p-ISSN: 1306-696x | e-ISSN: 1307-7945
Volume : 5 Issue : 3 Year : 2024

Quick Search

SCImago Journal & Country Rank
Turkish Journal of Trauma and Emergency Surgery - Ulus Travma Acil Cerrahi Derg: 5 (3)
Volume: 5  Issue: 3 - July 1999
1.FRACTURES OF THE MANDIBLE AND PRINCIPLES OF THEIR TREATMENT
M Orhan Çizmeci, Aylin Karabulut
Pages 139 - 146
Abstract |Full Text PDF

2.THE CLINICAL AND HISTOPATHOLOGICAL EVALUATION OF EFFECTS OF MAGNESIUM SULPHATE IN EXPERIMENTAL MEDULLA SPINALIS TRAUMA
Alparslan Şenel, Ömer Yıldız, Levent Yıldız, Cengiz Çokluk, Levent Tümkaya, Ömer İyigün, Arif Önder, Fahrettin Çelik, Cemil Rakunt
Pages 147 - 151
Spinal travmalarda sekonder hasarın bir dizi biyokimyasal reaksiyon sonucu oluştuğu bilinmektedir. Yapılan çeşitli çalışmalarda bu reaksiyon zincirini durdurmaya yönelik birçok farmakolojik ajan denenmiştir. Bu çalışmada beyinde N-metil-D-aspartat reseptör antagonisti olarak etki yapan magnezyum sülfat kullanıldı. Magnezyum sülfat klinikte eklampsi ve tetanusda kullanılan bir ilaçtır. Tavşanlarda ağırlık düşürme yöntemiyle oluşturulan medulla spinalis travmasından sonra oluşan nöronal doku hasarı ve bunun sonucu olarak gelişen nörolojik bozukluğunda magnezyum sülfat ile histopatolojik %20, klinik %26 düzelme sağlanmıştır.
It is known that secondary injury following spinal trauma develops as a result of a series of biochemical reactions. Several pharmachological agents have been used to break this reaction chain. Magnesium sulphate which acts as a N-methyl-D-aspartate receptor antagonist in the brain was used in this study. At present magnesium sulphate is being used in the treatment of eclampsia and tetanus. In this study, usage of magnesium sulphate resulted in 20% histopathological and 26% clinical improvement of the neurological deterioration which develops as a result of weight drop technic trauma of medulla spinalis and consequent neuronal injury in the rabbits.

3.THE EVALUATION OF CLINICAL AND PATHOLOGICAL EFFECTS OF DICLOPHENAC SODIUM IN EXPERIMENTAL MEDULLA SPINALIS TRAUMA
Alparslan Şenel, Ömer Yıldız, Levent Yıldız, Cengiz Çokluk, Levent Tümkaya, Ömer İyigün, Arif Önder, Fahrettin Çelik, Cemil Rakunt
Pages 152 - 156
Spinal travmalarda medulla spinalisteki sekonder hasarın bir dizi biyokimyasal reaksiyon sonucu oluştuğu bilinmektedir. Yapılan çeşitli çalışmalarda bu reaksiyon zincirini durdurmaya yönelik birçok farmakolojik ajan denenmiştir. Bu çalışma ağırlık düşürülerek oluşturulan tavşan deneysel medulla spinalis modeli üzerinde yapıldı. Daha önceki yıllarda antienflamatuar teoriden yola çıkılarak nonstereoidal antienflamatuar ilaçlar medulla spinalis travmalarında kullanılmış ve kısmen faydalı oldukları görülmüştür. Bu çalışmada kullandığımız diklofenak sodyum bu ilaçlara göre daha lipofilik ve santral sinir sistemine daha kolay geçebilmektedir. Bu çalışmanın amacı medulla spinalis travmasından sonra oluşan nöronal doku hasarını ve bunun sonucu olarak gelişen nörolojik bozukluğun diklofenak sodyum ile ne kadar düzeldiğini araştırmaktır. Sonuç olarak bu çalışmada diklofenak sodyumun tavşanda ağırlık düşürme yöntemiyle oluşturulan deneysel spinal kord travmasında nörolojik defisitlerde %15,i oranında iyileşme sağladığı görüldü. Diklofenak sodyum ile % 27.75 oranında histopatolojik düzelme sağlandığı gözlendi.
Secondary medulla spinalis injuries after spinal trauma is the result of many biochemical reactions. In the recent studies, many pharmalogical agents was used for the prevent of these reaction chains. Non-steroidal antienflamatuary drugs used in and showed that particulary usefull in the experimental spinal cord injury model. Diclophenac sodium, a non-steroidal antienflamatuary drug is known that more lypophilic and penetrable to central nervous system than others was used in our study for the preventing of secondary biochemical cord injuries in the experimental rabbit weight dropped-spinal cord injury model. The aim of this study is the investigation of the ameliorative effect of diclophenac sodium in the neurological deterioration due to spinal cord injuries. In our study, the neurological recovery is 15.6% and histopathological recovery is 27.75%, these results are significant statistically as compared with untreated controls.

