p-ISSN: 1306-696x | e-ISSN: 1307-7945
Volume : 23 Issue : 4 Year : 2024

Quick Search

SCImago Journal & Country Rank
Turkish Journal of Trauma and Emergency Surgery - Ulus Travma Acil Cerrahi Derg: 23 (4)
Volume: 23  Issue: 4 - July 2017
EXPERIMENTAL STUDY
1.Cordycepin prevents postoperative formation of intra-abdominal adhesion in a rat model: An experimental study
Serkan Arslan, Hikmet Zeytun, Erol Basuguy, Ibrahim Ibiloglu, Ibrahim Uygun, Ahmet Yilmaz, Ilhan Tan, Gülten Toprak
PMID: 28762461  doi: 10.5505/tjtes.2016.48979  Pages 273 - 278
AMAÇ: Cordycepin’in sıçan modelinde adezyonu önleyip önlemediğini araştırmayı amaçladık.
GEREÇ VE YÖNTEM: Her biri 10’ar adet olmak üzere sıçanlar rastgele üç gruba ayrıldı. Kontrol grubu: Laparotomi ile adezyonun olmadığını doğruladık. Adezyon grubu: Çekum abdomenden çıkarıldı ve kuru spanç ile peteşial hemoraji odakları oluşana kadar scraping yapıldı. Cordycepin grubu: Aynı cerrahi prosedür adezyon grubunda tanımlandığı gibi yapıldı, ancak 10 mg/kg cordycepin intraperitoneal olarak uygulandı. On beş gün sonra sıçanlar anestezi altında kardiyak kan çekme yoluyla sakrifiye edildi. Daha sonra sıçanlar morfolojik ve histopatolojik olarak analiz edildi ve hydroxyproline (OH-p) ve malondialdehyde (MDA) düzeyleri ölçüldü.
BULGULAR: Makroskobik olarak adezyonun Cordycepin grubunda adezyon grubuna göre anlamlı derecede azaldığı görüldü (p<0.01). Bununla birlikte histopatolojik düzelmede Cordycepin grubunda adezyon grubuna göre anlamlı derecede düzelme görüldü (p<0.05). Kan ve doku OH-p ve MDA düzeyleri kontrol grubuna göre adezyon grubunda daha yüksekti. Bu değerler Cordycepin grubunda adezyon grubuna göre daha düşüktü. Malondialdehit seviyesi Cordycepin grubunda adezyon grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı derecede düşüktü (kan p<0.05, doku p<0.01). Buna karşılık yalnızca doku OH-p düzeyi adezyon grubuna göre Cordycepin grubunda istatistiksel olarak anlamlı derecede düşüktü (p<0.05). Adezyon ve Cordycepin grubunda birer sıçan ameliyat sonrası kaybedildi.
TARTIŞMA: Cordycepin sıçan abrazyon modelinde adezyonu etkili olarak azalttığını tespit ettik. Bu yüzden bu ajan ameliyat sonrası adezyonu önlemek için değerli olabilir.
BACKGROUND: The aim of the present study was to investigate whether cordycepin prevented adhesion formation in a rat model.
METHODS: Rats were randomly assigned to 3 groups of 10 rats. Control group: The absence of adhesion was confirmed via laparotomy. Adhesion group: The cecum was removed from the abdomen and scraped with a dry gauze bandage until petechial hemorrhagic foci developed. Cordycepin group: The same surgical procedure was performed as in the adhesion group, and 10 mg/kg cordycepin was administered intraperitoneally. After 15 days, the rats were sacrificed humanely via cardiac blood withdrawal under anesthesia. The rats were then analyzed morphologically and histopathologically, and hydroxyproline (OH-p) and malondialdehyde (MDA) levels were measured.
RESULTS: Macroscopic analysis revealed significantly less adhesion in the cordycepin group than in the adhesion group (p<0.01). Furthermore, significant histopathological improvement was also evident in the cordycepin group compared to the adhesion group (p<0.05). The levels of OH-p and MDA in blood and tissue were higher in the adhesion group than in the control group, and lower in the cordycepin group than the adhesion group. Interestingly, MDA level was significantly lower (blood: p<0.05; tissue: p<0.01) in the cordycepin group than in the adhesion group, whereas only tissue OH-p was significantly lower in the cordycepin group compared with the adhesion group (p<0.05). One rat in both adhesion group and cordycepin group died postoperatively.
CONCLUSION: Results indicated that cordycepin effectively reduced adhesion in a rat abrasion model. Thus, this agent may be valuable to prevent postoperative adhesion.

