p-ISSN: 1306-696x | e-ISSN: 1307-7945
Volume : 15 Issue : 6 Year : 2024

Quick Search

SCImago Journal & Country Rank
Turkish Journal of Trauma and Emergency Surgery - Ulus Travma Acil Cerrahi Derg: 15 (6)
Volume: 15  Issue: 6 - November 2009
REVIEW
1.Novel use of Lodox Statscan in a level one trauma center
Bardia Amirlak, Bishoy Zakhary, Katie Weichman, Hardeep Ahluwalia, Ray D Gaines, Armour R Forse
PMID: 20037867  Pages 521 - 528
Travma, Birleşik Devletler’de hastalarda olumsuz sonuçlara neden olmayı sürdürmektedir. Klinik görünüş akut durumlarda çok önemli olmakla birlikte, nesnel fiziksel veriler, travma sonucu gerçekleşen çoğu yaralanmanın tanısında giderek artan bir önem kazanmaktadır. Radyografi her zaman travma durumlarında uygulanan primer tanı yöntemi olmuşsa da bu yöntem hastanın akut resüsitasyonunun zaman alıcı ve kullanışsız bir ögesi olmayı sürdürmektedir. Bu problemlerle mücadeye yardım etmek üzere, dijital radyografinin bir tipi olan Lodox® Statscan®’in (Lodox® Systems (Pty), Ltd., Benmore, Güney Afrika) yeni kullanım şekli Creighton Üniversitesi Tıp Merkezi’nde (Omaha, Nebraska) değerlendirildi. Bu yeni araç, baştan sona tüm vücudu 13 saniyede tarayan lineer ışın teknolojisi kullanmaktadır. Burada, dijital radyografi sistemi ve onun travmadaki başlangıç niteliğindeki kullanımı tanımlandı ve yöntemin değerli olduğunun kanıtlandığı olgular tartışıldı. Ön hazırlık niteliğindeki deneyimimiz, buluşun büyük merkezlerde kullanımı, travma hastalarındaki morbidite ve mortalite sonuçlarını düzeltmekte başarılı olacağını göstermektedir.
Trauma continues to be a large source of poor outcomes for patients in the United States. While clinical guise is very important in the acute setting, objective physical data is becoming increasingly important in the diagnosis of many injuries sustained during trauma. Radiography has always been the primary diagnostic modality applied in trauma situations but it continues to be a time-consuming and unwieldy part of the acute resuscitation of the patient. The novel use of the Lodox® Statscan® (Lodox® Systems (Pty), Ltd., Benmore, South Africa), a type of digital radiography, as a means to help combat these problems was evaluated at Creighton University Medical Center, Omaha, Nebraska. This new machine uses a linear beam technology to scan the entire body in 13 seconds. Here, we describe this digital radiography system, its introductory use in the trauma bay, and discuss cases where it has proven valuable. Based upon our preliminary experience, the use of the device in large centers shows promise for improving morbidity and mortality outcomes in trauma patients.

EXPERIMENTAL STUDY
2.The role of apoptosis and protective effect of carnitine in contralateral testicular injury in experimental unilateral testicular torsion
Levent Cankorkmaz, Gökhan Köylüoğlu, Hatice Özer, Esin Yıldız, Zeynep Sümer, Öztürk Özdemir
PMID: 20037868  Pages 529 - 534
AMAÇ
Sıçanlarda oluşturulan tek taraflı testis torsiyonu modelinde, karşı testis hasarının etyolojisinde programlanmış hücre ölümünün (PHÖ) rolü ve karnitinin koruyucu etkisi araştırıldı.
GEREÇ VE YÖNTEM
Otuz altı adet Wistar Albino sıçan altı gruba ayrıldı. Gruplar, kontrol, sham, 6 ve 24 saatlik torsiyon-detorsiyon ile 6 ve 24 saatlik torsiyon-detorsiyon-karnitin verilen şeklinde oluşturuldu. Sıçanların sol testisleri torsiyone edildi. Tedavi gruplarına, detorsiyondan bir saat önce periton içine karnitin verildi. Detorsiyondan bir hafta sonra sağ orşiektomi yapıldı. Testisler Johnsen biyopsi skorları (JTBS), seminifer tübül çapları (STÇ), malonildialdehit ve PHÖ oranları açısından incelendi. PHÖ oranları, immün floresans ve DNA agaroz gel elektroforeziyle saptandı. Sonuçlar ANOVA testiyle değerlendirildi.
BULGULAR
Kontrol ve sham grubunun JTBS ve STÇ’leri, deney gruplarının JTBS ve STÇ’lerinden anlamlı olarak yüksekti (p<0,05). 6 ve 24 saatlik torsiyon-detorsiyon grubundaki PHÖ oranları, sham grubuna göre belirgin olarak yüksekti, 24 saatlik torsiyon-detorsiyon grubundaki PHÖ artışı daha belirgindi. Karnitinin koruyucu etkisi 24 saatlik torsiyon grubunda anlamlı bulunurken 6 saatlik torsiyon-detorsiyon sonrası karnitin verilen grupta anlamlı farklılık saptanmadı.
SONUÇ
Tek taraflı testis torsiyonu modelinde karşı testiste, torsiyon süresiyle paralel olarak artan oranda hasarlanma ve PHÖ’de artış görülmektedir. Bu, uzun süreli torsiyonlarda, detorsiyon öncesi verilen karnitinle azaltılabilir.
BACKGROUND
We examined the role of programmed cell death (PCD) in the etiology of contralateral testis injury as well as the protective effect of carnitine.
METHODS
Thirty-six Wistar Albino rats were used in the study. Rats were divided into six groups as control, sham, torsion-detorsion with 6- and 24-hour intervals, and torsion-detorsion-carnitine administration with 6- and 24-hour intervals. The left testes of all rats were torsioned 720°. Intraperitoneal carnitine was administered to groups as 100 mg/kg one hour before detorsion. Orchiectomy was applied to the contralateral testis a week after detorsion. Testes were examined with respect to diameters of seminiferous tubules (DST), ratios of malonyl dialdehyde and Johnsen biopsy scores (JBS), and PCD ratios. Results were evaluated by ANOVA test.
RESULTS
Programmed cell death ratios were significantly higher in the torsion-detorsion with 6- and 24-hour intervals groups compared to the sham group. Those increases were more prominent in the torsion-detorsion with 24-hour interval group. DST and JBS of the control group were significantly higher than in the experimental groups (p<0.05). The protective effect of carnitine was significant in the 24-hour torsion group, while no significant difference were detected in the 6-hour torsion-detorsion-carnitine group.
CONCLUSION
Increased injury and PCD in the contralateral testis was observed with prolonged exposure time in this model. It was possible to decrease the injury with carnitine.

