarıdır. Oluşan ısıyla termal yaralanmalar oluşur. Patlamalarda dört farklı mekanizma ile yaralanmalar meydana gelmektedir. Yaralının optimum tedavisinin düzenlenebilmesi için patlama yaralanmalarının mekaniği, patofizyolojisi iyi bilinmeli ve hasta takibinin her aşamasında göz önünde bulundurulmalıdır.
BACKGROUND
The increase in terrorist attacks has brought a profound and new knowledge of blast injuries. In order to improve our knowledge regarding the mechanisms of blast injuries, we analyzed the effects of shock waves.
METHODS
100 g TNT and 1000 g C4 were detonated and recorded by high-speed camera. Blast wind, shock wave and shrapnel speeds were calculated, and final condition of the target was examined.
RESULTS
A flash ball appeared first followed by the shock wave. Finally, blast wind occurred and shrapnel was distributed. The macroscopic structure of targets was not affected by the shock wave but was affected by shrapnel and blast wind. Shock waves created a transparent ballistic gel inside the target mat by changing its microscopic structure. The speed of the shock wave was 6482-7194 m/sn and shrapnel speed was 1420-1752 m/sn.
CONCLUSION
Shock waves especially affect the air-filled organs and cause lung injury, acute respiratory distress syndrome, and intestinal and eardrum perforation. Blast wind destroys targets due to its high speed and high density. The main cause of mortality is shrapnel injury. The high temperature created by the explosion causes thermal injuries. Being informed of the mechanisms of blast injuries will assist in providing better treatment. Additionally, consideration of all mechanisms of blast injuries will facilitate lower mortality and morbidity rates.

KLINIK ÇALIŞMA
4.
Üst ekstremite, boyun ve yüz yanık kontraktürlerinin tedavisi; 77 olgunun sunumu
Treatment of post-burn upper extremity, neck and facial contractures: report of 77 cases
Erdem Güven, Alper Mete Uğurlu, Emre Hocaoğlu, Samet Vasfi Kuvat, Hüseyin Elbey
PMID: 21038116  Sayfalar 401 - 406
AMAÇ
Yanık sonrası kontraktürleri hayat kalitesini ciddi olarak kötüleştirir. Bu çalışmada, yanık sonrası sekel ve kontraktürlerin fonksiyonel sınırlama nedeninde tedavi protokollerimizi sunmayı amaçlıyoruz.
GEREÇ VE YÖNTEM
Kliniğimizde yanık sonrası kontraktürlü 77 olgu tedavi edildi. Üst ekstremite, yüz ve boynu etkileyen yanığa bağlı kontraktür olguları sayısı sırası ile 60, 17 ve 6 idi. Deri grefti, ilerletme flepleri, Z plasti, K plasti gibi lokal flepler, posterior interosseöz flep gibi rejyonel flepler, genişletilmiş doku flepleri ve serbest flepler kontraktürlerin ciddiyetine göre kullanıldı.
BULGULAR
Tip II aksiller kontraktürlü bir olguda nüks gözlendi. Dirsek kontraktürlerinde tam hareket kapasitesine 3,6 yılda ulaşıldı. Yetmiş bir falanks kontraktürünün sekizinde nüks gözlendi. Boyun kontraktürü nüks olgularının ikisi yeniden ameliyat edildi.
SONUÇ
Yüz rekonstrüksiyonu için mükemmel sonuç prefabrike flep kullanılan olgularda gözlenmiştir.
BACKGROUND
Post-burn contractures severely deteriorate life quality. We aimed to present our treatment protocols for post-burn sequelae and the contractures that cause functional limitations.
METHODS
Seventy-seven cases with post-burn contracture were treated in our clinic. Post-burn contractures occurring after a burn injury affected the upper extremity, face and neck in 60, 17 and 6 cases, respectively. Skin grafts, local flaps such as advancement flaps, Z-plasties, K-plasties, regional flaps such as posterior interosseous flap, tissue expanded flaps, and free flaps were used according to the severity of the contractures.
RESULTS
In one patient with type II axillary contraction, recurrence was seen. Full range of motion was achieved in the 3.6-year follow-up period in elbow contractures. Eight of 71 phalangeal joint contractures recurred. Two patients underwent reoperation for neck contracture recurrences.
CONCLUSION
Excellent results were seen with prefabricated flaps, which were used for the facial reconstruction.

5.
Yanık kontraktürü gevşetilmesinde ardışık V-Y plasti yöntemindeki sıkıntılar
Difficulties with running V-Y plasty in releasing burn scar contracture
Nazım Gümüş
PMID: 21038117  Sayfalar 407 - 412
AMAÇ
Yanık kontraktürü gevşetilmesinde birçok tedavi yaklaşımı tanımlanmıştır. Bunların her biri kontraktür tedavisinde bazı avantajlar sunarlar, fakat endikasyonlarını ve sonuçlarını etkileyen birtakım sınırlamalara sahiplerdir. Bu çalışmada, ardışık V-Y plasti yöntemindeki sıkıntılar, teknik ile elde edilen tecrübe sonrasında tanımlanmaya çalışıldı.
GEREÇ VE YÖNTEM
Bu çalışma 21 skar kontraktürlü hastayı kapsadı. Ameliyat öncesinde fleplerin belirlenmesi için, açıları 60-90° arasında tutulan bir zigzag çizgi kontraktür hattının üzerine çizildi. Kesi ilk olarak, fleplerin büzüşmesini engellemek için cilde yapıldı, sonra fasyaya doğru derinleştirildi. Böylece V flebinin kayma şeklinde ilerletilmesi kolaylaştırıldı. V flebi Y kesisinin uzun bacağı boyunca cilt altı pedikül üzerinde ilerletildi. Dikkatli kanama kontrolü sonrasında tüm kesiler dikildi.
BULGULAR
Hastaların çoğunda herhangi bir komplikasyon olmaksızın başarılı kontraktür gevşemesi sağlandı. Bununla birlikte, birkaç hastada bazı sıkıntılar gelişti ki; V-Y plasti yönteminin muhtemel sınırlanmalarını gösterdi.
SONUÇ
Kontraktür gevşetilmesinde V-Y plasti planlandığında, yöntemin zorluklarının bilinmesi, başarılı sonuçların alınması ve muhtemel komplikasyonlardan kaçınılması için, uygun olguların seçiminde yardımcı olup, kolaylaştıracaktır.
BACKGROUND
Many approaches to the release of burn contracture have been described. Each offers some advantages for the treatment of contractures, but they have some limitations affecting their indications and outcomes. In this study, we attempt to describe clearly the difficulties with running V-Y plasty after our experience with this technique.
METHODS
This study included 21 patients with scar contracture. Preoperatively, for marking the flaps, a zigzag line, the angles of which were kept in the range of 60-90°, was drawn over the contracture line. The incision was firstly made into the skin to avoid retraction of the flaps, and then deep through the fascia, making advancement of the V flap easy by sliding. The V flap was advanced along the long limb of the Y on the base of a subcutaneous pedicle. After meticulous hemostasis, all incisions were sutured.
RESULTS
In most of the patients, successful release of the contracture was achieved without any complication. However, in a few cases, some challenging problems developed, suggesting possible limitations of the running V-Y plasty procedure.
CONCLUSION
When considering running V-Y plasty for the release of contracture, awareness of the related difficulties will be helpful and will facilitate selection of the cases suitable for the procedure to achieve successful results and avoid possible complications.