2.Protective effects of dexmedetomidine and remote ischemic preconditioning on renal ischemia reperfusion injury in rats
Cansu Balcı, Mert Akan, Nilay Boztaş, Sevda Özkardeşler, Bekir Uğur Ergür, Mustafa Ensari Güneli, Belgin Ünal
PMID: 28762447  doi: 10.5505/tjtes.2016.49103  Pages 279 - 286
AMAÇ: Şok, böbrek transplantasyonu, kısmi nefrektomi, kardiyopulmoner baypas, sepsis gibi çeşitli klinik durumlarda ortaya çıkabilen iskemi reperfüzyon (İR) hasarı hastada ciddi organ yetersizliklerine neden olabilmektedir. İskemi reperfüzyon hasarını azaltmak amacıyla kullanılan yöntemlerden bazıları uzak iskemik ön koşullama (UİÖK) ve farmakolojik koşullamadır. Bu çalışmanın amacı; sıçan renal İR modelinde tek taraflı arka ekstremiteye uygulanacak UİÖK ile farmakolojik koşullama olarak deksmedetomidin kullanımının etkilerinin karşılaştırılmasıdır.
GEREÇ VE YÖNTEM: Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Hayvan Deneyleri Yerel Etik Kurulu onayı alındıktan sonra ağırlıkları 250–300 g arasında değişen 28 adet erkek Wistar albino sıçan her birinde yedişer denek olacak şekilde dört gruba ayrıldı. Tüm gruplara genel anestezi altında laparotomi uygulandı ve sol renal pedikül diseke edildi. Grup I (Sham, n=7): Laparatomi sonrası sol renal pedikül diseke edilip başka bir girişim yapılmadan sıçanlar anestezi altında bekletildi. Grup II (İR, n=7): Laparotomi sonrasında sol böbreğe 45 dakika total iskemi sonrası dört saat reperfüzyon uygulandı. Grup III (İR+ Deksmedetomidin, n=7): Laparotomi sonrasında sol böbreğe İskemi uygulanırken reperfüzyonun beşinci dakikasında 100 µg/kg deksmedetomidin intraperitoneal verildi. Grup IV (UİÖK+İR, n=7): Anestezi altında sol arka bacağa üç döngü 10 dakika iskemi ve 10 dakika reperfüzyon uygulananarak beş dakika sonra sol böbrekte İR oluşturuldu. Tüm gruplarda ratların anestezi süresi eşit tutuldu, histomorfolojik değerlendirme için sol böbrek çıkarıldıktan sonra sıçanlar sakrifiye edildi.
BULGULAR: Böbrek histomorfolojik hasar toplam skoru Sham grubunda diğer gruplara göre anlamlı olarak düşük bulundu (p<0.01). İskemi reperfüzyon grubundaki histomorfolojik hasar toplam skorları İR+deksmedetomidin ve UİÖK+İR gruplarından anlamlı olarak yüksek saptandı (p<0.01). Deksmedetomidin ve UİÖK gruplarının hasar skorları karşılaştırıldığında anlamlı bir fark saptanmadı (p=0.89).
TARTIŞMA: Bu deneysel çalışmada, sıçan renal İR modelinde deksmedetomidin ve UİÖK’nin İR hasarını histomorfolojik olarak anlamlı düzeyde azalttığı saptanırken, İR+deksmedetomidin ve UİÖK+İR grupları arasında anlamlı bir fark bulunmadı.
BACKGROUND: The aim of this study was to evaluate the effects of remote ischemic preconditioning (RIPC) and dexmedetomidine as pharmacological conditioning in a rat renal ischemia/reperfusion (IR) injury model.
METHODS: Total of 28 male Wistar Albino rats weighing 250 to 300 g were divided into 4 equal groups. Group I (Sham; n=7): Laparotomy and renal pedicle dissection were performed, and the rats were observed under anesthesia without any intervention. Group II (IR; n=7): Following laparotomy and 45 minutes of left renal pedicle occlusion, 4 hours of reperfusion was performed. Group III (IR+D; n=7): Following laparotomy and ischemia, dexmedetomidine was administrated intraperitoneally (100 μg/kg) at fifth minute of reperfusion. Group IV (RIPC+IR; n=7): Under anesthesia, 3 cycles of ischemic preconditioning were applied to the left hind leg, and after 5 minutes, renal IR was performed. All rats were sacrificed after the left kidney was processed for conventional histomorphology.
RESULTS: Total histomorphological renal injury score was significantly lower in the Sham group compared with the other groups (p<0.01). Total renal injury score of IR group was significantly higher than IR+D and RIPC+IR groups (p<0.01). There was no significant difference in the total renal injury score between the dexmedetomidine and RIPC groups (p=0.89).
CONCLUSION: In the present study, it was demonstrated histomorphologically that both dexmedetomidine and RIPC decreased renal IR injury significantly. In addition, no significant difference was found between dexmedetomidine and RIPC groups.

3.Comparison of warm fluid and cold fluid resuscitation during uncontrolled hemorrhagic shock model in rats
Serkan Dilmen, Mehmet Eryılmaz, Salih Müjdat Balkan, Muhittin Serdar, Murat Durusu, Ali Osman Yıldırım, Sanem Aslıhan Dilmen
PMID: 28762448  doi: 10.5505/tjtes.2016.50487  Pages 287 - 293
AMAÇ: Bu çalışma, sıçanlarda oluşturulan kontrolsüz hemorajik şok (HŞ) modelinde, soğuk sıvı resüsitasyonunun yaşam süresi, kanama miktarı, kanama hızı, hemodinami, hipotermi, koagülopati, asit-baz dengesi, hematokrit, laktat ve baz defisit üzerine etkilerini, ılık sıvı resüsitasyonunun etkileriyle karşılaştırmak için planlandı.
GEREÇ VE YÖNTEM: Çalışmada ketamin ve ksilazinle anestezi altına alınan 29 sıçanın dalağında, vasküler ve parankim yaralanması ile HŞ modeli oluşturuldu. Hemorajik şokun 30. dakikasında, sıçanlara randomize olarak, 14.5 ml/kg dozunda %0.9 NaCl solüsyonu, 24 ºC sıcaklıkta (Grup 1, n=9) ve 4 ºC sıcaklıkta (Grup 2, n=10) 20 dakika süreyle intravenöz infüze edildi. Grup 1 ve 2’nin tedavi etkinliği, sıvı tedavisi uygulanmayan grupla (Grup 3, n=10) karşılaştırıldı. İstatistiksel olarak veriler, ortalama±standart sapma olarak hesaplandı. İstatistiksel analiz için SPSS for Windows 15.0 programı, Bonferroni düzeltmeli Mann-Whitney U-testi ve Kaplan-Meier prosedürü kullanıldı. P≤0.05 olduğunda, istatistiksel olarak anlamlı kabul edildi.
BULGULAR: Soğuk sıvı resüsitasyonu kanama miktarını, kanama hızını, asidozu, hipotermiyi, laktatı, baz defisitini artırarak ve de kan basıncını, hematokriti düşürerek yaşam süresini kısaltmıştır.
TARTIŞMA: Travmada sıvı resüsitasyonu ile ilgili olarak; hangi sıvının, hangi sıcaklıkta, hangi miktarda ve ne kadar sürede verileceğini inceleyen birçok deneysel ve klinik çalışmaların planlanmasına büyük ihtiyaç olduğu değerlendirilmiştir.
BACKGROUND: This study was designed to compare the effects of resuscitation with cold and warm fluid on survival time, rate and volume of hemorrhage, hemodynamics, hypothermia, coagulopathy, acid-base balance, hematocrit, lactate, and base deficit during uncontrolled hemorrhagic shock (HS) model in rats.
METHODS: HS model was created with splenic vascular and parenchymal injury in 29 rats under ketamine and xylazine anesthesia. Thirty minutes after the hemorrhage, the rats were randomized to receive 14.5 mL/kg 0.9% sodium chloride solution at either 24ºC (Group 1; n=9) or 4ºC (Group 2; n=10) for 20 minutes. Groups 1 and 2 were compared with group that did not receive fluid (Group 3; n=10). Statistical data were represented as mean±SD. SPSS for Windows, Version 15.0 (SPSS, Inc., Chicago, IL, USA) software, Bonferroni-adjusted Mann-Whitney U test and Kaplan-Meier procedure were used to perform statistical data analysis. P value of ≤0.05 was considered statistically significant.
RESULTS: Cold fluid resuscitation decreased survival time due to increased rate and volume of hemorrhage, acidosis, hypothermia, lactate, and base deficit and decreased blood pressure and hematocrit.
CONCLUSION: There is a great need for further experimental and clinical trials on fluid resuscitation in trauma in order to define which fluid should be administered, temperature of the fluid, quantity to be delivered, and duration.