3.Comparison of cyanoacrylate-assisted arteriotomy closure with conventional closure technique
Omer Faik Ersoy, Huseyin Ayhan Kayaoglu, Alper Celik, Namik Ozkan, Nese Lortlar, Suna Omeroglu
PMID: 20037869  Pages 535 - 540
AMAÇ
Arteriyotomi sonrası, konvansiyonel dikiş tekniği ile n-bütil-2-siyanoakrilat yardımlı kapama tekniği karşılaştırıldı.
GEREÇ VE YÖNTEM
Kırk adet Wistar sıçan randomize olarak 2 gruba ayrıldı. Orta hat kesisiyle abdominal aortaya standart arteriyotomi uygulandı. Arteriyotomi, birinci grupta aralarında 45° açıyla 3 adet; ikinci grupta ise 60° açıyla 2 adet dikişle kapatıldı. İkinci gruba 0,1 ml (12-12,5 mg) siyanoakrilat uygulandı. Operasyon zamanı, kanama miktarı ve aortanın çıkarılan anastomotik segmentinde cerrahi sonrası 7. ve 30. günlerde immünohistokimyasal olarak miyointimal hiperplazinin şiddeti değerlendirildi.
BULGULAR
Ortalama anastomoz zamanı 1. grupta 13,5±1,64 dk, 2. grupta 13,0±1,75 dk idi (p=0,356). Ameliyat süresi kontrol grubunda 23,45±3,63 dk, tedavi grubunda 21,0±3,09 dk olarak saptandı (p=0,027). Ortalama kanama miktarı 1. grupta 473,75±260,5 μl, 2. grupta 327,5±155,36 μl idi (p=0,037). Yedinci günde yapılan ölçümde intima kalınlığı 1. grupta 80,62±7,92 μm, 2. grupta 83,24±3,42 μm; 30. günde 1. grupta 81,64±5,11 μm, 2. grupta 88,77±11,03 μm olarak bulundu. Erken ve geç ölçümlerde intima kalınlıkları benzer düzeylerdeydi (sırasıyla p=0,35 ve p=0,87).
SONUÇ
Arteriyotomilerin daha az dikişle, n-bütil-2-siyanoakrilat birleşimiyle rekonstrüksiyonu, daha az kanama ve daha kısa ameliyat süreleri ile seyreden güvenilir bir yöntemdir. Ayrıca, miyointimal hiperplazide artışa neden olmamıştır.
BACKGROUND
We aimed to compare conventional suture closure of arteriotomy with N-butyl-cyanoacrylate-assisted suture closure.
METHODS
Forty Wistar rats were randomly divided into two groups. Standard arteriotomy was performed to the abdominal aorta through a midline incision. In the first group, arteriotomy was closed by 3 stitches with 45° between each and in the second by two stitches with 0.1 ml (12-12.5 mg) cyanoacrylate. Amount of blood loss, operation time and severity of myointimal hyperplasia by immunohistochemistry on aorta segments were measured on postoperative days 7 and 30.
RESULTS
Mean anastomotic time was 13.5±1.64 in the first and 13.0±1.75 min in the second group (p=0.356). Operation time was 23.45±3.63 in the control and 21.0±3.09 min in the second group (p=0.027). Mean amount of bleeding was 473.75± 260.5 in the first and 327.5± 155.36 μl in the second group (p=0.037). Intimal thickness on the 7th day was 80.62±7.92 in the first and 83.24±3.42 μm in the second group, and on the 30th day was 81.64±5.11 in the first and 88.77±11.03 μm in the second group. The early and late intimal thicknesses were similar (p=0.35 and 0.87, respectively).
CONCLUSION
Reconstruction of arteriotomies with fewer sutures in combination with cyanoacrylate is a safe method associated with less blood loss and shorter operation time. It also does not lead to increased myointimal hyperplasia.

4.The influence of omentectomy on bacterial clearance: an experimental study
Ali Uzunköy, Hatice Ozbilge, Mehmet Horoz
PMID: 20037870  Pages 541 - 545
AMAÇ
Omentektominin periton defans mekanizmaları üzerine etkisi ve bunun klinik sonuçları her yönü ile incelenmiş değildir. Bu çalışmada, deneysel peritonit oluşturulan sıçanlarda omentektominin kan ve doku örneklerindeki bakteriyel çoğalma üzerine etkisini araştırmayı amaçladık.
GEREÇ VE YÖNTEM
Çalışmaya 50 adet Wistar Albino cinsi sıçan dahil edildi. Denekler 5 gruba ayrıldı: Grup 1 (n=10), yalnızca omentektomi; grup 2 (n=10), omentektomi+bakteriyel peritonit; grup 3 (n=10), yalnızca bakteriyel peritonit; grup 4 (n=10), yalnızca laparotomi; grup 5 (n=10), sham grubu. Tüm deneklerin mezenterik lenfoid doku ve venöz kanlarında kültür pozitifliği oranı ve üreyen bakteri koloni sayısı değerlendirildi.
BULGULAR
Grup 2 ve grup 3’teki bakteriyel çoğalma oranı diğer gruplardan anlamlı olarak daha yüksek idi (tümü için, p<0,05). Lenfoid dokuda üreyen Escherichia coli koloni sayısı grup 1 ve grup 3’ten anlamlı olarak daha yüksek idi (her ikisi için, p<0,05). Kan kültürü pozitifliği grup 2’de diğer gruplardan anlamlı olarak daha yüksek idi (tümü için, p<0,05).
SONUÇ
Omentum, periton defans sistemininde önemli bir role sahiptir. Omentumun olmaması halinde bakterilerin kana karışması artacağından peritonda enfeksiyon daha şiddetli bir seyir izleyebilir.
BACKGROUND
The influence of an omentectomy on peritoneal defense mechanisms and its clinical consequences have not been fully elucidated. In the present study, we aimed to investigate the influence of omentectomy on bacterial growth in blood and tissue specimen cultures in rats with experimental peritonitis.
METHODS
Fifty Wistar-Albino rats were included in the present study. Animals were assigned into five groups as follow: Group 1 (n=10), omentectomy alone; Group 2 (n=10), omentectomy + bacterial peritonitis; Group 3 (n=10), bacterial peritonitis alone; Group 4 (n=10), laparotomy alone; and Group 5 (n=10), sham group. Culture positivity rate and bacterial growth (colony forming units [CFU]/gram tissue) were assessed in mesenteric lymphoid tissue and venous blood of all animals.
RESULTS
Bacterial growth in lymphoid tissue was significantly higher in Groups 2 and 3 than others (both, p<0.05). CFU of Escherichia coli in lymphoid tissue was significantly higher in Group 2 than in Groups 1 and 3 (both, p<0.05/4). Blood culture positivity was significantly higher in Group 2 than the others (both, p<0.05).
CONCLUSION
The omentum has an important role in the host peritoneal defense system. Peritoneal infection may pursue a more severe course with increased bacterial entrance into the blood in the absence of the omentum.

