p-ISSN: 1306-696x | e-ISSN: 1307-7945
Cilt : 14 Sayı : 2 Yıl : 2024

Hızlı Arama

SCImago Journal & Country Rank
Ulusal Travma ve Acil Cerrahi Dergisi - Ulus Travma Acil Cerrahi Derg: 14 (2)
Cilt: 14  Sayı: 2 - Nisan 2008
DENEYSEL ÇALIŞMA
1.
Kritik kemik hasarlarında trombositce zengin plazma/kemik iliği kaynaklı stromal hücrelerin kompozitle enjekte edilerek tamir edilmesi: Tavşanlarda deneysel çalışma
Repair of critical bone defects with injectable platelet rich plasma/bone marrow-derived stromal cells composite: experimental study in rabbits
Xiaobing Cheng, Delin Lei, Tianqiu Mao, Shuyong Yang, Fulin Chen, Wei Wu
PMID: 18523898  Sayfalar 87 - 95
AMAÇ
Trombositce zengin plazma (TZP), kemik iyileşmesine katkıda bulunmak üzere uygulanmış ve kemik yenilenmesine yönelik yeni bir materyal olarak geliştirilmiştir. Bu çalışmada tavşanlarda, kemik iliği kaynaklı stromal hücreler (KİKSH) vermek ve kritik kemik iliği hasarlarını düzeltmek için kemik dokularını yenilemek üzere TZP taşıyıcılığının fizibilitesinin incelenmesi amaçlandı.
GEREÇ VE YÖNTEM
On sekiz tavşanın kafatasına ciddi ölçüde hasar verildi ve bunlar değişik kompozitlerle tedavi edildi: KİKSH/TZP (n=6); otojen partiküler kansellöz kemik grubu (n=6) ve tek başına TZP grubu (n=6). Hasarlar, ameliyattan sonra 12. haftada gros gözlem, radyografik, histolojik ve mekanik incelemelerle değerlendirildi.
BULGULAR
Kemik hasarı tamirinin tek başına TZP grubunda en az düzeyde olduğunu, KİKSH/TZP grubu ile partiküler kansellöz kemik grubunda anlamlı yeni kemik oluşumu gözlenebileceğini, radyoopasite alanının KİKSH/TZP grubunda otojen partiküler kansellöz kemik grubundakinin (radyoopasite alanında %82.4) %76.5’i oranında kazanıldığını, planlanarak düzenlenmiş kemiğin kompresif gücünün KİKSH/TZP grubunda otojen partiküler kansellöz kemik grubundakinin %71’i oranında kazanıldığını gösterdi (p<0.05).
SONUÇ
TZP jelden salıverilen KİKSH’lerin, bağışıklık sistemi normal olan hayvanlarda kemik hasarını tamir edebileceğini ve KİKSH/TZP grubundaki planlanarak düzenlenmiş kemiğin kritik ölçüdeki hasarının tamirinde otojen partiküler kansellöz kemik grubundaki ile karşılaştırılabilir olduğunu göstermiştir.
BACKGROUND
Platelet-rich plasma (PRP) has been applied to promote bone healing and developed as a novel material for bone regeneration. This study aimed to investigate the feasibility of PRP carrier to deliver bone marrow derived stromal cells (BMSCs) and regenerate bone tissues to reconstruct critical bone defects in rabbits.
METHODS
Critical sized defect were made on eighteen rabbits’ crania and treated by different composites: BMSCs/PRP (n=6); Autogenous particulate cancellous bone group (n=6) and PRP alone group (n=6). The defects were evaluated by gross observation, radiographic examination, histological examination, and mechanical examination at 12 weeks postoperatively.
RESULTS
The results showed that repair of bone defect was the least in PRP alone group, and significant new bone formation could be observed in BMSCs/PRP group and particulate cancellous bone group, radiopacity area in BMSCs/PRP group attained 76.5%, which was in the same range of that in autogenous particulate cancellous bone group (82.4% in radiopacity area), compressive strength of engineered bone in BMSCs/PRP group attained 71% of that in autogenous particulate cancellous bone group (p<0.05).
CONCLUSION
These data implicated that BMSCs delivered from PRP gel can repair bony defect in immunocompetent animals, and the tissue engineered bone in BMSCs/PRP group is comparable to autogenous particulate cancellous bone group for the repair of critical-sized bone defect.

