p-ISSN: 1306-696x | e-ISSN: 1307-7945
Volume : 24 Issue : 1 Year : 2024

Quick Search

SCImago Journal & Country Rank
Turkish Journal of Trauma and Emergency Surgery - Ulus Travma Acil Cerrahi Derg: 24 (1)
Volume: 24  Issue: 1 - January 2018
EDITORIAL
1.Editorial
Recep Güloğlu, Kaya Sarıbeyoğlu, M. Mahir Özmen, Hakan Yanar
Pages IX - X

EXPERIMENTAL STUDY
2.Melatonin exhibits supportive effects on oxidantsand anastomotic healing during intestinalischemia/reperfusion injury
Namık Özkan, Ömer Faik Ersoy, Zeki Özsoy, Ebru Çakır
PMID: 29350377  doi: 10.5505/tjtes.2017.23539  Pages 1 - 8
AMAÇ: Melatoninin iskemi/reperfüzyon hasarında (İRH) intestinal anastomoz iyileşmesi üzerine etkisini araştırmayı amaçladık.
GEREÇ VE YÖNTEM: Otuz Wistar-Albino sıçan üç gruba (Sham, kontrol ve tedavi) ayrıldı. Süperior mezenterik arter (SMA) klemplenip 30 dakika sonrasında açılarak İRH oluşturuldu. Sham grubunda sadece SMA manüplasyonu yapıldı. Tedavi grubuna melatonin (10 mg/kg) ve kontrol grubunda salin verildi. Tedavi ve kontrol gruplarında ek olarak 1 cm ileal segment rezeke edilerek anostomoz yapıldı. Ameliyat sonrası yedinci günde anastomotik patlama basıncı, hidroksiprolin seviyeleri, yara iyileşmesinin histolojik göstergeleri ve oksidatif parametrelerin düzeyleri araştırıldı. İstatistik için tek yönlü varyans analizi ve ki kare testi kullanıldı.
BULGULAR: Melatonin tedavisi patlama basıncında anlamlı yüksekliğe yol açtı (sırasıyla, p=0.027 ve p<0.00). Katalaz ve süperoksit dismütaz enzim seviyeleri sham ve melatonin gruplarında en yüksek, kontrol grubunda ise en düşüktü (sırasıyla, p=0.001 ve p=0.002). Melatonin tedavisi her iki enzim düzeylerinde anlamlı yüksekliğe yol açtı (sırasıyla, p=0.026 ve p=0.003). Glutatyon peroksidaz ve total glutatyon düzeylerinde tedavi grubunda hafifçe artış görülse de bu fark anlamlı değildi (sırasıyla, p=0.205 ve 0.216). Fibroblast infiltrasyonu, kapiller formasyon ve epitelizasyon melatoninle tedavi edilen sıçanlarda anlamlı olarak daha iyiydi. Granülosit ve mononükleer infiltrasyon skorları tüm gruplarda benzerdi.
TARTIŞMA: Deneysel modelde İRH sırasında melatonin uygulamasının intestinal anastomoz iyileşmesi üzerine belirgin olumlu etkileri olduğunu düşünüyoruz.
BACKGROUND: The aim of this study was to investigate the effects of melatonin on intestinal anastomosis after intestinal ischemia/reperfusion injury (IRI).
METHODS: Thirty Wistar albino rats of both sexes were divided into 3 groups: sham, control, and treatment. IRI was performed by clamping the superior mesenteric artery (SMA) for 30 minutes, followed by reperfusion. The sham rats received only manipulation of the SMA. Melatonin (10 mg/kg) was administered to the treatment group, and the control group was given a vehicle injection. Both the treatment group and the control group further underwent ileal resection of a 1-cm segment and anastomosis. On the postoperative seventh day, the anastomotic burst pressure, hydroxyproline level, histological indices of wound healing, and oxidative parameters of catalase (CAT), superoxide dismutase (SOD), total glutathione (T-GSH), and glutathione peroxidase (GSH-Px) levels were measured. A one-way analysis of variance and chi-square test were used for the categorical data.
RESULTS: Melatonin treatment led to a significantly higher burst pressure (p=0.027 and p<0.001, respectively). The 2 antioxidant enzymes, CAT and SOD, were at the highest level in the sham and melatonin groups and the lowest level in the control group (p=0.001 and p=0.002, respectively). Melatonin treatment resulted in a significantly higher level of both enzymes compared with the control group (p=0.026 and 0.003, respectively). The GSHpx and total GSH levels were slightly elevated in the treated rats, but the difference was not statistically significant (p=0.205 and 0.216, respectively). Fibroblast infiltration, capillary formation, and epithelialization were significantly better in the melatonin-treated animals. The granulocyte and mononuclear infiltration scores were similar between all groups.
CONCLUSION: It was concluded that melatonin had marked effects on intestinal anastomotic healing during intestinal IRI.

3.Evaluation of tourniquet application in a simulatedtactical environment
Tomasz Sanak, Robert Brzozowski, Marek Dabrowski, Magdalena Kozak, Agata Dabrowska, Maciej Sip, Katarzyna Naylor, Kamil Torres
PMID: 29350361  doi: 10.5505/tjtes.2017.84899  Pages 9 - 15
AMAÇ: Taktiksel ortamda turnike uygulaması iki şekilde yürütülmüştür: “kendi kendine yardım” denilen yaralının kendisine turnike uygulaması ve “arkadaş yardımı” denilen bir yardımcının turnike uygulaması. Bu çalışmanın amacı bir yakın harp simülasyon ortamında turnike kullanımının kalitesini test etmekti.
GEREÇ VE YÖNTEM: Çalışmaya 24 “yaralı” ve tüm simülasyon çalışmasında 72 uygulayıcı, altışarlı 12 bölüm şeklinde katıldı. Turnike uygulamalarını valide etmek için Yaralıların Taktiksel Savaş Ortamında Tedavisi Komitesi’nin önerilerinden yararlanılmış turnike uygulamasının hemodinamik etkisini değerlendirmek için Doppler ultrason kullanıldı.
BULGULAR: Sonuçlar 15 uygulayıcıda kan akımı durdurulmuş, üç hastada çok az kan akım ve altı kişide kısıtlamasız kan akımı olduğunu göstermiştir. Kişilerin kendine veya başka biri tarafından uygulanan turnike prosedürlerinin kaliteleri arasında herhangi bir anlamlı farklılık yoktu. Turnike ile koltuk altı arasındaki ortalama mesafe kendi kendine veya başkasının uyguladığı turnikelerde 9.5 cm idi. On altı olguda turnikenin kol dışından bağlandığı, yalnızca sekiz olguda doğru biçimde kol içinden bağlandığı gözlenmiştir. On sekiz olguda taktiksel ortamda turnike doğru yerleştirilmemiş, yalnızca altı olguda doğru yerleştirilmiştir. Ultrasonda negatif akım görülen uygulayıcıların çoğunda DOP de negatifti. Ultrasonda tam kesintisiz akımın görüldüğü uygulayıcıların çoğunda pozitif DOP saptanmıştır.
TARTIŞMA: Turnikelerin uygulanması uzmanlaşmış birimlerde bile zorluk yarattığından bu işlemin uygulanmasına yönelik düzenli eğitim verilmesi gerekir.
BACKGROUND: Application of a tourniquet in a tactical environment is implemented in two ways: the so-called self-aid, which is the application of a tourniquet by the injured, and the so-called buddy aid, which is the application of a tourniquet by the person provide aid. This study aimed to test the quality of tourniquet use in a simulated situation, close quarter battle.
METHODS: The study involved 24 injured operators and 72 operators in the whole simulation, implying 12 sections of six individuals. To validate the application of tourniquets, the recommendations of the Committee of Tactical Combat Care of the Injured were used, and ultrasound with Doppler function was employed to assess the hemodynamic effect of applying tourniquets.
RESULTS: Native flow was observed in 15 operators; in three people, a trace flow was noticed, whereas in six people, a full flow was observed. No significant difference was found between the qualities of tourniquet application by the operators themselves compared with those of tourniquet application by another person. The median distance of tourniquet application from the armpit was 9.5 cm for self-aid and buddy aid. In 16 participants the outer arrangement of tourniquets was observed, and in only eight participants tourniquets were correctly located on the internal part of the arm. In 18 participants, tourniquets were not correctly prepared for use in the tactical environment, whereas in only six participants, they were correctly prepared. Most operators with a negative ultrasound flow revealed negative distal observed pulse (DOP). Positive DOP occurred in the majority of operators with full ultrasound flow.
CONCLUSION: The application of tourniquets poses a challenge even in case of specialized units; therefore, there is a need to provide regular training for implementing that procedure.