ORIGINAL ARTICLE
4.The value of internal jugular vein collapsibility index in sepsis
Murat Haliloglu, Beliz Bilgili, Alper Kararmaz, İsmail Cinel
PMID: 28762449  doi: 10.5505/tjtes.2016.04832  Pages 294 - 300
AMAÇ: Septik hastalarda sıvı yanıtını tahmin etmek için volüm durumunun hızlı, doğru ve tekrarlanabilir olarak değerlendirilmesi çok önemlidir. Spontan soluyan septik hastalarda sıvı yanıtının tahmininde inferiyor vena kava kollapsibilite indeksine (IVC-CI) ek olarak internal jugular ven kollapsibilite indeksinin (IJV-CI) etkinliğini araştırmayı amaçladık.
GEREÇ VE YÖNTEM: Sonografik inceleme üç aşamada gerçekleştirildi. USCOM (Ultrasonic Cardiac Output Monitor) sistemiyle hemodinamik verilerle birlikte IVC-CI ve IJV-CI ölçümleri birinci aşamada yarı oturur pozisyonda, ikinci aşamada pasif bacak kaldırma sonrasında (PBK) ve üçüncü aşamada yeniden yarı oturur pozisyona getirildikten sonra ölçüldü. Sıvı yanıtı PBK sonrası kardiyak indeksdeki (CI) değişiklikle değerlendirildi. Hastalar retrospektif olarak iki gruba ayrıldı: PBK sonrası ΔCI ≥%15 olanlar sıvı yanıtlı (R), ΔCI <%15 sıvı yanıtsız olarak kabul edildi.
BULGULAR: Mekanik ventilatör desteği almayan 44 sepsis tanılı hastada (ortalama yaş 54.6±16.1 yıl) toplam 132 çift IVK ve IJV kollabsibilite indeksi ölçümü yapıldı. Bu hastalardan 23’ü (%52.2) yanıt alınan (R) olarak kabul edildi. Sıvı yanıtı alınan hastaların IJV-CI ve IVC-CI değerleri sıvı yanıtsız hastalara göre daha yüksekti (p<0.001). İnternal jugular ven kollapsibilite indeksi değeri %36 yüksek olması %78 duyarlılık ve %85 özgüllük ile sıvı yanıtlılığını tahmin edebilmektedir. Venöz çap ölçümleri için gereken zaman IJV-CI (30 sn), IVC-CI (77.5 sn) karşılaştırıldığında IJV ölçüm süresi anlamlı olarak kısa bulundu (p<0.001).
TARTIŞMA: Mekanik ventilasyon desteği almayan septik hastalarda sıvı yanıtının tahmininde IJV-CI kolay uygulanabilen, invaziv olmayan bir parametredir, IVC-CI yerine kullanılabilir.
BACKGROUND: Rapid, accurate, and reproducible assessment of intravascular volume status is crucial in order to predict the efficacy of volume expansion in septic patients. The aim of this study was to verify the feasibility and usefulness of the internal jugular vein collapsibility index (IJV-CI) as an adjunct to the inferior vena cava collapsibility index (IVC-CI) to predict fluid responsiveness in spontaneously-breathing patients with sepsis.
METHODS: Three stages of sonographic scanning were performed. Hemodynamic data were collected using the Ultrasonic Cardiac Output Monitor 1A system (Uscom, Ltd., Sydney, NSW, Australia) coupled with paired assessments of IVC-CI and IJV-CI at baseline, after passive leg raise (PLR), and again in semi-recumbent position. Fluid responsiveness was assessed according to changes in the cardiac index (CI) induced by PLR. Patients were retrospectively divided into 2 groups: fluid responder if an increase in CI (ΔCI) ≥15% was obtained after PLR maneuver, and non-responder if ΔCI was <15%.
RESULTS: Total of 132 paired scans of IJV and IVC were completed in 44 patients who presented with sepsis and who were not receiving mechanical ventilation (mean age: 54.6±16.1 years). Of these, 23 (52.2%) were considered to be responders. Responders had higher IJV-CI and IVC-CI before PLR maneuver than non-responders (p<0.001). IJV-CI of more than 36% before PLR maneuver had 78% sensitivity and 85% specificity to predict responder. Furthermore, less time was needed to measure venous diameters for IJV-CI (30 seconds) compared with IVC-CI (77.5 seconds; p<0.001).
CONCLUSION: IJV-CI is a precise, easily acquired, non-invasive parameter of fluid responsiveness in patients with sepsis who are not mechanically ventilated, and it appears to be a reasonable adjunct to IVC-CI.