2.
Stres gastriti oluşumunda düşük tiroit hormon düzeylerinin etkisi: Sıçanlar üzerinde deneysel bir çalışma
The effects of low thyroid hormone levels on the formation of stress gastritis: an experimental study on the rats
Göktürk Maralcan, Hayri Erkol, Zerrin Erkol, Fatih Yanar, Rebecca Plevin
PMID: 18523899  Sayfalar 96 - 102
AMAÇ
Bu çalışmanın amacı, sıçanlarda akut stres gastritis gelişmesinde düşük serum tiroit hormon düzeylerinin etkisini araştırmaktır.
GEREÇ VE YÖNTEM
Altmış erişkin Sprague-Dawley cinsi sıçan onarlı altı gruba ayrıldı: Kontrol grubu, cerrahi tiroidektomi grubu, stres grubu, cerrahi tiroidektomi + stres grubu, cerrahi tiroidektomi + T4 + stress grubu ve cerrahi tiroidektomi + T3 + stres grubu. Gastrik mukoza hasarının sayı ve büyüklüğü milimetrik asetat kağıdı kullanılarak 3,5 kez büyütülmüş fotoğraf üzerinde belirlendi.
BULGULAR
Sadece stres altında olan sıçanlar (grup III) ile karşılaştırıldığında cerrahi tiroidektomi + stres grubunda (grup IV) akut stres gastriti, belirgin olarak artmıştı (stres gastriti skorları; grup IV: 44, grup III: 16, p<0,001). Grup IV’teki sıçanlarla karşılaştırıldığında stres gastriti skorunun grup VI’da belirgin olarak azaldığı gözlendi (stres gastriti skorları; grup VI: 10, grup IV: 44, p<0,001).
SONUÇ
Sıçanlarda düşük serum tiroit hormon düzeyleri stres gastritinin gelişmesini artırmakta ve bu etki, tiroit hormon replasman tedavisi ile önlenebilmektedir.
BACKGROUND
The aim of this study was to investigate the effect of low circulating thyroid hormone levels on the development of acute stress gastritis in rats.
METHODS
Sixty adult Sprague-Dawley rats were divided into six groups: Control group, surgically thyroidectomized group, stressed group, surgically thyroidectomized + stressed group, surgically thyroidectomized + T4 + stressed group, and surgically thyroidectomized + T3 + stressed group. Damage to the gastric mucosa was studied using millimetric acetate papers on photographs enlarged 3.5 times and the number and the size of the lesions was recorded.
RESULTS
Acute stress gastritis was significantly increased in stress + surgically thyroidectomized rats as compared to rats that were only put under stress (group III) (stress gastritis scores; group IV: 44, group III: 16, p<0.001). The stress gastritis score in group VI was significantly decreased compared to rats in group IV (stress gastritis scores; group VI: 10, group IV: 44, p<0.001).
CONCLUSION
Low circulating thyroid hormone levels in rats increased the development of stress gastritis. This effect could be prevented by thyroid hormone replacement therapy.

3.
Dehidrasyon (kuruluk) ve irigasyonun (yıkama) Aşil tendon iyileşmesi üzerine etkileri: Deneysel çalışma
The effect of dehydration and irrigation on the healing of Achilles tendon: an experimental study
Baransel Saygı, Yakup Yıldırım, Cengiz Çabukoğlu, Hasan Kara, Saime Sezgin Ramadan, Tanıl Esemenli
PMID: 18523900  Sayfalar 103 - 109
AMAÇ
Hava teması tendonlarda canlı-dışı (in vitro) ortamda matriks sentezini ve hücre ilerlemesini azaltabilir ve hatta önleyebilir. Bu çalışmanın amacı, dehidrasyon ve irigasyonun Aşil tendon iyileşmesi üzerine etkisinin canlı-içi (in vivo) hayvan modeli üzerinde gösterilmesidir.
GEREÇ VE YÖNTEM
Kırk beş adet Sprague-Dawley cinsi sıçanın Aşil tenotomisi yapıldı. Kontrol grubunda, tendon hemen dikildi. Diğer iki grubun cilt ve cilt altı dokuları ekarte edilerek Aşil tendonlarının doğrudan hava ile teması sağlandı. Bu gruplardan birine irigasyon uygulanırken diğerine uygulanmadı. 60 dakikalık hava temasını takiben, her iki grubunda tendonları kontrol grubuna da yapıldığı gibi dikilerek yaraları kapatıldı. Operasyon sonrası 28. günde sıçanlar öldürüldü. Aşil tendonları parçalara ayrılarak histolojik ve biyomekanik incelemelere alındı.
BULGULAR
Hava teması sağlanan grupların histolojik incelemesinde, tendonun çevre dokulara yapışmasıyla birlikte yoğun fibröz doku oluşumu olduğu görüldü. İrige edilmeyen ve edilen her iki deney grubunda da yüksek oranda damarsallaşma ve enflamatuvar reaksiyon saptandı. Biyomekanik çalışma da, hava temasına uğrayan tendonlarda kontrol grubuna göre daha yüksek gerilme gücü buna karşın daha düşük bükülebilme olduğu görüldü.
SONUÇ
Hava teması fibroz doku ve yapışıklık oluşumuna sebebiyet vererek iyileşme kalitesini düşürmektedir. İrigasyon, bu istenmeyen etkileri ortadan kaldırmamaktadır. Buna rağmen gerilme kuvveti hava temasından etkilenmemektedir.
BACKGROUND
Air exposure is a factor that inhibits in vitro cellular proliferation and matrix synthesis in tendons. Aim of this experimental study was to evaluate effect of dehydration and irrigation on healing of Achilles tendon.
METHODS
Achilles tenotomy was done in forty-five Sprague-Dawley rats. In control group, tendon was sutured immediately. In the remaining two groups, the Achilles tendons were allowed to direct exposure of air. Irrigation of Achilles tendon was performed in one of exposed groups, while irrigation was not done in other group. After 60 minutes, tendons of both groups were sutured same as control group. Rats were sacrificed at postoperative day 28. Achilles tendons were dissected and histological and biomechanical evaluations were performed.
RESULTS
Histological evaluation revealed intense fibrosis formation with adhesion of tendon to surrounding tissues in the air exposed groups. The quantity of angiogenesis and inflammatory reaction were also higher in experimental groups regardless of irrigation. Air exposed tendons had higher tensile strength however lower stiffness than control group in biomechanical evaluation.
CONCLUSION
Air exposure decreases quality of healing by increasing fibrosis and adherence formation. These negative effects of exposure to air were not counteracted by irrigation. However, air exposure didn’t affect tensile strength of the healing.