4.Which common test should be used to assess spleen autotransplant effect?
Ehsan Soltani, Mohsen Aliakbarian, Kamran Ghaffarzadegan
PMID: 29350362  doi: 10.5505/tjtes.2017.05683  Pages 16 - 19
AMAÇ: Eskiden total splenektomi travmatik dalak yaralanmalarında tek seçimdi. Ancak modern tıpta cerrahidışı tedavi ve dalağı koruyucu teknikler tercih edilmektedir. Cerrahın splenektomi uygulamaya sevk edildiği bazı durumlarda dalağın ototransplantasyonu dalak fonksiyonunu koruyabilir. Dalak ototransplantı etkisini en iyi değerlendirme yönteminin seçimi yıllarca tartışma konusu olmuştur. Bu çalışmada implante edilmiş dalağın fonksiyonunu değerlendirmede çokça kullanılan üç testi karşılaştırdık.
GEREÇ VE YÖNTEM: Laparotomi ve splenektomi adayı 10 hasta çalışma katılımcılarını oluşturmuştu. Splenektomi yaptıktan sonra her hastanın omentum majusu içine beş dalak parçası implante ettik. Üç ay sonra implante edilmiş dalağın fonksiyonu nükleer eritrosit sintigrafisi, periferik kanda serum immünoglobülin M (IgM) düzeyif ve Howell-Jolly (HJ) cisimciklerinin varlığıyla değerlendirildi.
BULGULAR: Hastaların hepsinde periferik kandan yapılan yayma testi patolojik değildi. Yalnızca bir olguda IgM düzeyi normalden düşüktü, başka birinde sintigrafi nakledilen böbreği göstermemişti.
TARTIŞMA: Bu testlerin tümünde benzer sonuçlar alınabilir. Ancak bulunabilirliği, düşük maliyeti ve kolayca uygulanabilirliği nedeniyle periferik kandan yayma preparatının implante edilmiş dalak fonksiyonunu değerlendirmede ilk seçenek olduğu düşünülebilir.
BACKGROUND: Historically, total splenectomy was the only choice of treatment for traumatic splenic injuries. However, non-operative management and spleen-preserving surgical techniques are preferred in modern medicine. In some situations in which the surgeon has to perform splenectomy, spleen autotransplant may preserve the splenic function. Selecting the best method for evaluating the splenic autotransplant effect has been debated for several years. In this study, we compared three common tests in evaluating the implanted spleen function.
METHODS: Participants included 10 patients who were candidates for laparotomy and splenectomy. After performing splenectomy, we implanted five pieces of the spleen in the greater omentum of each patient. After 3 months, the implanted spleen function was evaluated by nuclear red blood cell (RBC) scan, serum immunoglobulin (Ig) M level, and presence of Howell–Jolly (HJ) bodies in the peripheral blood smear.
RESULTS: All patients had normal peripheral blood smear. The IgM level was lower than normal in one patient, and scintigraphy did not demonstrate the transplanted spleen in another patient.
CONCLUSION: All these tests may have comparable results, but because of availability and low cost of peripheral blood smear, which is also easily performed, it can be considered as the first option to evaluate the implanted spleen function.

ORIGINAL ARTICLE
5.Is nighttime laparoscopic general surgery under general anesthesia safe?
Ahmet Kemalettin Koltka, Mehmet İlhan, Achmet Ali, Ali Fuat Kaan Gök, Nükhet Sivrikoz, Teoman Hakan Yanar, Mustafa Kayıhan Günay, Cemalettin Ertekin
PMID: 29350363  doi: 10.5505/tjtes.2017.95079  Pages 20 - 24
AMAÇ: Yorgunluk ve uykusuzluk doğru karar verme yetisini ve motor becerileri etkileyerek tıbbi performansı ve hasta bakım kalitesini düşürebilir. Bu çalışmanın amacı, farklı zamanlarda genel anestezi altında yapılan laparoskopik genel cerrahi olguları ile istenmeyen sonuçlar arasında ilişki olup olmadığını araştırmaktır.
GEREÇ VE YÖNTEM: Üçüncü düzey bir üniversite hastanesinin acil servisinde 01.01.2016–31.12.2016 tarihleri arasında ameliyat edilen tüm laparoskopik kolesistektomi ve apendektomi olguları çalışmaya dahil edildi. Ameliyat zamanları üçe ayrıldı: 08.01–17.00 arası (G1: gündüz), 17.01–23.00 arası (G2: erken mesai sonrası) ve 23.01–08.00 arası (G3: gece). Çalışmaya dahil edilen hastaların dosyaları taranarak ameliyatta ve ameliyat sonrası dönemlerde anestezi veya cerrahiye ait komplikasyon yaşayıp yaşamadıkları incelendi.
BULGULAR: Bağımsız değişkenler olan yandaş hastalıklar, yaş, cinsiyet, vücut kitle indeksi, ASA skoru ve ameliyat zamanı ile bağımlı değişken olan ameliyat sırasında komplikasyon sıklığı arasındaki ilişki multipl regresyon analizi yapılarak değerlendirildi. Gece yapılan ameliyatlar (p<0.001 OR: 6.7 CI [2.6–16.9]) ve yüksek yaşın (p=0.004 OR: 1.04 CI [1.01–1.08]) ameliyat sırasında komplikasyon sıklığı için risk faktörü olduğu saptandı. Aynı değerlendirme ameliyat sonrası komplikasyonlar için yapıldığında yukarıdaki bağımsız değişkenler ile ameliyat sonrası komplikasyon sıklığı arasında ilişki olmadığı saptandı.
TARTIŞMA: Gece yapılan ameliyatlarda ve yaşlı hastalarda ameliyat sırasında komplikasyon riski ciddi morbidite veya mortalite artışına neden olmadan artmaktayken ameliyat sonrası komplikasyon sıklığında artışa neden olan bir bağımsız değişken bulunmamıştır.
BACKGROUND: Fatigue and sleep deprivation can affect rational decision-making and motor skills, which can decrease medical performance and quality of patient care. The aim of the present study was to investigate the association between times of the day when laparoscopic general surgery under general anesthesia was performed and their adverse outcomes.
METHODS: All laparoscopic cholecystectomies and appendectomies performed at the emergency surgery department of a tertiary university hospital from 01. 01. 2016 to 12. 31. 2016 were included. Operation times were divided into three groups: 08.01–17.00 (G1: daytime), 17.01–23.00 (G2: early after-hours), and 23.01–08.00 (G3: nighttime). The files of the included patients were evaluated for intraoperative and postoperative surgery and anesthesia-related complications.
RESULTS: We used multiple regression analyses of variance with the occurrence of intraoperative complications as a dependent variable and comorbidities, age, gender, body mass index (BMI), ASA score, and operation time group as independent variables. This revealed that nighttime operation (p<0.001; OR, 6.7; CI, 2.6–16.9) and older age (p=0.004; OR, 1.04; CI, 1.01–1.08) were the risk factor for intraoperative complications. The same analysis was performed for determining a risk factor for postoperative complications, and none of the dependent variables were found to be associated with the occurrence of postoperative complications.
CONCLUSION: Nighttime surgery and older patient age increased the risk of intraoperative complications without serious morbidity or mortality, but no association was observed between the independent variables and the occurrence of postoperative complications.