6.
İleri yaşlı (≥65 yaş) yüksek riskli olgularda gelişen intertrokanterik femur kırıklarının eksternal fiksatörle tedavisi
Treatment of intertrochanteric femur fractures in high-risk geriatric patients (≥65 years) with external fixation
Teoman Atıcı, Namık Şahin, Alpaslan Öztürk, Osman Yaray
PMID: 21038118  Sayfalar 413 - 420
AMAÇ
Çalışmamızda, yüksek riskli olgulardaki intertrokanterik kırıkların tedavisinde, minimal invaziv ve biyolojik osteosentez yöntemi olan kapalı redüksiyon ve eksternal fiksatör uygulamasının sonuçları değerlendirildi.
GEREÇ VE YÖNTEM
İntertrokanterik kırığı olan yüksek riskli (ASA 3-4) 23 olguya (14 kadın, 9 erkek ortalama yaş: 74; dağılım: 65-88 yaş) kısa süreli anestezi altında kapalı redüksiyon ve unilateral eksternal fiksatör uygulandı. Kırıkların 14’ü stabil (%60,8), 9’u (%39,2) stabil değildi. İzlem süresi ortalama 23,8 ay (dağılım, 4-58 ay) olan olgularda; ameliyat ve hastanede yatış süreleri, kırık kaynama zamanı, mobilizasyon kapasiteleri, komplikasyonlar ve mortalite oranları değerlendirildi.
BULGULAR
Ameliyat süresi ortalama 25 dk (dağılım, 15-40 dk), hastanede kalış süresi ortalama 4 gün (dağılım, 2-9 gün) olup kaynama süresi ortalama 13 hafta (dağılım, 11-16 hafta) idi. Ameliyat sonrası ilk altı ayda 5 olgu (%21,7) ek sağlık sorunları nedeniyle öldü. Olguların 11’inde (%47,8) yüzeyel çivi dibi enfeksiyonu gelişti. Materyel yetersizliği hiçbir olguda gelişmedi. Son izlemde stabil kırıklarda ortalama 5º varus (dağılım, 0-8º), 1 cm kısalık (dağılım, 0-3 cm), stabil olmayan kırıklarda ise ortalama 15º varus (dağılım, 8º-20º) ve 3 cm kısalık (dağılım, 2-5 cm) tespit edildi.
SONUÇ
İntertrokanterik kırıkların tedavisinde çevre dokuya oldukça az hasar vererek kırık kaynamasını temin eden, uygulaması kolay, etkili ve güvenli biyolojik tespit yöntemi olan kapalı redüksiyon ve eksternal fiksatör uygulaması, özellikle yüksek riskli olgularda tercih edilebilir.
BACKGROUND
We evaluated the results of intertrochanteric hip fractures treated with closed reduction and external fixation (minimally invasive and biological osteosynthesis) in patients with high surgical risk.
METHODS
Twenty-three patients (14 females, 9 males; mean age 74 [65-88]) with intertrochanteric hip fracture classified as group III and IV according to American Society of Anesthesiologists (ASA) criteria were treated with closed reduction and unilateral external fixation under short-term anesthesia. Fourteen fractures were stable (60.8%) and nine were unstable (39.2%). The mean follow-up was 23.8 months (4-58). We evaluated the operation time, hospitalization time, union time, mobilization capacity, complications, and mortality rates.
RESULTS
The mean duration of operation was 25 minutes (15-40), mean duration of hospital stay 4 days (2-9) and average union time 13 weeks. Five patients (21.7%) died due to additional health problems in the first six months after surgery. Superficial pin tract infection occurred in 11 cases (47.8%). There was no implant failure. In the last follow up, an average 5° varus (range: 0-8°) and 1 cm shortening (range: 0-3) in stable fractures and an average 15° varus (range: 8-20º) and 3 cm shortening (range: 2-5) in unstable fractures were determined.
CONCLUSION
The treatment of intertrochanteric hip fractures with closed reduction and external fixation is an easy, effective and safe biological fixation method with minimal damage to surrounding tissues, especially in patients with high surgical risk.

7.
Acil cerrahi gerektiren çoklu travmalı hastalarda prediktörlerin ve risk faktörlerinin belirlenmesi
Determination of predictors and risk factors in patients with multiple emergency surgical traumas
Seyed Mansour Alamshah, Mohammad Pipelzadeh, Seyed Reza Mousavi, Hasan Baharanfar, Ehsan Rezapour
PMID: 21038119  Sayfalar 421 - 426
AMAÇ
Çoklu travmalı hastaların kurtarılması ve tedavilerinin düzenlenmesine yönelik bulgu ve risk faktörlerinin yok edilmesi umut verici sonucu garanti edebilir.
GEREÇ VE YÖNTEM
Bu çalışma, Jundishapour Üniversitesi Tıp Fakültesi, Cerrahi Bölümü’nde travma hastaları üzerinde 17 ay boyunca sürdürülen prospektif randomize kohort çalışmadır. Mortalite nedeni, komplikasyonlar ve taburculuk esasına göre hastalar ölenler, komplike ve komplike olmayan gruplar şeklinde ayrılmıştır. Bulgular risk faktörünün belirlenmesi için karşılaştırılmıştır.
BULGULAR
Çalışılan 125 hastanın 27 tanesi ölmüş, 19 olguda komplikasyon gelişmiş ve 79 travmalı hasta başarılı bir şekilde tedavi edilerek taburcu edilmiştir. Asıl (gerçek), orta derece ve prediktif risk faktörleri şeklinde çıkartılmış üç adet sınıflama bulunmuştur. Başvuru gecikmesi, tanı ve tedavi ile ilgili gecikme, ulaşma sırasında düşmüş kan basıncı, çoklu karın içi viseral travmalar ve ciddi asidoz asıl risk faktörlerini oluşturmuştur. Yaş, çoklu cerrahi ve tehlikeler, yoğun bakım ünitesine yatırılma, elektrolit dengesizliği ve transfer sırasındaki kötü yönetim orta derece risk faktörlerini oluşturmuştur. Düşük hemoglobin, hipoksemi, birden fazla sayıda servis tarafından gözlem ve 100 kilometreden daha fazla uzaklık prediktif faktörleri oluşturmuştur.
SONUÇ
Asıl risk faktörlerinin elimine edilmesi şeklindeki çözüm, kaçınılamaz mortaliteleri azaltmaya yönelik önemli bir konudur. Böylelikle risk faktörlerinin ölümcül zincirini kırmaya yönelik girişim hastanın yaşamını uzatabilir ve prognozu düzeltebilir.
BACKGROUND
In the rescue and management of patients with multiple traumas, identifying and eliminating risk factors can guarantee a promising outcome.
METHODS
This was a prospective randomized cohort study in trauma patients in the Department of Surgery, Jundishapour University of Medical Sciences, covering 17 months. Based on the cause of mortality, complications and discharge, the patients were divided into groups as non-survivor and complicated and non-complicated groups. The results were compared for the risk factor extraction.
RESULTS
From 125 studied patients, 27 died, 19 cases were complicated and 79 injured patients were successfully treated and discharged. Three extracted classifications as main (real), moderate and predictive risk factors were determined. Referral delay, delay in diagnosis and treatment, decreased blood pressure on arrival, multiple intra-abdominal visceral injuries, and severe acidosis were identified as the main risk factors. Age, multiple surgery and pitfalls, intensive care unit admittance, electrolyte imbalance, and mismanagement during transfer were identified as moderate risk factors. Low hemoglobin, hypoxemia, observation in multiple services, and distance of more than 100 kilometers were identified as predictive factors.
CONCLUSION
Elimination of the main risk factors is a substantial issue to decrease inevitable mortalities. Thus, attempt to shorten the lethal chain of the risk factors can lengthen a patient’s life and improve the prognosis.