KLINIK ÇALIŞMA
4.
Yeni yaralanma şiddeti ölçeği: Yaralanma şiddeti ölçeğine göre travma hastalarında vantilatör gereksinimi ve vantilasyon zamanına ilişkin daha kesin bir öngörü
The new Injury Severity Score: a more accurate predictor of need ventilator and time ventilated in trauma patients than the Injury Severity Score
Azim Honarmand, Mohammadreza Safavi
PMID: 18523901  Sayfalar 110 - 117
AMAÇ
Bu çalışma, yoğun bakım ünitesine (YBÜ) yatırılan travma hastalarındaki entübasyon gereksinimi (EG), mekanik vantilasyon gereksinimi (MVG) ve mekanik vantilasyon süresinin öngörülmesine ilişkin, yaralanma şiddeti ölçeği (ISS) ve yeni yaralanma şiddeti ölçeği (NISS) sistemlerinin doğruluğunu onaylamaktadır.
GEREÇ VE YÖNTEM
Bu prospektif kohort çalışmaya 110 travma hastası dahil edildi. ISS ve NISS ile ilgili öngörme kesinlikleri, YBÜ yatırılma prosedürü lojistik regresyon modeline ilişkin Kabul Eden Operatör Karakteristiği (ROC) eğrileri ve Hosmer-Lemeshow (H-L) istatistikleri kullanılarak karşılaştırıldı.
BULGULAR
EG öngörüsüne ilişkin en iyi kesilme noktaları, ISS için 22 ve NISS için 27 oldu. Pozitif öngörme değeri, NISS’de %91,6, ISS’de %87,8 idi. Youden indeksi, NISS için 0,47, ISS için 0,57 seviyesinde en iyi kesilme noktalarına sahip oldu. ROC eğrisi altında kalan alan, NISS’de 0,79, ISS’de 0,86 oldu. Youden indeksi ve ROC eğrisi altında kalan alan anlamında, NISS ile ISS arasında istatistiksel farklılık olduğu saptandı (p<0,05). MVG’nin öngörülmesine ilişkin olarak, NISS, ISS’ye göre ROC eğrisi altında kalan alanda ve Youden indeksinde daha iyi sonuçlar verdi (p<0,05).
SONUÇ
EG veya MVG’nin öngörülmesi ile ilgili olarak, NISS, ISS’ye göre daha yüksek doğruluğa sahiptir.
BACKGROUND
This study validates the accuracy of the Injury Severity Score (ISS) and the New Injury Severity Score (NISS) systems for prediction of need intubatin (NI), need mechanical ventilation (NMV), and duration of mechanical ventilation (DMV) in intensive care unit (ICU) trauma patient admissions.
METHODS
One-hundred ten trauma patients were included in this prospective cohort study. The predictive accuracies of the ISS and the NISS were compared using Receiver Operator Characteristic (ROC) curves and Hosmer-Lemeshow (H-L) statistics for the logistic regression model of ICU admission.
RESULTS
For prediction of NI, the best cut-off points were 22 for ISS and 27 for NISS. The positive prediction value was 91.6% in NISS and 87.8% in ISS. The Youden index had best cut-off points at 0.47 for NISS and 0.57 for ISS. The area under Receiver Operating Characteristic (ROC) curve was 0.79 in the ISS and 0.86 in the ISS. There were statistical differences among NISS with ISS in terms of Youden index and the area under the ROC curve (p<0.05). For the prediction of NMV, NISS yielded significantly better results in the area under the ROC curve and Youden index than those of ISS (p<0.05).
CONCLUSION
For prediction of NI or NMV, the NISS has better accuracy than ISS.

