p-ISSN: 1306-696x | e-ISSN: 1307-7945
Cilt : 14 Sayı : 3 Yıl : 2024

Hızlı Arama




SCImago Journal & Country Rank
Ulusal Travma ve Acil Cerrahi Dergisi - Ulus Travma Acil Cerrahi Derg: 14 (3)
Cilt: 14  Sayı: 3 - Temmuz 2008
DERLEME
1.
Travmada lokal ve sistemik hemostatik ajanlar: Derleme yazısı
Local and systemic hemostatics in trauma: a review
Gustavo Recinos, Kenji Inaba, Joseph Dubose, Demetrios Demetriades, Peter Rhee
PMID: 18781411  Sayfalar 175 - 181
Kanama, travma ile ilişkili ölümlerin başta gelen nedenidir. Kanamanın erken tanısı ve cerrahi kontrolü, travmalı hastanın tedavisinin düzenlenmesinde kritik ilk adımdır; ne var ki bu amaca ulaşmak, ileri derecede kritik travma hastalarında hala ciddi bir sorun olagelmektedir. Geleneksel cerrahi kanama kontrolü yöntemlerine ek olarak, günümüzde bazı ileri hemostatik ajanlar da kullanılmaktadır. Oksidize selüloz, fibrin yapıştırıcı ile sentetik yapıştırıcılar, lokal hemostatik ajanların öncelikli grubunu oluşturmaktadır. Zeolite ve Chitosan, lokal hemostatiklerin en yeni jenerasyonunu oluşturur ve bu ajanların etkinliği ve güvenilirliği halen araştırma aşamasındadır. Rekombinant faktör VIIa yakın zamanda, kontrol altına alınamayan cerrahi kanamanın tedavisine yardımcı, ümit verici bir sistemik hemostatik ajan olarak ortaya çıkmıştır; ancak devam eden çok uluslu randomize kontrollü çalışma tamamlanıncaya kadar rekombinant faktör VIIa’nın travma hastalarındaki kullanımı ile ilgili endikasyonlar ve güvenilirlik profili belirsizdir. Bu yazıda, ticari olarak mevcut bulunan lokal ve sistemik hemostatik ürünlerin travma hastalarındaki rolü gözden geçirildi; aynı zamanda bunların akılcı kullanımıyla ilgili benzersiz özelliklerle endikasyon ve kısıtlamalar değerlendirildi.
Hemorrhage is the leading cause of trauma-related deaths. The early identification and surgical control of this hemorrhage is the crucial first step in the management of the injured patient; however, this objective remains challenging in the most critically ill trauma patients. As an adjunct to traditional methods of surgical hemorrhage control, several advanced hemostatic agents are currently available. Oxidized cellulose, fibrin glue and synthetic adhesives constitute the first-line of local hemostatic agents. Materials such as Zeolite and Chitosan comprise the newest generation of local hemostatics and the efficacy and safety of these agents are currently under investigation. Recombinant factor VIIa has emerged recently as a promising systemic hemostatic adjunct for the treatment of intractable surgical bleeding; however, until completion of the ongoing multinational randomized control trial, the indications for its use in trauma patients and its safety profile are unclear. This article reviews the role of commercially available local and systemic hemostatic products in the trauma patient population; it also addresses the unique set of characteristics, indications, limitations and rationale for their use.

DENEYSEL ÇALIŞMA
2.
İloprost ve pentoksifilin tavşan modelinde iskelet kasındaki iskemi-reperfüzyon hasarını hafifletir
Iloprost and pentoxifylline attenuate ischemia-reperfusion injury in skeletal muscle in rabbit model
Bilgin Emrecan, Engin Tulukoğlu, Şahin Bozok, Murat Aksun, Serhan Yağdı, Ali Vefa Özcan, Mustafa Saçar, Ali Gürbüz
PMID: 18781412  Sayfalar 182 - 187
AMAÇ: Bu çalışmada, iloprost ve pentoksifilinin tavşan iskelet kasında iskemi reperfüzyon (IR) hasarı üzerine etkileri araştırıldı. GEREÇ-YÖNTEM: Kırk adet Yeni Zelanda cinsi beyaz tavşan her grupta 10 adet olacak şekilde dört gruba ayrıldı. Grup 1’de iloprost iki saat abdominal aort ve iliyak dallarının klemplenmesiyle oluşturulan iskemiyi takiben dört saatlik reperfüzyon boyunca infüzyon olarak verildi. Grup 2’ye pentoksifilin, Grup 3’e ise serum fizyolojik verildi. Grup 4 sham grubu idi. Gastroknemyus kasından malondialdehit düzeyi ve mikroskopik ödem skoru incelendi. BULGULAR: Grup 1’de kontrol grubuna göre mikroskoppik ödem skorlamasında anlamlı bir düşüklük saptandı (Grup 1 vs Grup 3, p=0,040; Grup 2 vs Grup 3, p=0,145; Grup 1 vs Grup 2, p=0,580). Malondialdehit düzeyleri bakımından Grup 1 ve Grup 2’de kontrol grubuna kıyasla anlamlı bir düşüklük saptandı (Grup 1: 60±11 nmol/gr, Grup 2: 74±11 nmol/gr, Grup 3: 95±10 nmol/gr, Grup 4: 29±7 nmol/gr) (Grup 1 vs Grup 2, p=0,010; Grup 1 vs Grup 3, p<0,001; Grup 2 vs Grup 3, p<0,001; Grup 1 vs Grup 4, p<0,001; Grup 2 vs Grup 4, p<0,001; Grup 3 vs Grup 4: p<0,001). SONUÇ: İskelet kası akut iskemisi sık bir klinik sorundur, erken dönemde iloprost ve pentoksifilin tedavisinin IR hasarını azaltabileceği görüşündeyiz.
BACKGROUND: We investigated the effects of iloprost and pentoxifylline on skeletal muscle ischemia-reperfusion injury in a rabbit model. METHODS: Forty New Zealand white rabbits were grouped into four. In Group 1, iloprost was continuously infused starting half an hour before the reperfusion following a 2-hour ischemia formed by abdominal aortic occlusion, and it was continued during the 4-hour reperfusion period. Group 2 was treated with pentoxifylline, and Group 3 received saline solution. Group 4 was the sham group. Malondialdehyde levels and edema scores in gastrocnemius muscle were evaluated. RESULTS: Edema score was significantly lower in Group 1 when compared with the control group (Group 1 vs Group 3, p=0.040; Group 2 vs Group 3, p=0.145; Group 1 vs Group 2, p=0.580). Malondialdehyde levels of the medicated groups were significantly lower when compared with the control group (Group 1: 60±11 nmol/g tissue, Group 2: 74±11 nmol/g tissue, Group 3: 95±10 nmol/g tissue; Group 1 vs Group 2, p=0.010; Group 1 vs Group 3, p<0.001; Group 2 vs Group 3, p<0.001; Group 1 vs Group 4, p<0.001; Group 2 vs Group 4, p<0.001; Group 3 vs Group 4: p<0.001).
CONCLUSION: Acute skeletal muscle ischemia is a common problem. We are of the opinion that in the early phase of skeletal muscle ischemia, iloprost and pentoxifylline medication may reduce ischemia-reperfusion injury.