4.AN EPIDEMIOLOGIC STUDY AN PATIENTS ADMITTED TO EMERGENCY SERVICE
Bayram Çırak, M Bahadır Güven, Serdar Işık, Nejmi Kıymaz, Özgür Demir
Pages 157 - 159
Her yıl ülkemizde 7000-10000 arası kişi trafik kazalarından ölmekte, bir çok insanda düşme, darp, iş kazaları ve ateşli silah yaralanmaları gibi travmalardan kaybedilmektedir. Sakat kalanların sayısı ve travmaların sebep olduğu ekonomik kayıp miktarı tam olarak bilinmese de çok yüksek orandadır. Bu nedenle travmanın sadece tedavi edilmesi gereken bir hastalık olarak görülmesi doğru değildir. Travma sosyoekonomik öneme sahip bir halk sağlığı sorunudur. Travma cerrahisi yanında, halk sağlığı bölümlerinin de içinde bulunduğu ekipler tarafından koruyucu ve tedavi edici önlemler beraber değerlendirilmelidir.
Every year 7000-10000 people die due to traffic accidents and many others die due to falls, gun shot wounds, and professional injuries. Trauma causes not only a high morbidity and mortality rate but also a high socioeconomic loss. Therefore trauma must not be thought only as a disease but it must be handled as a social problem which should be evaluated by trauma and public health clinics together. In this study we retrospectively analysed the trauma patients who were admitted to the Emergency Clinic of the Van Yüzüncü Yıl University.

5.ABDOMINAL VASCULAR INJURIES FOLLOWING PENETRATING ABDOMINAL TRAUMA
Doğan Gönüllü, Okan Demiray, Halit Işıklar, Muzaffer Er
Pages 160 - 163
Ocak 1991 ile Ağustos 1997 tarihleri arasında Taksim Devlet Hastanesi Acil Polikliniğine başvuran batına penetran yaralanmalı 163 hasta retrospektiv olarak incelendiler. İncelenen 163 penetran batın yaralanma olguları arasında 13'ünde laparotomide büyük damar yaralanması tesbit edildi. Travma şekli, başvurma anındaki kan basıncı, transfüzyon sayısı ile yaralanan organlar yönünden değerlendirildiler. Aorta (%38) ile Vena Cava inferior (%23) en sık yaralanan damarlardır. Aort yaralanmalarında % 100, genel olarak %38.5 mortalite tesbit edilmiştir. Hastanede ortalama yatış süresi 13 gündür. Ameliyat edilen hastalar arasında yaşama oranı %61.5 olup, 4 hasta (% 30.7) peroperatifex olmuştur.
One hundred sixty three cases, who were operated for penetrating abdominal trauma between January 1991 and August 1997 were reviewed. These cases were evaluated for the type of trauma, admisition blood pressure .unit of blood transfused and number of injured organs. Thirteen of them had major abdominal injury. Aort (38%) and vena cava inferior(23%) were most frequently injured vessels. Aortic injury had a mortality rate of 100%. Overall mortality rate was 38,5%. Median hospital stay was 13 days. 61,5% of patient operated on were a live, while 4 patients (%30,7) died during operation.

6.TREATMENT OF MANDIBULAR FRACTURES IN CHILDREN AT MIXED DENTITION
Serhat Yalçın, Banu Gürkan, Buket Aybar
Pages 164 - 169
Çocuklarda maksillofasiyal kemiklerin kırılma sıklığı yetişkinlere göre daha azdır. Mandibula en sık etkilenen bölgeler başında gelmektedir. Çocuklarda mandibula fraktürlerinin tedavileri yetişkinlere göre bazı farklılıklar göstermektedir. Bu hastalarda uygulanan tedavinin daimi diş germlerini zedelememesi ve çocuğun çene gelişimini etkilememesi gereklidir. Bu olgu sunusunda, yaşları 6-12 arasında değişen 7 mandibula kırığı olgusu sunulmuştur. Olgular Gunning tip splint ile tedavi edilmişlerdir. Hastaların yaş, cinsiyet, etyolojileri değerlendirilmiş ve diğer tedavi seçenekleri tartışılmıştır. Gunning tip splint ile tedavi edilen hastaların splintleri iyi talere ettikleri ve komplikasyonsuz iyileşmenin sağlandığı görülmüştür. Bu yaş grubu hastalarda splint uygulamasının iyi bir tedavi seçeneği olabileceği düşünülmektedir.
The probability of maxillofacial bone fractures in children is less than that of adults. Mandibula is one of the most effected sites in children. The treatment of mandibular fractures in children shows some variations than that of adults. The treatment chosen for these patients should neither be harmful for the germs of the permanent teeth nor the development of the jaws. In this study, 7 mandibular fracture cases aging between 6-12 is presented. The treatment was carried on by Gunning types splint. Age, sex, etiologies of the patients were evaluated and other treatment alternatives were discussed. Cases treated will Gunning type splint showed good toleration for the splints and healing without complications was observed in the cases. Therefore, we believe that treatment of mandibular fractures in children by splint application would be a reasonable treatment choice.