6.A retrospective analysis of 2713 hospitalized burn patients in a burns center in Turkey
Yavuz Albayrak, Ayetullah Temiz, Ayşe Albayrak, Rıfat Peksöz, Fatih Albayrak, Yusuf Tanrıkulu
PMID: 29350364  doi: 10.5505/tjtes.2017.82342  Pages 25 - 30
AMAÇ: Yanık travması, etkilenen hastalar üzerinde fiziksel, fizyolojik ve ekonomik yansımaları olan ciddi sağlık problemidir. Bu çalışma, Türkiye’nin kuzeydoğusunda bulunan ve yaklaşık dört milyon kişilik bir nüfusa hitap eden, referans bir yanık tedavi merkezinin sekiz yılı aşkın sürede takip ettiği hastaların epidemiyolojik ve demografik özelliklerini sunmayı amaçlamaktadır.
GEREÇ VE YÖNTEM: Hastaların tıbbi dosyalarından, hastaların demografik özellikleri, yanık kaynağı, yanık mahalli, yanık yüzey alanı (YYA), yapılan cerrahi tedavi, hastanede kalış süresi ve mortalite oranları analiz edildi.
BULGULAR: En sık yanık sebebi sıcak sıvılara bağlı haşlanma yanıkları (2013 olgu, %74.2) idi. Yanık merkezimizin bulunduğu bölgenin iklim koşullarına bağlı olarak donma yanığı 16 (%0.6) olguda gözlemlendi. Yanık yüzey alanına göre hastalar gruplandırıldığında; hastaların %88.7’si %0–15, %8.0’i %15–30 ve %3.3’ü ise %30’dan fazla YYA’ya sahipti. En fazla izlenen mikroorganizma Pseudomonas aeruginosa idi. Yedisi çocuk olmak üzere toplam 24 (%0.9) hasta (8 erkek, 16 kadın) öldü.
TARTIŞMA: Tandırların kaldırılması ve yerine yüksekte kurulu olan fırınların oluşturulması, peynir ve tereyağı üretiminin daha gelişmiş şartlarda yapılması ve toplumun yanık konuları hakkında bilgilendirilmesi ile, bu bölgedeki yanık olguları büyük oranda azaltılabilir.
BACKGROUND: Burn trauma is a significant health problem that has physical, psychological, and economic repercussions on affected patients. The aim of this study was to present epidemiological and demographic characteristics of patients treated over an 8-year period at a reference burn treatment center located in the northeast of Turkey and serving a population of approximately four million people.
METHODS: Each patient’s medical record was reviewed, and demographic features, source of burns, place of residence, total body surface area (TBSA), surgical treatment, duration of hospital stay, and mortality rates were analyzed.
RESULTS: The most frequent cause of burn was scalding from hot liquids (2013 cases, 74.2%). Freeze burn was observed in 16 (0.6%) cases due to climatic conditions of the region where our burn center is located. Grouping based on TBSA revealed that 88.7% patients had TBSA of 0%–15%, 8% patients had TBSA of 15%–30%, and 3.3% patients had TBSA ≥ %30.The most common microorganism was Pseudomonas aeruginosa. A total of 24 patients (0.9%; 8 males, 16 females) died, including 7 children and 17 adults.
CONCLUSION: Removal of tandirs and replacement with high ovens, restriction of cheese and butter production under primitive circumstances, encouraging cheese and butter production via dairy farm systems, and raising people’s awareness through training programs could greatly reduce the number of the burn accidents occurring in this region.

7.Characteristics of pediatric and adult cases with open globe injury and factors affecting visual outcomes: A retrospective analysis of 294 cases from Turkey
Işıl Kutlutürk Karagöz, Esin Söğütlü Sarı, Anıl Kubaloğlu, Ahmet Elbay, Ümit Çallı, David P Pinero, Yusuf Özertürk, Titap Yazıcıoğlu
PMID: 29350365  doi: 10.5505/tjtes.2017.03607  Pages 31 - 38
AMAÇ: Açık göz yaralanması (AGY) olgularının karakteristiklerini ve kötü görsel prognoz için risk faktörlerini çocuk ve erişkin yaş gruplarında incelemek.
GEREÇ VE YÖNTEM: En az bir yılık takibi olan 294 AGY olgusu çalışmaya alındı. Göz travması ile ilgili demografik ve klinik özellikler kaydedildi. Olgular yaşlarına göre çocuk (≤16 yıl) ve erişkin (>16 yıl) olmak üzere iki gruba ayrıldı.
BULGULAR: Açık göz yaralanmasına neden olan kazalara çocukların çoğunlukla ev ortamında maruz kaldığı görülürken erişkinlerin iş ortamlarında maruz kaldığı görüldü. Penetran göz yaralanmalarının çocuklarda daha sık olduğu ve sıklıkla sivri uçlu cisimlerle oluştuğu saptandı. Her iki grupta da Zon 1 yaralanmaların daha sık olduğu görüldü. Yüksek evre yaralanmaların sıklığının yaş ile birlikte arttığı saptandı. Yabancı cisim yaralanmaları ve birden fazla ameliyat gerekliliği erişkin grupta daha fazlaydı. Yaş grupları arasında oküler travma skoru (OTS) ve görme keskinliği açısından fark yoktu. OTS, birden fazla ameliyat ihtiyacı ile ilişkili bulundu. Erişkin yaş grubunda, yaş, birden fazla ameliyat olmak ve başlangıç görme keskinliği sonuç görme keskinliği için önemli risk faktörleri olarak bulundu.
TARTIŞMA: Hem AGY nedenleri hem de kötü görsel prognoz için risk faktörleri, erişkin ve çocuk yaş gruplarında farklılıklar göstermektedir. Bu farklılıkların bilinmesi önleyici tedbirlerin alınmasında ve morbiditenin azaltılması konusunda önemli olabilir.
BACKGROUND: This study aimed to evaluate 1-year follow-up results of cases that were diagnosed with open globe injury (OGI), to compare trauma-related characteristics between pediatric and adult cases, and to determine risk factors for a poor final visual acuity.
METHODS: This study enrolled 294 cases that met the OGI definition and were followed up for at least 1 year. Demographic and clinical features regarding ocular trauma were recorded. The cases were divided into two groups according to age: pediatric (≤16 years) and adult (>16 years) groups.
RESULTS: Children were exposed to accidents that led to OGI mostly at home, whereas adults were exposed to such accidents mostly in the office. Penetrating injuries were more common in children than in adults, and injuries most commonly occurred owing to spiky objects. Zone I injuries were most frequent in both children and adults. The frequency of high-grade injuries increased with age. Foreign body injuries and multiple surgeries were more common in adults than in children. There was no difference between the two age groups based on ocular trauma score (OTS) and visual acuity. OTS predicted the need for multiple surgeries. In the adult group, age, multiple surgeries, and initial visual acuity were significant risk factors for the final visual acuity that was achieved.
CONCLUSION: OGI causes and risk factors for poor final visual outcomes differ in adults and children. The knowledge of these differences is crucial for taking adequate preventive measures and decreasing morbidity.