5.
Akut nonspesifik karın ağrılı olguların bir yıllık prognozları, semptom ve bulgularının tanısal doğruluğu
Diagnostic accuracy of symptoms, signs and one-year prognosis of patients with acute non-specific abdominal pain: prospective survey
Halil Özgüç, Nurşen Çakın, Uğur Duman
PMID: 18523902  Sayfalar 118 - 124
AMAÇ
Nonspesifik karın ağrılı hastaların ayrımında, hastalık hikayesi, klinik bulgular, basit laboratuvar değerlendirmelerinin tanısal değerini belirlemek ve bu hastaların uzun süreli takiplerini analiz etmektir.
GEREÇ VE YÖNTEM
Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi, Genel Cerrahi Anabilim Dalı Acil Servisi’nde Kasım 2001 ile Kasım 2002 tarihleri arasında prospektif gözlem çalışması gerçekleştirildi. Altı yüz on karın ağrılı hasta, spesifik karın ağrısı (501 hasta) ve nonspesifik karın ağrısı (109 hasta) olarak gruplandırıldı. Nonspesifik karın ağrılı hastalar 24 saat sonra takip değerlendirmesi için çağrıldılar; 8., 15., 30. günler ile 1 yıl sonunda olmak üzere 4 takip görüşmesi için tekrar çağrıldılar. İki grubun bulguları arasında istatistiksel değerlendirme yapıldı.
BULGULAR
Lojistik regresyon analizinde daha önce benzer bir ağrı hikayesi varlığı (odds oranı 1,88; p=0,009), bulantı (odds oranı 0,46; p=0,001), defans (odds oranı 0,24; p=0,024), ateş ≤36,6°C (odds oranı 1,66; p=0,037), lökosit sayımı ≤8700 (odds oranı 1,85; p=0,011), yaş ≤39 (odds oranı 1,85; p=0,018), solunum hızı ≤15 (odds ratio 3,19; p=0,00) anlamlı bağımsız tanısal faktörlerdi. Bir yıllık takip sürecinde hiçbir malinite saptanmadı.
SONUÇ
Acil servise akut karın ağrısı nedeniyle başvuran olgularda başvuru esnasında daha önce benzer bir ağrı hikayesi, bulantı, defans, ateş >36,6°C, lökosit sayımı >8700, yaş >39, solunum hızı >15 olan ve taburculuk sonrası 24 saatte kalıcı-devamlı ağrısı olan hastalarda spesifik bir neden olasılığı yüksektir.
BACKGROUND
The aims of this study were to determine the diagnostic value of elements of the disease history, the clinical findings and basic laboratory examinations in differential diagnosis of the patients with nonspecific abdominal pain and to analyze the long-term survey of these patients.
METHODS
A prospective observational study was performed at the Department of General Surgery Medicine Faculty of Uludag University between November 2001 to November 2002. Based on the diagnosis reasons for abdominal pain, 610 patients were classified as being of specific abdominal pain (n=501) versus nonspecific abdominal pain (n=109). Patients with nonspecific abdominal pain were invited to a follow-up examination 24 hours later and 4 follow-up interviews were conducted on days 8, 15, 30 and at the end of 1 year. Statistical analyses were performed between findings of two groups.
RESULTS
In logistic regression analysis, presence of a history of similar pain (odds ratio 1.88; p=0.009), nausea (odds ratio 0.46; p=0.001), rigidity (odds ratio 0.24; p=0.024), fever ≤36.6°C (odds ratio 1.66; p=0.037), leukocyte count ≤8700 (odds ratio 1.85; p=0.011), age ≤39 years (odds ratio 1.85; p=0.018), respiratory rate ≤15 (odds ratio 3.19; p=0.00..) were significantly independent diagnostic factors. There was no malignancy during one-year follow-up period.
CONCLUSION
The possibility of a specific cause is higher in patients with history of a similar pain, nausea, rigidity, fever >36.6°C, leukocyte count >8700, age >39 years, respiratory rate >15 in admission and persistent pain 24 hours after discharge.

6.
Motorlu araç kazalarında yaralanan travma hastaları ile ilgili hastane mortalitesi tahminleri
Predictors of in-hospital mortality of trauma patients injured in vehicle accidents
Haridimos Markogiannakis, Elias Sanidas, Evangelos Messaris, Dimitrios Koutentakis, Kalliopi Alpantaki, Alexandros Kafetzakis, Dimitrios Tsiftsis
PMID: 18523903  Sayfalar 125 - 131
AMAÇ
Motorlu araç kazalarında yaralanan travmalı hastalarla ilgili hastane mortalitesi tahminleri değerlendirildi.
GEREÇ VE YÖNTEM
Yunanistan’ın Girit kentinde 1. basamak travma merkezi olan Herakleion Üniversitesi Hastanesi’nin travma kayıtları değerlendirilerek, 1997 ile 2000 yılları arasında motorlu araç kazası nedeniyle yatırılan erişkin 730 travma hastası ardışık olarak çalışmaya dahil edildi. Hastaların cinsiyet, yaş, yaralanma mekanizması, beher anatomik bölge başına yaralanma, başlangıç vital bulguları, Glasgow Koma Skalası (GKS), yaralanma ciddiyet skoru (ISS) ve nihai sonuçları analiz edildi. Kesintisiz değişkenleri daha iyi tanımlamak için iki kategori oluşturuldu: ≥60 ve <60 yaş, ≥18 ve <18 ISS.
BULGULAR
Mortalite oranı %4,8 bulundu (n=35). Çok değişkenli sağkalım analizi sonuçları: yaş ≥60 (p=0,0002), ≥18 ISS (p=0,003), yaya olma durumu (p=0,007), kraniyoserebral yaralanmalarda (p=0,01), torasik (p=0,01) ve abdominal yaralanmalarda (p=0,01), hastaların hastane mortalitelerine ilişkin bağımsız tahminlerdi.
SONUÇ
Motorlu taşıt kazalarında, yaşı ≥60, yaya olan, ISS ≥18, kranyoserebral, torasik veya karın yaralanması olan travma hastaları hastanede hayatını kaybetme sonucu bakımından yüksek risk altındadırlar.
OBJECTIVES
Identification and assessment of predictive factors of in-hospital mortality of trauma patients injured in vehicle accidents.
METHODS
We reviewed the Trauma Registry data of Herakleion University Hospital, a level I trauma center in Crete, Greece. All 730 consecutive, adult motor-vehicle trauma patients admitted to our hospital from 1997 to 2000 were included in the study. Variables included in the analysis were: sex, age, mechanism of injury, injuries per anatomic region, initial vital signs, Glasgow Coma Scale (GCS), Injury Severity Score (ISS), and the final outcome. In order to better describe continuous variables, two categories were created: age ≥60 and <60; ISS ≥18 and <18.
RESULTS
Mortality rate was 4.8% (n=35). Multivariate survival analysis showed that age greater than or equal to 60 years (p=0.0002), ISS greater than or equal to 18 (p=0.003), being a pedestrian (p=0.007), craniocerebral injuries (p=0.01), thoracic (p=0.01), and abdominal injuries (p=0.01) are independent predictors of the in-hospital mortality of the patients.
CONCLUSION
Trauma patients after vehicle accidents aged ≥60, pedestrians, those with an ISS ≥18 and craniocerebral, thoracic or abdominal injuries are at higher risk of an in-hospital fatal outcome.