8.
Perfore apandisit ameliyatında dren kullanımının komplikasyonlara etkisi
Use of drainage in surgery for perforated appendicitis: the effect on complications
Ali Ezer, Nurkan Törer, Kenan Çalışkan, Tamer Çolakoğlu, Alper Parlakgümüş, Sedat Belli, Sedat Yıldırım
PMID: 21038120  Sayfalar 427 - 432
AMAÇ
Perfore apandisit ameliyatlarında halen tartışma konusu olan dren kullanımının komplikasyonlara etkisi araştırıldı.
GEREÇ VE YÖNTEM
Mayıs 1999- Ocak 2009 tarihleri arasında hastanemizde ameliyat edilen, ameliyat esnasında veya sonrasında perfore apandisit olduğu saptanan hastaların dren koyulma durumları, cerrahi alan enfeksiyonları, diğer komplikasyonlar ve hastanede yatış süreleri geriye dönük tarandı.
BULGULAR
Çalışma süresi içinde 208 hasta (ortalama yaş 41,05±16,30) perfore apandisit tanısı ile ameliyat edildi. Hastaların 128’i (%61,5) erkek idi. Ortanca şikayet süresi 2 (dağılım, 1-15) gün idi. 83 hastaya (%39,9) dren koyulmuştu. Ortanca dren kalış süresi 3 (dağılım, 1-7) gün idi. Dren koyulan hastalarda cerrahi alan enfeksiyonu, yara ayrışması, komplikasyon gelişme oranı ve tekrar hastaneye yatış gerekliliği anlamlı ölçüde yüksek bulundu. Dren koyulanlarda şikayetlerin başlaması ile ameliyat arasında geçen süre, ameliyat sonrası antibiyotik verilme süresi ve ameliyat sonrası hastanede kalış süresi anlamlı olarak daha uzun bulundu (hepsi için p=0,001). Dren koyulan ve koyulmayan hastalarda sırasıyla yandaş hastalık oranı %39,8-%19,2, orta hat kesisi ile ameliyat edilenler %20,5 -%3,2 oranında bulundu. Yaşlılarda daha sık dren koyulduğu görüldü. Dren koyulmasının çok değişkenli analizde cerrahi alan enfeksiyonu gelişimini bağımsız olarak etkilediği saptandı (p<0,001).
SONUÇ
Perfore apandisit ameliyatlarından sonra dren kullanımı cerrahi alan enfeksiyonlarını arttıran, buna bağlı olarak da hastanede yatış süresini uzatan bir işlem olarak gözükmektedir.
BACKGROUND
We aimed to investigate the use of drainage in surgery for perforated appendicitis and to determine its effect(s) on complications.
METHODS
Two-hundred and eight patients diagnosed with perforated appendicitis between May 1999 and January 2009 were retrospectively evaluated in terms of using drainage with respect to surgical infections and other complications and duration of hospital stay.
RESULTS
A total of 208 patients diagnosed with perforated appendicitis underwent surgery. The mean age of the patients was 41.05 ± 16.30 years. Of the 208 patients, 128 (61.5%) were male. The median duration of complaints was 2 days (1-15 days). Drainage was applied in 83 patients (39.9%). The median duration of drainage was 3 days (1-7 days). Surgical infections, wound dehiscence, other complications, and re-hospitalization rates were significantly higher in patients with drainage. The mean time from appearance of complaints to surgery, the duration of hospitalization and antibiotic treatment were also longer in the drainage group (p=0.001 for all). A higher rate of the patients with an accompanying disease (39.8%-19.2%) and midline incision (20.5%-3.2%) and of the elderly patients had drainage. Multivariate analyses showed that using a drain independently affected surgical infections (p<0.001).
CONCLUSION
It can be concluded that using a drain after surgery for perforated appendicitis increases surgical infections and in turn the duration of hospital stay.

