p-ISSN: 1306-696x | e-ISSN: 1307-7945
Cilt : 12 Sayı : 3 Yıl : 2024

Hızlı Arama




SCImago Journal & Country Rank
Ulusal Travma ve Acil Cerrahi Dergisi - Ulus Travma Acil Cerrahi Derg: 12 (3)
Cilt: 12  Sayı: 3 - Temmuz 2006
TÜRKÇE
1.
Travma ve yanık ağrısı
Pain in trauma and burns
Sacit Güleç, Ayten Bilir
PMID: 16850354  Sayfalar 175 - 183
Travma dışarıdan saldırıların neden olduğu doku hasarıdır. Nörohümoral ve fizyolojik işlevlerden oluşan stres cevap travmatik hasardan sonra tedavi edilmemiş organizmanın yaşama şansının artmasına neden olur. Hasardan sonra yetersiz ağrı kontrolunun sekeli fizyolojik olmaktan uzaktır. Kronik nöropatik ağrı travmanın sık rastlanan bir sekelidir. Travma ve yanık kurbanlarının ağrı tedavileri hemodinamik değişiklikler ve solunum depresyonu korkusu nedeni ile genellikle yetersizdir. Ağrının erken ve hatta preemptif tedavisinin sonraki analjezik ihtiyacını azalttığı gösterilmiştir. Ağrı tedavisinde her hastanın ihtiyaçları farklı olacağından analjezi indüksiyonu dikkatli olarak, ideali yakın monitorizasyon altında titre edilerek yapılmalıdır. Travma ve yanık ağrısının tedavisinde farmakoterapi ve girişimsel yöntemler geniş bir çeşitlilikte kullanılabilmektedir.
Trauma is tissue damage caused by an extrinsic force. The stress response comprises an activation of neurohumoral and physiologic process that would lead to improved survivability of an untreated organism following a traumatic injury. The sequelae of inadequate pain control following an injury are more than physiological. Chronic neuropathic pain is a frequent sequelae of trauma. Trauma and burn victims usually have poor pain management, because of the fear of hemodynamic alterations and respiratory depression. Early or even preemptive treatment of pain have been shown to reduce analgesic requirements over time. Individual patients will have widely variant requirements for pain medications, so induction of analgesia must be carefully adjusted, ideally in a closely monitored environment. Pharmacotherapy and interventional methods can be used in a wide variety for the management of pain in trauma and burns.

2.
Nitrik ve hidroklorik asidin sistemik ve lokal etkileri: Sıçan modelinde deneysel çalışma
Comparison of systemic and local effects of nitric acid and hydrochloric acid: an experimental study in a rat model
Oktay Eray, Cenker Eken, Cem Oktay, Tekinalp Gelen, Ali Berkant Avcı
PMID: 16850355  Sayfalar 184 - 188
AMAÇ: Bu çalışmada temizlik amaçlı yaygın olarak kullanılan %45 nitrik asit (NHO3) ve %18’lik hidroklorik asidin (HCl) lokal ve sistemik etkileri belirlemeyi amaçladık.
GEREÇ-YÖNTEM: Bu ileriye dönük, deneysel ve plasebo kontrollü çalışma Akdeniz Üniversitesi hayvan laboratuvarında gerçekleştirildi. %45’lik NHO3 ile %18’lik HCl plasebo ile karşılaştırıldı. Solüsyonlar her biri 10 sıçandan oluşan 3 gruba ağızdan verildi. Solüsyonlar verilmeden önceki ve sonraki pH ve kalsiyum değerleri ölçülerek, meydana gelen metabolik değişiklikler izlendi. Ayrıca patolojik değişiklikler ile ölüm oranları da kaydedildi.
BULGULAR: Solüsyonların verilmesinden 30 dakika sonra yapılan ölçümlerde, HCl (Ca artışı için p=0.007, pH’deki azalma için p=0.023) ve NHO3 (Ca artışı için p=0.006, pH’deki azalma için p=0.001) grubunda kalsiyum seviyelerinde anlamlı olarak artış, pH seviyelerinde ise azalma saptandı. Ayrıca, Ca ve pH değerlerinde değişiklikler açısından üç grup ANOVA ile karşılaştırıldığında istatiksel olarak anlamlı fark bulundu. Yapılan çoklu karşılaştırmada farkın kontrol grubundan kaynaklandığı saptandı. Mide ve özofagusun patolojik incelemesinde gruplar arasında anlamlı fark bulunurken (p=0.009 (Ö) ve p=0.016 (M)), farkın yine kontrol grubundan kaynaklandığı saptandı (p=0.543 (Ö), p=0.244 (M) NHO3 vs HCL). Otuzuncu dakikadaki ölüm oranları NHO3 grubunda %20, HCl grubunda %60 ve kontrol grubunda ise %0 idi.
SONUÇ: NHO3 ve HCl alımları sonrası ciddi metabolik ve hafif lokal patolojik değişiklikler olabilir. Bu maddelerin alımları sonrası oluşan ölümleri engellemek için yeni çalışmalara ihtiyaç vardır; halk sağlığı önlemlerinin arttırılması gerekir.
BACKGROUND: We aimed to determine the local and systemic effects of widely available household cleaners, namely 45% nitric acid (NHO3), and 18% hydrochloric acid (HCl), in a rat model.
METHODS: This prospective, experimental, placebo-controlled trial was carried out in the Animal Research Laboratory of Akdeniz University hospital. Commonly available solution of 45% NHO3 and 18% HCl were tested against normal saline. Each solution was administrated orally to groups consisting of ten rats. The metabolic changes were determined by measuring the pH and calcium (Ca) levels before and after the administration of solutions. In addition, the pathological changes and mortality rates were determined for each group.
RESULTS: There was a statistically significant increase in the post-ingestion (30 minutes later) Ca levels and a decrease in the post-ingestion pH levels after the administration of test solution in the NHO3 (p=0.006 for Ca increase, p=0.001 for pH decrease) and HCl (p=0.007 for Ca increase, p=0.023 for pH decrease) groups. There was also a statistically significant difference between groups for Ca increase (p=0.000) and pH decrease (p=0.006). In post hoc analysis, the difference between the groups was found to be originated from the placebo group. In the pathological evaluation of esophagus and stomach, there was a statistically significant difference between groups (p=0.009 (E) and p=0.016 (S)) and the difference was found to be originated from the control group (p=0.543 (E), p=0.244 (S) for NHO3 and HCl). The 30-minute mortality rates were 0,2 in the NHO3 group, 0,6 in the HCl group and 0 in the control group.
CONCLUSION: Serious metabolic and mild local pathological changes can occur after the ingestion of household NHO3 and HCl solutions. Further studies should be performed to elucidate the causes of death following oral ingestion of these compounds and appropriate public health warnings should be taken.