7.VASCULAR INJURIES DUE TO BLUNT ABDOMINAL TRAUMA
M Halit Işıklar, Rc Allen, G Hunter, K Mclntyre, Ab Lumsden
Pages 170 - 174
Karın içi damar yaralanmaları sıklıkla delici ve kesici aletlerle olmakta, nadir de olsa künt travmaları takibinde yaralanmalar meydana gelmektedir. Künt travmalar sonucu oluşmuş damar yaralanmalarına ait az sayıda yayın vardır. Geniş bir yelpazeyi dağılan künt travmalar da oluşan damar yaralanmalarının sıklığı bilinmemektedir. Beş yılı aşkın süre içinde künt travmalar sonucu karın içi damarlarda yaralanma oluşmuş 27 hastanın geriye dönük olarak tıbbi dosyaları tarandı. Bu yaralanmaların %93'ü (25/27) motorlu araç kazasıydı. Hastaların acil merkezimize gelişteki ortalama kan basınçları 88/26 mm Hg'idi. Yaralanma ciddiyet skorları ortalaması (ISS) 28±8.2 puan olan hastaların, 19'sunda arterial, 17 sinde venöz yaralanma mevcuttu. 26 hastada (%96) damar yaralanmalarına, diğer karın içi organ yaralanmaları eşlik ediyordu. Arter yaralanmaları için primer onarım ve ligasyon, venöz yaralanmalar için ise kompresyon, ligasyon ve/veya primer onanın uygulandı. Kaba mortalite oranı %l 9 olarak bulundu. Arter yaralanmalarının tek başına bulunduğu grupta ölüm yokken, mortalite venöz yaralanmaları olan grupta 33% (5 hasta) olarak bulundu (p<0.05). Nadir de olsa künt batın travmaları sonucu batın içi damar yaratanından oluşmaktadır. Eşlik eden organ yaralanmalarını takiben hemodinamik değişikler oluşmakta ve tüm müdahalelere rağmen yüksek mortalite ve morbiditiye neden olmaktadır. Büyük ven yaralanmaları ise yüksek olan mortaliteyi daha da arttırmaktadır. Bu nedenle hemodinamik olarak stabil olmayan hastalar resüsitasyon uygulandıktan sonra acil operasyona alınmalı ve damar yaralanması yönünden dikkatli olunmalıdır.
Abdominal vascular trauma is predominantly penetrating in nature with blunt injuries occurring less frequently. The various specific types of blunt abdominal vascular trauma have been individually reported, however, the wide spectrum of vascular pathology possible with blunt injury is relatively unknown. Over a five year period, 27 patients who sustained blunt abdominal vascular injury were identified. The injury was motor vehicle related in 25/27 (93%). Mean blood pressure on admission was 88/26 mm Hg and mean Injury Severity Score (ISS) was 28±8.2. In 27 patients, there was 19 arterial and 17 venous injuries diagnosed. Significant associated injuries were present in 26/27 (96%) patients. When arterial and venous injuries were compared, surgical treatment of arterial injuries more frequently required grafting or ligation, in contrast to venous injuries usually required ligation, packing, or primary repair. Overall morbidity (56%) was significantly greater in the group with venous injury (92% vs 46%, p<0.05). The overall mortality rate was 19%. There was no death in the group with major arterial injuries, while five patients (33%) with major venous injuries died (p< 0.05). Blunt abdominal vascular trauma is a rare entity with a wide spectrum of vascular injuries possible. Hypotension and associated visceral injuries are often present. Major venous injuries present acutely and despite heroic measures, continue to have a higher morbidity and mortality. Aggressive resuscitation should be followed by early surgical intervention keyed by a high index of suspicion.