8.Health results of a coup attempt: evaluation of all patients admitted to hospitals in Istanbul due to injuries sustained during the July 15, 2016 coup attempt
İsmail Tayfur, Mustafa Ahmet Afacan, Mehmet Özgür Erdoğan, Şahin Çolak, Özgür Söğüt, Burcu Genç Yavuz, Korkut Bozan
PMID: 29350366  doi: 10.5505/tjtes.2017.57296  Pages 39 - 42
AMAÇ: 15 Temmuz 2016 tarihinde Türkiye’de sivil halk ile askerin karşı karşıya geldiği bir darbe girişimi gerçekleşmiştir. Bu darbe girişimi ülkede ciddi yaralanma ve ölümlere neden olmuştur. Bu çalışmada, darbe girişimi esnasında İstanbul ilindeki tüm hastanelere başvuran hastalar, sağlık açısından değerlendirilmiş, olayın doğal afetlerden ve diğer terörist eylemlerden farkları analiz edilmiştir.
GEREÇ VE YÖNTEM: Darbe girişimindeki olaylar nedeniyle mağdur olan 1104 hasta mevcuttur. Bu çalışmada, 15–16 Temmuz 2016 tarihleri arasında İstanbul’daki tüm hastanelere (kamu ve özel) başvuran ve İstanbul İl Sağlık Müdürlüğü Kriz Merkezi’nde kayıt altına alınan 882 darbe mağduru yaralının demografik ve sağlık bilgileri analiz edilmiştir.
BULGULAR: Değerlendirmeye alınan 882 hastanın %97.27’si erkek, %2.73’ü kadındır. Hastaların yaş ortalamaları 34.12’dir. Hastaların %82.43’ü kamu hastanelerine, %17.57’si ise özel hastanelere başvurmuştur. Toplam ölüm oranı %10.4 olarak bulunurken, kamu hastanelerinde %9.76, özel hastanelerde ise %13.54 olarak bulunmuştur. Hastaların %65.07’si ateşli silah yaralanması, %11.11’i darp, %7.7’si tank veya motorlu taşıt yaralanması, %5.44’ü delici kesici alet yaralanması, %5.32’si yumuşak doku travması, %2.83’ü düşme ve yüksekten düşme, %2.15’i diğer nedenlerle, üç hasta da psikiyatrik bozukluklar nedeni ile hastanelere başvurmuştur.
TARTIŞMA: 15 Temmuz darbe girişimindeki hastanelere başvuran hastaların yaralanma ve ölüm nedenleri, doğal afetler ya da terörist eylemlerden farklıdır. Darbe girişimindeki yaralanmalar savaşlarda karşılaşılabilecek nedenlerle gerçekleşmiştir. Gene mağdurların savaşlardaki gibi erkek cinsiyet ağırlıklı olduğu görülmüştür. Bu çalışmada ilk 48 saat içinde olan fiziksel yaralanmalar ve sonuçları incelenmiş olup, post travmatik stres bozukluğu açısından uzun dönem çalışmalar yapılabilir. Ayrıca, Hastane Afet Planları içerisinde darbe gibi çok az görülen toplumsal olaylarla ilgili çalışmalar da yer almalıdır.
BACKGROUND: A coup attempt against the government took place in Turkey on July 15, 2016. This attempt caused serious injuries and deaths in the country. In this study, the data of patients referred to all hospitals in Istanbul during the attempt were evaluated, and differences between natural disasters, other terrorist actions, and coup attempts were analyzed.
METHODS: In total, 1104 patients were injured in the abovementioned coup attempt. In this study, the demographic and health information of 882 coup victims who were admitted to all hospitals (state and private) in Istanbul on July 15 and 16, 2016 and registered at the Crisis Center of Istanbul Provincial Health Directorate was analyzed.
RESULTS: Of the 882 patients evaluated, 97.27% were male and 2.73% were female. The mean age of the patients was 34.12 years. Most (82.43%) patients were admitted to state hospitals, and 17.57% were admitted to private hospitals. The total mortality rate due to the abovementioned coup attempt was 10.4% (9.76% in state hospitals and 13.54% in private hospitals). Of the 882 patients evaluated, 65.07% had gunshot injuries, 11.11% had been assaulted, 7.70% had experienced tank/motor vehicle accidents, 5.44% had other penetrating injuries, 5.32% had soft-tissue trauma, 2.83% had experienced falls (including falls from heights), 0.33% had psychiatric disorders, and 2.15% were admitted for other reasons.
CONCLUSION: The patterns of injury and mortality resulting from the July 15, 2016 coup attempt differed from those resulting from natural disasters and terrorist acts and were similar to those encountered during wars: the victims were predominantly male, similar to those in wars. Following a coup attempt, an increase in the number of patients with post-traumatic stress disorder can be expected. Further studies focusing on the incidence of this disorder due to the abovementioned coup attempt in Turkey are needed. Hospital disaster plans need to include information and plans related to terrorist acts, such as coup attempts.