3.
Karıniçi yapışıklıkların önlenmesinde metilprednizolonun farklı dozlarının etkinliğinin incelenmesi
Assessment of effectiveness of different doses of methylprednisolone on intraabdominal adhesion prevention
Turkay Kırdak, Erdal Uysal, Nusret Korun
PMID: 18781413  Sayfalar 188 - 191
AMAÇ: Sıçanlarda deneysel olarak oluşturulan karıniçi yapışıklıkların önlenmesinde topikal olarak uygulanan metilprednizolonun farklı dozlarının etkinliği değerlendirildi.
GEREÇ-YÖNTEM: Çalışmada 40 adet dişi Wistar cinsi sıçan kullanıldı. Sıçanlar, yüksek doz steroid, düşük doz steroid, serum fizyolojik ve kontrol grubu olmak üzere dört gruba ayrıldı. Tüm sıçanlara yapılan median laparotomi ve yapışıklık oluşturulmasını takiben yüksek doz steroid uygulanan sıçan grubuna 16 mg/kg, düşük doz steroid grubuna 10 mg/kg metilprednizolon, serum fizyolojik grubuna da serum fizyolojik topikal olarak periton içine uygulandı. Son gruba ise ek bir uygulama yapılmadı. Sıçanlar 15. gün öldürüldü, karıniçi yapışıklıklar Linsky skalasına göre değerlendirildi.
BULGULAR: Gruplar arasında yapışıklık şiddeti (p=0,867), yapışıklık derecesi (p=0,919), katılım yüzdesi (p=0,876) ve toplam skor (p=0,574) puanları açısından karşılaştırma yapıldığında istatistiksel bir fark bulunmadı. Yara enfeksiyonu açısından da anlamlı bir fark yoktu (p>0,05). SONUÇ: Topikal olarak uygulanan metilprednizolonun farklı dozlarının, karıniçi yapışıklıkların önlenmesindeki etkinlikleri arasında anlamlı fark bulunmadığı gibi, yapışıklıkların azaltılması üzerine de bir etkisi yoktur.
BACKGROUND: To assess the effectiveness of different doses of methylprednisolone on preventing intraabdominal adhesions established experimentally in rats.
METHODS: Forty female Wistar rats were divided into four groups: high-dose steroid (16 mg/kg), low-dose steroid (10 mg/kg), serum physiologic, and control. Following median laparotomy and procedure for adhesion formation in all rats, 16 mg/kg methylprednisolone (high-dose steroid group), 10 mg/kg methylprednisolone (low-dose steroid group), or serum physiologic (serum physiologic group) was administered into the intraperitoneal space, topically. No additional procedure was applied to rats in Group 4 (Control). All rats were sacrificed on day 15 postoperatively, and intraperitoneal adhesions were assessed according to Linsky’s scale. RESULTS: No significant differences were determined between the groups with respect to severity (p=0.867), degree (p=0.919), extent (p=0.876), and general scores (p=0.574) of adhesion formation. Wound infection rates were also similar in the four groups (p>0.05). CONCLUSION: There was no difference in the effectiveness of different methylprednisolone doses, administered topically, in preventing intraabdominal adhesion formation, and furthermore, steroids do not prevent intraabdominal adhesion development.

KLINIK ÇALIŞMA
4.
Torakal ve abdominal aortanın acil patolojilerinde endovasküler tedavi
Endovascular therapy for thoracic and abdominal aortic emergencies
Erdal Aslım, Tankut Hakkı Akay, Süleyman Özkan, Ali Harman
PMID: 18781414  Sayfalar 192 - 200
AMAÇ: Torakal ve abdominal aortanın anevrizma rüptürü ve diseksiyon gibi acil patolojileri önemli derecede yaşamı tehdit ederler. Aortanın acil girişim gerektiren bu patolojilerinde endovasküler tedaviler konvansiyonel cerrahiye bir alternatif teşkil etmektedir. Çalışmada, endovasküler tedavilerin aortanın acil patolojilerindeki uygulanabilirliği araştırıldı. GEREÇ-YÖNTEM: Nisan 2004 ile Mart 2007 tarihleri arasında 16 hastaya (13 erkek, 3 kadın; ort. yaş 61,4±16,3; dağılım 38-86) acil olarak endovasküler yolla stent greft implantasyonu uygulandı. Lezyonların sekizi torakal, sekizi abdominal aortada idi. Sekiz hastaya Gore Excluder Endoprosthesis, sekiz hastaya MedtronicVascular Talent Endoluminal Graft System kullanıldı. BULGULAR: Tüm hastalara implantasyon başarı ile uygulandı, hiçbir hastada açık cerrahiye dönüşüme ihtiyaç duyulmadı. Hastane mortalitesi üç hasta olarak gerçekleşti, üç hastada (%18,75) endoleak ile karşılaşıldı. SONUÇ: Anevrizma ya da diseksiyon gibi acil girişim gerektiren aort patolojilerinde ameliyat öncesi ve sonrası morbidite ve mortalitenin düşük olması nedeniyle endovasküler stent implantasyonu efektif ve teknik olarak uygulanabilirliği yüksek olan bir yöntemdir.
BACKGROUND: Emergent situations of both the thoracic and abdominal aortae are serious life-threatening situations. Endovascular stent graft repair offers an alternative to conventional operation for management of aortic diseases. Our aim was to report our experience with endovascular stent graft repair of thoracic and abdominal aortic emergencies. METHODS: Between April 2004 and March 2007, endovascular stent graft repair was performed in 16 patients (13 males, 3 females; mean age 61.4±16.3; range 38 to 86 years). The emergent lesions were in the thoracic aorta in 8 patients and abdominal aorta in the remainder. The deployed stent graft systems were Talent-Medtronic (n=8) and Excluder-Gore (n=8). RESULTS: Successful deployment of the stent grafts in the appropriate position was achieved in all patients. Hospital mortality occurred in 3 patients. There was no conversion to open surgery. The total number of endoleaks was 3 (18.75%). CONCLUSION: Endovascular stent graft placement is a feasible and effective approach in the emergency treatment of patients with complicated emergent pathologies of both thoracic and abdominal aortae.