ORIGINAL ARTICLE
5.The effect of blood albumin and total lymphocyte counton short-term results in elderly patients with hip fractures
Alpaslan Öztürk, Yüksel Özkan, Semra Akgöz, Nazan Yalçın, Serkan Aykut, Mehmet Recai Özdemir
PMID: 20037871  Pages 546 - 552
AMAÇ
Yetmiş dört ileri yaş kalça kırıklı hastada kan albümin ve ‘total lenfosit sayısı’nın (TLS) ameliyat sonrası 1 yıllık dönemdeki etkileri değerlendirildi.
GEREÇ VE YÖNTEM
2006 yılında 65 yaş ve üstü 74 (52 kadın, 22 erkek) hasta çalışma kapsamına alındı. Başvuru anındaki albümin ve TLS kaydedildi. Bunlar ile mortalite, hastanede kalış süresi ve yürüyebilme becerisi arasındaki ilişki araştırıldı. Yürüyebilme becerisi Parkland ve Palmer ölçütleri ile değerlendirildi.
BULGULAR
Hastaların 61’inin yaşı 65-84 olup 13’ü ise 85-105 idi. Hastaların 41’inde (%55,4) hipoalbüminemi ve 23’ünde (%31,08) ise düşük TLS saptandı. Albümin düzeyi ve TLS düşük olan hastalarda mortalite daha yüksekti (p=0,011). Ayrıca, albümin düzeyi düşük olduğunda hastanede yatma süresi daha uzundu (p=0,002). Albümin düzeyleri ile TLS normal olan hastalarda daha iyi fonksiyonu gösteren yürüyebilme becerisi ile ilgili puanlar daha yüksek olarak bulundu (p=0,012). İleri yaşın mortalite ve fonksiyonel sonuçlara etkisi bulunmadı (p>0,05). Çok değişkenli analiz sonucunda düşük TLS, ASA 3-4 ve kadın cinsiyetin ameliyat sonrası bir yıllık dönemde mortaliteyi etkileyen güçlü ve bağımsız etkenler olduğu bulundu. Tek başına hiçbir kan parametresinin yürüyebilme becerisi üzerine etkisi saptanmadı.
SONUÇ
İleri yaş kalça kırıklı hastalarda mortalite riski kadın cinsiyet, ASA 3-4 ve düşük lenfosit sayısı varlığında artmaktadır. Hipoalbüminemili hastalarda hastanede kalış süresi daha uzun olmaktadır. Bu risk faktörlerinin saptanması olgularda daha iyi sonuç almaya yardımcı olabilir.
BACKGROUND
A study was performed to determine the effects of blood albumin and total lymphocyte count on the postoperative one-year period in 74 elderly hip fracture patients.
METHODS
In 2006, 74 patients (52 female, 22 male) with hip fracture who were 65 years of age or older were included in the study. Admission albumin levels and total lymphocyte counts were recorded. The outcomes examined were mortality, length of hospital stay and ambulatory ability. Ambulatory ability was assessed according to Parkland and Palmer criteria.
RESULTS
There were 61 patients aged 65-84 years, and 13 patients aged 85-105 years. Forty-one patients (55.4%) had hypoalbuminemia and 23 patients (31.1%) had low total lymphocyte count. Low albumin and total lymphocyte counts were associated with higher mortality (p=0.011). Patients with low albumin levels had longer length of hospital stay (p=0.002). Patients with normal albumin and total lymphocyte counts had higher mobility score meaning better function (p=0.012). Multivariate analysis yielded that low total lymphocyte count, American Society of Anesthesiologists (ASA) 3-4 and female gender remained significant independent predictors of one-year mortality. No single blood parameter was found to be effective on ambulatory status.
CONCLUSION
Risk of mortality in elderly hip fracture patients increases with female gender, ASA 3-4 and low total lymphocyte counts. Hypoalbuminemia is associated with longer hospitalization. Identification of these risk factors can help in the case management for a more favorable outcome.

6.External fixation followed by delayed interlocking intramedullary nailing in high velocity gunshot wounds of the femur
Gh Nabi Dar, Tak Rashid Tak, Khursheed Ahmed Kangoo, Fiaz Ahmed Dar, Sheik Tariq Ahmed
PMID: 20037872  Pages 553 - 558
AMAÇ
Yüksek hızlı ateşli silah yaralanmaları ile ilişkili kırık, kırık bölgesinde masif yumuşak doku hasarı ve ciddi parçalanma ile birliktedir. Bu özel açık kırık tipi, ortopedi uzmanları için ciddi bir sorundur.
GEREÇ VE YÖNTEM
Bu prospektif çalışma, Ocak 2005 ile Mart 2007 tarihleri arasında yüksek hızlı ateşli silah yaralanmasıyla femur bölgesinde oluşan yara öyküsü ile Srinagar’da (Hindistan) kemik ve eklem cerrahisi hastanesinin kaza ve acil servisine başvuran hastalarla yapıldı. Eksternal fiksasyon ile gerçekleştirilen ilk stabilizasyonunu takiben ertelenmiş intramedüller kilitli çivileme yöntemi uygulandı. Hastalar, ortalama 26 aylık bir periyot (dağılım, 15-39 ay) boyunca takip edildi.
BULGULAR
Bütün hastalar, erkekti ve yaş ortalaması 37 (dağılım, 22- 52 yaş) idi. Kırıkların 24’ü (%65) tip IIIA, 11’i (%30) tip IIIB ve 2’si (%5) de tip IIIC idi. Bütün kırıklar, ortalama 24 haftalık bir sürede düzgün bir şekilde kaynadı.
SONUÇ
Primer tedavi yöntemi şeklinde uygulanan eksternal fiksasyon, hemşirelik, iyi yara bakımı ve fizyoterapiyi kolaylaştırmaya yönelik yeterli stabilizasyondan daha fazlasını sağlamaktadır. Unilateral eksternal fiksasyonla gerçekleştirilen ilk geçici fiksasyonu takiben ertelenmiş intramedüller ayarlı kilitli çivi uygulanması şeklindeki aşamalı protokol, yüksek enerjili ateşli silah yaralanmaları ile oluşan femur kırıklarında etkin bir tedavi yöntemi gibi görünmektedir.
BACKGROUND
High velocity gunshot-related fracture is associated with massive soft tissue damage and severe comminution at the fracture site. This unique type of open fracture presents a serious challenge to the orthopedic traumatologist.
METHODS
The study was conducted prospectively involving patients who presented to the Accident and Emergency Department of the Bone and Joint Surgery Hospital Srinagar (India), from January 2005 to March 2007, with a history of high velocity gunshot wounds to the femur. Initial stabilization with external fixation was followed by delayed interlocking intramedullary nailing. The patients were followed for an average period of 26 months (range, 15-39 months).
RESULTS
All the patients were males, with an average age of 37 years (range, 22-52 years). Twenty-four (65%) were type IIIA, 11 (30%) were type IIIB and 2 (5%) were type IIIC. All the fractures united in good alignment in an average time of 24 weeks.
CONCLUSION
External fixation as a primary modality of treatment provides more than adequate stabilization to facilitate nursing, good wound care and physiotherapy. A staged protocol of primary temporary fixation by unilateral external fixation followed by delayed reamed intramedullary interlocking nail seems to be an effective method of treatment for high energy gunshot femoral fractures.