9.
Soğutucu gaz ve sıvıların neden olduğu lokalize el donukları
Unusual hand frostbite caused by refrigerant liquids and gases
Celalettin Sever, Yalcin Kulahci, Ali Acar, Ercan Karabacak
PMID: 21038121  Sayfalar 433 - 438
AMAÇ
Endüstri, tarım ve tıp alanında yaygın olarak kullanılan soğutucu sıvılar ve gazlar soğutma özellikleri nedeniyle elde şiddetli lokalize donuklara neden olabilir. Bu sıvı ve gazların yaygın olarak kullanımına rağmen, lokalize el donuklarını bildiren sadece birkaç olgu yayınlanmıştır. Bu çalışmada, el donuklarının tedavisi ve alınacak önlemler tartışıldı.
GEREÇ VE YÖNTEM
Bu geriye dönük çalışmada, Haziran 2005 ve Haziran 2009 tarihleri arasında İstanbul’daki yanık merkezine başvuran, soğutucu gaz ve sıvılara temas nedeniyle elde lokalize donuğu olan 17 hasta (13 erkek, 4 kadın) değerlendirildi.
BULGULAR
Çalışmaya dahil edilen hastaların %76,47’si erkekti. Hastaların ortalama yaşı 30,82 (dağılım, 22-52 yaş) olarak hesaplandı. Toplam 17 hastanın 11’i konservatif olarak tedavi edildi. Hastaların hastanede kalış süresi ortalama olarak 30 gün (dağılım, 16-52 gün) olarak hesaplandı.
SONUÇ
Elin lokalize donukları nadir olup, bu yaralanmaların etyolojisi çeşitlidir. Bu nedenle tedavi yaklaşımında bazı karmaşalar yaşanmaktadır. Tedavide, ilk yaklaşım maruz kalınan soğutucu gaz ve sıvıdan hastanın bir an önce uzaklaştırılması ve en yakın yanık merkezine hastanın nakledilmesidir.
BACKGROUND
The refrigerant liquids and gases used widely in industry, farming and medicine for their cooling properties may cause severe frostbite. Despite their widespread use, only a few reports on frostbite of the hand involving these liquids and gases have been published. In this study, the circumstances accompanying these injuries, several adjunctive therapies and preventive measures are discussed.
METHODS
A retrospective analysis of hand frostbite injuries was conducted between June 2005 to June 2009 in a burn care center in Istanbul, Turkey. Seventeen patients (13 men, 4 women) were treated for hand frostbite injuries due to contact with refrigerant liquids and gases.
RESULTS
There was a preponderance of male patients (76.5%). Ages ranged from 22 to 52 years (mean age, 30.82 years). Eleven patients were treated conservatively. The hospital stay for treatment of their burns ranged from 16 to 52 days, with a mean stay of 30 days.
CONCLUSION
Frostbite injuries of the hand are uncommon and their etiologies vary. Thus, the low incidence of these injuries and limited experience in handling rare cases of this nature may lead to misjudgments in treatment that can have grave consequences. Decreasing the exposure time is an important first step in the treatment approach. After exposure to gas, quick delivery of the patient to a burn center is essential.

10.
Geriatrik akut cerrahi karında mortalite ve morbiditeyi etkileyen faktörler
Factors affecting mortality and morbidity in emergency abdominal surgery in geriatric patients
Erkan Özkan, Mehmet Mahir Fersahoğlu, Ender Dulundu, Yahya Özel, Mehmet Kamil Yıldız, Ümit Topaloğlu
PMID: 21038122  Sayfalar 439 - 444
AMAÇ
Çalışmamızın amacı, abdominal cerrahi girişim uygulanan yaşlı hastalarda morbidite ve mortaliteyi etkileyen nedenleri incelemektir.
GEREÇ VE YÖNTEM
Akut karın nedeniyle ameliyat edilen 65 yaş ve üzerindeki 92 hastada cerrahi endikasyonlar, morbidite ve mortalite oranları ve bunlar üzerine etkili olan faktörler yönünden incelendi. Hastaların 48’i (%52,2) erkek, 44’ü (%47,8) kadındı. Ortalama yaş 73,32±6,37 (65-92) idi.
BULGULAR
En sık cerrahi endikasyon akut kolesistitdi (%26,09). Morbidite sayısı 21 (%22,82) oldu. Mortalite sayısı 14 (%15,21) olup en sık neden mezenterik vasküler oklüzyondu. Yoğun bakıma giden hastaların %90,05’i, ölümle sonuçlanan vakaların %92,85’i Amerikan Anesteziyoloji Derneği skoru (ASA) IV idi. Ortalama hastanede kalış süresi 7,94±7,13 (medyan değeri 7) gün bulundu. İleri yaş, yüksek ASA skorunun morbidite, mortalite, hastanede kalış süresi üzerinde anlamlı etkisi görülürken, cinsiyetin anlamlı bir fark oluşturmadığı görüldü (p>0,05).
SONUÇ
Geriyatrik hastalarda ameliyat sonrası mortalite hızını azaltabilmek için ameliyat komplikasyonlarının ortaya çıkmadan önce önlenmesi gerekir. Akut kolesistit, boğulmuş fıtık gibi yaşlılarda sık görülen akut karın nedenleri elektif şartlarda opere edilerek bu acil durumların ortaya çıkma ihtimalini azaltabiliriz.
BACKGROUND
The purpose of the present study was to determine the factors affecting morbidity and mortality in geriatric patients undergoing abdominal surgery.
METHODS
Ninety-two patients who had undergone acute abdominal surgery at >65 years of age were evaluated in terms of surgical indications, morbidity and mortality rates and the factors affecting morbidity and mortality. Forty-eight patients (52.2%) were males and 44 (47.8%) were females. The mean age was 73.32±6.37 (65-92) years.
RESULTS
The most common surgical indication was acute cholecystitis (26.09%). Morbidity was established as 21 (22.82%) and mortality as 14 (15.21%), and the most common cause of mortality was mesenteric vascular occlusion. American Society of Anesthesiology (ASA) IV was noted in 90.05% of the patients admitted to intensive care, and 92.85% of the patients had mortal progression. The mean hospitalization duration was 7.94±7.13 days (median, 7 days). While older age and high ASA scores were significantly correlated with morbidity, mortality and duration of hospitalization, gender was not (p>0.05).
CONCLUSION
In order to decrease the postoperative mortality rate in geriatric patients, precaution should be taken beforehand to avoid surgical complications. By carrying out elective surgery in geriatric patients, the likelihood of common causes of acute abdomen, such as acute cholecystitis and incarcerated hernia, can be reduced.