5.
Paraşütle atlama sonucu oluşan yaralanmalar
Injuries due to parachute jumping
Erdoğan Mütevelli Sözüer, Seda Özkan, Okhan Akdur, Polat Durukan, İbrahim İkizceli, Levent Avşaroğulları
PMID: 18781415  Sayfalar 201 - 204
AMAÇ: Paraşütçülük, spor ve mesleki amaçla yapılan, kontrollü fiziksel hareketlilik ve güç gerektiren bir aktivitedir. Paraşütçülüğe olan ilginin artmasıyla birlikte acil servislerde görülen yaralanma oranları da artmaktadır. Bu nedenle, çalışmamızda paraşütle oluşan yaralanma mekanizmaları ve özelliklerini araştırmayı amaçladık. GEREÇ-YÖNTEM: Paraşütle atlama sırasında yaralanarak acil servise getirilen olguların yaş ortalaması, travmaya maruz kalan vücut bölgeleri, kesin tanıları, uygulanan tedavi yöntemleri, hastaneye yatış veya taburculukları gibi parametreleri hazırlanan forma prospektif olarak kaydedildi. Hastaların yaralanmalarının şiddeti kısaltılmış yaralanma ölçeği (AIS), yaralanma şiddeti ölçeği (ISS) değerlendirilerek analiz edildi. BULGULAR: Hastaların ortalama ISS’si 8,15±4,29 olarak saptandı. Yaralanmaya en sık maruz kalan vücut bölgesi ekstremitelerdi. Ekstremite yaralanmalarının 13’ünde (%81) alt ekstremite, 3’ünde (%19) üst ekstremite etkilenmişti. Alt ekstremite yaralanmalarında en fazla yaralanan bölge ise %47’lik oranla ayak bileği bulundu. Ekstremite yaralanmalarını kafa yaralanmalarının izlediği saptandı. SONUÇ: Paraşütle atlama sonucu oluşan yaralanmalar çoğunlukla yere inişte dengenin kaybedilmesi ile ortaya çıkmaktadır. Dengenin kaybedilmesinde rüzgarın yön değiştirmesi gibi doğal olaylar veya kişisel nedenlerin etkili olduğu görülmüştür. Paraşütle atlama ve iniş tekniğinin fazları hakkında yeterli bilgi birikiminin olması ile yaralanma olasılığı azalacaktır.
BACKGROUND: Parachuting is performed for sportive and occupational purposes and demands a high level of controlled physical performance. In conjunction with the growing interest in parachuting, injury rates in the emergency departments are also increasing. We thus aimed to evaluate the mechanism and characteristics of injuries due to parachuting. METHODS: Parameters of the patients injured and presenting to the emergency department, including mean age, body area exposed to injury, definite diagnosis, applied treatment modalities, and admission to/discharge from the hospital, were all recorded in a previously prepared form and analyzed. Degree of injury was detected by calculating the Injury Severity Score (ISS) using the Abbreviated Injury Scale (AIS). RESULTS: Mean ISS of the patients was 8.15±4.29. The most commonly affected body sites were the extremities. Of the extremity injuries, 13 (81%) involved lower extremities and 3 (19%) involved upper extremities. The most commonly affected site in the lower extremities was the ankle (47%). Head injuries followed extremity injuries as the second most affected site. CONCLUSION: Injuries from parachute jumping mostly occur during landing due to loss of balance. Loss of balance was seen to result from change in wind direction and personal factors. When jumpers acquire adequate knowledge about phases of parachute jumping and landing, probability of injury will decrease.

6.
Künt karın travması: Tanı yöntemlerinin değerlendirilmesi ve cerrahi sonuçlar
Blunt abdominal trauma: evaluation of diagnostic options and surgical outcomes
Ahmet Karamercan, Tonguç Utku Yılmaz, Mehmet Akif Karamercan, Bülent Aytaç
PMID: 18781416  Sayfalar 205 - 210
AMAÇ: Bu çalışmada künt karın travması (KKT) ile başvuran hastalarda uygulanan tanısal testlerin ortaya konulması ve bunların cerrahın kararları üzerine olan etkilerinin incelenmesi amaçlanmıştır. GEREÇ-YÖNTEM: GÜTF'ne Mayıs 2003-Mayıs 2005 tarihleri arasında KKT nedeniyle başvuran 144 hasta retrospektif olarak incelendi.Hastalar yaş, cinsiyet, yaralanma mekanizması, Glasgow koma skalası,revise edilmiş travma skoru,izlem periodu, uygulanan tanısal testler ve tedavi yöntemleri açısından değerlendirildi. BULGULAR: Hastaların 98’i erkek ve 46’sı kadın olup ortalama yaşları 36yaş(17-84yaş) olarak bulundu. Travma nedeni 126(% 87.5)hastada trafik kazası,14(%9.7) hastada yüksekten düşme,4(%2.8) hastada ise darp olarak tesbit edildi.Hastaların 21’inde izole karın travması, 123’ünde ise çoklu sistem travması mevcuttu.Hastaların 139’una(%97) abdominal ultrasonografi ve 73’üne(%51) abdominal tomografi uygulandı. Diagnostik peritoneal lavaj (DPL) 41(%28.4) hastaya yapıldı ve 15’inde(%37) pozitif olarak değerlendirildi. 19 hastaya(%13.2) acil laparatomi yapılırken;abdominal ultrasonogrofi ve tomografide serbest sıvı bulunan ve hemodinamik olarak stabil olan 21 hasta takibe alındı.Bu hastalardan 2’sine takip esnasında laparatomi kararı alındı ve operasyonda intestinal perforasyon saptandı. Genel mortalite %16,cerrahi uygulanan vakalarda ise mortalite %14.3 olarak bulundu.
SONUÇ: Ultrasonografi,abdominal tomografi ve DPL birbirinin alternatifi olan tetkikler olarak görülmemelidir.Bu tetkikler bir bütünün tamamlayıcıları olarak kullanıldığında, künt karın travmasına sekonder solid organ yaralanması olan bir çok hasta opere edilmeksizin izlenebilecektir. Böylece gereksiz laparotomiler ve bunların neden olacağı mortalite ve morbiditeler önlenmiş olacaktır.
BACKGROUND: In the present study, it is intended to outline the diagnostic tests and their influences on decisions of the surgeon about patients presented with blunt abdominal trauma. METHODS: One hundred forty-four patients (98 males, 46 females; mean age 36; range 17 to 84 years) admitted to Gazi Universty School of Medicine due to blunt abdominal trauma (BAT) between May 2003-May 2005 were reviewed retrospectively. Age, gender, injury mechanism, Glasgow Coma Scale, revised trauma score, follow-up period, applied diagnostic procedures, and treatment methods were evaluated. RESULTS: The underlying cause was traffic accident in 126 (87.5%) patients, fall from height in 14 (9.7%) patients, and blows in 4 (2.8%) patients. Isolated abdominal trauma was seen in 21 patients and multisystem trauma in 123 patients. The most frequent associated trauma was head injury (66.6%). Abdominal ultrasonography (USG) was applied in 139 (97%) of the patients, and abdominal computed tomography (CT) was performed in 73 (51%). Diagnostic peritoneal lavage (DPL) was applied in 41 (28%) patients, and 15 (37%) of them proved to be positive. While emergency laparotomy was applied in 19 (13.2%) of the patients, 21 hemodynamically stable patients were diagnosed to have free fluid through USG and CT and were followed-up. During the follow-up period, 2 patients were scheduled to be operated, and small intestine perforation was found in these patients. The overall mortality rate for all patients was 16%, and the postoperative mortality rate with respect to the operated patients was 14.3%. CONCLUSION: If USG, CT, and DPL are applied in a complementary manner, a large number of patients with solid organ injuries secondary to blunt trauma can be managed nonoperatively. Thus, unnecessary laparotomies can be avoided and related morbidities and mortalities decreased.