7.Comparison of trauma scoring systems for predicting mortality in firearm injuries
Özlem Köksal, Fatma Özdemir, Mehtap Bulut, Şule Aydın, Meral Leman Almacıoğlu, Halil Özgüç
PMID: 20037873  Pages 559 - 564
AMAÇ
Travma hastalarında mortalitenin öngörülmesi travma bakımının önemli bir parçasıdır. Günümüzde bu amaçla travma skorlama sistemleri yaygın olarak kullanılmaktadır. Bu çalışmada, ateşli silah yaralanması olan hastalarda yaralanma şiddeti ölçeği (ISS) ve yeni yaralanma şiddeti ölçeği’nin (NISS) mortaliteyi belirlemedeki performanslarının değerlendirilmesi ve karşılaştırılması amaçlandı.
GEREÇ VE YÖNTEM
Uludağ Üniversitesi Hastanesi Acil Servisine Ocak 2001-Aralık 2005 tarihleri arasında başvuran, 135 ateşli silah yaralanmalı olgunun kayıtları geriye dönük olarak incelendi. Tüm hastaların yaş, cinsiyet, oluş şekli, başvuru anındaki vital bulguları, yaralanma bölgeleri, Glasgow koma skalası (GCS) ve revize travma skoru (RTS), mortalite, operasyon bilgileri ve kesin tanıları kaydedildi ve ISS, NISS ve TRISS skorları hesaplandı.
BULGULAR
Mortalite oranı %12,6 idi. Hastaların GCS, RTS, ISS, NISS ve TRISS skorları sırasıyla; 13,41±0,31, 10,65±0,26, 17,04±1,20, 21,94±1,45, 9,52±2,37 olarak saptandı. Hastalar ISS=NISS (%53,3) ve ISSSONUÇ
Her iki skorlama sistemi de ateşli silah yaralanmalı hastalarda mortaliteyi öngörmedeki performansı iyidir ve bu hastalarda mortaliteyi belirlemede NISS’nin ISS’ye üstün olmadığı sonucuna varılmıştır.
BACKGROUND
Prediction of mortality in trauma patients is an important part of trauma care. Trauma scoring systems are the current methods used for prediction of mortality. We aimed to evaluate and compare the performances of Injury Severity Score (ISS) and New Injury Severity Score (NISS) in firearm injuries.
METHODS
Records of 135 firearm-injured patients who applied to Uludag University Emergency Department between January 2001 and December 2005 were analyzed retrospectively. All patients’ data, including age, gender, cause of injury, initial vital signs, injury region, Glasgow Coma Scale (GCS), Revised Trauma Score (RTS), mortality, operation data, and final diagnosis, were collected, and ISS, NISS and Trauma and Injury Severity Score (TRISS) were calculated.
RESULTS
Mortality rate was 12.6%. The patients’ mean GCS, RTS, ISS, NISS, and TRISS scores were 13.41±0.31, 10.65±0.26, 17.04±1.20, 21.94±1.45, and 9.52±2.37, respectively. The patients were divided into two groups as ISS=NISS (53.3%) and ISSCONCLUSION
ISS and NISS both performed well in mortality prediction of firearm injuries. NISS demonstrated no superiority to ISS for prediction of mortality in these patients.

8.Outcome of olecranon osteotomy in the trans-olecranon approach of intra-articular fractures of the distal humerus
Shafaat Rashid Tak, Gh Nabi Dar, Manzoor Ahmed Halwai, Khursheed Ahmed Kangoo, Bashir Ahmad Mir
PMID: 20037874  Pages 565 - 570
AMAÇ
Transolekranon yaklaşımının, kompleks intraartiküler distal humerus kırıklarının vizüalizasyonunu artırdığı ileri sürülmüştür. Ortaya çıkan önemli osteotomi komplikasyonları, alternatif yaklaşımlara yönelik arayışa girilmesine neden olmuştur. Bu seride, kaynama, komplikasyon ve kırığın nihai neticesiyle ilgili olarak olekranon osteotomisinin sonuçları değerlendirildi.
GEREÇ VE YÖNTEM
İntraartiküler distal humerus kırığı (tip C3) bulunan 94 hasta, transolekranon yaklaşım kullanılarak açık redüksiyon ve internal fiksasyon yöntemiyle tedavi edildi. Hastalar, 6. aydan 48. aya kadar takip edildi ve ortalama takip 24 ay oldu.
BULGULAR
Bütün osteotomiler, ortalama 11 haftada (dağılım, 8-20 hafta) kaynadı. Herhangi bir girişimde bulunulmaksızın 20. haftaya kadar iyileşen dört osteotomide kaynama gecikmekle birlikte, hiçbir kaynamama olayı yaşanmadı. Bu çalışmada en çok sıklıkla karşılaşılan komplikasyon, hastaların %19’unda gerçekleştirilen semptomatik osteotomi fiksasyonu oldu. Bu hastaların tamamında, osteotomi kaynadıktan sonra implantın çıkartılması için sekonder bir prosedür uygulandı. Tatmin edici olmayan sonuçların %71’i, semptomatik olekranon fiksasyonu uygulanan hastalarda görüldü.
SONUÇ
Bazı tedavi edilebilir komplikasyonları olmasına rağmen, transolekranon yaklaşımı, kompleks distal humerus kırığının yeterli vizüalizasyonu ve fiksasyonu için kaçınılmazdır. Osteotominin yeterli fiksasyonu, komplikasyonların önlenmesi ve tatmin edici sonucun alınması için elzemdir.
BACKGROUND
The trans-olecranon approach has been suggested to improve the visualization of complex intra-articular distal humerus fractures. Significant osteotomy complications have prompted a search for alternative approaches. The purpose of this series was to study the outcome of the olecranon osteotomy in terms of union and complications and the ultimate outcome of the fracture.
METHODS
Ninety-four patients with intra-articular fractures of the distal humerus (type C3) were treated by open reduction and internal fixation using the trans-olecranon approach. The patients were followed from 6 to 48 months, with an average follow-up of 24 months.
RESULTS
All osteotomies united in an average of 11 weeks (range, 8-20 weeks). There was no non-union, although union was delayed in four osteotomies, which all healed by 20 weeks without any intervention. The most frequent complication in this study was symptomatic osteotomy fixation in 19% of patients, all of whom underwent a secondary procedure for the removal of the implant after the osteotomy had united. Seventy-one percent of the unsatisfactory results were seen in those patients who had symptomatic olecranon fixation.
CONCLUSION
Despite a few manageable complications, the trans-olecranon approach is essential for the adequate visualization and fixation of the complex fracture of the distal humerus. Adequate fixation of the osteotomy is essential to prevent complications and achieve a satisfactory outcome.