3.
Hipotansif sıçan modelinde düşük doz dopamin infüzyonunun böbrek koruyucu etkisi: Deneysel çalışma
The protective effect of low-dose dopamine on renal functions in hypotensive rats: an experimental study
Hatice Kaya, Hale Tufan, Mehmet Özdoğan, Gülnaz Arslan
PMID: 16850356  Sayfalar 189 - 194
AMAÇ: Bu çalışmada hipotansif sıçan modelinde düşük doz dopamin infüzyonunun böbrek koruyucu etkisi araştırıldı.
GEREÇ-YÖNTEM: Çalışmada kontrol, hipotansiyon, dopamin ve dopamin+hipotansiyon gruplarına ayrılan Wistar cinsi 40 sıçan kullanıldı. Hipotansiyon yaratmak için sodium nitroprussid infüzyonu kullanıldı ve iki saatlik çalışma süresince kan ve idrar örnekleri toplandı.
BULGULAR: Hipotansiyon grubunda kan üre nitrojen düzeyinin çalışmanın birinci saatinde anlamlı derecede yükseldiği, fakat çalışma süresinin sonunda bu farkın kaybolduğu gözlendi. Dopamin infüzyonunun kreatinin ve potasyum klirensine etkisi gözlenmedi. Sadece dopamin verilen sıçanlarda natriürez gözlenmezken, dopamin verilen hipotansif sıçanlarda idrar sodyum atılımının anlamlı derecede arttığı saptandı.
SONUÇ: Düşük doz dopamin infüzyonunun farmakolojik olarak oluşturulan hipotansiyonun erken safhasındaki kan üre nitrojen yükselmesine karşı engelleyici etki gösterdiği saptandı.
BACKGROUND: The aim of this study was to investigate the effect of low-dose dopamine on markers of the renal functions in a rat model of hypotension.
METHODS: Forty Wistar rats were divided into control, hypotension, dopamine, and hypotension+dopamine groups. Hypotension was achieved by sodium-nitroprusside infusion. Samples were drawn for analysis during the two-hour study period.
RESULTS: Blood urea nitrogen levels were significantly increased in hypotension group during the early phase but this difference disappeared at the end of the second hour. Dopamine infusion had no effect on creatinine and potassium clearance. Despite the significance of improved sodium clearance in the hypotensive rats treated with dopamine, natriuresis did not occurred in the dopamine-only group.
CONCLUSION: It can be stated that low dose dopamine infusion at a rate of 0.5 µg kg-1 min-1 has a short-term preventive action against the increase of blood urea nitrogen during the early phase of pharmacologically induced hypotension.