9.Posterior interosseous flap versus reverse adipofascial radial forearm flap for soft tissue reconstruction of dorsal hand defects
Osman Akdağ, Gökçe Yıldıran, Mustafa Sütçü, Mehtap Karameşe
PMID: 29350367  doi: 10.5505/tjtes.2017.41196  Pages 43 - 48
AMAÇ: Bu çalışmadaki amacımız el dorsumundaki defektlerin posteriyor interosseöz arter flebi (PİA) ve ters akımlı adipofasyal radial önkol (RRÖF) ile onarım sonuçlarını kıyaslamaktır.
GEREÇ VE YÖNTEM: Geriye dönük olarak dizayn edilen bu çalışmaya 2008–2013 yılları arasında, PİA ile (11 hasta) ve RRÖF ile (12 hasta) el dorsumundaki yumuşak doku defektleri onarılan 23 hasta dahil edildi. Onarım yöntemleri fonksiyonel olarak kol, omuz ve el sorunları anketi (DASH) skoru, eklem hareket açıklığı (ROM) ile; estetik olarak skarın görünümü ile değerlendirildi. Ameliyat süreleri, hastanede kalış süreleri ve donör alan problemleri kıyaslandı.
BULGULAR: Posteriyor interosseöz arter flebi ve RRÖF arasında ROM ve DASH skorları ve hastanede kalış süresi açısından istatistiksel açıdan fark saptanmadı. Ameliyat süreleri, skar değerlendirmesi ve donör alan problemleri açısından ise istatistiksel açıdan fark saptandı.
TARTIŞMA: Dorsal el defektlerinde RRÖF sonuçları PİA’dan daha iyidir, ne varki RRÖF elin ana bir arterini sakrifiye etmektedir.
BACKGROUND: Our objective was to compare the outcomes of dorsal hand defect reconstruction using a posterior interosseous artery flap (PIAF) and a reverse adipofascial radial forearm flap (RARFF).
METHODS: From 2008 to 2013, 23 patients who underwent hand soft tissue defect reconstruction with PIAF (11 patients) and RARFF (12 patients) were included in this retrospective study. Reconstruction methods were compared in terms of functionality with disability of the arm, shoulder, and hand (DASH) score and range of motion (ROM) and aesthetically with scar assessment. Operation times, length of hospital stay, and donor site problems were compared.
RESULTS: We found no statistically significant differences between PIAF and RARFF in terms of ROM, DASH score, and length of hospital stay. Statistically significant differences were found in operation time, scar assessment, and donor site problems between PIAF and RARFF patients.
CONCLUSION: RARFF showed better results than PIAF in dorsal hand defects, but in RARFF, the major arteries of the hand are sacrificed.

10.Clinical features, diagnosis, and treatment of traumatic pulmonary pseudocysts
Seray Hazer, Umut Perçem Orhan Söylemez
PMID: 29350368  doi: 10.5505/tjtes.2017.56023  Pages 49 - 55
AMAÇ: Travmatik pulmoner psödokistler künt göğüs travmalarının nadir komplikasyonlarıdır. Çalışmamızın amacı, bu nadir durumun komplikasyonlarından kaçınmak ve doğru tedavi yaklaşımını tespit etmek üzere 15 olgunun radyolojik ve klinik parametrelerle değerlendirilmesidir.
GEREÇ VE YÖNTEM: Temmuz 2014–Aralık 2015 tarihleri arasında kliniğimizde toraks travması nedeniyle takip edilen 185 hastanın bilgileri ve radyolojik görüntüleri geriye dönük olarak değerlendirildi.
BULGULAR: Travmatik pulmoner psödokist tespit edilen 15 hastanın klinik özellikleri ve görüntüleme bulguları değerlendirildi. Ortalama yaş 26.33’dü (1–89 yaş). On üç olguda etiyolojide trafik kazası sorumlu iken iki olguda yüksekten düşme sonrası gelişmişti. Beş olguda tüp torakostomi uygulandı. Olguların %66’sı komplikasyonsuz iyileşti ve hiçbir olguda torakotomi gereksinimi olmadı. Beş olgu, eşlik eden toraks dışı ciddi yaralanmaya bağlı olarak kaybedildi.
TARTIŞMA: Pnömotosel formasyonu akciğer parankiminde meydana gelen ani makaslama gücü etkisiyle parankimde kontüzyon gelişmesi ve kontüzyon alanından ani hava çıkışıyla oluşmaktadır. Bu hastalarda önerilen tedavi yaklaşımı konservatif olmakla birlikte kist rüptürüne bağlı komplikasyonlar gelişebilir. Hastalar yakın takip edilmelidirler ve hayatı tehdit eden komplikasyonlar açısından dikkatli olunmalıdır.
BACKGROUND: Traumatic pulmonary pseudocysts (TPP) are rare complications of blunt chest trauma. The aim of this study is to increase the understanding of this rare entity with imaging and clinical parameters for preventing complications and determining the correct treatment approach by observing 15 cases.
METHODS: We retrospectively reviewed the medical data and thoracic computed tomography scans of 185 patients who underwent examinations in our department after chest trauma between July 2014 and December 2015.
RESULTS: Fifteen patients had TPPs, and their clinical features and imaging findings were evaluated. Their average age was 26.33 (range, 1–89) years. The cause of TPP was traffic accident in 13 patients and falling from a height in two. Tube thoracostomy was required in five patients. None of the patients required thoracotomy, and 66% of them recovered without any complications. Five patients died because of serious concomitant injuries.
CONCLUSION: Sudden shearing force across the pulmonary parenchyma results in an area of pulmonary contusion and airtransfer from the airway to the contused area, which in turn leads to pneumatocele formation. Conservative treatment is recommended for these patients, but complications can occur because of cyst rupture. Patients should be closely monitored and be made aware of the risk of life-threatening complications.

11.Analyses of combat-related injuries to the maxillofacial and cervical regions and experiences in an operational field hospital
Mehmet Burak Aşık, Sinan Akay, Sami Eksert
PMID: 29350369  doi: 10.5505/tjtes.2017.75333  Pages 56 - 60
AMAÇ: Savaşın değişen şartları ile maksillofasiyal yaralanmalar daha sık görülmeye başlandı. Özellikle kentsel alanlarda, el yapımı patlayıcı gibi yüksek enerjili patlayıcı cihazlar, uzun namlulu silahların yanında sıklıkla kullanılmaktadır. Travma hastasına zamanında tıbbi ve doğru tepki verebilmek için travma puanlama sistemleri ve çok disiplinli yaklaşım kullanılması önemlidir. Bu çalışmada, uzun namlulu silahlar ya da yüksek enerjili patlayıcı cihazlar tarafından oluşan yaralanmalar arasında Askeri Yaralanma Ölçeği (MCIS) ve Askeri İşlevsellik Arızası Ölçeği (MFIS) karşılaştırıldı ve operasyonel saha hastanesinin deneyimleri paylaşıldı.
GEREÇ VE YÖNTEM: 27 Temmuz 2015 ile 22 Temmuz 2016 tarihleri arasında uzun namlulu silah (LBW) ve yüksek enerjili patlayıcılardan (HEED) kaynaklı maksillofasiyal ve servikal yaralanmaları sebebi ile operasyon hastanesine başvuran 84 hastanın tıbbi verileri gözden geçirildi. Tüm hastalar için MCIS ve MFIS skorları hesaplandı ve nitelikli hastaların kayıtları Glasgow Koma Ölçeği (GKS) skorları ve hasar alanları için değerlendirildi. Hastalar yaralanmaya neden olan cihaza/silaha göre iki gruba ayrıldı: I. grup LBW ve II. gruptaki HEED olarak belirlendi.
BULGULAR: Hastaların tümü erkekti ve yaş ortalaması 28.75 idi (20–58). Ortalama GKS skoru 13.4 iken, 16 hastada (%19) 15’ten düşüktü. LBW ve HEED grupları arasında MCIS skorlarında istatistiksel olarak anlamlı farklılık yoktu (p=0.206). Ek olarak LBW ve HEED grupları arasında MFIS skorlarında istatistiksel olarak anlamlı farklılık yoktu (p=0.238).
TARTIŞMA: Maksillofasiyal ve servikal bölge yaralanmaları, çoğunlukla kentsel alanlarda bulunan modern çatışmalara daha çok girmeye başlamıştır. Yüksek enerjili patlayıcı cihazların yol açtığı yaralanmalar, maksillofasiyal alanda uzun namlulu silahların neden olduğu yaralanmalar kadar morbid ve ölümcüldür. Hızlı ve kapsamlı müdahale, hayat kurtarıcıdır ve hastanın ileri travma tedavisine yardımcı olur.
BACKGROUND: With the changing conditions of war, maxillofacial injuries are observed more frequently. Particularly in urban areas, high-energy explosive devices (HEEDs), such as improvised explosive devices, are often used alongside long-barreled weapons (LBWs). It is important to use trauma scoring systems and a multidisciplinary approach for medically and accurately responding to the trauma patient in a timely manner. This study aimed to compare the Military Combat Injury Scale (MCIS) and Military Functional Incapacity Scale (MFIS) between injuries sustained by LBWs or HEEDs and to share experiences of an operational field hospital.
METHODS: Medical data of 84 patients admitted to an operational field hospital with maxillofacial and cervical injuries sustained by LBWs and HEEDs between July 27, 2015, and July 22, 2016 were reviewed. MCIS and MFIS scores were calculated for all patients; records of the qualifying patients were studied for the Glasgow Coma Scale (GCS) scores and injury sites. The patients were divided into two groups according to the device/weapon causing the injury: injuries sustained by LBWs in group I and those sustained by HEEDs in group II.
RESULTS: All patients were males, with a mean age of 28.75 (range 20–58) years. The average GCS score was 13.4, but it was lower than 15 in 16 (19%) of the patients. There was no statistically significant difference in MCIS scores between the LBW and HEED groups (p=0.206). In addition, there was no statistically significant difference in MFIS scores between the LBW and HEED groups (p=0.238).
CONCLUSION: Maxillofacial and cervical region injuries are increasing in modern conflicts that are usually located in urban areas. Injuries sustained by HEEDs as well as those sustained by LBWs in the maxillofacial area are morbid and mortal. Rapid and comprehensive intervention is life-saving and helping the patient to further trauma treatment.