7.
Spontan koledok perforasyonu: Çocukluk çağında nadir bir akut karın nedeni
Spontaneous bile duct perforation: a rare cause of acute abdominal pain during childhood
Tunç Özdemir, Ahsen Karagözlü Akgül, Yağmur Arpaz, Ahmet Arıkan
PMID: 18781417  Sayfalar 211 - 215
AMAÇ: Çocukluk çağında spontan koledok perforasyonu (SKP) oldukça ender görülen bir akut karın nedenidir. Etyolojide pankreatobiliyer bağlantı anomalisi sorumlu görülmektedir. Çalışmada, yaygın peritonitle seyreden cerrahi patolojiler arasında öncelikle akla gelen perfore apandisitten farklı bir yaklaşım gerektiren SKP’nin tanı ve tedavisinde önemli olan faktörler vurgulandı. GEREÇ-YÖNTEM: Ocak 1984-Şubat 2007 tarihleri arasında kliniğimize yaygın peritonit tablosu ile başvurup, perfore apandisit ön tanısı ile yatırılan ve ameliyat sırasında SKP saptanan 5 çocuk (3 erkek, 2 kız, ortalama yaş 4,6) yakınmaları, klinik ve laboratuvar bulgularıyla cerrahi tedavi yöntemi açısından geriye dönük olarak incelendi. BULGULAR: Olgular karın ağrısı, safralı kusma ve ateş yakınması ile başvurdu; fiziksel incelemede karında yaygın hassasiyet ve distansiyon vardı. Tüm olgularda lökositoz ve hafif hiperbilirubinemi, dördünde serum transaminaz yüksekliği, birinde kan şekeri yüksekliği, birinde konstipasyon saptandı. Olguların karın ultrasonografisinde yaygın serbest sıvı görüldü; laparotomide öncelikli bulgu steril biliyer peritonitti. Eksplorasyonda SKP saptandı. Koledok T-tüp drenajı sonrasında hastanede ortalama 22 gün yatan olguların tümü şifa ile taburcu edildi. Beş olgunun dördünde uzun pankreatobiliyer kanal varlığı saptandı. SONUÇ: Uzun biliyopankreatik kanal SKP’de etyolojik faktör olarak düşünülmektedir. Çocukluk çağında yaygın peritonit, transaminaz yüksekliği ve hiperbilirubinemi ile başvuran hastalarda SKP düşünülmelidir. Tedavide T-tüp drenajı öncelikle seçilmesi gereken yöntemse de bazı hastalarda Roux-en-Y hepatiko/portoenterostomi gereği doğabilir.
BACKGROUND: Spontaneous perforation of the bile duct (SPBD) is a rare cause of acute abdominal pain during childhood. Pancreatico-biliary maljunction has been postulated to contribute to its etiology. Factors related to diagnosis and treatment and difference from the other common causes of acute abdominal pain are emphasized. METHODS: Five patients (3 boys, 2 girls, mean age 4.6) were admitted with peritonitis and operated with initial diagnosis of perforated appendicitis. During laparotomy, SPBD was detected. Presentation, laboratory findings and operative technique of the patients were evaluated retrospectively. RESULTS: Common complaints were abdominal pain and bilious vomiting. Abdominal distention was present in all patients. Leukocytosis and mild hyperbilirubinemia were detected in 5, elevated serum transaminase levels in 4, hyperglycemia in 1 and constipation in 1 patient(s). Abdominal ultrasonography showed a large amount of free fluid. During laparotomy, sterile bile peritonitis was detected initially. After exploration, SPBD was seen. T-tube drainage of the bile duct was carried out. Patients were discharged after removal of the T-tubes. Pancreatico-biliary maljunction was detected in 4 of 5 patients. CONCLUSION: In patients with generalized peritonitis, elevated transaminase levels and hyperbilirubinemia, SPBD must be considered. Even though the T-tube drainage is the treatment of choice, Roux-en-Y hepatico-portoenterostomy may be mandatory in certain patients.