9.Outcomes of surgical therapy and prognostic factors in spontaneous gastric tumor perforation
Erdinç Kamer, Haluk Recai Ünalp, Kemal Atahan, Mustafa Peşkersoy, Ercüment Tarcan, Mehmet Ali Önal
PMID: 20037875  Pages 571 - 578
AMAÇ
Bu yazıda, mide tümörü perfore olan hastalarda klinik ve patolojik özellikler sunuldu, cerrahi yaklaşımlar değerlendirildi, mortalite ve morbiditeye etkili faktörler araştırıldı.
GEREÇ VE YÖNTEM
1996-2006 yılları arasında mide tümörü perforasyonu nedeniyle acil ameliyat edilen 24 hastanın verileri retrospektif olarak incelendi. Hastaların %62,5’i erkek ve yaş ortalaması 60,6 yıl idi.
BULGULAR
Tümör en sık (%66,7) antrum yerleşimliydi ve %66,7’sinde (n=16) hastalık evre IV idi. Olguların %58,3’ünde (n=14) yandaş hastalık vardı. Olguların %54,2’sine (n=13) primer dikiş ve omentopeksi, %20,8’ine (n=5) D0 veya D1 total gastrektomi, %8,3’üne (n=2) D0 subtotal gastrektomi, %8,3’üne (n=2) D0 kama rezeksiyon ve %8,3’üne (n=2) basamaklandırılmış cerrahiyle D2 total gastrektomi uygulandı. Olguların %29,2’sinde (n=7) ameliyat sonrası morbidite, %25’inde (n=6) mortalite gelişti. Çok değişkenli analizlerde diffüz peritonit gelişmesinin ve ameliyata kadar geçen sürenin 24 saatten uzun olmasının hem morbidite (sırasıyla p=0,002 ve p=0,002) ve hem de mortalite gelişimine (sırasıyla p=0,009 ve p=0,000) yönelik prognostik faktörler olduğu gösterildi.
SONUÇ
Mide tümör perforasyonlarının ameliyat sonrası morbidite ve mortalite oranları yüksektir. Genel durumu iyi hastalarda tümör rezektabl ise tek aşamalı radikal gastrektomi yapılmalıdır. Genel durumu kötü ve diffüz peritoniti olan hastalarda ise palyatif cerrahi veya basamaklandırılmış yaklaşımla radikal gastrektomi yapılabilir. Yüksek mortalite ve morbidite oranları erken tanıyla ve diffüz peritonit gelişmeden perforasyonun kontrol altına alınmasıyla düşürülebilir.
BACKGROUND
The aim of the present study was to evaluate the clinicopathological features in patients with perforated gastric cancer, to point out the surgical approaches, and to analyze the factors that affect morbidity and mortality.
METHODS
The data of 24 patients with perforated gastric cancer who underwent emergency intervention between 1996 and 2006 were retrospectively analyzed. The overall age was 60.6 years, and 62.5% of the patients were male.
RESULTS
The tumor was localized at the antrum most frequently (66.7%), and stage IV disease was present in 66.7% of the patients (n=16). Concomitant disease was present in 58.3% of the patients (n=14). In 54.2% of patients (n=13) primary repair and omentopexy, in 20.8% (n=5) D0 or D1 total gastrectomy, in 8.3% (n=2) D0 subtotal gastrectomy, in 8.3% (n=2) D0 wedge resection, and in 8.3% (n=2) staged D2 total gastrectomy were performed. The morbidity rate was 29.2% (n=7) and the mortality rate was 25% (n=6). Multivariant analysis showed that diffuse peritonitis and the period between perforation and operation (longer than 24 hours) were effective on prognosis, either on morbidity (p=0.002 and p=0.002, respectively) or on mortality (p=0.009 and p=0.000, respectively).
CONCLUSION
Postoperative morbidity and mortality rates are high in patients with perforated gastric cancer. In resectable cases, one-stage radical gastrectomy should be encouraged if conditions allow. In patients with diffuse peritonitis and poor general condition, palliative surgery or staged radical gastrectomy should be considered. High rates of mortality and morbidity can be reduced with early diagnosis and with the surgical control of gastric perforation before peritonitis.