7.
Travmatik diyafragma rüptürlerinde mortaliteyi etkiyen faktörler
Factors influencing mortality in traumatic ruptures of diaphragm
Arife Polat Düzgün, Mehmet Mahir Özmen, Barış Saylam, Faruk Coşkun
PMID: 18523904  Sayfalar 132 - 138
AMAÇ
Diyafragma rüptürleri sık görülmeyen fakat yüksek morbidite ve mortalite ile seyreden ciddi yaralanmalardır.
GEREÇ VE YÖNTEM
Acil serviste son beş yıl içinde travmatik diyafragma rüptürü saptanan 58 hastanın dosyası mortaliteyi etkileyen faktörleri belirlemek için incelendi.
BULGULAR
Hastaların ortalama yaşı 33, mortalite oranı %21 ve en sık diyafragmatik rüptür nedeni penetran yaralanmalardı (%52). Sadece 12 hasta (%20) ameliyat öncesi dönemde diyafragma rüptürü tanısı alırken kalan 46 hasta ise cerrahi sırasında tanı aldı. Kırk iki hastada sol diyafragma rüptürü saptandı. İntratorasik herniasyon 11 hastada saptandı. Herniasyon varlığı mortaliteyi etkilemedi (p=0,155). Mortalite ile seyreden tüm hastalarda künt travma vardı ve en yaygın ölüm nedeni hemorajik şok idi. Hastaların %88’inde eşlik eden yaralanmalar vardı ve mortal seyreden hastaların %92’sinde eşlik eden yaralanma mevcut idi.
SONUÇ
Travmalı hastada diyafragma yaralanmasının tanısı yüksek morbidite ve mortalite nedeni ile önemlidir. Travmatik diyafragma rüptürlerinde mortaliteyi etkileyen faktörler; künt travma, yüksek yaralanma şiddeti, şok varlığı, üç üniteden fazla kan transfüzyonu ve dalak yaralanmasıdır.
BACKGROUND
Diaphragmatic injuries are infrequent but severe injuries, associated with high morbidity and mortality.
METHODS
The hospital records of 58 patients with traumatic rupture of diaphragm which was diagnosed during surgery in emergency department during last five years were re-evaluated, in order to identify the factors on mortality.
RESULTS
The mean age of patients was 33 years. The most common cause of diaphragmatic rupture was penetrating injury (52%). The overall mortality rate was 21%. Preoperative diagnoses were accurately made in only twelve (20%) patients and remaining 46 patients were diagnosed during surgery. Rupture was located on the left side in 42 patients. Intrathoracic herniation was seen in eleven cases. Presence of herniation has no effect on mortality (p=0.155). All cases with mortal course were blunt trauma and the most common cause of death was haemorrhagic shock. Associated injuries were present in 88% of the patients; 92% of the mortal cases had an associated injury.
CONCLUSION
The diagnosis of diaphragmatic injury is important due to increased morbidity and mortality in traumatic victims. Blunt trauma, increased grade of injury, presence of shock, blood transfusions over three units and splenic injury are factors influencing mortality in traumatic ruptures of diaphragm.