8.
Kardiyopulmoner resüsitasyona bağlı göğüs kafesi hasarlanmalarının sıklığı: Adli otopsi sonuçları
Frequency of skeletal chest injuries associated with cardiopulmonary resuscitation: forensic autopsy
Bora Boz, Bülent Erdur, Kemalettin Acar, Ahmet Ergin, İbrahim Türkçüer, Nesrin Ergin
PMID: 18781418  Sayfalar 216 - 220
AMAÇ: Kot ve sternum kırıkları, erişkinlerde kardiyopulmoner resüsitasyona (KPR) bağlı sık rastlanan kas-iskelet sisteminin göğüs kafesi komplikasyonlarındandır. Çalışmada kardiyak arest olgularının tedavisinde uygulanan klasik kapalı göğüs basısı nedeniyle oluşan kot ve sternum kırıklarının sıklığının saptanması amaçlandı.
GEREÇ-YÖNTEM: 2004-2005 yıllarını içeren 12 aylık süre içerisinde Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı tarafından otopsi uygulanan 231 olgu geriye dönük olarak incelendi. Yapılan otopsilerden, KPR’ye bağlı kot-sternum kırıkları, ekimoz ve kostal bölge altı kanamayı içeren göğüs travması bulgusu olan 104 hasta çalışmaya dahil edildi. BULGULAR: Yüz dört olgunun 91’i (%87,5) erişkin, 13’ü (%12,5) çocuktu. Çocuk yaş grubunda ortalama yaş 5,48±5,96, kadın/erkek oranı 5/8; erişkin yaş grubunda ortalama yaş 44,88±18,31, kadın/erkek oranı 18/73 olarak bulundu. Yapılan 104 otopsinin 44’ünü (%42,3) travmatik nedenlerle, 60’ını (%57,7) ise travma dışı nedenlerle hayatını kaybeden kişiler oluşturmaktaydı. Erişkin olguların otopsisinde ekimoz 26 (%28,8), kostal bölge altında kanama 16 (%17,6) ve göğüs kafesinde kırık (kot, sternum) ise 12 (%13,2) olguda bulundu. Erişkin grupta KPR’ye bağlı göğüs travması açısından yaş, cinsiyet, travmatik-travma dışı grup arasında istatistiksel fark bulunmadı (p>0,05). SONUÇ: Yapılan otopsi sonuçlarına göre kardiyak arrestin tedavisi olarak uygulanan kapalı göğüs masajına bağlı kot ve sternum kırığı sıklığı düşük bulunmuştur.
BACKGROUND: Fractured ribs and sternum are frequent complications of thoracic compression during CPR (cardiopulmonary resuscitation) in adults. This study was conducted to determine the incidence of rib and sternal fractures after conventional closed-chest compression in the treatment of cardiac arrest. METHODS: We reviewed the forensic autopsy findings of 231 deaths referred to the Pamukkale University Department of Forensic Medicine over a 12-month period, 2004-2005. CPR-related chest injuries comprising rib and sternum fractures, ecchymosis and subcostal hemorrhage were compared retrospectively in 104 patients. RESULTS: Ninety-one (87.5%) of the 104 patients were adults, and 13 patients (12.5%) were children. The mean (SD) age in the pediatric group (5F/8M) was 5.48 (±5.96) and in the adult group (18F/73M) was 44.88 (±18.31). Forty-four (42.3%) of the 104 patients died of traumatic cause and 60 (57.7%) of non-traumatic cause. Ecchymosis was present in 26 (28.8%) patients, subcostal hemorrhage in 16 (17.6%) patients and fractures (sternal and costal) in 12 (13.2%) patients in adults. There were no significant differences between groups according to age, sex and traumatic-nontraumatic cause in terms of skeletal chest injuries associated with CPR in adult patients (p>0.05). CONCLUSION: This study shows a low incidence of rib and sternal fracture after closed-chest compression in the treatment of cardiac arrest in forensic autopsy cases.

9.
Travmatik diyafram yırtığı: Bir göğüs cerrahisi kliniğindeki sonuçlar
Traumatic diaphragmatic rupture: results of the chest surgery clinic
İrfan Yalçınkaya, Erol Kisli
PMID: 18781419  Sayfalar 221 - 225
AMAÇ: Travmatik diyafram yırtığı, göğüs cerrahisi ve genel cerrahi branşlarını ilgilendiren, eşlik eden yaralanmalar nedeniyle acil ve hayati tehdit oluşturabilen bir durumdur. Bu çalışmada, dokuz yıl içinde ameliyat edilen travmatik diyafram yaralanmalı olgulardaki sonuçlar değerlendirildi. GEREÇ-YÖNTEM: Yüzüncü Yıl Üniversitesi Göğüs Cerrrahisi Anabililim Dalı’nda ameliyat edilen travmatik diyafram yırtıkları çalışmaya alındı. Tanı direkt akciğer grafisi, bilgisayarlı toraks tomografisi, karın ultrasonografisi ve gerektiğinde kontrastlı üst gastrointestinal inceleme ile konuldu. BULGULAR: Ağustos 1996-Ekim 2005 tarihleri arasında Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı’nda 26 travmatik diyafram yaralanmalı olgu (21 erkek, 5 kadın; ort. yaş 33; dağılım 13-67) ameliyat edildi. On beş olguda torakotomi, yedi olguda laparotomi, dört olguda ise torakotomi + laparotomi yapıldı ve hepsinde diyaframa primer tamir uygulandı. On sekiz olguda sol, sekiz olguda sağ diyaframda yırtık saptandı. Diyaframdaki laserasyon 0,5-15 cm arasında değişiyordu. Biri dışında diğer olgularda, çeşitli eşlik eden yaralanmalar da vardı; 12 olguda karın organları toraksa herniye idi. Acil olarak ameliyata alınan ve ciddi yaralanmaların eşlik ettiği üç olgu ameliyat sırasında hayatını kaybetti. Ameliyat sonrası dönemde mortalite olmadı, morbidite beş olguda meydana geldi. SONUÇ: Travmatik diyafram yırtığı gözden kaçırıldığında ve eşlik eden ciddi yaralanmalar olduğunda komplikasyonlara ve hatta ölüme bile neden olabilir. Tanı ve tedavisi hızlı ve dikkatli bir şekilde ele alınmalıdır.
BACKGROUND: Traumatic diaphragmatic rupture is an urgent and life-threatening condition concerning the branches of chest surgery and general surgery because of the accompanying injuries. We reviewed the results of our cases with traumatic diaphragmatic rupture who were operated over a period of 9 years. METHODS: The patients who underwent surgery for traumatic diaphragmatic rupture in Department of Chest Surgery Medicine Faculty of Yuzuncu Yıl University were included into the study. The diagnosis was established by chest X-ray, computerized thoracic tomography, abdominal ultrasonography, and contrast upper gastrointestinal imaging modalities when needed. RESULTS: Twenty-six cases (21 males, 5 females; mean age 33; range 13 to 67 years) with traumatic diaphragmatic rupture were operated in Department of Chest Surgery Medicine Faculty of Yuzuncu Yıl University between August 1996 and October 2005. Treatment approach in 15 cases was thoracotomy, in 7 cases laparotomy and in 4 cases thoracotomy + laparotomy, and in all cases, diaphragma was primarily sutured. Left diaphragmatic rupture was detected in 18 cases and right diaphragmatic rupture in 8 cases. Laceration in the diaphragma ranged between 0.5 and 15 cm. Various accompanying injuries were present in all cases except one. Abdominal organs were herniated to the thorax in 12 cases. Three cases who were operated on urgently with severe accompanying injuries died. There was no mortality in the postoperative period and morbidity occurred in 5 cases. CONCLUSION: Traumatic diaphragmatic rupture, when overlooked and accompanied with severe injuries, can cause complications and even death. Its diagnosis and treatment must be dealt with rapidly and cautiously.