11.
Ultrasonografi bulgusu negatif ve Alvarado skoru düşük akut apandisit şüpheli olgularda bilgisayarlı tomografinin tanıdaki rolü
The role of computerized tomography in the diagnosis of acute appendicitis in patients with negative ultrasonography findings and a low Alvarado score
Kasım Caglayan, Yusuf Gunerhan, Ali Koc, Mehmet Ali Uzun, Ediz Altinli, Neset Koksal
PMID: 21038123  Sayfalar 445 - 448
AMAÇ
Klinik muayenede Alvarado skoru düşük, ultrasonografi (US) bulgusu negatif olan, akut apandisit (AA) şüpheli olgularda bilgisayarlı tomografinin (BT) tanıya katkısını irdelemektir.
GEREÇ VE YÖNTEM
Aralık 2004-Eylül 2008 tarihleri arasında AA ön tanısı ile incelen ve Alvarado skoru düşük olan hastalar çalışmaya alındı. Bu hastalarda önce US incelemesi yapıldı. US bulguları negatif olanların karın BT’si çekildi. BT çekilen ve ameliyat edilen 52 olguda, ameliyat ve patoloji sonuçları ile BT bulguları karşılaştırıldı.
BULGULAR
Olguların yaş ortalaması 31±4 yıl (dağılım, 11-71) idi. Alvarado skor ortalaması 4,9 (dağılım, 4-6) idi. BT değerlendirme sonuçları; 52 hastanın 34’ü (%65,4) AA olarak değerlendirilirken 18’inde (%34) AA yönünden patoloji bulunmadı. AA olarak değerlendirilen 34 hastanın 31’inde (%91,2) ameliyat ve patoloji bulgularına göre AA saptandı, 3 olguda ise (%8,2) saptanmadı. BT’de AA olarak değerlendirilmeyen 18 olgunun 15’inde (%83,3) ameliyat ve patoloji bulgularında AA saptanmazken, 3 olguda ise saptandı. Bu çalışmada AA tanısında BT’nin duyarlılığı %91,2, özgüllüğü %83,3 olarak bulundu.
SONUÇ
Alvarado skoru düşük, US bulguları negatif akut apandisit şüpheli olgularda gereksiz apendektomiden kaçınmak için yardımcı tanı yöntemi olarak BT’den yararlanılabilinir.
BACKGROUND
We aimed to identify the role of computerized tomography (CT) in the differential diagnosis of acute appendicitis in patients with a low Alvarado score and negative ultrasonography findings.
METHODS
Fifty-two cases who underwent appendectomy (December 2004-September 2008) were included. All patients had an Alvarado score of 4-6 together with negative ultrasonography findings; preoperative abdominal CT examination results were available in all patients. CT results were compared with intraoperative and pathological findings.
RESULTS
The mean age of the cases was 31±4 years (range 11 to 71 years). The mean Alvarado score was 4.9. CT results were in favor of acute appendicitis in 34 of 52 cases. Of these 34 patients, acute appendicitis was confirmed by pathological findings in 31, whereas acute appendicitis could not be confirmed in the remaining three cases (8.2%). In 15 of 18 cases without CT findings of appendicitis, intraoperative and pathological findings were also in agreement; however, the remaining three cases had acute appendicitis. Based on the results of the recent studies, sensitivity and specificity of CT in the diagnosis of acute appendicitis were 91.2% and 83.3%, respectively.
CONCLUSION
To avoid unnecessary appendectomies in suspected acute appendicitis cases with a low Alvarado score and negative ultrasonography findings, CT may be used as a complementary diagnostic tool.

12.
Karayolu trafik kazalarına bağlı genitoüriner yaralanmalar: Orta Doğu’dan nüfusa dayalı bir çalışma
Genitourinary injuries following road traffic collisions: a population-based study from the Middle East
Fayez Hammad, Hani Eid, Ali Jawas, Fikri Abu-zidan
PMID: 21038124  Sayfalar 449 - 452
AMAÇ
Karayolu trafik kazalarını (KTK) takiben oluşan genitoüriner (GÜ) travmaların epidemiyolojisi, özellikle Orta Doğu’da üzerine eğilinmemiş konulardan biridir.
GEREÇ VE YÖNTEM
Nisan 2006-Ekim 2007 tarihleri için Al-Ain şehri KTK yaralanma kayıtları geriye dönük olarak değerlendirildi.
BULGULAR
GÜ yaralanma 1008 hastanın 23’ünde vardı. Renal yaralanmalar, tüm yaralanmaların %74’ünü kapsıyordu. Bunların %35’i şiddetli idi (evre IV-V). Hepsi de pelvis kırıkları ile birlikte olan 2 ekstraperitoneal mesane yaralanması ile 2 membranöz üretral yaralanma mevcuttu. Buna ek, 2 asemptomatik sürrenal yaralanması da vardı. Ortalama Yaralanma Şiddet Skoru, ortalama toplam hastanede kalma süresi ve yoğun bakım ünitesine yatırılması gereken hastaların yüzdesi, GÜ yaralanması olmayan hastalara kıyasla GÜ yaralanması olan hastalarda daha yüksekti (sırasıyla, 9,0 ve 24,9 (p<0,0001), 8,9 ve 24,1 gün (p<0,0001), %17 ve %67, (p<0,0001). Yan açılı çarpışma, GÜ yaralanması olmayan hastalardaki %16’ya kıyasla GÜ yaralanması olan hastalarda %39 ile primer yaralanma mekanizması idi (p=0,015).
SONUÇ
Bu çalışma, Orta Doğu’da KTK’yı takiben oluşan GÜ yaralanmaları ile ilgili olarak gerçekleştirilen ilk nüfus esaslı çalışmadır. GÜ organ yaralanan hastalar, diğer hastalara kıyasla daha şiddetli travmaya sahip olma eğilimindedirler. KTK’yı takiben oluşan GÜ yaralanmalarının görülme sıklığı, Batı’da rapor edilenlerden daha yüksek gibi görünmektedir.
BACKGROUND
The epidemiology of trauma to genitourinary (GU) organs following Road Traffic Collisions (RTC) is not well-studied, especially in the Middle East.
METHODS
The data of the RTC Injury Registry in Al-Ain City were collected prospectively from April 2006-October 2007.
RESULTS
Of the 1,008 patients in the registry, there were 23 GU injuries. Renal injuries accounted for 74% of injuries. Of these, 35% were severe (grade IV-V). There were two extraperitoneal bladder injuries and two membranous urethral injuries, all of which were associated with pelvic fractures. In addition, there were two asymptomatic adrenal injuries. The mean Injury Severity Score, mean total hospital stay and percentage of patients who required intensive care unit (ICU) admission were higher in patients with GU injuries compared to non-GU patients (24.9 vs. 9.0 (p<0.0001), 24.1 vs. 8.9 days (p<0.0001) and 67% vs. 17% (p<0.0001), respectively). Side-angle collision was the primary crash mechanism in 39% of GU patients vs. 16% in non-GU patients (p=0.015).
CONCLUSION
This is the first population-based study of GU injuries following RTC from the Middle East. Patients with GU organ injury tend to have more severe trauma compared to other patients. The incidence of GU injuries following RTC in the current study appears to be higher than that reported in the West.