8.
El rehabilitasyon ünitesinde izlenen el yaralanmalı pediyatrik hastaların özellikleri
Characteristics of pediatric hand injuries followed up in a hand rehabilitation unit
Füsun Şahin, Serap Dalgıç Yücel, Figen Yılmaz, Cem Erçalık, Nalan Eşit, Banu Kuran
PMID: 18523905  Sayfalar 139 - 144
AMAÇ
Kliniğimizce 1998 yılından beri tedavi edilen, el rehabilitasyon polikliniğine el yaralanması nedeniyle başvurmuş olan pediyatrik yaş grubundaki hastaların özelliklerinin belirlenmesidir.
GEREÇ VE YÖNTEM
Hastalar retrospektif olarak taranarak 0-16 yaş arasındakiler çalışmaya alındı (178 hasta; 126 erkek [%70,8], 52 kız (%29,2); ort. yaş 10,33±4,45; dağılım 0-16). Demografik veriler, yaralanma nedeni-yeri, ameliyat-rehabilitasyon arasındaki süre (hafta), takip süresi (hafta) kaydedildi.
BULGULAR
Rehabilitasyona başvurma süresi ortalama 5,4±0,7 haftaydı. Sadece 99 hasta (%55,6) dört haftadan uzun (20,8±22,2) bir süre izlenebilmişti. Yaralanma şekli hastaların 133’ünde (%74,7) kaza, 29’unda kasıtlı (%16,3), 15’inde doğumsal (%8,4) nedenliydi. Kaza sonucu olanların 109’u (%61,2) ev, 53’ü (%29,8) ev dışı kazalardandı. En fazla görülen ev kazası cam kesiği, en fazla görülen çevre yaralanması düşme idi. Yaralanma yeri sıklık sırasıyla, bilek, metakarp, proksimal falanks, önkol, dirsek, pleksus, orta-falanks, üst-kol, tüm el, omuz, tüm kol ve bilateral el şeklindeydi. En sık 4. parmak yaralanmıştı. En çok görülen yaralanma tipi, fleksör tendon kesisi (%44,5), sinir kesisi, arter yaralanması, fraktür ve yanık kontraktürü idi.
SONUÇ
Poliklinik verilere göre çocuklarda el yaralanmalarının en çok erkeklerde meydana geldiği, evde cam kesmesi sonucu fleksör tendonları ilgilendirir şekilde olduğu, en sık yaralanma düzeyinin bilek, en sık yaralanan parmağın 4. parmak olduğu, şehir dışından başvurular nedeniyle hasta takibinin yetersiz kaldığı söylenebilir.
BACKGROUND
To establish the characteristics of patients in pediatric age who have been referred to hand rehabilitation center since 1998.
METHODS
The patients were screened retrospectively and those within 0-16 age range were included into the study (178 patients; 126 males [70.8%], 52 females [29.2]; mean age 10.33±4.45; range 0 to 16 years). Demographic data, causes and locations of injury and follow-up period (week) were recorded.
RESULTS
Mean duration of application for rehabilitation was 5.4±0.7 weeks. Only 99 (55.6%) patients could be followed-up for a period more than 4 weeks (20.8±22.2 weeks). Types of injuries were categorized as accidental (n=133; 74.7%), intentional (n=29; 16.3%) and congenital (n=15; 8.4%). Accidents were related to domestic (n=109; 61.2%) and environmental causes (n=53; 29.8%). The most frequent domestic accident was glass injury and fall accident. The regions in order of decreasing frequency were wrists, metacarpal bones, proximal phalanges, forearms, elbows, plexus, mid-phalanges, total hands, shoulders, total arm and bilateral hands. Fourth digit was the most frequently injured digit. The most common types of injuries were as followings: flexor tendon cut (44.5%), nerve cut and arterial injuries, fractures and burn contractures.
CONCLUSION
Hand injuries occurred mostly in male children, the most frequent type injury was accidental domestic injury of the wrist flexor tendon caused by broken glass fragments and the most frequently injured digit was the 4th and adherence of the patients to the follow-up protocol was unsatisfactory since majority of referrals were out-of-towners.

9.
İş kazalarında yanık ve hayati tehlike ölçütleri (Adli tıp yaklaşımı)
Burn and vital risk criteria in industrial accidents (as forensic medicine approach)
Haluk İnce, Eyup Kandemir, Nurhan İnce, Recep Güloğlu, Nurhas Safran
PMID: 18523906  Sayfalar 145 - 148
AMAÇ
İş kazası sonucu oluşan yanık travmalarında, ölüm meydana getirme riski olmasından dolayı adli rapor düzenlenmesi şarttır. Adli olgularda travmanın ağırlığını belirten en önemli ölçüt olan, hayati tehlikenin saptanması mağdurun tedavisi kadar önemlidir. Bu çalışma, bildirilen yanık yüzde değerlerinin, hayati tehlike kavramını ne ölçüde karşıladığını araştırmak ve iş kazalarında meydana gelen yanık nedenlerini belirlemek amacıyla yapıldı.
GEREÇ VE YÖNTEM
Çalışma Ekim 2004 ile Aralık 2006 tarihleri arasında, tanımlayıcı epidemiyolojik yöntemle, acil cerrahi servisi yanık ünitesine gelen tüm olgular değerlendirilerek gerçekleştirildi. Olguların sosyo-demografik özelikleri sorgulandı. Veriler, frekans, aritmetik ortalama, standart sapma ve median kullanılarak tanımlandı. Kesikli değişkenler Ki-kare testi kullanılarak, sürekli değişkenler Pearson korelasyon testi yardımıyla incelendi.
BULGULAR
Toplam 128 olgunun %69,5’i erkek (n=89), %30,5’i (n=39) kadın idi. Yanık olgularının %28,9’u (n=37) iş kazasıydı. İş kazası nedenli yanıkların, %48,6’sı (n=18) sıcak su, %32,4’ü (n=12) alev, %10,8’i (n=4) elektrik ve %8,2’si (n=3) kimyasal yanık idi. Olguların %19,50’inin (n=25) hayatını kaybettiği, %80,50’sinin (n=103) iyileşerek taburcu edildiği saptandı. Yanık yüzdesi %20’nin altında olan olgularda %1,3 (n=1) oranında, %20 ve üzerinde hesaplanan olgularda %49,0 (n=24) oranında ölüm görüldü (p=0,0001).
SONUÇ
Yanığın derecesi ölüm riski belirlenmesinde değerli olmakla beraber yanık alanının genişliği, ölüm riskinin belirlenmesi ve olayın soruşturulmasında daha dikkatli davranılması açısından daha belirleyici bulunmuştur.
BACKGROUND
Burn traumas resulting from industrial accidents may generate a death risk. In such cases a forensic report should be filled up. In forensic findings, the death risk which is associated with the degree of trauma, of the victim is as important as the treatment of the subject. The aim of our research was to investigate what degree of burns causes fatality and which type of industrial accidents cause them.
METHODS
This research was done between the dates October 2004 and December 2006 with the descriptive epidemiology method by the evaluation of all data entered emergency surgical room- burn unit. The results of the study were analyzed with respect to its socio-demographic characteristics clinical findings of the type of burn and the type of the event which caused the burn. Categorical variables were assessed using Chi-square test, continuous variables were tested by Pearson’s correlation.
RESULTS
For the total 128 incidents, 69.5% (n=89) were males and 30.5% (n=39) females. 28.9% (n=37) of the incidents were industrial accidents. 48.6% (n=18) of the burns were caused by boiling water, 32.4% (n=12) due to contact by flame, 10.8% (n=4) electrocution and %8.2 (n=3) due to burns by contact with chemicals. The 19.50% (n=25) of the incidents had ended up by loss of life, 80.5% (n=103) were cured and discharged. The incidents which had resulted under 20%, the mortality rate was 1.3% (n=1), the incidents which had above 20%, the mortality rate was 49.0% (n=24) (p=0.0001).
CONCLUSION
The degree of burn was found to be valuable in determining the death risk but the extent of the burned area was found to be more deterministic in assessing this particular risk.