10.
Femur boyun kırıklarında internal tespit sonrası komplikasyonlar
Complications of internally fixed femoral neck fractures
Cemil Kayalı, Haluk Ağuş, Mustafa Arslantaş, Ali Turgut
PMID: 18781420  Sayfalar 226 - 230
AMAÇ: Genç hastalarda femur boyun kırıkları kesin redüksiyon ve stabil tespiti gerektiren acil yaralanmalardır. Tüm gelişmelere rağmen femur başı avasküler nekrozu (AVN) ve kaynamama kurtarıcı ameliyatlar gerektiren en önemli komplikasyonlardır. Bu geriye dönük çalışmada, internal tespit yapılan femur boyun kırıklarının komplikasyonları değerlendirildi. GEREÇ-YÖNTEM: Deplase femur kırıklı 32 hasta çalışmaya dahil edildi. Bazı hastalar ilk yaralanmadan sekiz saat sonra hastanemize başvurmalarına rağmen en erken zamanda ameliyata alındılar. Açık redüksiyon gerektiren beş hasta dışında tüm olgulara kapalı redüksiyon ve tespit uygulandı. AVN, Ficat ve Arlet kriterlerine göre değerlendirildi. Klinik değerlendirme Harris tarafından tanımlanan puanlama sistemine göre yapıldı. BULGULAR: Ortalama izlem süresi 49±29 aydı (dağılım 24-126). On üç olguda femur başı avasküler nekrozu belirlendi (%40); ancak yalnızca beş olguda yetersiz sonuca bağlı total kalça protezi uygulandı. Beş olguda da kaynamama saptandı. Yapılan istatistiksel analizde, AVN derecesi ve klinik puanlar arasında ters ilişki belirlendi. Ameliyata alınma süresi ile geç komplikasyonlar arasında ilişki saptanmadı.
SONUÇ: Deplase femur boyun kırıklarının en sık komplikasyonu AVN’dir. Ancak olguların yarıdan azına kurtarıcı ameliyat gerekmiştir. Bu olgularda total kalça protezi uygun tedavi seçeneğidir.
BACKGROUND: Femoral neck fractures in young patients are the emergent injuries that require precise reduction and stable fixation. Despite all advances, nonunion and avascular necrosis (AVN) of the femoral head are the major complications necessitating salvage procedures. In this retrospective series, we evaluated the complications of internally fixed femoral neck fractures. METHODS: This study consisted of 32 cases that had displaced femoral neck fractures. Although some of them admitted to hospital more than 8 hours after initial trauma, all underwent internal fixation as early as possible. All the fractures were reduced and fixed by closed reduction under fluoroscopy control. However, 5 cases needed open reduction. AVN was determined by using Ficat and Arlet criteria. Clinical evaluation was performed based on the scoring system described by Harris. RESULTS: Mean follow-up period was 49±29 months (range 24-126). AVN of the femoral head was observed in 13 cases (40%). However, only 5 of them had unsatisfactory clinical results requiring salvage surgery as total hip replacement. Nonunion of fracture was seen in 5 cases. In the statistical analysis, a negative correlation was observed between the degree of AVN and clinical findings. We found no correlation between the duration of the preoperative period and late complications.
CONCLUSION: AVN is the most common complication of displaced femoral neck fractures. However, less than half of these cases require salvage procedures. Total hip replacement is the preferred treatment option for these cases.