13.
Yeni Türk Ceza Kanunu çerçevesinde kemik kırıklarına adli tıbbi yaklaşım
Forensic medicine approach to bone fractures in the framework of the new Turkish penal code
Kenan Karbeyaz, Tarık Gündüz, Yasemin Balcı
PMID: 21038125  Sayfalar 453 - 458
AMAÇ
Vücuttaki kırıklar, yeni Türk Ceza Kanunu’nun “netice itibariyle ağırlaşmış yaralama”lara verilecek cezaların düzenlendiği 87. Maddenin 3. Fıkrasında ayrı bir kavram olarak yer almaktadır. Sunulan çalışmada, 1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren yeni Türk Ceza Kanunu’nda, kemik kırığı bulunan yaralanmalı olgulara düzenlenen adli raporların değerlendirilmesi ve kemik kırıklı olgularda düzenlenecek raporlarda dikkat edilecek hususların vurgulanması amaçlanmıştır.
GEREÇ VE YÖNTEM
1 Haziran 2005 ile 31 Aralık 2008 tarihleri arasında Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı’nca düzenlenen 842 adli rapordan, kemik kırığı saptanan 306’sı değerlendirme kapsamına alınmıştır.
BULGULAR
Kemik kırığına neden olan olgu türleri incelendiğinde, trafik kazası öncelikli olarak belirlenmiştir (n=183, %59,8). Olguların %35,3’ünde (n=108) kırığın kafa bölgesinde olduğu, %61,1’inin (n=187) yaşamsal tehlikeye maruz kaldığı belirlenmiştir.
SONUÇ
Tüm travmatik olaylar adli olgu olarak kabul edilir. Adli tıp uzmanı bulunan kurumlarda adli raporu adli tıp uzmanının düzenlemesinin uygun olacağı, bu kapsamda yataklı sağlık kuruluşlarında adli tıp uzmanı istihdamının yaygınlaştırılmasının yararlı olacağı düşünülmektedir. Ancak mevcut şartlarda, adli rapor düzenlemekle yükümlü tüm doktorların sorumlu duruma düşmemeleri için kemik kırıklarında uygulanması gereken yasal prosedürleri ve uygulama esaslarını bilmeleri gerekir.
BACKGROUND
“Fractures of the body” is a new definition in which the punishment for “aggravated injury in the end” is delineated in the new Turkish Penal Code (Article 87, Section 3). In the current study, we intended to evaluate the fact-evaluation reports of injuries with broken bones in the framework of the new Turkish Penal Code, which went into effect on 1 June 2005.
METHODS
Of the 842 forensic reports of our Eskisehir Osmangazi University, Department of Forensic Medicine, 306 cases with bone fractures were determined between 1 June 2005 and 31 December 2008.
RESULTS
Traffic accidents were determined as the most common cause of all broken bone cases (n=183, 59.8%). One hundred and eight of the cases (35.3%) were determined to have fracture in the head area, with life endangered in 61.1% (n=187) of all cases.
CONCLUSION
All traumatic phenomena are considered judicial cases. Forensic experts need to report on institutions to ensure they are complying with the regulations, and their work in this area is widely considered to be useful. However, in current circumstances, the doctor responsible for all forensic reports required to edit the case should be applied to broken bones to not fall into the legal procedures and practices need-to-know basis.

14.
Akut karının nadir bir sebebi: Fitobezoara bağlı ince bağırsak tıkanıklığı
A rare cause of acute abdomen: small bowel obstruction due to phytobezoar
Savaş Yakan, Ahmet Şirinocak, Kemal Emre Telciler, Mehmet Tahsin Tekeli, Ali Galip Deneçli
PMID: 21038126  Sayfalar 459 - 463
AMAÇ
Fitobezoarlar akut ince bağırsak tıkanıklığının nadir sebeplerindendir. Bu çalışmanın amacı, bu nadir klinik durumun teşhis ve tedavisindeki zorlukları incelemektir.
GEREÇ VE YÖNTEM
Ocak 1999 ile Ocak 2009 tarihleri arasında ameliyat edilen 14 fitobezoar olgusunun dosyaları retrospektif olarak incelendi. Toplam 432 hasta ince bağırsak tıkanıklığı nedeniyle kliniğimizde ameliyat edildi. Fitobezoara bağlı ince bağırsak tıkanıklığı saptanan 14 (%3,2) olgu çalışmamıza dahil edildi. Ortalama hasta yaşı 57,25 olup hastaların 9’u kadın, 5’ide erkek idi.
BULGULAR
Predispozan faktörler arasında önceden gastrik cerrahi öyküsü 12 (%87,5) hastada, önceden abdominal cerrahi ve dişlerin tam yokluğu 2 (%14,3) hastada saptandı. Eksplorasyonda 9 hastada terminal ileumda, 5 hastada da jejunumda tam tıkanıklığa yol açan fitobezoar saptandı. Mortalite gözlenmedi.
SONUÇ
Fitobezoara bağlı ince bağırsak tıkanıklığı nadir görülen, tanıda ve tedavide zorluk yaşanılan durumlardır. Daha önceden gastrik operasyon geçirmiş, fazla miktarda lifli gıda tüketimi ve dişsizlik gibi bezoar formasyonu için yüksek riskli durumu bulunan olgular ile karşılaşıldığında fitobezoar akla getirilmelidir.
BACKGROUND
Phytobezoars are a rare cause of acute small bowel obstruction. The aim of this work was to identify the diagnostic difficulties and treatment of this rare entity.
METHODS
Data of 14 patients operated between January 1999 - January 2009 with small bowel phytobezoar were retrospectively studied. The patients (n=432) were treated in our clinic for small bowel obstructions. Of these, 14 (3.2%) phytobezoar-induced small bowel obstructions were included in this series. Median patient age was 57.25 years; nine (64%) of the patients were male, and five (36%) were female.
RESULTS
The predisposing factor was previous gastric surgery in 12 (87.5%) patients and previous abdominal surgery and total absence of the teeth in two (14.3%) patients. A completely obstructing terminal ileal phytobezoar was found in nine (64%) patients and jejunal phytobezoar in five (36%) patients during exploration. There was no mortality.
CONCLUSION
Phytobezoar-induced small bowel obstruction remains an uncommon diagnosis that poses a diagnostic and management challenge. It should be suspected in patients with an increased risk of bezoar formation, such as in the presence of previous gastric surgery, poor dentition or a history suggestive of increased fiber intake.