10.Unusual causes of intestinal perforation and their surgical treatment
Hızır Yakup Akyıldız, Alper Celal Akcan, Erdoğan Sözüer, Can Küçük, Namık Yılmaz, Tarık Artış
PMID: 20037876  Pages 579 - 583
AMAÇ
Bağırsak delinmeleri, acil cerrahi girişim gerektiren patolojilerin önde gelenlerindendir. Çok çeşitli nedenleri vardır. Bu çalışmada, ender görülen nedenleri ve cerrahi tedavi yöntemleri değerlendirildi.
GEREÇ VE YÖNTEM
Kliniğimizde altı yıllık süre içerisinde bağırsak delinmesi nedeniyle 675 hasta ameliyat edildi. Yapışıklıklara, travma, kolorektal tümör, mezenter vasküler hastalık, inguinal fıtıklar, göbek fıtıkları ve iyatrojenik yaralanmalara bağlı delinmeler olağan sebeplere bağlı kabul edilerek çalışmaya dahil edilmedi. Geri kalan 37 hasta (22 erkek, 15 kadın; ortalama yaş 53,2; dağılım 25-80 yaş) incelendi. Hayatını kaybeden ve yaşayan hastalar arasındaki karşılaştırmalar için Mann-Whitney U ve ki-kare testleri kullanıldı, p<0,05 değeri anlamlı kabul edildi.
BULGULAR
Bölgesel veya yaygın peritonit en sık saptanan inceleme bulgusuydu. Lökositoz 18 hastada vardı, karında serbest hava 20 hastada görüldü, hasta başı ultrasonografik inceleme 17 hastada yapıldı. Etyolojide sırasıyla en sık non-Hodgkin lenfoma, Crohn ve internal herniasyon saptandı. Hastaların sekizi yaşamını yitirdi. Hayatını kaybeden hastalarda laparotomi zamanı anlamlı olarak daha uzundu (8,7 gün) ve yarısında delinme nedeni habis ince bağırsak tümörüydü.
SONUÇ
Ender nedenli olarak gelişen bağırsak delinmelerinin morbidite ve mortalitesi yüksektir. Gecikmiş cerrahi girişim ve nedenin habis bir hastalık olması en önemli etkenleri olabilir.
BACKGROUND
Intestinal perforation is one of the major causes of obligatory surgical intervention. There can be many different causes of perforation. The aim of this study was to evaluate the unusual causes and the surgical treatment.
METHODS
In our clinic, we operated 675 patients due to intestinal perforation over a period of six years. Perforation due to brid, trauma, colorectal tumor, mesenteric ischemia, hernias, and iatrogenic injuries were considered as usual causes and excluded from the study. The remaining 37 patients (22 male, 15 female; mean age 53.2; range 25 to 80 years) were analyzed. For statistical analysis, Mann-Whitney U and chi-square tests were used, and p<0.05 was considered significant.
RESULTS
A localized or generalized peritonitis was the most common symptom. Leukocytosis was found in 18 patients and free abdominal air was seen in 20 patients; bedside ultrasonographic examination was done in 17 patients. The most prevalent etiological factors were non-Hodgkin lymphoma, Crohn disease and internal herniation, respectively. Eight patients died; their time to laparotomy was significantly longer (8.7 days), and half of them had malignant small bowel tumor in perforation etiology.
CONCLUSION
Mortality and morbidity rates are high in intestinal perforations due to unusual causes. Delayed laparotomy and malignant etiology may be the main factors.

11.A motivating experience for emergency medical services: the first Turkish Ambulance Rally
Levent Kıdak, Turhan Sofuoğlu, Pembe Keskinoğlu, Zeynep Ölmezoğlu
PMID: 20037877  Pages 584 - 590
AMAÇ
Katılan ekiplerin eğitim ve motivasyonunu sağlamayı ve uluslararası katılımlı organizasyonla Türkiye’nin hastane öncesi acil sağlık hizmetlerinin tanıtımını yapmayı amaçlayan, 1. Türkiye Ambulans Rallisi değerlendirildi.
GEREÇ VE YÖNTEM
Bu tanımlayıcı çalışmada veriler nicel ve nitel araştırma yöntemleri kullanılarak toplandı. Nicel veri dağılım ve ortalamalar ile, nitel veri ortak görüş ve öneriler birleştirilerek özetlenmiştir. Ralliye toplam 10 ekip ve 96 kişi katıldı. Yarışmacıların sadece ikisi kadın idi.
BULGULAR
Etapların ortalama puanları şöyleydi: Sürüş teknikleri 93,1, adres bulma ve hasta nakli 74,8, ileri yaşam desteği 70,4 ve hasta taşıma teknikleri 67,6. Geribildirimlerinin değerlendirilmesinde en düşük puan etkinliğin kendi çalıştığı acil sağlık hizmetlerine (ASH) ve ilin motivasyonuna etkisi sorusuna verildi (%2,5); en yüksek oran (%95,8) yeniden yarışmak isteği sorusuna verilen yanıtta alındı. Nitel sonuçlara göre; etap senaryolarının bilimsel içeriğinin yeterli olduğu, değerlendirmede objektifliğin sağlandığı, katılımcıların ve görevlilerin mesleki gelişimleri konusunda kazanımlarının olduğu ancak, bu kazanımların tüm ASH’e yansıtılamadığı belirtilmiştir.
SONUÇ
İlk kez düzenlenen rallinin katılımcılar düzeyinde kazanım ve motivasyon sağladığı saptanmıştır. Bu etkinliklerin geliştirilerek, geniş katılımla düzenlenmesinin, çalışanların motivasyonu artıracağı ve toplumun konu ile ilgili bilinçlenmesini sağlayacağı öngörülmektedir.
BACKGROUND
The aim of this study was to evaluate the first “Turkish Ambulance Rally”, which provides training and motivation for the rally teams and introduces the prehospital emergency medical services of Turkey via international participation.
METHODS
Data in this descriptive study were collected using quantitative and qualitative research methods. Quantitative data were summarized in distribution and averages, whereas qualitative data were summarized in shared views and comments. There were totally 10 teams, with 96 participants; only two competitors were female.
RESULTS
Mean scores of driving techniques, locating address /patient transferral, advanced life support, and patient-carrying techniques were 93.1, 74.8, 70.4, and 67.6, respectively. The question regarding the organization’s effect on the teams in the deployed city and expansion of motivation to the city was scored lowest (2.5%), while desire for re-competition was scored highest (95.8%) in feedback results. According to the qualitative data, it was determined that the scientific content of the stage scenario was adequate, evaluations were made objectively, and participants and officials obtained professional benefits. However, it was also determined that these benefits did not project to all emergency medical services.
CONCLUSION
The rally was both beneficial and motivational for participants. It is considered that the more extensive contribution of the rally is the increased motivation of the workers and of the consciousness of the community.