10.
Yoğun bakım çalışanlarının el yıkama alışkanlıkları
Handwashing habit of intensive care workers
Özer Makay, Gökhan İçöz, Asude Yılmaz, Figen Kolcu
PMID: 18523907  Sayfalar 149 - 153
AMAÇ
Hastanemizin genel cerrahi yoğun bakım ünitesinde çalışan sağlık personelinin el yıkama alışkanlıklarını belirlemek ve irdelemektir.
GEREÇ VE YÖNTEM
Kliniğimiz yoğun bakım ünitesinde, gün içerisinde yoğun bakım vizitlerinin olduğu zamanlarda, 30 dakikalık süre ile sağlık personelinin el yıkamayı gerektiren durumları belirlenip, el yıkama alışkanlıkları gözlendi.
BULGULAR
Gözlem süresi toplam 1710 dakika olan çalışmada tüm sağlık personelinin el yıkama alışkanlığı ortalama %23 olarak belirlendi. Hekim, hemşire ve yardımcı sağlık personeli gruplarında el yıkama alışkanlıkları sırasıyla %12, %34 ve %19 olarak saptandı. Gruplar arası fark istatistiksel olarak anlamlı idi (p<0,05).
SONUÇ
Bulgular irdelendiğinde yoğun bakım ünitesinde çalışan sağlık personelinin el yıkama alışkanlığının kabul edilemez düzeyde düşük olduğu gözlendi. Bu nedenle, hasta bakımının bir parçası olan el yıkama alışkanlığı bilincinin kazandırılmasına yönelik zorlayıcı önlemler alınması gerektiği düşüncesindeyiz.
BACKGROUND
The aim of this study was to determine the habit of handwashing among health care workers in the intensive care unit of hospitals’ general surgery department.
METHODS
Potential handwashing opportunities were detected and observations were recorded. Handwashing habit of health care workers was monitored for over 1710 min., during 30 min. observation periods.
RESULTS
In this study which had 1710 minutes of observation period, the overall habit of handwashing of the medical staff was 23%. Compliance among physicians, nurses and other health care workers were 12%, 34% and 19% respectively (p<0.05).
CONCLUSION
The handwashing habit of healthcare workers in our unit is unacceptably low. We believe that introduction of social pressure models will help to improve handwashing awareness of the health care worker.

OLGU SUNUMU
11.
Travmatik interkostal pulmoner herniasyon: Olgu sunumu
Traumatic intercostal pulmonary herniation: a case report
Eric Jasper Hazebroek, Han Boxma, Peter D De Rooij
PMID: 18523908  Sayfalar 154 - 157
Bu yazıda, künt toraks travması sonrası torasik kavite duvarında oluşan bir defekt nedeniyle gelişen bir interkostal pulmoner herni olgusu sunuldu. Pulmoner herniasyon tanısı, radyolojik olarak göğüs filmi ve bilgisayarlı tomografi taraması ile doğrulandı. Aynı zamanda diyafragmatik bir rüptür varlığını da gösteren video destekli bir torakoskopi ile gerçekleştirilen ilk incelemeden sonra, bir posterolateral torakotomi operasyonu yapıldı. Torasik duvar defekti, iki rekonstrüksiyon plağı ile tamir edildi. Herni ise protez ‘mesh (yama)’ ile başarılı bir şekilde tamir edildi. Literatür araştırması, pulmoner herniasyonun tedavisi gerekli olduğunda bunun cerrahi onarım olması gerektiğini göstermektedir.
We report a case of intercostal pulmonary hernia through a defect in the wall of the thoracic cavity which occurred after blunt thoracic trauma. Diagnosis of pulmonary herniation was confirmed radiologically by chest X-ray and computed tomographic scan. After initial inspection by video-assisted thoracoscopy which also revealed a diaphragmatic rupture, a postero-lateral thoracotomy was performed. The defect of the thoracic wall was repaired with two reconstruction plates. The hernia was successfully repaired with prosthetic mesh. Review of the literature shows that when required, surgical repair of pulmonary herniation is the treatment of choice.