15.
Bir kas-iskelet yaralanması nedeni olarak ceviz ağacından düşmeler: Keşmirde üçüncü basamak tedavi merkezinden bir çalışma
Walnut tree falls as a cause of musculoskeletal injury - a study from a tertiary care center in Kashmir
Asif Nazir Baba, Simon D Paljor, Naseer A Mir, Saheel Maajid, Naveed Bashir Wani, Arshad Hussain Bhat, Javeed Ahmed Bhat
PMID: 21038127  Sayfalar 464 - 468
AMAÇ
Yüksekten düşme, önemli kas-iskelet yaralanması nedenlerinden biridir. Ceviz ağaçlarından düşme, meyve toplama işi ile uğraşan insanlar arasında anlamlı mortalite ve morbiditeye yol açan önemli bir antiteyi oluşturmaktadır. Bu çalışma, bu kurbanlardaki farklı kas-iskelet yaralanması prevalansını belirlemeyi amaçlamakta ve bu yaralanmanın mesleki bir yaralanma şeklinde kabul edilmesinin önemini vurgulamaya çalışmaktadır.
GEREÇ VE YÖNTEM
Ocak 2003 ile Aralık 2007 tarihleri arasında SKIMS Tıp Koleji Ortopedi Kliniği’ne kabul edilen bütün hastalarda geriye dönük bir çalışma yürütüldü. Tıbbi kayıtlar, değişik tipte kemik yaralanmaları, eşlik eden yaralanmalar ve hastaların nakledilmesindeki gecikmeye yönelik olarak çalışıldı.
BULGULAR
Düşme olaylarının %94’ü, Ağustos ile Ekim ayları arasında oluşmuştur, 115 hastanın 63’ünde (%54,7) ortopedik olmayan yaralanmalar da eşlik etmiştir. 34 hastada (%29,5) bulunan kafa travması, en yaygın biçimde eşlik eden yaralanma olmuştur. Torakolomber (%16,5), kalkaneus (%10,5) ve distal radius (%8,7) kırıkları kurbanlarda karşılaşılan en yaygın kırıkları oluşturmuştur.
SONUÇ
Ceviz ağacı yaralanmaları, çoğunlukla, toplumun üretken grubunu oluşturan genç erkekleri tutmaktadır. Mevsimsel bir yaralanma olması nedeniyle, ceviz ağacından düşme yaralanmaları, kısa bir zaman periyodu içinde bölgenin sağlık kaynakları üzerinde kayda değer bir yük oluşturmaktadır.
BACKGROUND
Fall from height is one of the important causes of musculoskeletal injuries. Fall from walnut trees constitutes an important entity that leads to a significant mortality and morbidity amongst those engaged in fruit collection. The present study aimed to determine the prevalence of different musculoskeletal injuries in these victims and to highlight the importance of recognizing this incident as an occupational injury.
METHODS
A retrospective study of all patients admitted to the Orthopedic Department of the Sher-i-Kashmir Institute of Medical Sciences (SKIMS) Medical College from January 2003 to December 2007 was conducted. The medical records were studied for the different types of bony injuries, associated injuries and delay in the referral of patients.
RESULTS
94% of falls occurred from August to October. Of the 115 patients, 63 (54.7%) had associated non-orthopedic injuries. Head injury was the most common associated injury, presenting in 34 patients (29.5%). Thoracolumbar (16.5%), calcaneum (10.5%) and distal radius (8.7%) fractures constituted the common fractures encountered in the victims.
CONCLUSION
Walnut tree injuries mostly involve young males who form the productive group of the population. Being a seasonal injury, it puts a considerable load on the health resources of the region over a small period of time.

OLGU SUNUMU
16.
Kutanöz melanom metastazına bağlı ileal invajinasyon: Olgu sunumu
Metastatic cutaneous melanoma presented with ileal invagination: report of a case
Aydin Aktas, Gultekin Hos, Serdar Topaloglu, Adnan Calik, Abulkadir Reis, Burhan Piskin
PMID: 21038128  Sayfalar 469 - 472
Bu olgu sunumunda kutanöz malign melanomun metastazιna bağlı gelişen ileal invajinasyon rapor edilmiştir. Kırk beş yaşındaki kadın hasta aralıklı olarak tekrarlayan karın ağrısı ve kusma ile başvurdu. Hikayesinde takipte kutanöz malign melanom hastalığı dışında özellik saptanmadı. Görüntüleme incelemeleri ile sağ alt kadran yerleşimli kitle lezyonu ve invajinasyon şüphesi saptanan hastaya parsiyel intestinal tıkanıklığı tanısı ile yapılan laparotomide ileal invajinasyon ile karşılaşıldı. Segmenter ileum rezeksiyonu ve geniş mezenterik lenf nodu diseksiyonu yapıldı. Patolojik inceleme sonrasında polipoid formdaki melanom metastazının ileum lümeni içerisinde yer aldığı ve invajinasyona yol açtığı izlendi. Kutanöz malign melanomların intestinal metastazlarının tanı ve tedavisi literatürdeki bilgi birikimi doğrultusunda tartışılmıştır.
We herein report a case of ileal invagination secondary to metastasis of a cutaneous melanoma. A 45-year-old female was admitted with intermittent abdominal pain and nausea. The patient’s medical history was remarkable for cutaneous malignant melanoma. Imaging studies showed a solid mass in the right lower quadrant and the possibility of invagination. We made a preoperative diagnosis of partial intestinal obstruction, and laparotomy was performed. Intraoperative findings revealed ileal invagination. Segmental ileum resection with wide mesenteric lymph node dissection was performed. A polypoid metastasis of melanoma into the lumen of the ileum was confirmed with pathological examination. The diagnosis and management of intestinal metastasis of cutaneous malignant melanoma are discussed together with a literature review.

17.
Havalı silah yaralanmasına bağlı beyin hasarı: Üç erişkin olgu sunumu
Brain injury due to air gun shot: report of three adult cases
Ali Dalgıç, Önder Okay, Fikret Mehmet Ergüngör, Özhan Uçkun, Osman Arıkan Nacar, Ali Erdem Yıldırım
PMID: 21038129  Sayfalar 473 - 476
Havalı silahlar basınçlı hava veya diğer gazların kullanılarak hızla boşaltılması ile çalışır. Genellikle kafatası tamamıyla gelişmemiş çocuklarda beyin hasarı görülmekle birlikte erişkinlerde daha az dirençli ve ince bölgelerinden kafatasını delerek beyin hasarına yol açabilir. Bu yazıda, havalı silah yaralanması sonucu beyin hasarı olan ve tedavi edilen üç erişkin olgu sunuldu. İlk olguda yüksek basınçlı gazın etkisine bağlı kafatası ve beyin hasarı, diğer olgularda ek olarak yabancı cisme nedeniyle beyin hasarı saptandı. Tüm olgular ameliyat edildi, iki olgu nörolojik kaybı olmaksızın taburcu edildi, üçüncü olgu hafif hemiparezi ile taburcu edildi. Ortalama 11 aylık izlemde olgularda beyin apsesi gelişimi gözlenmedi. Havalı silahlar düşük hızlı silahlar olarak bilinirler, ancak beyin hasarına neden olabilirler, özellikle ince ve daha az dirençli bölgeler olan orbita, temporal ve oksipital kemikleri delerek beyin hasarına yol açabilirler. Beyin-omurilik sıvısı kaçağı genellikle beklenen bir durum olup acil cerrahi tedavi gereklidir.
Air guns (AGs) are arms that use air or another compressed gas to propel a projectile. Generally, brain injury may occur in children due to their incomplete skull development; however, the less-resistant and thin region of the skull in adults may also be penetrated by an AG shot. In this paper, we present three adult cases treated in our clinic for brain injury caused by an AG. The first case had brain and skull damage related to the high pressure of the compressed gas, and the others additionally had foreign bodies in their brain. All of the patients were operated. Two were discharged without neurological deficit; the third case had a permanent slight hemiparesis. Average follow-up was 11 months and no abscess formation was observed in this period. AGs are known as low-velocity arms; however, they have the potential to cause brain injury, and brain penetration may occur especially in the relatively less resistant and thin sites of the skull such as the orbit and temporal and occipital bones. As cerebrospinal fluid leakage is one of the expected conditions, urgent surgery is usually required.