11.
Torakoabdominal yaralanma: 250 hastanın değerlendirilmesi
The evaluation of 250 patients with thoracoabdominal injuries
Fatih Çiftçi, Sadullah Girgin, Ercan Gedik, Serdar Onat, İbrahim Halil Taçyıldız, Celalettin Keleş
PMID: 18781421  Sayfalar 231 - 238
AMAÇ: Torakoabdominal yaralanmalarda morbidite ve mortaliteyi etkileyen prognostik faktörler değerlendirildi. GEREÇ-YÖNTEM: Haziran 1996-Kasım 2005 tarihleri arasında torakoabdominal yaralanmaya maruz kalan ve laparotomi uygulanan 250 hasta (227 erkek, 23 kadın; ort. yaş 30,1±5,11; dağılım 15-71) geriye dönük olarak incelendi. Hastalar yaş, cinsiyet, travma operasyon entervali, şok, yatış süresi, yaralanan organ sayısı, kan transfüzyonu, kapalı toraks drenajı, torakotomi, abdominal travma indeksi, yaralanma şiddet skoru, kısaltılmış yaralanma ölçeği, revize edilmiş travma skoru ve komplikasyonlara göre değerlendirildi. BULGULAR: Genel mortalite oranı %15,6, morbidite oranı ise %53,5 idi. Mortaliteye etkili faktörler, travma operasyon entervali ≥3 saat (p=0,03), şok mevcudiyeti (p=0,003), kan transfüzyon sayısının artması (p=0,001), yaralanan organ sayısının ≥3 olması (p=0,001) ve erken dönem kapalı toraks drenajı yapılmaması (p=0,008) idi. Travma operasyon entervali <3 saat (p=0,02), kan transfüzyon sayısının artması (p=0,02), yaralanan organ sayısının ≥3 olması (p=0,001) ve erken dönem kapalı toraks drenajı yapılmaması (p=0,005) morbiditeye etkili faktörlerdi. SONUÇ: Travma operasyon entervalinin üç saatten fazla olması, yaralanan yandaş organ sayısının üçten fazla olması ve kan transfüzyon sayısının artmasının mortalite ve morbiditeyi artırdığı saptandı, fakat şok mevcudiyetinin sadece mortaliteyi artırdığı gözlendi. Diğer tarafdan kapalı toraks drenajının uygun zamanda uygulanmasının mortalite ve morbiditeyi azalttığı saptandı.
BACKGROUND: Prognostic factors affecting mortality and morbidity in thoracoabdominal injuries were evaluated. METHODS: Two hundred and fifty patients (227 males, 23 females; mean age 30.1±5.11; range 15 to 71 years) who had been exposed to thoracoabdominal injuries and underwent laparotomy between June 1996 and November 2005 were investigated retrospectively. Patients were assessed according to age, sex, trauma-operation interval, shock, hospitalization period, number of injured organs, blood transfusion, timing of closed thorax drainage, thoracotomy, Abdominal Trauma Index, Injury Severity Score, Abbreviated Injury Score, Revised Trauma Score, and complications. RESULTS: Mortality and morbidity ratios were 15.6% and 53.5%, respectively. The factors effective on mortality were trauma-operation interval ≥3 hours (p=0.03), presence of shock (p=0.03), increase in the rate of blood transfusion (p=0.001), injured organ number ≥3 (p=0.001), and not performing early-term closed thorax drainage (p=0.005). Trauma-operation interval <3 (p=0.02), increase in the rate of blood transfusion (p=0.02), injured organ number ≥3 (p=0.001), and not performing early-term closed thorax drainage (p=0.005) were the factors effective on morbidity.
CONCLUSION: It was determined that trauma-operation period ≥3 hours, number of injured organs ≥3, and increased number of blood transfusions increased both mortality and morbidity. However, presence of shock increased only mortality. On the other hand, application of closed thorax drainage within a reasonable time period was determined to decrease mortality and morbidity.

12.
Samsun’da hastane acil servisleri ve 112 acil çalışanlarına karşı şiddet: Epidemiyolojik bir çalışma
Violence towards workers in hospital emergency services and in emergency medical care units in Samsun: an epidemiological study
Sevgi Canbaz, Cihad Dündar, Şennur Dabak, Ahmet Tevfik Sünter, Yıldız Pekşen, Erhan Çetin Çetinoğlu
PMID: 18781422  Sayfalar 239 - 244
AMAÇ: Bu çalışmada, Samsun’da hastane acil servisleri ve 112 acil çalışanlarının son 12 ay içinde şiddete maruziyeti ve durumluk-sürekli kaygı düzeylerinin değerlendirilmesi amaçlandı. GEREÇ-YÖNTEM: 1-30 Nisan 2004 tarihleri arasında, Samsun il merkezindeki beş acil yardım istasyonu ve dört hastane acillerinin tümünde, kesitsel tipte bir araştırma planlandı. Anket formunu katılımcıların tamamının (n=320) kendi kendilerine doldurmaları istendi. BULGULAR: Katılımcıların 280’i (%87,5) araştırmaya katıldı. Araştırmaya katılanların toplam 202’si (%72,1) herhangi bir formdaki şiddete maruz kaldığını bildirdi. Hastane acil servis çalışanlarının (%75,9), 112 acil çalışanlarına (%62,3) göre daha fazla şiddete maruz kaldığı bulundu (c2=5,08, p<0,05). Çok değişkenli analiz sonuçlarına göre yaş, cinsiyet ve tekrar şiddete maruz kalma kaygısının yüksek durumluk kaygı puanı ile, tekrar şiddete maruz kalma kaygısının yüksek sürekli kaygı puanı ile ilişkili olduğu saptandı. SONUÇ: Bu sonuçlar hastane acilleri ve 112 acillerinde, şiddetin yaygın olduğunu açıkca göstermektedir. İşyerindeki şiddetin azaltılması ve yok edilmesi için gerekli çalışmalar yapılmalıdır.
BACKGROUND: The aim of this study was to determine the frequency of exposure to some form of violence during the previous 12 months and the State-Trait Anxiety levels of emergency medical care (EMC) and emergency service (ES) workers in Samsun.
METHODS: A cross-sectional study was conducted in all EMC (5) units and ES (4) in Samsun, between April 1 and April 30, 2004. A self-administered questionnaire was sent to all of the workers (n=320). RESULTS: Of the workers, 280 (87.5%) completed the survey. A total of 202 (72.1%) participants reported that they had witnessed some form of violence. ES workers (75.9%) were more often exposed to violence than EMC workers (62.3%) (c2=5.08, p<0.05). The multivariate analysis demonstrated that age, gender and anxiety regarding repetition of exposure to violence were related with higher state anxiety point, while anxiety regarding repetition of exposure to violence was related with higher trait anxiety point. CONCLUSION: This evidence clearly indicates that violence in ES and EMC units is a common concern. The necessary framework for the reduction and elimination of violence in the workplace should be provided.

OLGU SUNUMU
13.
Umbilikal fıtık kesesi içinde apandisit: Çocuklarda daha önce bildirilmemiş bir komplikasyon
Appendicitis within an umbilical hernia sac: previously unreported complication in children
Cüneyt Atabek, Ilhami Sürer, Hasan Deliağa, Bahadır Çalışkan, Abdulkerim Temiz, Suzi Demirbağ, Haluk Öztürk
PMID: 18781423  Sayfalar 245 - 246
Umbilikal fıtık, çocuklarda karın ön duvarının sık karşılaşılan doğumsal patolojilerinden biridir. Çocuklarda görülen umbilikal herni, yüksek sıklıkla kendiliğinden kapanma eğilimindedir. Cerrahi tedavi ancak seyrek görülen komplikasyonlar geliştiğinde gereklidir. Umbilikal fıtık kesesi içerisinde gelişen bir apandisit olgusu, daha önce bildirilmemiştir. Bu olgu, İngilizce literatürde bir ilktir.
Umbilical hernia is one of the most common congenital pathologies of the anterior abdominal wall in children. Umbilical hernia in children has a high tendency for spontaneous closure. Surgical treatment is performed only for rarely occurring complications. Appendicitis within an umbilical hernia sac is a previously unreported complication for umbilical hernias. We report here the first case in the current English language literature.