4.
Travma skorlamasına farklı yaklaşım
A different approach to trauma scoring
Haluk İnce, Nurhan İnce, Korhan Taviloğlu, Recep Güloğlu
PMID: 16850357  Sayfalar 195 - 200
AMAÇ: Travma nedeniyle hayatını kaybeden olguların Acil Cerrahi ve Travma Merkezine (ACTM) gelişteki Yaralanma Ağırlık Skoru (YAS) ile otopsi esnasındaki YAS karşılaştırıldı. Yaralanma Ağırlık Skoru 14 puanın altında (önlenebilir ölümler olarak tanımlanan) olgular araştırılarak sonuçların diğer ülkelerdeki verilerle karşılaştırılması amaçlandı.
GEREÇ-YÖNTEM: Çalışma 1 Ocak 2000 ile 31 Aralık 2002 tarihleri arasında İstanbul Tıp Fakültesi ACTM ile Adli Tıp Kurumu’nda gerçekleştirildi. Üç yıllık bir dönemde travma nedeniyle ölen ve otopsisi yapılabilen 160 olgu incelendi.
BULGULAR: Otopsi sırasında saptanan YAS değeri 14’ün altında olan (önlenebilir ölüm) olgularının oranı %3 (n=4), YAS değeri 16-66 olan (önlenmesi muhtemel ölüm) olguların oranı %96, YAS değeri 75 olan (ölümün önlenemez olduğu) olgu oranı %1 (n=1) olarak bulundu. Acil Cerrahi ve Travma Merkezine gelişlerde ise bu oranlar; YAS değeri 14’ün altında olan %12 (n=19), YAS değeri 16-66 olan %68 (n=109), YAS değeri 75 olan %20 (n=32) idi. Otopsi sırasında hesaplanan YAS değeri ile ACTM’ye gelişlerinde saptanan YAS değerleri arasında zayıf da olsa bir ilinti saptandı (r=0.16; p=0.04).
SONUÇ: Travmalı hastalarda YAS değerlendirmesinin kullanılmasında birtakım güçlükler vardır. Ölüme katkısı olan alkol, ilaç kullanımı gebelik gibi fizyolojik değişiklikler YAS’da gösterilmemektedir. YAS’ın güncellenerek geliştirilmesi gereklidir. Bu sayede kliniklerin bakım kalitesinin değerlendirilmesi ve travma merkezlerinin standardizasyonu daha doğru yapılabilir.
BACKGROUND: We have compared the Injury Severity Score (ISS) at admission to Emergency Surgery and Trauma Center (ES&TC) with the ISS during autopsy. Cases with ISS less than 14 (defined as preventable deaths) were evaluated and the results were compared with those in other countries.
METHODS: The study was performed between January 1, 2000 and December 31, 2002 at Istanbul Medical Faculty TS&ES and the Turkish Council of Forensic Medicine. The 160 autopsies of trauma deaths which could have been performed within this three year period were evaluated.
RESULTS: The average age of trauma victims in the study was 32,9±15,6 (r=1-79); the majority of victims were males 78,1% (n=125). In four autopsies (3%) ISS were rated as “preventable death” (ISS ≤14). The severely injured (ISS: 16-66) patients with lower survival rates were 96% (n=155). In addition, one case (1%) had an ISS score of 75. In clinical evaluations, ISS scores were found to be between 16-66 (68%), 75 (20%, n=32), and ≤14 (12%; n=19).
CONCLUSION: Although it is widely used, difficulties in the applications of ISS still exist. Alcohol, drug, pregnancy and the presence of underlying diseases are the factors contributing to death but not being reflected by ISS. Moreover a difficulty exists in the evaluation of anatomical injuries which are not accompanied by physiological changes. ISS should be improved according to updates. In this way, evaluation of clinics care quality and standardization of trauma centers can be done more accurrately.
BACKGROUND: We have compared the Injury Severity Score (ISS) at admission to Emergency Surgery and Trauma Center (ES&TC) with the ISS during autopsy. Cases with ISS less than 14 (defined as preventable deaths) were evaluated and the results were compared with those in other countries.
METHODS: The study was performed between January 1, 2000 and December 31, 2002 at Istanbul Medical Faculty TS&ES and the Turkish Council of Forensic Medicine. The 160 autopsies of trauma deaths which could have been performed within this three year period were evaluated.
RESULTS: The average age of trauma victims in the study was 32,9±15,6 (r=1-79); the majority of victims were males 78,1% (n=125). In four autopsies (3%) ISS were rated as “preventable death” (ISS ≤14). The severely injured (ISS: 16-66) patients with lower survival rates were 96% (n=155). In addition, one case (1%) had an ISS score of 75. In clinical evaluations, ISS scores were found to be between 16-66 (68%), 75 (20%, n=32), and ≤14 (12%; n=19).
CONCLUSION: Although it is widely used, difficulties in the applications of ISS still exist. Alcohol, drug, pregnancy and the presence of underlying diseases are the factors contributing to death but not being reflected by ISS. Moreover a difficulty exists in the evaluation of anatomical injuries which are not accompanied by physiological changes. ISS should be improved according to updates. In this way, evaluation of clinics care quality and standardization of trauma centers can be done more accurrately.

5.
2005 yılı 8. Ankara Aciller Toplantısı’na katılan 52 hekimin resüsitatif torakotomi girişimi ile ilgili görüşleri
Remarks of 52 physicians participating into 8th Ankara Emergency Rooms (ERs) Meeting 2005 on resuscitative thoracotomy intervention
Mehmet ERYILMAZ, Mehmet ÖZDOĞAN, H. Fatih AĞALAR
PMID: 16850358  Sayfalar 201 - 208
AMAÇ: Bu çalışmada 2005 yılı 8. Ankara Aciller Toplantısı’na katılan ve Ankara’daki çeşitli acil servislerde çalışan toplam 52 hekimin resüsitatif torakotomi (RT) girişimi ile ilgili görüşleri belirlenmeye çalışıldı.
GEREÇ-YÖNTEM: Hekimlerin RT girişimine dair görüşlerine yönelik 14 soru içeren anket formu hazırlandı. Anketörler formları tek başlarına yanıtlama yöntemi ile doldurdular. Verilerin analizinde Student t-testi ve ANOVA yöntemleri kullanıldı.
BULGULAR: Ankete katılan hekimlerin RT’nin %65,4 acil serviste yapılması gerektiği, %69,23 uzman hekimler tarafından yapılması gerektiği; ancak endikasyon kesin olduğunda herkesin deneyimli olmak koşulu ile yapabileceği görüşünde oldukları ve katılımcıların %96,15’inin mezuniyet sonrası eğitim kursları kapsamında eğitim almak istedikleri saptandı.
SONUÇ: Tıp eğitimlerimizde resüsitatif torakotomiye ait teorik ve pratik eğitim politikası yeniden gözden geçirilmelidir. Acil servislerde bu konuda ciddi organizasyonlara gidilmesi, resüsitatif torakotomi işleminin deneyimli kişiler tarafından uygulanması, endikasyonlarının çok iyi belirlenmesi ve acil servis çalışanları hekimlere mezuniyet sonrası eğitim kursları düzenlenerek öğretilmesi gerekir.
BACKGROUND: The aim of this study was to define the opinions of 52 emergency physicians working in different ERs in Ankara and participated in the 8th Ankara Emergency Meeting 2005, on resuscitative thoracotomy (RT).
METHODS: A questionnaire form containing 14 questions was designed for the opinions of physicians on RT. Responders filled in the forms through answering the questions by themselves. Data were analyzed using Student’s t-test and ANOVA.
RESULTS: The survey concluded three common points: 1. Resuscitative thoracotomy should be performed in the emergency rooms (65,4%), 2. It should be performed by specialists however; it is a procedure which can and should be conducted by every experienced emergency physician easily when the indications are clear (69,23%). 3. Majority of the responders stated that they would like to get a post-education courses on this subject (96,15%).
CONCLUSION: Theoretical and practical policies of our medical education on RT should be revised. Emergency rooms should be equipped for this intervention. Resuscitative thoracotomy should be applied by the experienced people, indications should be clarified well and emergency physicians should be trained on resuscitative thoracotomy by regular post-graduation courses.