8.RECONSTRUCTION OF ORBITAL BLOW-OUT FRACTURES BONE DEFECTS WITH POROUS POLYETHYLENE IMPLANTS
A Cemal Aygıt, Akın Demiralay, Nazmi Bayçın
Pages 175 - 179
Orbita tabanı onarımı otojen yada alloplastik materyallerle yapılmaktadır. Bu çalışmada 8 hastanın değişik travmalara bağlı olarak meydana gelmiş orbita tabanı kayıplarının onarımında poröz polietilen kullanıldı. Ortalama 14 aylık takip süresinden sonra sonuçlar değerlendirildi. Enfeksiyon ve implant yer değiştirmesi gibi komplikasyonlar görülmedi. Poröz polietilen'in enfeksiyon riski, donör bölge morbiditesi ve implant kayması gibi problemler olmadan orbita onarımında kullanılabilecek uygun bir materyal olduğunu düşünüyoruz.
Reconstruction of the orbital floor has been performing by either otogenous or alloplastic materials. In this study porous polyethylene sheet was used for orbital reconstruction in 8 patients with various traumatic defects of the orbital floor. The results were evaluated at the end of 14 months period of mean follow-up. Complications such as infection, displacement of the implant were not observed. Porous polyethylene is suitable and it can be used safely and effectively for orbital reconstruction without the risk of infection, donor site morbidity and implant displacement.

9.THE IMPORTANCE OF HEMODYNAMIC STABILITY IN THE EVALUATION OF ABDOMINAL TRAUMA, OF THE UNCONSCIOUS PATIENT WITH BLUNT TRAUMA
Cemalettin Ertekin, Murat Kalaycı, Recep Güloğlu, Korhan Taviloğlu, Rayihan Günay
Pages 180 - 183
Ocak 1998-Eylül 1998 tarihleri arasında birimimize getirilen, 85 künt travmalı, şuuru kapalı, hemodinamisi stabil hasta çalışma grubuna alınmıştır. Travma nedenleri 44'ünde trafik kazası, 38'inde düşme, 3'ünde darptır. Bu hastaların hiçbirine karın travmasının teşhisi amacı ile peritoneal lavaj yapılmamış, hastalar hemodinamik durumları ile takip edilmiştir. Hastaların 74'ü şifa ile taburcu olurken, 11'i kaybedilmiştir. Ülkemizde yaygın olarak hekimler şuuru kapalı travmatik hastalarda karın travmasının teşhisinde hemodinamik değerlendirmeyi dikkate almadan yardımcı tanı yöntemlerine müracaat etmektedir. Biz bu çalışmamızda şuuru kapalı travmatik hastalarda hemodinamik stabilite varlığında invaziv bir yöntem olan DPL'nin yaygın kullanımın uygun olmadığı görüşüne vardık. Çalışma grubumuzdaki 85 hastanın takibinde bir sorun yaşanmaması da bu görüşümüzü desteklemektedir. Sonuç olarak künt travmalı, şuuru kapalı hastaların karın travmasının değerlendirilmesinde hemodinamik izlem güvenli bir yöntemdir. Yardımcı tanı yöntemi gerektiğinde kullanılması gereken ilk tanı yöntemi USG olmalıdır.
We have evaluated 85 blunt traumatized, hemodynamically stable, unconscious patients who admitted to our emergency surgery department, between January 1998-September 1998. The reasons for trauma are traffic accidents in 44, fall in 38, hitting in 3. None of these patients underwent peritoneal lavage, but were followed up with their hemodinamic parameters. While 74 of them were discharged with complete healing, 11 of them died. The doctors in our country usually use other diagnostic tools to evaluate the presence of abdominal trauma in blunt traumatized, unconscious patients without considering the hemodynamic parameters. In this study we showed that DPI which is an invasive method is not necessary to use so frequently in the hemodynamically stable, unconscious patient with multitrauma. In conclusion, we say that the evaluation and follow up of abdominal injury with the hemodynamic parameters, in a blunt traumatized and unconscious patient is a reliable method. If necessary the first tool to be used in diagnosis should be ultrasonography.

10.NECROTIZING SOFT TISSUE INFECTIONS AND THE RISK FACTORS FOR MORTALITY
Okan Erdoğan, Cumhur Arıcı, Taner Çolak, Sait Yıldız, Mehmet Öğüş, Mustafa Akaydın
Pages 184 - 188
Nekrotizan yumuşak doku enfeksiyonu (NYDE) tanısı ile kliniğimizde Mayıs 1988 ile Aralık 1998 tarihleri arasında tedavi edilen 11 hastanın hastane kayıtları retrospektif olarak incelendi. Hastalardan 2'si kadın 9'u erkekti. Hastalığın en sık saptandığı yer perianal bölge (7 hastada, %63), en sık yandaş hastalık ise Diabet Mellitus (DM) (6 hasta, %55.5) olarak bulundu. Tüm hastalara ortalama 5.1 (3-7) kez cerrahi debridman uygulandı. Mortalite oranı %18.1 (2 hasta) olarak bulundu. Hastaların yaş ve cinsiyeti, başvuru anındaki klinik ve laboratuvar parametreleri, yandaş hastalıkların varlığı, enfeksiyon lokalizasyonunun ve cerrahi tedavi zamanlamasının morbidite ve mortalite üzerine olan etkisi değerlendirildi. Enfeksiyon lokalizasyonu ve genişliğinin, bakteriyemi varlığının, hastanın diabetinin olmasının ve uzamış inmobilizasyonun morbidite ve mortaliteyi etkilediği sonucuna varıldı.
A retrospective review of the medical records of 11 patients between the years May 1988-June 1998 with the diagnosis of necrotizing fasciitis was performed. There were 2 females, and 9 males. Diabetes mellitus was the most common concomitant disease (6 patients, 55.5%), and the most common sites of origin of infection were the perineum (7 patients, 63 %). The mean number of surgical debridements were 5.1 (3-7). The mortality rate was 18.1% (2 patients). Age and sex of the patients, the presence of concomitant diseases, localization of the infection, timing of the surgery on the morbidity and mortality was evaluated. We conclude that extent and localization of the infection, presence of diabetes mellitus, presence of bacteriemia and prolonged immobilization influence the morbidity and mortality.