18.
Tansiyon pnömoperikardiyum: Olgu sunumu
Tension pneumopericardium: case report
Patrick Macgoey, Elias Degiannis, Markus Schamm
PMID: 21038130  Sayfalar 477 - 479
Pnömoperikardiyum perikardiyal boşluk içinde hava varlığı olarak tanımlanır. Bu künt veya penetran göğüs travmasının iyatrojenik olarak da gelişebilen nadir bir komplikasyonudur. ‘Basit’ pnömoperikardiyum fark edilebilir hiçbir dolaşımsal sorun oluşturmaz; bununla birlikte, basit pnömoperikardiyum, hızla kardiyovasküler bozukluğa veya dolaşım iflasına ilerleyebilir ve bu durum tansiyon pnömoperikardiyum olarak adlandırılır. Tansiyon pnömoperikardiyum, perikart boşluğunun acil drenajını gerektirir. Hızlı efektif drenaj gerçekleştirmede başarısız olunması, kalp durmasıyla sonuçlanabilir. Perikart boşluğunun drenajı, gerek perkütan gerekse açık drenaj tekniği ile gerçekleştirilebilir. Hızlı ve efektif bir açık drenaj için, subksifoid bir perikardiyal pencere oluşturulması önerilmiştir. Bu işlem, yatak başında ve minimal ekipman ile uygulanabilir ve yazarlar bu tekniği drenaj için tercih edilecek yöntem olarak önermektedir. Bu olgu, radyolojik olarak doğrulanmış pnömoperikardiyumu bulunan çoklu yaralanması olan bir travma hastasının, hızlı ve dramatik bir şekilde kalp durmasına doğru kötüleşmesini ortaya koymaktadır. Yatak başında subksifoid bir perikardiyal pencere yoluyla uygulanan ve spontan dolaşımın geriye dönmesi ile sonuçlanan açık drenajın etkinliği de gösterilmektedir. Ek olarak, bu seyrek durumun patogenezi ve doğal seyri de gözden geçirilmekte ve tedaviye yönelik seçenekler tartışılmaktadır.
Pneumopericardium is defined as the presence of air within the pericardial space. It is an uncommon complication of blunt or penetrating chest trauma and may also occur iatrogenically. ‘Simple’ pneumopericardium produces no discernible circulatory compromise; however, simple pneumopericardium may progress rapidly to produce cardiovascular compromise or circulatory collapse, when it is termed ‘tension’ pneumopericardium. Tension pneumopericardium requires emergent drainage of the pericardial sac. Failure to achieve rapid effective drainage may result in cardiac arrest. Drainage of the pericardial sac may be achieved by either percutaneous or open drainage technique. Formation of a sub-xiphoid pericardial window has been advocated as a rapid and effective means of achieving open drainage. This may be carried out at the bedside with minimal equipment, and the authors advocate this technique as the preferred option for achieving drainage. This case demonstrates the rapid and dramatic deterioration to cardiac arrest of a multiply injured trauma patient with radiologically confirmed pneumopericardium. The effectiveness of open drainage via a sub-xiphoid pericardial window at the bedside with resultant return of spontaneous circulation is also shown. In addition, the pathogenesis and natural history of this uncommon condition are reviewed and the options for management are discussed.

19.
Akciğer parenkiminde kalan ahşap yabancı cisim: Olgu sunumu
Retained wooden foreign body in lung parenchyma: a case report
Afshin Mohamadi, Maryam Khodabakhsh
PMID: 21038131  Sayfalar 480 - 482
Görüntüleme tekniklerindeki gelişmelere rağmen, vücuttaki ahşap yabancı cisimlerin tespiti zordur. Olayın üzerine eklenmiş enfeksiyonda mikropların geliştiği yer olarak ahşap cismin saptanması özellikle önemlidir. İlk incelemede malignite taklit edilebilir. Bu yazıda, röntgen ve bilgisayarlı tomgrafi incelemelerinde kalın duvarlı bir kavite olarak saptanan bir ahşap yabancı cismin bulunduğu seyrek görülen bir olgu sunuldu. Olguda cerrahi rezeksiyon yapıldı ve ahşap bir parçacık çıkarıldı. Literatür verileri, akciğer parenkiminde yer alan ahşap yabancı cisimlerin oldukça nadir olduğunu ve farklı dansite çeşitliliği ile görüntü verebileceğini göstermektedir. Yabancı cisimler, sıradışı akciğer opasitelerinin ayırıcı tanısında göz önünde bulundurulmalıdır ve tekrarlayan enfeksiyon riski nedeniyle rezeke edilmelidir.
Despite advances in imaging techniques, the detection of retained wooden foreign bodies remains a difficult and challenging task. The detection of wood is especially important because it may serve as a nidus for superimposed infection. The initial examination may mimic malignancy. We report a rare case of retained wooden foreign body in the lung parenchyma that was found on chest X-ray and computerized tomography as a thick wall cavity. Surgical resection was performed and a wooden particle was revealed. Review of the literature shows that presence of wooden foreign bodies in the lung parenchyma is quite rare and may present with a wide variety of densities. We conclude that foreign body should be considered in the differential diagnosis of unusual lung opacity, and it must be resected on an urgent basis due to the risk of recurrent infection.

20.
Tekrarlayan brakiyal arter embolisi oluşturan subklavyen arter stenozunda subklavyo-karotid transpozisyon: Olgu sunumu
Subclavian-carotid transposition for subclavian artery stenosis causing recurrent brachial artery embolism: case report
Bilgin Emrecan, Ali Vefa Özcan, Gökhan Önem, Ahmet Baltalarlı
PMID: 21038132  Sayfalar 483 - 485
Üst ekstremite emboli kaynağı olarak subklavyan arter stenozu oldukça küçük bir orana sahiptir. Daha önce üç kez brakiyal embolektomi yapılan hastanın çekilen arteriyografisinde subklavyan arter darlığı ve darlık distalinde trombüs saptandı. Bu yazıda, tekrarlayan brakiyal arter emboli sebebi olan subklavyan arter stenozu olgusunun subklavyo-karotid transpozisyon tekniği ile başarılı bir şeklide tedavisi yapılan bir olgu sunuldu.
Subclavian artery stenosis represents a relatively lower rate for upper extremity emboli source. Subclavian artery stenosis with thrombus localized distal to the stenosis was diagnosed on the arteriography of a patient who had a history of three previous brachial artery embolectomies. In this report, a case with subclavian artery stenosis causing recurrent brachial artery embolism who was successfully treated using subclavian-carotid transposition is presented.