6.
Yetişkinlerde parçalı intraartiküler distal radius kırıklarının açık redüksiyon ve voler plaklamayla tedavisi
Treatment of comminuted intra-articular fractures of the distal radius by open reduction and volar plating in adults
Bülent Erol, Cihangir Tetik, Evrim Şirin, Barış Kocaoğlu
PMID: 16850359  Sayfalar 209 - 217
AMAÇ: Parçalı intraartiküler distal radius kırıklarında voler plaklama ile tedavi edilen yetişkin hastaların orta dönem takip sonuçları sunuldu.
GEREÇ-YÖNTEM: 1999-2003 yılları arasında parçalı intraartiküler distal radius kırığı nedeniyle ameliyat edilen erişkin hastalardan 23 tanesine açık redüksiyon ve voler plaklama uygulandı. Düzenli takipleri yapılan 19 hasta (11 kadın, 8 erkek; ort. yaş 34; dağılım 22-54) çalışmaya dahil edildi. Yaralanma çoğu hastada sadece tek el bileğiyle sınırlıydı (7 dominant - 12 nondominant). Hastaların ameliyat öncesi değerlendirmeleri hikaye, fizik muayene ve radyolojik incelemeleri (direkt grafiler, bilgisayarlı tomografi) içerdi. AO/ASIF kriterlerine göre hastaların 7’si tip B [B1 (1); B2(3); B3(3)], kalan 12’si ise tip C [C1(7); C2(5)] şeklinde sınıflandı. Cerrahi prosedür voler yaklaşımla, plak ve vidalar kullanılarak internal fiksasyon uygulamasını içerdi. Ameliyat sonrası erken dönemde hareket açıklığı egzersizlerine başlandı. Hastalar klinik ve radyolojik olarak ortalama 28 ay (13 - 47 ay) takip edildi. Komplikasyonlar kaydedildi.
BULGULAR: Tüm hastalarda kaynama sağlandı. Radyografik parametreler; radyal yükseklik, radyal inklinasyon, voler eğim, ve eklem yüzey uyumsuzlukları ameliyatla birlikte düzeltilerek son takiplere kadar korundu. Gartland ve Werley skorlamasına göre hastaların 9’unda (%47) mükemmel, 7’sinde (%37) iyi ve 3’ünde de (%16) orta sonuçlar alındı. Üç hastada yara sorunları ve bir hastada uzun süreli skar hassasiyeti gelişmesi dışında ameliyat sırasında ve ameliyat sonrası başka komplikasyonla karşılaşılmadı.
SONUÇ: Voler yaklaşımla plaklama, intraartiküler distal radius kırıklarının tedavisinde, distal fragmanın deplasman yönüne bakılmaksızın, güvenilir ve etkili bir yöntemdir.
BACKGROUND: We herein present the mid-term results of the adult patients with communited intra-articular fractures of the distal radius who were treated by palmar plating.
METHODS: Between 1999 and 2003, open reduction and palmar plating were performed in 23 of the patients who had surgical treatment for comminuted intra-articular fractures of the distal radius. Nineteen patients (11 females, 8 males; mean age 34; range 22 to 54 years) with regular follow-up were included in the study. In the majority of patients only one wrist was involved (7 dominant - 12 nondominant). Preoperative evaluation included patient’s history, physical examination, and radiological studies (plain radiographs, computed tomography). The patients were classified according to AO classification as 7 type B [B1 (1); B2 (3); B3 (3)] and 12 type C [C1 (7); C2 (5)]. The surgical procedure included internal fixation by using plates and screws with palmar approach. Range of motion exercises were started immediately after the operations. The patients were followed clinically and radiographically, with an average follow-up time of 28 months (range, 13-47 months). Complications were recorded.
RESULTS: Union was achieved in all patients. Radiographic parameters including the radial height, radial inclination, palmar tilt, and articular congruency have been corrected in the operation and remained unchanged until the last follow-up. According to the Gartland and Werley’s classification, there were 9 (47%) excellent, 7 (37%) good, and 3 (16%) fair results. No perioperative and postoperative complications were recorded, except for three wound problems and one prolonged scar tenderness.
CONCLUSION: Palmar plating is a safe and effective treatment for comminuted intraarticular fractures of the distal radius, regardless of direction of displacement of the distal fragment.