5.Prognostic factors in acute mesenteric ischemia and evaluation with Mannheim Peritonitis Index and platelet-to-lymphocyte ratio
Eyüp Murat Yılmaz, Erdem Barış Cartı
PMID: 28762450  doi: 10.5505/tjtes.2016.00701  Pages 301 - 305
AMAÇ: Akut mezenter iskemi (AMİ), tanısı geç konan ve mortalitesi oldukça yüksek bir hastalıktır. Mannheim peritonit indeksi (MPİ) ve trombosit/lenfosit (T/L) oranının akut mezenter iskeminin prognozu üzerine etkisini araştırmak.
GEREÇ VE YÖNTEM: Akut mezenter iskemi tanısı konan 34 hastanın dosyaları, Eylül 2014–Nisan 2016 tarihleri arasında geriye dönük olarak tarandı. Hastalar hayatını kaybeden ve kaybetmeyen diye iki gruba ayrıldı. Hastaların MPİ ve T/L oranları, demografik verileri, yatış süreleri kaydedilip karşılaştırıldı.
BULGULAR: Hastaların 19’u erkek (%55.9), 15’i kadın (%44.1) olarak saptandı. Toplam 15 hasta hayatını kaybederken (%44.1),19 hasta (%55.9) sağlıklı taburcu edildi. Mannheim periton indekslerine bakıldığında ise hayatını kaybeden hastalarda ortalama değer 21.13±7.55 bulunurken, hayatını kaybetmeyen hastalarda 16.00±5.24 olarak saptandı (p=0.026). Trombosit/lenfosit oranlarına bakıldığında hayatını kaybetmeyen grupta 288.48±233.01 saptanırken hayatını kaybeden grupta ise 373.82±389.62 olarak bulundu (p=0.045).
TARTIŞMA: Akut mezenter iskemi tablosunda, prognozu ön görmede MPİ ve T/L oranları basit ve güvenilir yöntemlerdir.
BACKGROUND: Acute mesenteric ischemia (AMI) is a disease that has a very high mortality rate and for which the diagnosis is frequently delayed. The aim of the present study was to assess the predictive value of the Mannheim Peritonitis Index (MPI) and platelet-to-lymphocyte (P/L) ratio in the prognosis of AMI.
METHODS: The files of 34 patients diagnosed with AMI between September 2014 and April 2016 were retrospectively examined. The patients were divided into 2 groups based on survival. The parameters of MPI and P/L ratio, demographic data, and duration of hospitalization were recorded and compared.
RESULTS: In all, 19 (55.9%) patients were male, and 15 (44.1%) were female. Total of 19 patients (55.9%) were discharged with a complete recovery, while 15 (44.1%) died. MPI mean value was 21.13±7.55 and 16.00±5.24 in those who died and survived, respectively (p=0.026). P/L ratio was 288.48±233.01 and 373.82±389.62 in those who survived and died, respectively (p=0.045).
CONCLUSION: MPI and P/L ratio are simple and reliable methods to predict the prognosis of AMI.

6.Esophageal button battery ingestion in children
Arzu Şencan, İncinur Genişol, Münevver Hoşgör
PMID: 28762451  doi: 10.5505/tjtes.2016.72177  Pages 306 - 310
AMAÇ: Özofagusta takılı kalan disk piller yüksek morbidite ve mortalite riskine sahiptir. Bu çalışmada, kliniğimizde özofagus yerleşimli disk pil nedeniyle tedavi edilen hastalar sunuldu, erken tanı ve tedavinin önemi vurgulandı.
GEREÇ VE YÖNTEM: Ocak 2010–Mayıs 2015 tarihleri arasında yabancı cisim yutma nedeniyle başvuran hastalar geriye dönük olarak incelendi. Özofagusta takılı kalan piller çalışmaya dahil edildi. Hastalar yaş, cinsiyet, başvuru süresi, başvuru semptomları, pilin yerleşim ve boyutu, uygulanan tedavi ve seyir açısından incelendi.
BULGULAR: Yabancı cisim yutma ile başvuran 1891 olgunun 71’inde yabancı cisim özofagusta yerleşimliydi. Yetmiş bir özefageal yabancı cismin sekizi disk pildi (%11.2). Ortalama yaş 1.7 yıl idi. Başvuru süresi beş olguda ilk altı saat, iki olguda 24 saat sonra, bir olguda bir ay sonra idi. Bir hasta dışında hastaların tümünde yabancı cisim yutma öyküsü vardı. Tüm hastalarda pil endoskopik yolla çıkartıldı. Üç hastada dilatasyonlara yanıt veren özofageal striktür gelişti.
TARTIŞMA: Özofagusta takılı kalan disk piller acil olarak tanınıp çıkartılmalıdır. Uzun süren solunum ve gastrointestinal sistem semptomları olan hastaların ayırıcı tanısında özofageal yerleşimli disk pil akılda tutulmalıdır.
BACKGROUND: Button battery lodged in the esophagus carries a high risk of morbidity and mortality. The purpose of this study was to present cases of patients with esophageal button battery ingestion treated at our clinic and to emphasize the importance of early diagnosis and treatment.
METHODS: Records of patients admitted to our hospital for foreign body ingestion between January 2010 and May 2015 were retrospectively reviewed. Cases with button battery lodged in the esophagus were included in the study. Patient data regarding age, sex, length of time after ingestion until admission, presenting clinical symptoms, type and localization of the battery, management, and prognosis were analyzed.
RESULTS: Among 1891 foreign body ingestions, 71 were localized in the esophagus, and 8 of those (11.2%) were cases of button battery ingestion. Mean age was 1.7 years. Admission was within 6 hours of ingestion in 5 cases, after 24 hours had elapsed in 2, and 1 month after ingestion in 1 case. All patients but 1 knew the history of ingestion. Prompt endoscopic removal was performed for all patients. Three patients developed esophageal stricture, which responded to dilatation.
CONCLUSION: Early recognition and timely endoscopic removal is mandatory in esophageal button battery ingestion. It should be suspected in the differential diagnosis of patients with persistent respiratory and gastrointestinal symptoms.