14.
Orbita tavan kırığına bağlı gelişen akut travmatik ensefalosel: Porlu polietilen ile rekonstrüksiyon
Acute traumatic orbital encephalocele related to orbital roof fracture: reconstruction by using porous polyethylene
Nurperi Gazioğlu, Mustafa Onur Ulu, Fatma Özlen, Mustafa Uzan, Nejat Çıplak
PMID: 18781424  Sayfalar 247 - 252
Bu yazıda, orbita tavan kırığına bağlı bir akut travmatik orbital ensefalosel olgusunun tanı ve tedavisi sunuldu. Orbita tavan kırığına bağlı akut travmatik ensefalosele nadiren rastlanır. Artmış intraorbital basınç, optik sinirde geri dönüşümsüz hasara neden olabileceği için bu olgularda erken tanı ve tedavi çok önemlidir. İnce kesitli aksiyel ve koronal orbita bilgisayarlı tomografi incelemesi, orbita travmasının eşlik ettiği tüm akut travmalı hastalara uygulanmalıdır. Bu olguların cerrahi tedavisinde orbita tavan kırığının tamiri en önemli basamaktır ve mutlaka yapılmalıdır. Porlu polietilen (Medpor®) birçok açıdan diğer allogreftlere üstünlüğü olan ve uzun yıllardır rekonstrüksiyon ameliyatlarında kullanılan bir materyaldir. Sunulan olguda orbita tavan rekonstrüksiyonu Medpor® kullanılarak yapıldı, erken ve geç dönemde mükemmel sonuçlar elde edildi. Orbita tavan kırığı sonrası gelişen akut travmatik ensefaloselin başvuru tablosu, tanı ve cerrahi basamakları hakkındaki önemli noktalar vurgulandı.
A case report of acute traumatic orbital encephalocele related to orbital roof fracture and its management were presented. Acute traumatic encephalocele related to orbital roof fracture is unusual. Early diagnosis and treatment are very important since the raised intraorbital pressure may irreversibly damage the optic nerve. Orbital computerized tomography with thin axial and coronal sections should be performed in an acute traumatized patient with a concurrent orbital trauma. Reconstruction of the orbital roof is the key step of the surgical treatment and should be performed in every case. Porous polyethylene (Medpor®) has been used for many years in reconstructive surgeries and it is superior to other allografts in many ways. In our case, the orbital roof reconstruction was done by Medpor® and the early and late cosmetic results were excellent. The important features of acute traumatic encephalocele secondary to orbital roof fractures in terms of presentation, diagnosis and surgical steps were also stressed.

15.
Travmatik lomber fıtık
Traumatic lumbar hernia
Mehmet Ali Uzun, Neşet Köksal, Ender Onur, Yusuf Günerhan, Ümit Yaşar Şahin, Atilla Çelik
PMID: 18781425  Sayfalar 253 - 255
Künt karın travmaları sonrasında travmatik lomber fıtık nadir olarak görülür. Bu olgularda karıniçi organ yaralanması sıktır. Travmatik lomber fıtık olgularında fiziksel inceleme tanı için önemli olmakla birlikte, bilgisayarlı tomografi tanıyı doğrulamada, eşlik eden karıniçi organ yaralanması olup olmadığını anlamada ve tedavi yöntemini seçmede faydalıdır. Eşlik eden strangülasyon ve/veya karıniçi yaralanma şüphesi varsa acil laparotomi veya laparoskopi yapılmalıdır, fakat böyle bir şüphe yoksa ekstraperitoneal olarak primer ya da prostetik materyal ile güvenli bir şekilde onarılabilir. Bu yazıda, künt karın travması nedeniyle oluşan izole, akut lomber fıtık olgusunun laparotomisiz polipropilen protezle tamiri tartışıldı.
Traumatic lumbar hernia is a rare consequence of blunt abdominal injury. In these cases, intraabdominal visceral injuries are common. Although physical examination is important for this diagnosis, computed tomography is valuable for confirming the diagnosis, eliminating associated intraabdominal injuries and deciding the treatment modality of traumatic lumbar hernia. If there is a suspicion of associated strangulation and/or intraabdominal injury, emergent laparotomy or laparoscopy must be performed. If there is no suspicion of these, extraperitoneal repair primarily or with prosthetic material can be performed safely. We present a case of an isolated acute lumbar hernia due to blunt abdominal trauma, and we discuss mesh repair without laparotomy as the treatment modality.

16.
Kronik diyaliz hastasında non-oklüzif mezenterik iskemi: Olgu sunumu
Non-occlusive mesenteric ischemia in a chronic dialysis patient: a case report
Figen Coşkun, Nalan Metin Aksu, Erhan Akpınar, Şebnem Bozkurt, Meltem Akkaş, Şener Balas, Evvah Karakılıç
PMID: 18781426  Sayfalar 256 - 259
Bu yazıda, kronik böbrek yetersizliği nedeniyle hemodiyaliz uygulanan bir olgunun, akut karın ağrısıyla başvurması sonrası tanı konan non-oklüzif mezenterik iskemi (NOMİ) sunuldu. Olgunun karın bilgisayarlı tomografi (BT) ve BT anjiyografi incelemesinde, süperior ve inferior mezenterik arter açık olarak izlendi; beraberinde mezenterik venlerde gaz ve pnömotozis intestinalis varlığı saptandı. BT incelemesinde, aynı zamanda terminal ileum düzeyinde duvar kalınlaşması ve yağ dokusunda dansite artışları saptandı. Acil laparotomide terminal ileum düzeyinde 4 cm’lik bir segmentte nekroz varlığı belirlendi, iskemik segment rezeke edildi. Histopatolojik inceleme gangrenöz enterit ile uyumluydu. Bu NOMİ olgusunda, konu ile ilişkili literatür gözden geçirildi, görüntüleme bulguları sunuldu.
We report non-occlusive mesenteric ischemia (NOMI) in a patient with hemodialysis-dependent chronic renal failure who presented with acute onset of abdominal pain. On abdominal computed tomography (CT) and CT angiography, pneumatosis intestinalis of the small intestine and mesenteric venous gas were found with patent superior and inferior mesenteric arteries. CT also showed bowel wall thickening with fat stranding at terminal ileum. In emergency laparotomy, necrosis of the terminal ileum over a 4 cm area was identified and the ischemic segment was resected. Histopathological exam was consistent with gangrenous enteritis. Herein, we present exquisite imaging findings of a NOMI case with an overview of related literature.