7.
Maksillofasiyal travmalı hastalarda tedavi seçenekleri ve karşılaşılan sorunlar
Treatment options and common problems in patients with maxillofacial trauma
Bahar Keleş, Kayhan Öztürk, Hamdi Arbağ, Çağatay Han Ülkü, Bahri Gezgin
PMID: 16850360  Sayfalar 218 - 222
AMAÇ: Bu çalışmada maksillofasiyal travmalı hastalara yaklaşım, uygulanan tedavi şekli ve karşılaşılan sorunlar ele alındı.
GEREÇ-YÖNTEM: 1992-2004 tarihleri arasında kliniğimize başvuran, klinik ve radyolojik olarak maksillofasiyal kemiklerden en az birinde kırık saptanan 602 hastanın (486 erkek; 116 kadın; ort. yaş 28,4±15,2; dağılım 1-80) dosyası incelendi. Hastaların travma etyolojileri, kırık lokalizasyonları, yaş ve cinsiyete göre dağılımları, tedavi öncesi geçen süre, uygulanan tedavi biçimi ve ameliyat sonrası komplikasyonlar değerlendirildi.
BULGULAR: Hastaların; %42,7’sinde mandibula kırığı, %25,9’unda nazal kırık, %11’inde maksilla kırığı, %5,6’sında zigoma kırığı, %5,3’ünde multipl yüz kırıkları, %4,8’inde ‘blow-out’ kırığı ve %4,7’sinde frontal sinüs kırığı saptandı. Üç yüz kırkaltı (%57) olguya açık redüksiyon ve mini plakla fiksasyon, 256 (%43) olguya ise kapalı redüksiyon uygulandı. Ameliyat sonrası dönemde 51 (%8,3) hastada komplikasyon meydana geldi.
SONUÇ: Bazı komplikasyonlara neden olmasına rağmen; güçlü bir fiksasyon sağlaması, kolay uygulanabilir olması, estetik ve kozmetik sonuçları iyi olması nedeniyle, maksillofasiyal travma tedavisinde açık redüksiyon ve mini plakla fiksasyon tercih edilebilir bir tedavi yöntemidir.
BACKGROUND: The approach and type of management along with the common complications in maxillofacial trauma were evaluated in this study.
METHODS: Medical records of 602 patients (486 males; 116 females; mean age 28,4±15,2; range 1 to 80 years) with maxillofacial fractures, admitted to the Department of Otolaryngology between 1992 and 2004, were evaluated in this study. Maxillofacial fracture was diagnosed by clinical and radiological findings. Sex and age distribution of patients, etiology of trauma, localization of the fractures, treatment modalities, time to treatment after the trauma and postoperative complications were recorded.
RESULTS: There were 257 (42,7%) mandible, 156 (25,9%) nose, 66 (11%) maxillary, 34 (5,6%) zygoma, 32 (5,3%) multiple facial, 29 (4,8%) blow-out and 28 (4,7%) frontal sinus fractures. While 256 (43%) patients underwent closed reduction, 346 (57%) patients were treated by open reduction. Postoperative complications were seen in 8,3% (51) of patients.
CONCLUSION: Although associated with some complications, open reduction and miniplate fixation should be the preferred treatment option, since it provides a powerful fixation, is easy to perform, and has better esthetic and cosmetic results.

8.
Penetran kolon yaralanmalı olgulardaki deneyimlerimiz
Our experience in the cases with penetrating colonic injuries
Mehmet Cemal Kahya, Hayrullah Derici, Necat Cin, Fatma Tatar, Yasin Peker, Hüdai Genç, Vedat Deniz, Enver Reyhan
PMID: 16850361  Sayfalar 223 - 229
AMAÇ: Penetran kolon yaralanmalı olgularda morbidite ve mortaliteye etkili faktörler araştırıldı.
GEREÇ-YÖNTEM: Kırk iki olgu (37 erkek, 5 kadın; ort. yaş 30,1; dağılım 14-63) yaş, cinsiyet, penetran travmanın türü, kolonda yaralanma yeri, kolon yaralanmasının şiddeti, ek organ yaralanması, yaralanmadan ameliyata kadar geçen süre, hemodinamik durum, kan transfüzyonu, fekal kontaminasyon, cerrahi işlem, ameliyat sonrası komplikasyon ve mortalite açısından incelendi.
BULGULAR: Olguların 28’inde (%67) kesici delici alet yaralanması, 14’ünde (%33) ateşli silah yaralanması vardı. Kolon yaralanma şiddeti skoru ortalaması 2,1 idi. Abdominal Travma İndeksi (ATİ) değeri ortalama 17,2 olup, sekiz olguda (%19) 25’in üzerindeydi. On bir olguda (%26) başvuru anında şok tablosu vardı; on altı olguya (%38) kan transfüzyonu yapıldı. Yirmi bir olguda karın içi hemoraji vardı ve bu durum on bir olguda (%26) 500 ml’nin üzerinde idi. Olguların 36’sına (%86) primer tamir, altısına (%14) stomalı ameliyatlar uygulandı. Morbidite ve mortalite oranları sırasıyla %41 ve %10 bulundu.
SONUÇ: Abdominal Travma İndeksi değerinin 25 ve üstünde olmasının morbiditeyi artırdığı; başvuru anında şok tablosu, ameliyatta karın içi serbest kan miktarının 500 ml’den fazla olması, üç ünite ve daha fazla kan transfüzyonu yapılmasının da mortaliteyi anlamlı olarak artırdığı bulundu. Hemodinamisi stabil ve ATİ skoru 25’in altında olan penetran kolon yaralanmalı hastalarda primer onarım güvenle uygulanabilir.
BACKGROUND: In this study, the factors that effect the morbidity and mortality in patients with penetrating colonic injuries were evaluated.
METHODS: Fourty-two patients (37 males, 5 females; mean age 30,1; range 14 to 63 years) with penetrating colonic trauma were evaluated according to age, gender, type of penetrating trauma, location and severity of the colonic injury, associated injury, interval between the trauma and the definitive operation, hemodynamic status, blood transfusion requirement, fecal contamination, surgical procedure, postoperative complication and mortality.
RESULTS: Type of the penetrating trauma was stab injury in twenty-eight (67%) patients, and gunshot injury in fourteen (33%) patients. The mean Colon Injury Severity Score was 2,1. The mean Abdominal Trauma Index (ATI) was 17,2 and it was over than 25 in eight (19%) patients. The symptoms of shock were present in eleven (26%) patients at admission. Blood transfusions were applied in sixteen (38%) patients. In twenty-one patients intraabdominal bleeding was observed and it was more than 500 mL in eleven (26%) patients. Primary repair was performed in 36 (86%) of the 42 patients and colostomy was performed in six (14%) patients. Morbidity and mortality rates were 41% and 10% respectively.
CONCLUSION: It was found that morbidity rates were increased in patients with ATI score higher than 25, and mortality rates were increased in patients presenting shock at admission, with the amount of intraabdominal blood more than 500 mL, and who needed three or more units of blood transfusion. The primary repair of the penetrating colon trauma can be performed confidently in the hemodynamicaly stable patients with ATI score less than 25.