7.Eight years of clinical experience with digit replantation: Demographic characteristics and outcomes
Melike Oruç, Koray Gürsoy, Kadri Özer, Özlem Çolak, Yüksel Kankaya, Nezih Sungur, Gürhan Mustafa Ulusoy, Uğur Koçer
PMID: 28762452  doi: 10.5505/tjtes.2016.40040  Pages 311 - 316
AMAÇ: Mikrocerrahideki cerrahi ve teknik ilerlemelere rağmen halen parmak amputasyonlarının replantasyonu sonrasında tatminkar sonuçlar elde etmek zordur ve başarı oranlarını belirleyen birçok faktör mevcuttur. Bu yazıda, replantasyonun başarısını değiştirebilecek faktörleri tartışmak amaçlandı.
GEREÇ VE YÖNTEM: Altmış hastada uygulanan 85 parmak replantasyonunun geriye dönük analizi yapıldı. Revaskülarizasyonlar ve metakarpofalangeal eklemin proksimalindeki replantasyonlar çalışma dışı bırakıldı. Hastaların demografik özellikleri, yaralanma yeri, yaralanma mekanizması, amputasyon seviyesi ve başarı oranları değerlendirildi.
BULGULAR: Ortalama yaşları 31 olan 53 erkek ve yedi kadın hasta çalışmaya dahil edildi. İşaret parmağı en sık replante edilen parmaktı (%27). Sol el en sık etkilenen taraftı (%62). Yaralanma mekanizması, replante edilen parmakların %56’sında ezilme, %23’ünde giyotin tip, %21’inde ise avülziyondu. Başarı oranları giyotin, ezilme ve avülziyon tipi yaralanmalarda sırasıyla %81, %53 ve %36 olarak bulundu.
TARTIŞMA: Sonuç olarak, replantasyonların başarı oranlarını belirlemede yaralanma tipi ve kişisel değişkenler oldukça önemlidir. Replantasyon cerrahisinin sonuçlarına etki edebilecek değişkenler hakkında bilgi sahibi olmak, hasta ve yakınlarını doğru bilgilendirme konusunda el cerrahlarının yanında acil cerrahi hizmeti veren hekimler için de oldukça yönlendirici olacaktır.
BACKGROUND: Despite surgical and technical advances in microsurgery, it is still difficult to obtain satisfactory results after replantation of finger amputation. The aim of the present study was to discuss some of the many factors that can affect the success rate of replantation.
METHODS: A retrospective analysis of 60 patients with 85 finger replantations was performed. Revascularizations and replantations proximal to the metacarpophalangeal joint were excluded. Demographic characteristics of the patients, place of injury, mechanism of injury, level of amputation, and success rate were examined.
RESULTS: A total of 53 male and 7 female patients with mean age of 31 years were included in the study. Index finger (27%) was the most commonly replanted digit. Left side was the more affected, with 62%. Mechanism of injury was crush in 56%, guillotine in 23%, and avulsion in 21% of replanted digits. Success rate was 81%, 53%, and 36% in guillotine, crush, and avulsion injuries, respectively.
CONCLUSION: In conclusion, the injury type and personal variables are very important in the rate of replantation success. Knowledge about the effects of different factors on the results of replantation surgery will provide guidance to hand surgeons in order to inform patients and their relatives properly.

8.Ischemia-modified albumin and other inflammatory markers in the diagnosis of appendicitis in children
Selçuk Nazik, Veli Avci, Zeynep Küskü Kiraz
PMID: 28762455  doi: 10.5505/tjtes.2016.11823  Pages 317 - 321
AMAÇ: Bu çalışmada çocuklardaki apandisit ile iskemi modifiye albümin (İMA), C-reaktif protein (CRP), eritrosit sedimentasyon hızı (ESR), beyaz küre sayısı (WBC), nötrofil lenfosit oranı (NLR), platelet lenfosit oranı (PLR) ve ortalama platelet hacmi (MPV) arasındaki ilişkinin ortaya konulması amaçlandı.
GEREÇ VE YÖNTEM: Çalışmaya Mayıs 2015 ve Kasım 2015 tarihleri arasında hastanemize başvuran toplam 63 olgu dahil edildi, bunların 30’u apandisit olgusu ve 33’ü sağlıklı kontrol olgu idi. Gruplar yaş ve cinsiyet açısından benzerdi.
BULGULAR: Apandisitli hastalarda İMA, CRP, ESR, WBC, MPV, NLR ve PLR değerlerinin ölçüldüğü ROC eğrisinin değerlendirilmesinde, en yüksek eğri altında kalan alan (EAA) İMA’da (EAA: 0.991) tespit edilirken, onu takip eden EAA değerleri NLR (EAA: 0.946), CRP (EAA: 0.808), PLR (EAA: 0.779), ESR (EAA: 0.767), WBC (EAA: 0.749) ve MPV (EAA: 0.583) idi.
TARTIŞMA: Bu amaçla apandisit tanısında sıkça kullanılan yüksek WBC ve CRP düzeyi, sağ alt kadran ağrısı ve USG sonuçlarına ek olarak NLR, PLR, İMA ve ESR değerlerinin de tanıda kullanılmasının faydalı olacağı kanaatindeyiz.
BACKGROUND: The aim of the present study was to determine relationship of ischemia-modified albumin (IMA) level, C-reactive protein (CRP) level, erythrocyte sedimentation rate (ESR), white blood cell (WBC) count, neutrophil-to-lymphocyte ratio (NLR), platelet-to-lymphocyte ratio (PLR), and mean platelet volume (MPV) to appendicitis in children.
METHODS: Study included total of 63 patients who presented at hospital between May 2015 and November 2015. Of these, 30 were cases of appendicitis, and 33 were healthy control subjects. The groups were statistically similar in age and gender.
RESULTS: Receiver operating characteristic curve was evaluated for IMA, CRP, ESR, WBC, MPV, NLR, and PLR values in patients with appendicitis, and IMA was determined to have highest area under the curve value (0.991), followed by NLR (0.946), CRP (0.808), PLR (0.779), ESR (0.767), WBC (0.749), and MPV (0.583).
CONCLUSION: Use of NLR, PLR, IMA, and ESR values may be helpful in diagnosis of appendicitis, in addition to WBC and CRP values, lower right quadrant abdominal pain, and ultrasonography signs commonly used.