12.Operative and non-operative management of children with abdominal gunshot injuries
Mehmet Serif Arslan, Hikmet Zeytun, Serkan Arslan, Erol Basuguy, Mehmet Hanifi Okur, Bahattin Aydogdu, Cemil Goya, Ibrahim Uygun, Selcuk Otcu
PMID: 29350370  doi: 10.5505/tjtes.2017.15359  Pages 61 - 65
AMAÇ: Solid organ yaralanmalarında, bütün dünyada standart tedavi yöntemi “nonoperative management”dır (NOM). Kurşun, trakt boyunca yaydığı yüksek enerjiden dolayı oluşturmuş olduğu doku hasarının derinliği öngörülememekte ve içi boş ogan (İBO) yaralanma sıklığı yüksek olduğundan ateşli silah yaralanması (ASY) ile ilgili bir konsensüs bulunmamaktadır. Bu çalışmada, karın bölgesinde ASY olan hastaların cerrahi ve NOM kriterlerini ortaya koymayı amaçladık.
GEREÇ VE YÖNTEM: Ocak 2010–Nisan 2016 tarihleri arasında karnında ASY olan hastalar geriye dönük olarak analiz edildi. Hemodinamik instabilitesi olan, seri karın muayenelerinde peritonit bulgusu devam eden, karında serbest havası olan grup 1 (n=17) operasyona alındı. NOM ile tedavi edilen olgular ise grup 2 (n=13) idi.
BULGULAR: Grup 1 ile grup 2’yi karşılaştırdığımızda; grup 1’de hemoglobin (Hb) seviyesi ve sistolik kan basıncı istatistiksel olarak düşük iken (p<0.001), yoğun bakımda kalış süresi ve ortalama yaralanma şiddet skoru (ISS) ise istatistiksel olarak yüksek idi (p<0.001). Ayrıca Grup 1’deki olguların 10’unda kolon perforasyonu, yedisinde ise ince bağırsak perforasyonu saptadık. Grup 2’deki olgularımızın dördünde karaciğer yaralanması, birinde dalak, üçünde ise renal yaralanma var iken, beşinde ise parankimatoz organ yaralanması ve İBO saptamadık.
TARTIŞMA: Karında ASY’lerindeki problem İBO yaralanması tanısındaki zorluklara bağlı olarak tedavinin gecikmesidir. Hemodinamik olarak stabil ve seri karın muayenelerinde peritonit bulgusu olmayan parankimatoz organ yaralanmaları NOM olarak tedavi edilebilinir.
BACKGROUND: Non-operative management (NOM) is a standard treatment method for solid organ injuries worldwide. There is no consensus on the management of gunshot wounds (GSW) because of the higher frequency of hollow viscus injuries (HVI) and the unpredictable depth of tissue damage produced by kinetic energy transfer during retardation of the bullet. Here we aimed to re-evaluate indications for surgery and NOM based on our pediatric patients with abdominal GSW.
METHODS: We performed a retrospective analysis of patients evaluated and treated for abdominal GSW at University of Dicle between January 2010 and October 2016. Patients with hemodynamic instability, signs of peritonitis on serial abdominal examination, and free air in the abdomen underwent laparotomy; these were included in group I (n=17). Patients managed non-operatively were included in group II (n=13).
RESULTS: Our statistical analysis showed significantly lower Hb levels and systolic blood pressure levels (p<0.001) and higher pulse rate, higher mean injury severity score, and longer length of stay at intensive care unit in patients in group I than in those in group II (p<0.001). We further detected colon perforation (n=10) and small bowel perforation (n=7) in patients in group I; liver laceration (n=4), splenic injury (n=1), and renal injury (n=3) but no solid organ injury or HVI (n=5) were detected in patients in group II.
CONCLUSION: The major drawback of NOM is the difficulty in diagnosing HVI in abdominal GSW, which may delay treatment. We suggest that patients with solid organ damage who are hemodynamically stable and exhibit no signs of peritonitis upon serial abdominal exam may be treated with NOM.