12.
Acımasız bir bükülme: Postoperatif çekal volvulus
A cruel twist: post-operative cecal volvulus
Christopher D. Scott, Brian M. Trotta, Joseph J. Dubose, Elihu Ledesma, Charles M. Friel
PMID: 18523909  Sayfalar 158 - 162
Çekal volvulus, Batı ülkelerindeki olguların %1’inden daha az bir kısmında açığa çıkan ve sık karşılaşılmayan bağırsak tıkanıklığı nedenidir. Literatürde, sık gerçekleştirilen sayısız ameliyatla birlikte bazı minimal invaziv işlemlerden sonra karşılaşılan bir komplikasyon olarak tanımlanmıştır. Çekal volvulus, oluşmasına izin vermeye yetecek, mobilite sağlayacak şekilde, belli ölçüde tıbbi viseral rotasyon gerektirebilen herhangi bir cerrahi işlem veya çekum ya da çıkan kolon ile lateral periton arasındaki birleştirme düzleminin kesintiye uğramasından sonra oluşması daha olasıdır. Kadavra ve otopsi çalışmaları da, nüfusun %10-20 kadarının volvulizasyon oluşmasını sağlamaya yetecek ölçüde kolon hareketliliğine sahip olabileceği izlemini bırakmıştır. Çekal volvulus tanısı ve tedavisine ilişkin bir gözden geçirmeyle birlikte renal hücreli karsinom nedeniyle uygulanan sağ radikal nefrektomi ameliyatından altı gün sonra gelişen bir çekal volvulus olgusu olan 78 yaşındaki J.R. isimli erkek hastayı sunuyoruz.
Cecal volvulus is an uncommon cause of intestinal obstruction, accounting for less than 1% of cases in Western countries. In the literature, it has been described as a complication following numerous common surgeries as well as a number of minimally invasive procedures. Presumably, it is more likely to occur following any surgical procedure which might require some degree of medial visceral rotation or disruption of the fusion plane between the cecum or ascending colon with the lateral peritoneum, providing sufficient mobility to allow for cecal volvulization to occur. In addition, cadaver and autopsy studies have also suggested that 10-20% of the population may have sufficient mobility of the colon to allow for volvulization. We present a review of the literature pertaining to the diagnosis and management of cecal volvulus as well as the case of J.R., a 78-year-old male with cecal volvulus six days following a right radical nephrectomy for renal cell carcinoma.

13.
Hafif bir motosiklet kazası sonrası birlikte gelişen diyafragma ve mesane rüptürü (Olgu sunumu ve literatürün gözden geçirilmesi)
Combined diaphragmatic and urinary bladder rupture after minor motorcycle accident (Report of a case and literature review)
Stavros Gourgiotis, Stefanie Rothkegel, Stylianos Germanos
PMID: 18523910  Sayfalar 163 - 166
Diyaframla mesane rüptürleri künt abdominal travmadan sonra nadirdir ve genellikle yüksek enerjili travmalardan sonra gelişirler. Tek başlarına oluşmaları enderdir. Diyafram rüptürünün kesin tanısı, şüpheye ve göğüs radyografi filminin dikkatle incelenmesine dayanırken, mesane rüptürü olan hastalardaki temel bulgu makroskopik hematüridir. Suprapubik ağrı, hassasiyet ve idrar yapamama, mesane rüptürü ile ilgili ana belirti ve semptomlardır. Bu yazıda, tanı ve cerrahi tedavi konularına özel vurgu yaparak, düşük enerjili bir travma sonucunda oluşan birlikte diyafram ve mesane rüptürlü bir olgudaki başarılı bir deneyimimizi sunuyoruz.
Diaphragmatic and urinary bladder ruptures are rare entities after blunt abdominal trauma and they are usually the results of high energy injuries. They seldom occur in isolation. For the diaphragmatic rupture, the accurate diagnosis depends on high index of suspicion and careful scrutiny of the chest X-ray, while gross hematuria is the hallmark finding in patients with bladder rupture. Suprapubic pain, tenderness, and inability to void are the main symptoms and signs of bladder rupture. In this report, we describe our successful experience with a case of combined diaphragmatic and urinary bladder rupture occurred in isolation as a result of low energy trauma, with special emphasis on diagnosis and surgical treatment.

14.
Apendiksin akut apandisit şeklinde maskelenen bir adenokarsinoid tümörü: Uyarı notu
Adenocarcinoid tumour of the appendix masquerading as acute appendicitis: a word of caution
Jawad Ahmad, Syed I. H. Andrabi, D. K. Thekkinkattil, Munir A. Rathore
PMID: 18523911  Sayfalar 167 - 169
Adenokarsinoid tümörler, karsinoid ve adenokarsinomaların histolojik özelliklerini taşıyan ve nadir görülen agresif tümörlerdir. Bu yazıda, apandiks duvarı ile mezoapandiksin bir adenokarsinoid tümör tarafından difüz şekilde infiltre edildiği, 32 yaşındaki bir erkek hasta sunulmaktadır. Tutulum nedeniyle, daha sonraki bir tarihte bir hemikolektomi ameliyatı gerçekleştirildi. Biz, difüz apandiks tutulumu olan hastaların agresif bir cerrahi tedavi ve takip gerektirdiğini düşünüyoruz.
Adenocarcinoids are rare and aggressive tumors with histological features of both carcinoid tumor and adenocarcinoma. We report a case of a 32-year-old man with diffuse infiltration of the appendix wall and mesoappendix by an adenocarcinoid. Due to the involvement, a hemicolectomy was performed at a later date. We suggest that patients with diffuse appendiceal involvement require an aggressive surgical therapy and follow-up.

EDITÖRE MEKTUP
15.
Be careful in the operating room! Formaldehyde tablets in the chewing gum box.
Kerem Erkalp, Haluk Ozdemir
Sayfa 170
Makale Özeti |Tam Metin PDF