CASE SERIES
9.Damage control surgery: 6 years of experience at a level I trauma center
Amit Gupta, Subodh Kumar, Sushma Sagar, Pawan Sharma, Biplab Mishra, Maneesh Singhal, Mahesh C Misra
PMID: 28762453  doi: 10.5505/tjtes.2016.03693  Pages 322 - 327
BACKGROUND: Damage control surgery (DCS) has been a well-established practice in the management of trauma victims for more than 2 decades now. The primary aim of this study was to review and analyze the presentation and outcome of patients with torso trauma who underwent DCS at Level I trauma center.
METHODS: Retrospective study was conducted using database records prospectively maintained over period of 6 years from 2008 through 2013 at an urban Level I trauma center. Data available from hospital medical records were analyzed to study presentation, mechanism of injury, organs injured, associated injuries, and outcome in patients who underwent DCS following torso trauma. Primary outcome measure was survival.
RESULTS: Total of 61 patients were identified who had undergone DCS during the study period. Majority of these patients were males (n=59), had sustained blunt trauma as result of road traffic injury, and had presented with shock (n=49). The 30-day mortality rate was 54%. Mortality was significantly associated with shock (63% cases died; p=0.008), and with Glasgow Coma scale ≤8 (85% died; p=0.001). Injuries significantly associated with high mortality were hepatic injury (n=15; 11 died), major vascular injury (n=10; 3 died), cardiac injury (n=5; 3 died), and pelvic fracture (n=17; 10 died). Re-exploration was required in 28 cases with 13 deaths. Mesh laparostomy was performed in 24 cases, with mortality in 58%.
CONCLUSION: In the absence of more effective alternative, especially at facilities with limited resources, DCS may be appropriate in critically injured patients; however, it continues to be associated with significant morbidity and high mortality, even at tertiary care centers.

ORIGINAL ARTICLE
10.Use of trauma scoring systems to determine the physician’s responsibility in cases of traumatic death with medical malpractice claim
Murat Nihat Arslan, Çisem Kertmen, Deniz Oğuzhan Melez, Durmuş Evcüman, Yalçın Büyük
PMID: 28762454  doi: 10.5505/tjtes.2016.50540  Pages 328 - 336
AMAÇ: Travmatik ölümler Dünya Sağlık Örgütü’nün başlıca ölüm sebepleri listesinde en üst sıralarda yer almaktadır ve bu ölümlerde mortaliteyi en fazla etkileyen faktörlerden birisi travmanın şiddetidir. Travma hastalarında tıbbi girişimler sırasında kimi yaralanmalar atlanabilmekte ve bu durum tıbbi uygulama hatası iddialarının doğmasına neden olabilmektedir. Bu çalışmanın amacı, travma skorlama sistemlerinin sağlayacağı yararı ortaya çıkarak tıbbi uygulama hatası iddiası olan olguların değerlendirilmesine yeni bir bakış açısı getirmektir.
GEREÇ VE YÖNTEM: Olgulara Adli Tıp Kurumu Genel Kurulu’nda 2010–2013 yılları arasında görüşülerek karara bağlanmış dosyalar taranarak ulaşıldı. Tıbbi uygulama hatası olan hekimin tıbbi kayıtları, otopsi ya da son klinik değerlendirme bulguları göz önüne alınarak her birisi için ayrı ayrı yaralanma ağırlık soruları hesaplanarak karşılaştırıldı.
BULGULAR: 2010–2013 yılları arasında 263 tıbbi uygulama hatası iddiası dosyası tartışılarak karara bağlanmıştır. Bunlardan 25’i hastanın ölümüyle sonuçlanmış olgulardır. Bu 25 olguda 34 hekim hakkında tıbbi uygulama hatası ile iddiası ortaya atışmıştır. Kurul 12 olguda 14 hekimin tıbbi uygulama hatası olduğu yönünde karar vermiştir. Hakkında iddia olan hekimin tuttuğu tıbbi kayıtlarda saptayabilmiş olduğu travma bulguları ile otopsi ya da son klinik değerlendirmede saptanan tüm bulgulara ait Yaralanma Ağırlık Skoru ve Yeni-Yaralanma Ağırlık Skoru hesaplanarak atlanmış ya da gözden kaçırılmış yaralanmaların ölüm üzerindeki etkisi ortaya konabilecektir.
TARTIŞMA: Tıbbi uygulama hatası iddiası bulunan olgularda travma skorlarının hesaplanması tüm dallardan tıbbi bilirkişilikle görevlendirilmiş uzmanlara ve ayrıca hakimlere, atlanmış ya da gözden kaçırılmış yaralanmaların etkilerinin ortaya çıkarılmasında ve hekimin sorumluluğunun yorumlanmasında ve olgunun uygulama hatası olmasaydı yaşayabilme ihtimalinin belirlenmesinde yardımcı olacaktır. Tek başına karar verdirici bir ölçüt olarak değil diğer tüm bulguları destekleyici bir araç olarak kullanılabilecektir.
BACKGROUND: Traumatic injury is near the top of World Health Organization list of leading causes of death, and one of the major factors affecting mortality is the severity of the trauma. During medical intervention for trauma patients, some injuries may be overlooked, and this misstep may be the basis of a malpractice claim. The objective of this study was to provide a new approach to evaluating medical malpractice cases by discussing the benefits of the use of trauma scores.
METHODS: Cases of alleged malpractice that were discussed and concluded between 2010 and 2013 were selected from the case archive of the General Committee of the Council of Forensic Medicine (GC of CFM). Injury severity scores were calculated from the medical records of accused physicians and from the autopsy or final clinical evaluation records and compared.
RESULTS: Between the years 2010 and 2013, 263 cases of alleged medical malpractice were discussed and concluded by the general committee. Of these, in 25 cases of patient death, the reason for admission to the hospital was traumatic injury. Various surgical specialties were involved. In these 25 cases, 34 physicians were accused of medical malpractice, and the General Committee classified the interventions of 14 physicians in 12 cases as “malpractice.” Missed injuries and unrecognized diagnoses can be established by comparing the Injury Severity Score and New Injury Severity Score values in the findings of accused physicians with the subsequent findings of last evaluation or autopsy.
CONCLUSION: In a medical malpractice case, calculating injury severity scores may assist an expert witness or judge to detect any unseen injuries and to determine the likely survival potential of the patient, but these values do not provide enough information to evaluate all of the evidence or draw conclusions about the entire case. All contributing factors to trauma severity should be considered along with the trauma score and other case factors.