11.FACTORS EFFECTING MORTALITY AND MORBIDITY IN THE TRAUMA IN THE ELDERLY
Mehmet Özdoğan, Fatih Ağalar, Çağatay E Daphan, Serdar Topaloğlu, Metin Çakmakçı İskender
Pages 189 - 193
Amaç: Bu çalışmanın amacı geriatrik travma olgularında mortalite ve morbiditeye etki eden faktörlerin ortaya konmasıdır. Metod: 318yaşlı çoklu yaralanmalı olgu; yaralanma mekanizmasının, altta yatan hastalığın, Yaralanma Ağırlığı Skorunun (ISS), Düzeltilmiş Travma Skorunun (RTS) sonuca etkisi bakımından incelenmiştir. Bulgular: Yaşın mortalite ve komplikasyon oranına etki etmediği, ancak sekeli etkilediği belirlenmiştir. Ölüme en çok neden olan yaralanma mekanizmasının düşme olduğu saptanmıştır. Kardiyovasküler hastalık dışındaki altta yatan hastalıkların varlığı mortalite, komplikasyon oranını ve hastanede kalış sürelerini etkilemediği saptanmıştır. Komplikasyon gelişiminin sekeli, yoğun bakımda ve hastanede kalış süresini artırdığı gözlenmiştir. Takip edilebilen 133 hastanın %57.9'unda sekel bulunmuştur. ISS ve RTS mortaliteyi belirlemede önemli bulunurken; BS aynı zamanda sekeli belirlemek açısından da önemli bulunmuştur. Mekanik ventilasyon ve kan transfüzyonu yapılanlarda mortalitenin arttığı gözlenmiştir.Sonuç: ISS, RTS, yaralanma mekanizması (düşmeler), başvuru sırasında şok varlığı, kafa travması, transfüzyon ve mekanik ventilasyon mortaliteyi artırmaktadır. İleri yaş, komplikasyon gelişimi ve ISS ise sekel riskini belirlemede önemli bulunurken, hastanede kalış süresi uzunluğu yalnızca komplikasyon gelişimi ile ilişkili bulunmuştur.
Aim: To evaluate the factors effecting morbidity and mortality in geriatric trauma patients. Method: 318 elderly patients with multiple injuries were evaluated to analyse the effects of injury mechanism, preexisting disease, Injury Severity Score (ISS), Revised Trauma Score (RTS) on outcome. Results: Age was not found to be a factor on mortality and complication, while it increased disability. Falls were the mechanism mostly associated with the mortality. We found that preexisting chronic illnesses other than cardiovascular diseases were not significantly related to mortality, complication and hospital stay. Complication increased disability, ICU stay and hospital stay. Disability was found in 57.9% of the 133 patients followed. ISS and RTS were predictors of survival and ISS was also a good predictor of disability. The mortality increased with blood transfusion and mechanical ventilation. Conclusion: ISS, RTS, injury mechanism (falls), shock at the admission, head injury, transfusion and mechanical ventilation significantly predict mortality. Age, complication and ISS are related to disability. Complication is the only factor related to a prolonged hospital stay.