12.The reconstruction of soft tissue defects in the elbow area: a treatment algorithm proposal
Ahmet Duymaz, Furkan Erol Karabekmez, Mustafa Keskin, Zekeriya Tosun, Nedim Savaci
PMID: 20037878  Pages 591 - 598
AMAÇ
Dirsek bölgesi (antekübital fossa ve periolekranon bölgesi dahil) yumuşak doku defektlerinin rekonstrüksiyonu mümkün olan en kısa sürede ve en uygun doku ile yapılmalıdır. Daha sonra erken fonksiyonel rehabilitasyona başlanmalıdır.
GEREÇ VE YÖNTEM
On hasta çalışmaya dâhil edildi. Yedi hastada sadece yumuşak doku defekti varken kalan üç hastada yumuşak doku defektine ilave olarak 1 hastada brakiyal arter defekti, 1 hastada yanık sonrası aksiler kontraktür deformitesi, başka 1 hastada ulnar kemik cisim kırığı vardı. Hastalar lokal kol fasyokunatöz flep (1 hasta), radial önkol flebi (1 hasta), multipl Z-plasti (1 hasta), pediküllü latisimus dorsi kas flebi (3 hasta) ve antekübital fasyokütan ada flepleri (4 hasta) ile cerrahi kapama sağlandı.
BULGULAR
Takip süresi 9 ay ile 4 yıl arasındaydı (ortalama 19 ay). Tüm fleplerde başarıyla yara kapaması sağlandı. Onarım sonrası eklem hareket açıklığında kayıp olmadı.
SONUÇ
Antekübital fossa ve periolekranon bölgelerinin cerrahi kapaması bu bölgenin çok sayıda nörovasküler yapı ve fonksiyonel eklemler içermesinden dolayı plastik cerrahları zorlamaktadır. Bu nedenle, klinik deneyimlerimiz ve literatür incelemelerimiz ışığında bu bölge defektlerinin tedavisi için bir algoritma tanımladık. Algoritmamız birçok cerrahi seçenek arasında en uygun olanına karar vermede faydalı olacaktır.
BACKGROUND
The reconstruction of soft tissue defects of the elbow area (including antecubital fossa and peri-olecranon area) should be performed with the most appropriate soft tissue and functional rehabilitation immediately.
METHODS
Ten patients were included in this study. One had a brachial artery defect, another had postburn axillary contracture deformity, and a third had an ulnar bone body fracture in addition to their soft tissue defects, while the remaining seven had only soft tissue defect. Patients underwent surgical closure either by local arm fasciocutaneous flap (1), radial forearm flap (1), multiple Z-plasty (1), pedicled latissimus dorsi muscle flap (3), or with the antecubital fasciocutaneous island flap (4).
RESULTS
The follow-up was 9 months to 4 years (mean: 19 months). All the flaps achieved wound closure without losing the range of motion at the elbow joint.
CONCLUSION
Surgical closure of the antecubital fossa and peri-olecranon areas can be a challenge for plastic surgeons since this area includes numerous neuro-vascular bundles and a functional joint. Therefore, we describe herein an algorithm for the treatment of defects in these areas from the inspiration in our clinical experience and a literature review. Our algorithm will help to decide the most appropriate choice among all of the surgical options available.

13.Mortality factors in flame and scalds burns: our experience in 816 patients
Behçet Al, Cuma Yıldırım, Sacit Çoban, Mustafa Aldemir, Cahfer Güloğlu
PMID: 20037879  Pages 599 - 606
AMAÇ
Diyarbakır bölgesinde meydana gelen alev ve haşlanma yanıklarında mortalite üzerine etkili olan faktörler araştırıldı.
GEREÇ VE YÖNTEM
Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Acil Tıp Kliniği’ne Ocak 2001 ile Mayıs 2005 yılları arasında haşlanma ve alev yanıkları nedeni başvuran 816 hastanın verileri geriye dönük olarak incelendi. Hastalar yaşayanlar ve ölenler olmak üzere iki gruba ayrıldı. Hastalarda cinsiyet, yaş, yanma şekilleri, yanık dereceleri ve yanık yüzdeleri, yanık bölgeleri, başvuru süreleri, yatış süreleri, gelişen komplikasyonlar ve yapılan girişimler değerlendirildi.
BULGULAR
Başvuran hastaların %43,5’i kadın, %57,5’i erkek idi; 658 hasta altı yaşın altındaydı. Yanıkların %70,5’i ihmal sonucu meydana gelmişti. Yanıkların %76,5’i haşlanma, %23,5’i de aleve bağlı meydana gelmişti. Ölen hastaların 39’u on yaşın altında idi. Tüm hastalarda yaş ortalaması 9,32 idi. Tüm hastaların ortalama yatış süresi 10,37 gün idi. En sık gelişen komplikasyon yara enfeksiyonu idi. Genel olarak mortalite oranı %6,1 idi.
SONUÇ
On beş günden uzun yatan hastalarda (p=0,030), intihar nedeni ile yananlarda (p=0,002), yanık yerine tedavi niyeti ile ayakkabı boyasını kullananlarda (p=0,000), >%40 ikinci derece yanığı olanlarda (p=0,000), >%20 üçüncü derece yanığı olanlarda (p=0,000), akut solunum yetersizliği gelişenlerde, kompartman sendromun gelişenlerde, hipoalbünemi ve sepsis gelişenlerde (p=0,000) mortalite daha yüksekti.
BACKGROUND
Our aim was to evaluate the effective factors on mortality in flame and scald burns in the Diyarbakır region.
METHODS
The data of 816 patients who applied to the Dicle University Emergency Department between January 2001 and May 2005 with flame and scald burns were investigated retrospectively. The patients were separated into two groups as alive or deceased. Gender, age, burns shapes, burn degrees and rates, burn regions, admission periods, hospitalization times, complications, and the treatments were analyzed.
RESULTS
43.5% of the patients were female and 57.5% were male. Six hundred fifty-eight patients were under 6 years old. 70.5% of burns occurred as a result of negligence; 76.5% occurred due to scald and 23.5% due to flame. In cases of death, 39 patients were under 10 years old. The mean age was 9.32 years. The average hospitalization period was 10.37 days. The most common complication was wound infection. The mortality rate was 6.1%.
CONCLUSION
The mortality rate was higher among patients who were hospitalized longer than 15 days (p=0.030); whose burns were due to suicide attempt (p=0.002); who used shoe paint on the burn wounds instead of treatment (p=0.000); who had more than 40% second-degree burns (p=0.000) or more than 20% third-degree burns (p=0.000); and among those with acute respiratory failure, compartment syndrome, hypoalbuminemia, and sepsis (p=0.000).