11.Total hip arthroplasty for acetabular fractures: “Early Application”
Necmettin Salar, Muhammet Sadık Bilgen, Ömer Faruk Bilgen, Cenk Ermutlu, Gökay Eken, Kemal Durak
PMID: 28762456  doi: 10.5505/tjtes.2016.55675  Pages 337 - 342
AMAÇ: Asetabulum kırıkları sonrası erken Total Kalça Protezi (TKP) uygulamasının fonksiyonel ve klinik sonuçlarının değerlendirilmesi amaçlandı.
GEREÇ VE YÖNTEM: Ocak 2008–Ekim 2013 tarihleri arasında asetabulum kırığı tanısıyla erken total kalça protezi uygulanan 17 hastanın klinik ve radyolojik sonuçları değerlendirildi. On dördü erkek, üçü kadın olmak üzere, ortalama yaşları 52 (29–80) idi. Hastaların ortalama takip süresi 48.2 aydır (24 ay–70 ay). Hastaların travmaları ile operasyonları arasındaki ortalama süre 13 gündür (2 gün–21 gün).
BULGULAR: Hastaların fonksiyonel sonuçları Harris kalça skoru ile değerlendirildi. Ortalama Harris kalça skoru 89.6 (70–100) olarak bulundu. On üç (%76) hastada ise mükemmel ve iyi olarak bulundu. On hastanın yedisi travmadan önce çalıştıkları işe geri döndü. Ortalama işe dönüş süresi ise 7.2 ay (1.5 ay–24 ay) idi. Komplikasyon olarak kısalık, enfeksiyon, dislokasyon ve heterotopik ossifikasyon görüldü. Enfeksiyon ve dislokasyon nedeniyle iki hastaya revizyon uygulandı. Dokuz (%52.9) hastada Brooker sınıflamasına göre heterotopik ossifikasyon tespit edildi.
TARTIŞMA: Asetabulum kırıklarından sonra doğru endikasyon ve doğru hasta seçimi ile yapılan erken TKP ile ağrısız ve fonksiyonel bir kalça eklemi elde edilirken, erken mobilizasyon, erken işe dönüş ve tekrar operasyon riskinde azalma avantajları olduğu anlaşılmıştır ve kafa travması, yüksek enerjili travma ya da ek kas iskelet sistemi yaralanmasından biri veya daha fazlası olan hastalarda heterotopik ossifikasyon profilaksisi akılda tutulmalıdır.
BACKGROUND: The aim of this study was to evaluate the functional and clinical results of early total hip arthroplasty performed to treat acetabulum fracture.
METHODS: Evaluation of 17 patients who were diagnosed with acetabulum fracture and treated with early total hip arthroplasty between January 2008 and October 2013 was performed. In all, 14 patients were male, and 3 were female, with mean age of 52 years (range: 29–80 years). Time elapsed between trauma and operation was mean of 13 days (range: 2–21 days). Observation period was average of 48.2 months (range: 24–70 months). Mean Harris Hip Score was 89.6 (range: 70–100).
RESULTS: In 13 patients, score was good or excellent. Total of 7 of 10 patients had returned to their pre-trauma jobs. Mean length of time for return to work was determined to be 7.2 months (range: 1.5–24 months). Of the total, 9 (52.9%) patients were diagnosed with heterotopic ossification according to Brooker Classification.
CONCLUSION: After acetabulum fracture, early total hip arthroplasty with the correct indications and appropriate patient can result in functional, pain-free hip joint with the advantages of early mobilization, early return to work, and decrease in reoperation risk. Heterotopic ossification prophylaxis should be considered in the presence of 1 or more risk factors, such as a head injury, high-energy trauma, or associated musculoskeletal injuries.

12.Is intact fibula a disadvantage in treatment of tibial diaphysis fracture with intramedullary nailing?
Yavuz Kabukcuoğlu, Sami Sökücü, Cagrı Özcan, Kubilay Beng, Osman Lapcın, Bilal Demir
PMID: 28762457  doi: 10.5505/tjtes.2016.46529  Pages 343 - 347
AMAÇ: Çalışmamızın amacı, intramedüller çivi ile tedavi edilen fibula kırığının eşlik etmediği tibia diafiz kırıkları ile fibula kırığının eşlik ettiği aynı tip tibia diafiz kırıklarının cerrahi süre, kaynamama, yanlış kaynama ve iyileşme oranlarını karşılaştırmaktır.
GEREÇ VE YÖNTEM: 2010–2013 yılları arasında tibia diafiz kırığı tanısı konulan ve intramedüller çivi ile tedavi edilen 254 hasta geriye dönük olarak incelendi. Çalışma kriterlerine uyan hastalar iki gruba ayrıldı. Her iki gruptaki hastalar, cerrahi öncesi geçen süre, cerrahi turnike zamanı, kaynama zamanları ve son kontrollerindeki tibia varus, valgus, rekurvatum ve antekurvatum deformiteleri açısından karşılaştırıldı.
BULGULAR: Her iki grup arasında cerrahi öncesi geçen süre, cerrahi turnike zamanı, kaynama zamanları ve son kontrollerindeki tibia varus, valgus, rekurvatum ve antekurvatum deformiteleri açısından istatistiksel olarak anlamlı fark tespit edilmedi.
TARTIŞMA: İntramedüller çivi ile tedavi edilen tibia diafizer kırıklarında fibulanın sağlam olması redüksiyon kaybı, kaynamama, yanlış kaynama, ve iyileşme oranları bakımından bir dezavantaj değildir.
BACKGROUND: The aim of this study was to compare solitary tibial diaphysis fractures and tibial diaphysis fractures associated with fibula fracture treated with the intramedullary nailing method.
METHODS: Records of 254 patients diagnosed with tibial diaphysis fracture and treated with intramedullary nailing between 2010 and 2013 were examined and 30 patients were included in the study. Group 1 comprised patients with solitary tibial diaphysis fracture, and Group 2 was made up of patients with tibial diaphysis fractures associated with fibula fracture. Patients in both groups were compared in terms of time to surgery, duration of surgical tourniquet, time to union, and varus, valgus, recurvatum, and antecurvatum deformities of the tibia at final follow-up.
RESULTS: No statistically significant difference was found between the 2 groups in time to surgery, duration of surgical tourniquet, time to union, or varus, valgus, recurvatum, and antecurvatum deformities.
CONCLUSION: Results indicated that intact fibula in tibial diaphysis fracture treated with intramedullary nailing was not a disadvantage; it did not affect rate of union or lead to loss of reduction, non-union, or malunion.