12.PROGNOSTIC VALUE OF HAEMATOLOGIC CHANGES IN HEAD TRAUMA
Aşkın Görgülü, Muzaffer Demir, Kenan Eliuz, Sabahattin Çobanoğlu
Pages 194 - 199
Bu prospektif çalışma kapalı kafa travmalı olgularda koagulasyon bozukluklarının derecesi ile prognozu arasındaki ilişkinin ortaya konulması için planlandı. 55 olgu Glasgow Koma Skalası (GKS) skoruna göre 3 gruba ayrıldılar: Grup 1 (GKS skoru 13-151, Grup 2 (GKS skoru 8-12), Grup 3 (GKS skoru 3-7). Koagulasyon testleri (trombosit sayısı, protrombin zamanı, aktif parsiyel tromboplastin zamanı, fibrinojen, öglobulin yıkım zamanı, fibrin yıkım ürünleri (FYÜ), D-Dimer, antitrombin III) ve bilgisayarlı tomografi tetkiki tüm hastalarda yapıldı. Kan örnekleri travma sonrası 6 ve 24. saatlerde, 3 ve 7. günlerde alındı. Cerrahi girişim yapılan olgularda, cerrahinin hemen öncesi ve sonrası ve anestezi indüksiyonu sırasında ek kan örnekleri alındı. Grup I'de tüm koagulasyon testleri normaldi. Grup 2 ve 3'de FYÜ ve D-Dimer seviyeleri önemli derecede yüksek, antitrombin III seviyeleri düşüktü. Bu değerler hastanın prognozuna göre değişim gösterdi. FYÜ, D-Dimer ve antitrombin III ün künt kafa travmalı olguların prognoz tahmininde önemli oldukları saptandı.
The present prospective study was undertaken to evaluate the relationship between degree of coagulopathy and prognosis after closed head injury. 55 patients were divided into three groups according to Glasgow Coma Scale (GCS) score: Group 1 (GCS score 13-15), Group 2 (GCS score 8-12), Group 3 (GCS score 3-7). Coagulation studies (platelet count), prothrombin time, activated partial thromboplastin time, fibrinojen, euglobulin lizis time, fibrin degradation products (FDP), D-Dimer, antitrombin III) and computed tomography scan examinations were performed in all patients. Blood samples were taken in 6 hours, 24 hours, 3 days and 7 days after injury. In the operated patients, additional samples were collected immediately before and after surgery and during induction of anesthesia. In the group 1, all coagulation parameters were normal. In the group 2 and 3, FDP and D-dimer levels were abnormally higher and also antitrombin III level was significantly lower in the patients in group 2 and 3(p< 0.01). FDP, D-dimer and antitrombin III had an important value in estimation of prognosis in patient with blunt head injury.

13.SCORING AND NEUROLOGIC EVALUATION OF PEDIATRIC TRAUMA
Aydın Yağmurlu, Lale Algıer, İ Haluk Gökçora
Pages 200 - 203
1987-1998 yılları arasında fizik travmayla başvuran 40'ı kız, 100'ü erkek olmak üzere toplam 140 olgu, Anabilim Dalımızda yatırılarak sağaltılmaya çalışıldı. Yanıklar ve cerrahi hatalar bu serinin dışında tutuldu. Başvuran hastalar 1, 2., ve 3. aşama travma merkezi olarak "Pediatrik Travma Skorlaması", "Glasgow Koma Skalası" ve 3 yaş altı çocuklarda "Çocuklarda Koma Skalası uygulanarak prospektif amaçla prognostik olarak değerlendirildi. Kanamanın sürmesi, atlanabilen ilk tanı ve komplikasyonların oluşması yönünden nörolojik değerlendirme ve triaj amaçlı skorlama erken uyarı niteliğinde bulundu.
A total of 140 children (100 male and 40 female) with physical trauma were admitted to Department of Pediatric Surgery, between 1987 and 1998. Burns and surgical faults were excluded. Patients were evaluated prospectively on the base of "Pediatric Trauma, Glasgow Coma and Pediatric Coma Scores" as primary, secondary and tertiary trauma centers. Data shows that, neurologic evaluation and scoring for triage help as an early warning method for the detection of further bleeding, missed diagnosis and other complications.

14.CLINICAL APPLICATION OF TEMPOROPARIETAL FASCIAL FLAP IN RECONSTRUCTION OF TRAUMATIC ORBITAL DEFORMITIES
Aylin B Karabulut, Burçak Tümerdem Çağ, Atilla Arıncı, Metin Erer, Cemalettin Ertekin
Pages 204 - 207
Temporoparietal-galeal flep travmaya bağlı kontrakte soket ve periorbital deformite rekonstrüksiyonunda iyi vaskülarize bir doku sağlaması açısından güvenilir bir fleptir.Bu çalışmada minimal donor morbiditeye yol açarak temporoparietal fasyal flebi uyguladığımız 5 hastayı sunmaktayız.
Temporoparietal-galeal flap provides a reliable source of pliable, well vascularized local tissue capable of reconstructing contracted eye socket and periorbital deformities due to trauma. We present five patients whom we applied temporoparietal fascial flap successfully with minimal donor morbidity. The results were quite satisfactory.