9.
Bursa’daki travmalı yaşlı hastalar
Trauma in the elderly patients in Bursa
Şule Akköse Aydın, Mehtap Bulut, Recep Fedakar, Aylan Özgürer, Fatma Özdemir
PMID: 16850362  Sayfalar 230 - 234
AMAÇ: Bu çalışma yaşlı travma hastalarında demografik ve klinik özellikleri saptamak, mortalite ve morbiditeye etkili faktörleri incelemek ve ülkemizdeki travma verilerine katkıda bulunmak amacıyla yapılmıştır.
GEREÇ-YÖNTEM: Retrospektif olarak 65 yaş ve üstü 371 olgunun tıbbi kayıtları incelenmiştir. Olgular, yaş, cinsiyet, travma mekanizması, yaralanma bölgeleri, prognoz, travma skorları ( GKS (Glasgow koma skoru, RTS ( erişkin travma skoru), ISS (yaralanma şiddet skoru) açısından analiz edilmiştir.
BULGULAR: Çalışma süresi boyunca acil servisimize toplam 187.326 hasta başvurmuştur. Bu hastaların 9520 tanesi travma olgusudur. Tüm travma olgularının ise 371 tanesi 65 yaş ve üstü yaş grubuna dahildir. Olguların yaş ortalaması 71.9’dur. Olguların % 62.3’ü erkek, % 37.7’ si ise kadındır. Ortalama travma skorları ise sırasıyla GKS: 13.6, RTS: 11.3 ve ISS: 9.3’dür. Toplam 213 hasta yatırılarak tedavi görmüştür ve ortalama yatış süresi 7.9 gündür. 66 olgu ise acil servisten taburcu edilmiştir.Mortalite oranı % 10.2 (38/371). Yaralanma mekanizması, yaralanma şiddeti ve yaşın mortaliteyi etkileyen faktörler olduğu saptanmıştır (p< 0.001). Yaralanma bölgesi açısından kafa travması ve ekstremite travmasının aynı sıklıkta olduğu (% 36.4), toraks travmasının ise ikinci sırayı aldığı (% 18) görülmüştür. Kafa travması ve abdominal travmanın ölen olgularda anlamlı olarak sık görüldüğü tespit edilmiştir (p< 0.001, p= 0.02)
SONUÇ: Yaralanma şiddeti ve yaş mortaliteyi belirleyen önemli faktörlerdir. Ayrıca araç dışı motorlu taşıt kazaları diğer travma mekanizmalarına göre daha yüksek mortaliteye sahiptir. Son olarak yaşlı olgularda yaralanmaya en çok maruz kalan bölgeler kafa ve ekstremitelerdir.
BACKGROUND: The aim of this study was to determine the epidemiology and clinical features of the trauma in elderly patients, to investigate the factors influencing mortality and morbidity and to make a contribution to the national trauma data,
METHODS: We retrospectively investigated the medical records of three hundred seventy-one trauma patients (231 males (62,3%); 140 females (37,7%); mean age 71,9), aged 65 and older presenting to our hospital. Patients’ census data, diagnosis, dispositions, prognosis, trauma scores (GCS (Glasgow Coma Score), RTS (Adult Trauma Score), ISS (Injury Severity Score)), sites of injury were analyzed.
RESULTS: During the study period 187.326 patients were admitted to our emergency department (ED). A total of 9.520 patients were trauma patients. There were 371 patients 65 years and older. Mean GCS, mean RTS and mean ISS were 13,6, 11,3, and 9,3 respectively. A total of 213 patients were hospitalized. Mean length of stay was 7,9 days. Sixty-six patients were discharged from the ED. Mortality rate was 10,2% (38/371). The mechanism of injury, injury severity, increasing age were predictors of mortality (p<0.001). Major injuries included head trauma (36,4%), extremity trauma (36,4%), and thoracic trauma (18%). Head trauma and abdominal trauma were significantly more frequent in the nonsurvivors (p<0.001 and p=0.02 respectively).
CONCLUSION: Injury severity and increasing age were the predictors of mortality. Also pedestrian- vehicle collision patients were high mortality rate than the other trauma mechanisms. The most common injured organs were head and extremities.