CASE REPORTS
13.Removal of cardiothoracic war-related shrapnel using video-assisted thoracoscopic surgery
Mohammed Khalifa, Fikri M Abu-zidan, Navidul Khan, Edward Black
PMID: 28762458  doi: 10.5505/tjtes.2016.67378  Pages 348 - 350
This is the first report in the literature to describe removing war-related cardiothoracic shrapnel using video-assisted thoracoscopic surgery (VATS). War blast caused penetrating thoracic and extremity injuries in 30-year-old man. He was referred to our hospital after stabilization. Magnetic resonance imaging was required to evaluate brachial plexus injury. Large, penetrating shrapnel fragment in the right posterior chest wall, retained shrapnel in apex of the right lung, and another fragment in the pericardium were removed using VATS in staged approach. Postoperative period was uneventful. VATS is useful in managing complex, war-related cardiothoracic injuries.

14.A rare cause of hemoperitoneum: A case report of ruptured ileocolic artery aneurysm
Adem Bayraktar, Kaan Gök, Fatih Yanar, Bahar Canbay Torun, Cemalettin Ertekin
PMID: 28762459  doi: 10.5505/tjtes.2016.08095  Pages 351 - 353
Visseral arter anevrizmaları (VAA) vasküler patolojiler arasında çok nadir görülmektedir. Otopsi çalışmalarında görülme sıklığı %0.1–%0.2 arasında değişmektedir. Çoğu olguda semptomsuzdurlar ve komplikasyonları sonucu tanı alırlar ya da başka nedenle yapılan görüntülemeler sırasında insidental olarak saptanırlar. Visseral arter anevrizmaları arasında süperiyor mezenterik arter (SMA) uç dal anevrizmaları %3 oranında görülmektedir. Anevrizma rüptürü sonucu intra ve/veya ekstraperitoneal kanamalar hayatı tehdit etmekte ve acil müdahale gerektirmektedir. Bu nedenle tanı konulduktan sonra hızlı bir şeklide cerrahi ya da endovasküler girişim ile tedavi edilmeleri gerekmektedir. Bu yazıda, karın ağrısı, bulantı, kusma nedeni ile başvuran ve görüntülemelerinde ileokolik arterde anevrizma saptanıp endovasküler girişim planlandığı ve hastanede yatış sırasında rüptüre olan, acil cerrahi girişim uygulanan olguyu sunmayı ve literatür taraması yapmayı amaçladık.
Visceral artery aneurysm (VAA) is very rare among vascular pathologies. Incidence reported in autopsy series and angiographic studies varies between 0.1% and 0.2%. Most cases are asymptomatic and are diagnosed as result of complications, or incidentally, when imaging is performed for another reason. Three percent of VAAs are superior mesenteric artery (SMA) terminal branch aneurysms. Intra- and/or extraperitoneal bleeding due to ruptured aneurysm is life-threatening condition and requires emergent intervention. Therefore, surgical or endovascular interventional treatment must be performed rapidly after diagnosis. Presently described is case of ileocolic artery aneurysm in a patient admitted with abdominal pain, nausea, and vomiting. Endovascular intervention had been planned; however, during hospitalization, aneurysm ruptured and emergent surgery was performed. Review of the literature is also presented.

15.Successful endoscopic treatment of an unusual foreign body in the stomach: A package of heroin
Mehmet Asıl, Ramazan Dertli
PMID: 28762460  doi: 10.5505/tjtes.2016.93462  Pages 354 - 356
İlaç bağımlılığı önemli bir sosyal ve tıbbi sorundur. Uyuşturucu madde kaçakçılığında “vücutta depolama” yöntemi sıklıkla kullanılmaktadır. Uyuşturucu madde küçük plastik paketler halinde hazırlandıktan sonra yutulur ya da rektum, vajina gibi doğal vücut kavitelerine yerleştirilir. Diğer benzer bir durum da uyuşturucu madde paketinin polis baskını sırasında tutuklanmamak için istemli yutulmasıdır. Biz burada eroin içeren bir paket yutan ve endoskopik olarak tedavi edilen bir olguyu sunduk. “Vücut Depolayıcıları”nın yuttuğu uyuşturucu paketlerinin tedavisinde, uygun olgularda üst gastrointestinal endoskopi güvenli bir alternatif yöntemdir.
Drug addiction is an important medical and social problem. “Body packing” is frequently used for concealed transportation of illegal drugs. The drug is packed in small plastic packages and swallowed or placed into body cavities, such as the rectum or the vagina. Another aspect is “body stuffing,” in which the drug package is usually hastily swallowed in order to avoid arrest. Presently described is case of a body stuffer who ingested a package of heroin and was successfully treated with upper gastrointestinal endoscopy. Upper gastrointestinal endoscopy is a safe alternative therapeutic option in body stuffers in selected cases.