15.OUR EXPERIENCE WITH LEINBACH PROSTHESIS IN INTERTROCHANTERIC FEMORAL FRACTURES
Şenol Akman, Cengiz Şen, Mehmet Aşık, Sercan Akpınar, H Kazım Gedik
Pages 208 - 212
Kliniğimizde Eylül 1995 ve Kasım 1997 yılları arasında 19 femur intertrokanterik kırıklı hastaya Leinbach hemiprotez uygulandı. Hastalardan ikisi erkek (%10.5), 17"si kadındır (%89.5). Ortalama yaş 81.8'dir (yaş dağılımı 70-95). On dokuz hastanın 14'ünde (%73.6) kalkarda kırık saptandı. Tüm ameliyatlar spinal anestezi yardımı ile yapıldı. Ameliyat sonrası birinci günde hastaların hepsi yataklarında oturtuldu; dren alınmasından sonra yürüteç yardımı ile tam yük vererek yürütüldü. Hastanede kalış süresi ortalama 22 gün, takip süresi ortalama 19 aydır. İki hastanın kardiak nedenlerle, iki hastanın da kırık sonrası gelişen düşkünlük dolayısıyla ex olduğu hasta yakınlarından öğrenildi. İki hasta, halen hayatta olmalarına rağmen ameliyat sonrası geçirmiş oldukları nörolojik problemler nedeniyle hemiplejik olduklarından son kontrole gelemediler. Hastaların fonksiyonel değerlendirilmesi Merle d'Aubigne kriterlerine göre yapıldı. Bu kriterlere göre 1 hastada çok iyi (%5.2), 7 hastada iyi (%36.8), 5 hastada orta (%26.3), 6 hastada kötü (%3 1.5) sonuç elde edildi. On üç hastanın (%68.4) yürüyebildikleri ve günlük işlerini yapabildikleri saptandı. Takip süresi içinde radyolojik olarak değerlendirilen 13 hastanın hiçbirinde stemde gevşeme, dislokasyon ve asetabuluma protrüzyon saptanmadı. İleri derecede yaşlı ve osteoporotik hastaların intertrokanterik femur kırıklarında tedavide amaç, hastanın erken mobilizasyon ve günlük hayatına en kısa sürede dönebilmesidir. Bu amaca yönelik tedavide Leinbach tip hemiprotezlerin uygulanabileceği görülmüştür.
We employed Leinbach prosthesis in 19 patients with intertrochanteric hip fractures between September 1995 and November 1997. Of these, two patients (10.5%) were men and 17 (89.5%) were women (age range 70-95 years, mean age 81.8years). In calcar femoris fractures were detected in 14 patients (73,6 %) All operations were performed under spinal anesthesia. The patients achieved sitting position in bed on the postoperative first day; full weight-bearing position with an aid of walkers was obtained after the removal of the drainage. Mean hospital stay was 22 days with a mean follow-up of 19 months. According to the account given by patients' relatives, two patients died from cardiac causes and another two from debilitating conditions developed after fractures. Two patients, although they were alive, were not available for follow-up because of hemiplegic conditions caused by postoperative neurologic problems. Merle d' Aubigne functional hip scores were used for evaluation of the patients. 1 patient (5.2%) was classified excellent, 7 patients (36.8%) were good, 5 patients (26.3%) were fair and 6 patients (31.5%) were poor. Thirteen patients (68.4%) achieved walking and implementation of daily activities. Radiologic examinations did not show loosening of the stem, dislocation, and acetabular protrusion. The object of treatment in elderly and osteoporotic patients with intertrochanteric hip fractures is to achieve early mobilization and rapid restoration of daily activities. Leinbach prosthesis appears to be appropriate for intertrochanteric hip fractures.