10.
Demiryolu taşımacılığı ile ilişkili ölüm ve yaralanmaların epidemiyolojisi
The epidemiology of the railway related casualties
Mehmet Özdoğan, Sami Çakar, Fatih Ağalar, Mehmet Eryılmaz, Bülent Aytaç, Kuzey Aydınuraz
PMID: 16850363  Sayfalar 235 - 241
AMAÇ: Türkiye’de demiryolu taşımacılığı ile ilişkili kazalar sonucunda, yılda taşınan 100 milyon yolcu başına 150-200 ölüm gerçekleşmektedir. Bu çalışmada amacı demiryolu taşımacılığı sırasında gerçekleşen ölüm ve yaralanmaların epidemiyolojik analizi yapıldı.
GEREÇ-YÖNTEM: Türkiye’de Ocak 1997-Aralık 2003 tarihleri arasında gerçekleşen yaralanma ve ölümlü demiryolu kazalarına ait bilgiler geriye dönük olarak incelendi.
BULGULAR: Demiryolu ile ilişkili kaza ve olaylar yıllık 100 milyon yolcu başına 213,3 ölüme neden olmaktadır. Tren-yaya çarpışmaları en fazla sayıda mortaliteye, hemzemin geçit kazaları en fazla sayıda yaralanmaya neden olmuştur. İntihar amacı ile tren yollarının kullanılması demiryollarında en yüksek mortalite oranına sahip olaylardır. Ölüm ve yaralanmaların büyük çoğunluğu erkek cinsiyette ve 25-60 yaş grubunda görülmüştür. En fazla ölüm ve yaralanma yaz döneminde meydana gelmiştir.
SONUÇ: Demiryolu taşımacılığında güvenliği arttırıcı önlemlerin alınması gerekmektedir. Bu önlemlerin başında yayaların demiryoluna girmemesini sağlayacak önlemler ve hemzemin geçitlerin durumunun iyileştirilmesi gelmektedir.
BACKGROUND: Railway related accidents and incidents account for 150-200 deaths per 100 million passengers annually in Turkey. The aim of this study was to evaluate the epidemiological aspects of these casualties.
METHODS: The data about railway related casualties between January 1997 and December 2003 were retrospectively analyzed in Turkey.
RESULTS: Railway related accidents and incidents resulted in 213,3 deaths per year per 100 million passengers during the study period. Train-pedestrian accidents caused highest number of mortality and level crossing accidents caused highest numbers of casualty. Furthermore, suicide attempts had highest mortality ratio in railway related accidents. The majority of the fatalities and injuries occured in males for every type of incident and most of the injuries have taken place in the 25-60 age group. Summer time was the season with the highest number of fatalities and injuries.
CONCLUSION: Measures should be taken to improve railway safety. These include prevention of direct exposure of pedestrians to the railway tracts and conditioning the level crossings.

11.
Ateşli silah yaralanmasına bağlı greft enfeksiyonlarında alternatif yöntem “retro-sartorius baypas”: Olgu sunumu
“Retro-sartorius bypass” an alternative method during graft infection due to gunshot wound: a case report
Cengiz Bolcal, Hakan Bingöl, Ahmet Turan Yılmaz, Harun Tatar
PMID: 16850364  Sayfalar 242 - 244
Sentetik greft kullanılan periferik damar ameliyatlarından sonra greft enfeksiyonları görülebilir. Ateşli silahlı yaralanmasından sonra sentetik greftle femoro-femoral baypas yapılan ve geniş doku defekti bulunan bir hasta kliniğimize kabul edildi. Distal pedal nabızlar palpe edilebiliyordu. Beşinci günde hastada greft bölgesinde kanama oldu ve hasta acil olarak ameliyata alındı. İlk olarak enfekte greft materyeli çıkarıldı. Daha sonra lomber insizyonla eksternal iliyak artere PTFE greftin proksimal anastomozu yapıldı. Krista iliyaka süperiyorun mediyalinden ve inguinal ligamentin altından bir tünel oluşturuldu. Enfekte alanı dışarıda bırakacak şekilde sartorius kasının arkasından, PTFE greft bu tünelden geçirildi ve süperfisiyal femoral artere anastomoz edildi. Kontrol anjiyografisinde anostomozların açık olduğu gözlendi. Geniş doku kayıplarının bulunduğu greft enfeksiyonlarında alternatif bir girişim olarak retro-sartorius baypas başarıyla uygulanabilir bir seçenektir.
Graft infections can be seen after the peripheric vascular operations using synthetic graft. The patient who had femoro-femoral bypass with synthetic graft after a gunshot wound admitted to our department with graft infection and wide tissue loss. The distal pedal pulses were palpable. At the fifth day, the patient had a bleeding on the graft site and underwent emergency operation. Firstly the infected graft material was excised. Then the proximal end of the PTFE graft anastomosed to the external iliac artery with the lomber incision. A tunnel was formed just medial to the superior crista iliaca and under the inguinal ligament. The PTFE graft was passed through this tunnel excluding the infected area behind sartorius muscle and anastomosed to superficial femoral artery. Control angiography revealed that anastomoses were patent. At the graft infections which are especially with wide tissue loss, the retro-sartorious bypass surgery can be performed successfully as an alternative procedure.