13.Fundus-first technique and partial cholecystectomy for difficult laparoscopic cholecystectomies
İsmail Cem Sormaz, Yiğit Soytaş, Ali Fuat Kaan Gök, İlker Özgür, Levent Avtan
PMID: 29350371  doi: 10.5505/tjtes.2017.26795  Pages 66 - 70
AMAÇ: Bu çalışmanın amacı, retrograd diseksiyondan (RD) fundus-first (FF) tekniğine ya da laporoskopik parsiyel kolesistektomiye (LPK) geçişin komplikasyonlar, ameliyat süresi ve hastanede kalış süresi üzerine etkisini değerlendirmektir.
GEREÇ VE YÖNTEM: Ocak 2010–Aralık 2014 tarihleri arasında laparoskopik kolesistektomi (LK) yapılan 210 hastanın tıbbi kayıtları geriye dönük olarak incelendi. Tüm LK’lere RD yöntemiyle başlanıldı. Güvenlik penceresinin diseksiyonunda zorluk yaşanması durumunda operasyon ilk olarak FF tekniğine geçildi. Fundus-first tekniğinin de güvenli bir kolesistektomi için yetersiz kaldığı durumlarda ise LPK tercih edildi.
BULGULAR: Laparoskopik kolesistektomi ile başlanan 210 olgunun 197’si RD ile sonlandırıldı. On üç olguda diseksiyon sırasındaki zorluklar nedeniyle FF tekniği uygulandı. Fundus-first grubunda yedi olguda laparoskopik total kolesistektomi başarıyla gerçekleştirildi, geri kalan altı hastada LPK uygulandı. Ameliyat sonrası RD grubunda üç komplikasyon, LPK grubunda iki komplikasyon saptandı. Tüm olgular değerlendirildiğinde majör intraoperatif komplikasyon ve peroperatif mortalite görülmedi.
TARTIŞMA: Elektif ve komplikasyonsuz olgularda güvenli posteriyor pencere (güvenlik penceresi) prensibi uygulanmalıdır. Ancak anatomik belirsizliklerin ön planda olduğu komplike olgularda RD tekniğinde ısrarcı olmamak ve FF ya da LPK tekniklerinden birini tercih etmek açık cerrahiye dönme oranlarını azaltır ve güvenli bir laporoskopik müdahale yapılmasını sağlar.
BACKGROUND: This study aims to evaluate the impact of conversion from retrograde dissection to fundus-first technique (FF) or laparoscopic partial cholecystectomy (LPC) on complication rates, operation time, and duration of hospitalization.
METHODS: The medical records of 210 consecutive patients who underwent laparoscopic cholecystectomy between January 2010 and December 2014 were retrospectively evaluated. All laparoscopic cholecystectomies were initiated with retrograde dissection (RD). In cases of difficulty in dissection of critical view of safety, the operation strategy was first converted to FF and then to LPC when FF was considered insufficient for safe cholecystectomy.
RESULTS: Of the 210 cases, LC was initiated and completed with RD in 197 cases. FF was implemented in 13 cases due to difficulties in dissection. In the FF group, laparoscopic total cholecystectomy was successfully accomplished in seven patients, and LPC was performed in the remaining six cases. Three postoperative complications occurred in the RD group and two in the LPC group. No major intraoperative complications or perioperative mortality occurred in any patients.
CONCLUSION: In elective, noncomplicated cases, the safe posterior window (critical view of safety) principle should be implemented. However, in complicated cases where anatomic uncertainties are dominant, the performance of FF technique or LPC may decrease conversion rates to open surgery and contribute to accomplishing the laparoscopic intervention safely.

CASE SERIES
14.Endoscopic diagnosis and treatment of biliary obstruction due to acute cholangitis and acute pancreatitis secondary to Fasciola hepatica infection
Kemal Dolay, Mustafa Hasbahçeci, Engin Hatipoğlu, Fatma Ümit Malya, Adem Akçakaya
PMID: 29350372  doi: 10.5505/tjtes.2017.89490  Pages 71 - 73
Biliyer Fasciola hepatica enfestasyonu, endemik ve non-endemik bölgelerde etiyolojisi bilinmeyen biliyer tıkanıklığın ayırıcı tanısında olası bir sebep olarak düşünülmelidir. Tanısal değerlendirme sonrası safra yollarında obstrüksiyon saptanan ortalama yaşları 55.8 yıl olan beş hastaya etiyolojik değerlendirme ve/veya endoskopik tedavi için endoskopik retrograd kolanjiyopankreatografi uygulandı. Endoskopik sfinkterotomi ve kolanjiyogram, biliyer sistemde safra dolum defektlerini gösterdi. Balon ve sepet kateteri kullanılarak sırasıyla iki ve üç hastada Fasciola hepatica parazitleri çıkartıldı. Morbidite veya mortalite görülmedi. Fiziksel ve laboratuvar bulgular 10 gün içinde kademeli azalarak normalleşti. Fasciola hepatica, endemik ve non-endemik bölgelerde etiyolojisi bilinmeyen safra yolu tıkanıklığı ayırıcı tanısında öncelikle düşünülmelidir. Fasciola hepatica’ya bağlı safra yolu tıkanıklığı olgularında endoskopik retrograd kolanjiyopankreatografi standart tanı ve/veya tedavi yöntemidir. Parazitin kaygan ve jel benzeri yapısından dolayı, balon kateterin yetersiz kaldığı durumlarda, yarı-açık pozisyonda sepet kateterin kullanılması gerekebilir.
In the differential diagnosis of biliary obstruction with unknown etiology, biliary fascioliasis should be considered in endemic and non-endemic regions. After diagnostic evaluation, endoscopic retrograde cholangiopancreatography (ERCP) was performed for etiological evaluation and/or treatment of biliary obstruction in five patients with a mean age of 55.8 years. Endoscopic sphincterotomy and cholangiogram revealed linear filling defects in the biliary system. Fasciola hepatica parasites were extracted using balloon and basket catheters in two and three patients, respectively. No morbidity or mortality was observed. F. hepatica infection should be considered as a differential diagnosis of biliary obstruction with unknown etiology in endemic and non-endemic regions. ERCP can be the standard diagnostic and/or therapeutic procedure in cases of biliary obstruction due to fascioliasis. Due to slippery and gel-like characteristics of the parasite, use of a basket catheter in semi-opened position may be required in case of unsuccessful extraction using a balloon catheter.

CASE REPORTS
15.Pediatric dural venous sinus thrombosis following closed head injury: an easily overlooked diagnosis with devastating consequences
Joe M Das, Rashmi Sapkota, Binjura Shrestha
PMID: 29350373  doi: 10.5505/tjtes.2017.22823  Pages 74 - 77
Travmatik beyin yaralanması sonrası dural venöz sinüs trombozu (DVST) sık görülmeyen bir bulgudur. Başlangıçta tanı özellikle üstünde bir kırık yoksa sıklıkla atlanabilir. Üstünde kırık olmayan pediyatrik DVST çok ender olup literatürde bu tarihe kadar yalnızca 20 olgu bildirilmiştir. Burada önemsiz bir düşme ve bir febril epizot öyküsü olan 19 aylık bir erkek çocuğu sunuyoruz. Bize geldiğinde Glasgow Koma Skalası skoru (pGKS) E3V4M6 olduğu gibi beynin bilgisayarlı tomografi (BT) taraması normaldi. Başlangıçta konservatif tedavi edildi. Ancak bir nöbet sonrası çekilen müteakip BT taraması tentoriyumda subaraknoid kanama ve falks hematomunu gösterdi. pGKS’de düşüşle birlikte yinelenen nöbetleri gelişmeye başlayana kadar konservatif tedaviye devam edildi. Yinelenen BT taraması masif beyin ödemiyle birlikte süperiyor sagital sinüsün arka yüzünü etkileyen sinüs trombozunu açığa çıkardı. Koagülasyon profili normaldi ve sinüsün üzerinde kırık yoktu. Acil bifrontal dekompressif kraniyektomi uygulanmasına rağmen hasta kurtarılamadı. Bu olgu sunumu, sinüs tanısını atlamamanın ve atlandığı takdirde yıkıcı sonuçlara yol açabilen bu patolojinin önemini vurgulamaktadır.
Dural venous sinus thrombosis (DVST) is an uncommon finding after traumatic brain injury. The diagnosis can often be initially missed, particularly if not associated with an overlying fracture. Pediatric DVST following closed head injury and without an overlying fracture is very rare, with only 20 cases reported in the literature to date. Here we present the case of a 19-month-old boy who presented with a history of trivial fall and an episode of fever. On presentation, the pediatric Glasgow Coma Scale (pGCS) score was E3V4M6, and initial brain computed tomography (CT) was normal. He was initially conservatively managed. However, subsequent CT, taken following an episode of seizure, revealed right tentorial subarachnoid hemorrhage and falx hematoma. Conservative management was continued till he started developing recurrent seizures with a decrease in pGCS scores. Repeat CT revealed sinus thrombosis that involved the posterior aspect of the superior sagittal sinus with a massive brain edema. The coagulation profile was normal, and no fracture overlying the sinus was observed. Although he underwent emergency bifrontal decompressive craniotomy, he did not recover. This study emphasizes on the importance of not missing the diagnosis of sinus thrombosis and the devastating consequences that can occur if it is overlooked.