16.REMOVAL OF RADIOPAQUE FOREIGN BODIES AMBEDDED IN SOFT TISSUES BYSTEREOTAXIC APPROACH
Cuma Yıldırım, Erdoğan M Sözüer, Levent Avşaroğulları, Sinan Karaoğlu, Nurullah Günay
Pages 213 - 216
Yumuşak doku içindeki yabancı cisimler özellikle radyoopak değilse oldukça zor çıkarılırlar. Radyoopak olanlarda bile lokalizasyon oldukça zor olur. İyi lokalize edilmeden yapılan insizyonlar uzun süren başarısız müdahalelerle sonuçlanabilir. Acil servise yabancı cisim batması şikayetiyle başvuran 53 hasta incelendi. Bunlardan yabancı cisimleri radyoopak olan 15'i çalışmamızı oluşturdu. Hastalara iki yönlü direk radyografi çekildi. Yabancı cisim olduğu ve bunun da radyoopak olduğu tespit edildikten sonra yabancı cismi en iyi lokalize edecek şekilde enjektör ucu ile işaretleme yapıldı. Tekrar iki yönlü radyografi alındı. Grafiler eşliğinde yabancı cisim arandı ve çıkarıldı. Daha sonra dokular anatomik katlara uygun olarak kapatıldı. Tekrar kontrol grafisi çekildi. Hasta bir hafta sonra kontrole çağrıldı. Yöntemi uyguladığımız 15 vakanın 13'ündeyabancı cisim iğne idi. Yabancı cisimlerin 7'si el, 4'ü ayakta idi. Diğerleri vücudun çeşitli yerlerinde idi. 14 vakada yabancı cisimler başarı ile çıkarıldı. Sonuç olarak; Özellikle skopi imkanlarının olmadığı yerlerde ve acil servis şartlarında stereotaksik yöntemle yabancı cisim çıkarılması ekonomik ve kolay bir yöntemdir. İşlemi yapan doktorun radyasyona maruz kalmaması bir diğer önemli avantajıdır. Ameliyathane şartlarına, özel ekip ve ekipmana gerek kalmadan radyoopak yabancı cisimler bu yöntemle çıkarılabilir.
Removal of foreign bodies in soft tissue is not an easy process. Those which are not radiopaque may make the removal procedure more difficult. Incisions which are made without determining the site of the foreign body properly may result in unsuccessful interventions. In this study we used 'Stereotaxy' method to remove radiopaque foreign bodies from the soft tissues. This approach does not require any specialised team or equipment. 53 patients who visited our emergency department for the foreign bodies embedded in the soft tissues were investigated. 15 patients who had radiopaque foreign bodies in the soft tissues were included in the study. Two-view plain radiographies were obtained first. An injector needle was used to mark the site of the foreign body considering the x-ray appearance of the radiopaque foreign body. After marking the site, x-rays were obtained again. The foreign bodies were removed using the guideness of these radiographs. Control radiographies were obtained following the removal procedure. The patients were asked to apply to the hospital one week later for control examination. This method was applied in the 15 cases. The foreign body was pin in the 13 cases. 7 of the foreign bodies were embedded in the soft tissues of the hand, 4 in the soft tissues of the foot. The remaining ones were in the other parts of the body. The foreign bodies were successfully removed in the 14 cases. Foreign bodies embedded in the soft tissues may cause inflammation, infection and toxic and allergic reactions. The accurate determination of the site of a foreign body embedded in the soft tissue is difficult. Superficial markers, multidimensioned radiographies, grills, fluoroscopy and stereotaxic instruments can be used in determining the localisation of the foreign body. As a result, stereotaxy is a cheap and easy method especially in emergency departments and in clinics where scopy is not present. The foreign bodies can be removed using this method without needing specialised team and equipment and operating-room conditions.

17.POSTTRAUMATIC PULMONARY PSEUDO CYST
Ömer Soysal, Akın Kuzucu, Ramazan Kutlu
Pages 217 - 218
Pulmonary pseudocysts are lesions which develop rarely after blunt non-penetrating thoracic trauma, and heal spontaneously within 1-4 months without requiring a specific treatment History of thoracic trauma together with chest X-rays revealing cavitary lesion usually lead to the diagnosis. In some of the cases the presence of pulmonary contusion and hematoma may hide the cystic lesion. Computed tomography plays an important role in the early diagnosis of the lesions. In this case report a case of pulmonary pseudocyst is presented of which the diagnosis was made by computed tomography and required surgical treatment since there was no spontaneous resorption.

18.AN INTERESTING SPORT INJURY: DUODENAL TRAUMA
A Serdar Caboğlu, Ziya Çetinkaya, Osman Doğru, Nurullah Bülbüller, M Ali Akkuş
Pages 219 - 222
Diagnosis, management and postoperative care of duodenal injuries are difficult, especially when the duodenum was injured by blunt trauma. Injury to adjacent organs commonly accompanies duodenal trauma. Here we present a male patient, who suffered from a blunt trauma leading to complex-isolated duodenal rupture and was managed by means of primary repair with retrograde duodenostomy. In this regard, we also discussed diagnostic modalities, causes of delayed diagnosis and management of duodenal injuries and reviewed literature.

19.ATELECTASIA DUE TO BRONCHIAL RUPTURE: A LATE COMPLICATION
Ahmet Önen, Nur Kunt, Melih Kaptanoğlu, Kasım Doğan, Y Metin Aksoy, Tonguç Saba
Pages 223 - 225
Tracheobronchial injuries are rarely seen. Injury in the bronchus is closed by mucus plug it prevented the diagnose in early hospitalization period. The patient who was discharged following blunt chest trauma was rehospitalized for atelectasia was operated with the diagnosis of right bronchial rupture.

20.CONSERVATIVE TREATMENT IN ESOPHAGEAL RUPTURE
Mustafa Öncel, Erhan Tuncay, Oya İmamoğlu, Hakan Yıldız, Ergin Olcay
Pages 226 - 228
Oesophageal perforation, is a rare condition, can be caused by external trauma, or instrumentation, or foreign body. A spontaneous form of the rupture is named as Boerhaave syndrome. Because of the protected location of oesophagus, its perforation is generally associated with other organ injuries. Conservative therapy is one of the modalities treatment is proposed. In these papers, a patient with a traumatic oesophageal perforation is reported. He is treated by conservative therapy and additional irrigation that haven't been found in the literature. The patient is cured without any complication.