12.
Penetran transorbital uzanımlı intrakraniyal yabancı cisim
Penetrating transorbital intracranial foreign body
Erdinç Civelek, Salih Bilgiç, Serdar Kabataş, Kemal Tanju Hepgül
PMID: 16850365  Sayfalar 245 - 248
Yedi yaşında erkek çocuk, sol gözüne sanayi tipi dikiş makinesi iğnesinin batması şikayeti ile acil servise getirildi. Dikiş iğnesi sol orbitadan girerek sfenoid kemiği delmiş ve sol temporal lobun dura yaprakları içine uzanmaktaydı. Cerrahi tedavi uygulanan olguda ameliyat sonrası dönemde komplikasyon oluşmadı. Orbitadan girerek beyine kadar uzanan penetran yabancı cisimler intraserebral hematom, beyin apsesi, menenjit, beyin omurilik sıvısı (BOS) fistülü, proptosis, diplopi, orbital sellülit ve periorbital apse gibi komplikasyonlara neden olabilirler. Bu komplikasyonları önlemek için penetran transorbital uzanımlı yabancı cisimler cerrahi yaklaşımla çıkartılmalıdır.
We report a seven year-old boy who suffered left orbital penetration of an industrial sewing machine needle. The needle passing through the left orbit and sphenoid bone at the posterior was extending into the layers of the dura of the left temporal lobe. In this patient, we preferred surgical approach and there was no complication after surgery. Penetrating intraorbital foreign materials with intracranial extension may lead to complications such as intracerebral hematoma, brain abscess, CSF fistula, proptosis of the eye, diplopia, orbital cellulitis and periorbital abscess. They have to be removed by surgical approach to prevent potential complications.

13.
Donma (Olgu sunumu)
Accidental hypothermia (A case report)
Kerem Erkalp, Zehra Yangın, Gökçen Başaranoğlu, Veysel Erden
PMID: 16850366  Sayfalar 249 - 253
Kaza ile oluşan ciddi hipotermi (merkezi vücut ısısının 28 °C’nin altında olması) yüksek mortalite ile ilişkili medikal, acil ve hayatı tehdit eden bir durumdur. Prognoz, altta yatan hastalığa, ileri veya çok genç yaşa, tedaviye dek geçen süreye, hemodinamik bozukluğun derecesine ve özellikle aktif içten ve dıştan yeniden ısıtmayı içeren tedavi yöntemlerine bağlıdır. Bu yazıda; sokakta bulunan, donma nedeni ile hastanemize getirilen ciddi hipotermisi olan 70 yaşında bir erkek hasta sunuldu. Tüm resüsitasyon çabalarına ve ısıtma yöntemlerine rağmen kaybedilen bu olgu, hipotermi tedavisi üzerine yapılan son tartışmalara, resüsitasyon çabalarına ve olası komplikasyonlara değinmek amacı ile sunuldu.
Severe accidental hypothermia (core body temperature of less than 28 °C) is a life threatening state and a medical emergency associated with a high mortality rate. The prognosis depends on underlying diseases, advanced or very early age, the duration prior to treatment, the degree of hemodynamic deterioration, and especially, the methods of treatment, including active external or internal rewarming. We report a 70-year-old male patient with severe accidental hypothermia (core temperature 28 °C). The homeless man was found in the street. He died, in spite of all resuscitation efforts and rewarming methods. In this case report reviews the epidemiology, pathophysiology, clinical presentation, and treatment of accidental hypothermia.

14.
Travmatik yağ embolisi sendromu: Olgu sunumu
Traumatic fat embolism syndrome: a case report
Yaman Özyurt, Hakan Erkal, Kemal Özay, Zuhal Arıkan
PMID: 16850367  Sayfalar 254 - 257
Yağ embolizmi sendromu (YES) özellikle uzun kemik kırıklarında gelişen bir travmatoloji komplikasyonudur. Yağ embolisine bağlı klinik tablo sıklıkla belirgin olmayabilir ve belirtiler değişiklik gösterdiği için, rutin laboratuvar ve radyografik tanı yöntemi olmadığından tanı zor koyulmaktadır. Klasik olarak, YES uzun kemik kırığından 24 ile 48 saat sonra oluşan solunum sıkıntısı, şuur değişiklikleri ve peteşiyal döküntüler triadı ile ortaya çıkar.
Bu çalışmada, travmatik YES gelişen 16 yaşındaki kız çocuğu sunuldu. Olguda travmatik yağ embolisi tanısı, temel olarak mevcut klinik değişiklikler, radyolojik ve laboratuvar bulgularının yanı sıra gelişen arteriyel hipoksemiye neden olabilecek bozuklukların yokluğunun gösterilmesi ile konuldu. Yoğun bakım servisine alınan hasta pozitif end-ekspiratuvar basınç ile uygulanan ventilatör ve destek tedavisi sonucu durumundaki düzelme ile açık redüksiyon ve internal fiksasyon yapılmak üzere taburcu edildi.
Fat embolism syndrome (FES) is a known complication of traumatology, especially in long bone fractures. Fat embolic events are most often clinically insignificant and difficult to recognize since clinical manifestations are varied and there is no routine laboratory or radiographic diagnostic tool. Classically, FES presents with the triad of pulmonary distress, mental status changes, and petechial rash 24 to 48 hours after long-bone fracture. We report the intensive care management of a 16-year-old female patient who developed traumatic fat embolism syndrome. Traumatic fat embolism was diagnosed, based on suggestive clinical manifestations, radiographic and laboratory findings and confirmed by the demonstration of arterial hypoxemia in the absence of other disorders. Admission to the intensive care unit, mechanical ventilatory support with positive end-expiratory pressure and supportive therapy leaded to the patient's improvement and she was discharged with planned open reduction and internal fixation.