16.Extension of a coronary intramural hematoma after blunt chest trauma
Maeng Real Park, Mun Ki Min, Ji Ho Ryu, Dae Sub Lee, Kang Ho Lee
PMID: 29350374  doi: 10.5505/tjtes.2017.72393  Pages 78 - 81
Künt göğüs travması sonrası koroner arter diseksiyonu ve intramüral hematom seyrek görülen, ancak yaşamı tehdit edici bir komplikasyondur. Koroner intramüral hematomun yayılması ise çok daha seyrek görülür. Otuz bir yaşındaki erkek yakındaki bir hastaneye künt göğüs travması nedeniyle kabulü sırasında kötüleşen sol göğüs ağrısı nedeniyle hastanemize sevk edildi. Hasta başı ekokardiyografisinde sol ventriküler apeks ve ön duvarda akinezi, sol ventrikül anteroseptal duvar ve arka duvarlarının orta-alt bölümlerinde hipokinezi görüldü. Bilgisayarlı tomografi koroner anjiyografi sol ana koroner arter ve proksimal sol ön inen arterde intramüral hematomun varlığını gösterdi. Hematomun neden olduğu tıkanıklığı açmak için sol ana koroner arterden proksimal sol sirkumfleks (LCX) artere perkütan koroner girişim (PKG) ile çıplak metal stent implante edildi. Stentlemeden sonra sol ana koroner arteri baskılayan hematom LCX artere doğru yer değiştirdi. Yine intramüral hematom gelişti ve LCX’e uzandı. Bu tıkanıklığı çözmek için bir ilaç salan stent başarıyla LCX arter içine implante edildi. Hasta komplikasyonsuz taburcu edildi. İzlemin ikinci ayında hasta semptomsuzdu ve hastada kardiyovasküler semptomlar nüksetmemişti. Travma sonrası geç dönemde oluşan göğüs ağrısı koroner arter diseksiyonundan kuşkulandırmalı ve hematomun genişlemesine karşı dikkatli olunmalıdır.
Coronary artery dissection and intramural hematoma after blunt chest trauma are rare, but life-threatening, complications. Coronary intramural hematoma extension is even rarer. A 31-year-old man was transferred to our hospital for worsening left chest pain during while he was admitted at a nearby hospital due to blunt chest trauma. Bedside echocardiography showed akinesis of the left ventricular apex and anterior wall as well as hypokinesis of the mid-to-basal anteroseptal wall and mid-to-basal lateral and posterior walls of the left ventricle. Computed tomography coronary angiography revealed intramural hematoma in the left main (LM) coronary and proximal left anterior descending (LAD) arteries. Percutaneous coronary intervention, with bare metal stent implantation from the LM coronary artery to the proximal LAD artery, was performed to treat the occlusion caused by the hematoma. After stenting, the hematoma that compressed the LM coronary artery shifted the left circumflex (LCX) artery, and the intramural hematoma developed and extended to the LCX artery. To resolve this occlusion, a drug-eluting stent was successfully implanted in the LCX artery. The patient was discharged without complications. At 2-month follow-up, he remained asymptomatic, with no recurrence of cardiovascular symptoms. Delayed chest pain after trauma should be suspected during coronary dissection, and on treatment, care must be taken to extend the hematoma.

17.Neurological recovery after traumatic Cauda Equina syndrome due to glass fragments: An unusual case
Mehmet Şenoglu, Ali Karadağ, Çağlar Türk, Füsun Demirçivi Özer
PMID: 29350375  doi: 10.5505/tjtes.2017.40583  Pages 82 - 84
Yabancı cisimlerle omurilik yaralanmaları oldukça nadirdir. Bununla beraber patolojik problemlere neden olan spinal kanalın içindeki cam parçacıkları çok nadir raporlanmıştır. Bu raporda, lomber manyetik rezonans görüntüleme ve bilgisayarlı tomografi kullanılarak sırtta laserasyon, bacakta ağrı ve güç kaybı ile gelen ve L2-L3 seviyesinde cam parçacıkları mevcut hasta sunuldu. L2 total laminektomi ve cam parçacıklarının tamamen çıkartılması sonrası dura tamir edildi. Takiplerde tam nörolojik iyileşme saptanan hasta taburcu edildi. Bu cam fragmanlarıyla olan spinal yaralanmalarda nöral elemanların erken operatif dekompresyonu seçeneklerden biridir. Cam parçacıklarıyla ilişkili Cauda Equine sendromlu hasta, fonksiyonel olarak iyi bir prognoza kavuşmuştur.
Penetrating spinal injuries with foreign bodies are exceedingly rare. To date, pathological problems due to glass fragments in the spinal canal have rarely been reported. In this report, the case presenting with a back laceration, leg pain, and leg weakness was found to have glass frag-ments in the spinal canal at the L2-L3 level by lumbar computed tomography and magnetic resonance imaging. After L2 total laminectomy and retrieval of the glass fragments, the dura was re-paired. The patient was discharged from the hospital after complete neurological recovery. In cases of spinal canal injuries due to foreign bodies, early operative decompression of the neural elements is the treatment of choice. Patients with Cauda Equina syndrome due to glass fragments have a good prognosis for functional recovery.

18.An unexpected long-term complication of genital burn in a child: Secondary cryptorchidism
Mustafa Öksüz, Hasan Deliağa, Adem Topkara, Ömer Faruk Koçak
PMID: 29350376  doi: 10.5505/tjtes.2017.93027  Pages 85 - 87
Genital ve perianal yanıklar ciddi ve zorlu uzun dönem komplikasyonları ile ortaya çıkabilmektedir. Literatüründe herhangi bir bildirilmiş yanık sekeli olarak oluşan kriptorşitizm olgusuyla karşılaşmadık. Kriptorşitizminde yanıkların rolünü göstermek için, sekiz yaşında yaygın perineal ve inguinal yanıkları sonucu kriptorşitizm olan çocuk bildirilmiştir. Azalan skrotal volüm skarlı doku üzerine z-plasti, deri grefti ve inmemiş testis onarımı ile gerçekleştirildi.
Genital and perineal burns are rare and challenging injuries with serious long-term complications. Involvement of the testes is a sign of severity. There is limited knowledge in the literature about the management of complications and testes involvement in genital and perineal burns. In this report, we present the case of an 8-year-old boy with secondary cryptorchidism due to burn contracture who was treated by increasing the scrotal volume by Z-plasties, skin graft, and orchidopexy.