14.The effects of habitual negligence among families with respect to pediatric burns
Erhan Reis, Ahmet Çınar Yastı, Ramazan Saygın Kerimoğlu, Mete Dolapçı, Mutlu Doğanay, Nuri Aydın Kama
PMID: 20037880  Pages 607 - 610
AMAÇ
Bu çalışmada, 0-16 yaş arasında Türk nüfusundaki haşlanma yanıkları, meydana geliş şekilleri ve örnekleriyle değerlendirildi.
GEREÇ VE YÖNTEM
Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Yanık Tedavi Merkezi’nde Nisan 2001 ile Aralık 2003 arasında yatarak tedavi gören hastaların 354’ü 3 ay ile 16 yaş arasındaydı ve 228’i (%64,4) erkek olguydu.
BULGULAR
Yanık nedenleri irdelendiğinde, haşlanma yanıkları %77,7’lik (275) oran ile en sık izlenen yaralanmaydı (p<0,001). Çay, Türkiye’de geleneksel bir içecek halini almıştır. Sabah kahvaltıdan gece geç saatlere dek içilen çay, Türkiye’de demlendirilip dinlendirilerek içilmektedir. Bu şekilde hazırlanmasının uzun süre alması ve sıcak içilmesi nedeniyle sıcak çaya olan dikkat zaman içinde dağılmaktadır. Bu nedenle de çay ciddi bir yanık oluşturma potansiyeli kazanmaktadır. Haşlanan çocuklardan 93’ü (%33,8) doğrudan çayla veya çay hazırlanmasında kullanılan sıcak suyla yanmıştı. Bu grubun %87,1 kısmını okul öncesi kesim oluşturmaktaydı. Yatarak tedavi alan hasta grubunda ölüm hızı %7,1 bulundu.
SONUÇ
Gelenekselleşmiş alışkanlıklar bazen ciddi beklenmeyen sonuçlar getirebilmektedir. Aile bireylerinin ihmale meyilli olmasının süreğen bir problem olduğu hanelerde, çocukları böylesi ihmallerin ciddi sonuçlarından korumak için kamu ve sivil toplum örgütleri nazarında koruyucu önlemlerin alınması için gerekli girişimlerde bulunulmalıdır.
BACKGROUND
In this study, scald burns in a Turkish population (0-16 years of age) were studied with reference to their occurrence and common causes.
METHODS
Of the burn victims hospitalized at the Burns Unit of Ankara Numune Education and Research Hospital between April 2001 and December 2003, 354 patients were aged 3 months to 16 years and 228 (64.4%) were male.
RESULTS
When burn causes were examined, scald burns were the primary type, reported in 77.7% (275) of the patients (p<0.001). Scalds were the most frequent burn agents in the pediatric population. Tea is a traditional beverage in Turkey. It is consumed especially at breakfast and throughout the day until late at night. Tea in Turkey is steeped and brewed for consumption. As brewing and steeping is a time-consuming process and the tea is served hot, the appropriate level of care regarding the hot tea is neglected. Consequently, tea carries a serious potential to cause burns in this country. Of the scalded children, 93 scald burns (33.8%) were due to the tea itself or to the boiling water used in steeping tea, and 87.1% of these children were preschoolers. The mortality rate was 7.1% in the hospitalized children group.
CONCLUSION
Traditional behaviors may sometimes have some serious unexpected consequences. In households where family members tend to ignore an ongoing problem, governmental and non-governmental organizations should consider taking preventive measures to protect the children from the devastating consequences of such negligence.

CASE REPORTS
15.Acute abdomen due to rupture of hemangiopericytoma of the greater omentum: case report
Hasan Fehmi Küçük, Selçuk Gülmez, Levent Kaptanoğlu, Hüseyin Akyol, Necmi Kurt, Dilek Yavuzer
PMID: 20037881  Pages 611 - 613
Hemanjiyoperistom daha çok yumuşak dokuları tutan vasküler tümördür. Omentum majus tümörün nadiren geliştiği yerlerdendir. Bu yazıda, akut karına neden olan bu ender tümör vakasının klinik değerlendirmesi yapıldı, sonucu sunuldu. Omentum majus yerleşimli hemanjiyoperistomun yırtılmasına bağlı akut karın gelişen olgunun klinik tablosu, laboratuvar bulguları ve tedavi modalitesi ele alındı. Şiddetli karın ağrısı ile gelen 70 yaşındaki hasta, akut karın ön tanısıyla ameliyat edildi. Ameliyat esnasında omentum majustan kaynaklanan 12x10x6 cm’lik semi solid kanayan kitle saptandı. Tümörün patolojik incelemesi sonucu selim hemanjiyoperistom olduğu anlaşıldı. Omentum majus kaynaklı hemanjiyoperistom akut karına yol açan karın içi kanamalara neden olabilir. Özellikle selim olgularda cerrahi rezeksiyon yeterli tedaviyi sağlar.
Hemangiopericytoma (HP) is a vascular tumor that mostly develops in soft tissues. The greater omentum is a very rare site for its occurrence. We present herein the clinical evaluation and outcome of a very rare case of HP that caused acute abdomen. We evaluated a case of acute abdomen due to rupture of a HP of the greater omentum. The clinical and laboratory findings and treatment modality are reported. A 70-year-old patient with severe abdominal pain was operated with the diagnosis of acute abdomen. A semi-solid mass (12x10x6 cm) originating from the greater omentum was detected during surgery. There was active bleeding from the tumor. Pathologic evaluation of this lesion was reported as benign HP. HP of the greater omentum can be the cause of intraabdominal bleeding leading to acute abdomen. Surgical resection is the treatment of choice, especially in benign hemangiopericytomas.

16.Pneumocephalus following gunshot injury to the thoracic vertebral column: a case report
Nicolas Kairinos, Andrew Nicol, Pradeep Navsaria
PMID: 20037882  Pages 614 - 616
Vertebral kolon travmasını takiben subaraknoid plevral fistül (SAPF) oluşması ender görülen bir komplikasyondur ve genellikle künt travmadan sonra bildirilmiştir. Biz, ateşli silahla gerçekleşen bir omurga yarası nedeniyle oluşan pnömosefalusu bulunan ilk SAPF olgusunu sunuyoruz.
Subarachnoid pleural fistula (SPF) following injury to the vertebral column is an extremely rare complication and is usually described after blunt trauma. We report the first case of SPF with pneumocephalus due to a gunshot wound to the spine.

17.Delayed diaphragmatic hernia: an unusual complication of tube thoracostomy
Berkant Özpolat, Orhan Veli Doğan, Ertan Yücel
PMID: 20037883  Pages 617 - 618
Tüp torakostomisi belli bir morbidite insidansı bulunan invazif bir girişimdir. Bu işlemle bir diyafram herniasyonu oluşması alışılmadık bir durumdur. Bu yazıda, takılmasından aylar sonra geç bir komplikasyon olarak ortaya çıkan torakotomi ile onarılan gecikmiş bir diyafram herniasyonu olgusu sunuldu.
The nature of a tube thoracostomy -a blind maneuver- renders it subject to complications. Nevertheless, it is very uncommon to create a diaphragmatic hernia with this procedure. Herein, we present the occurrence of this complication after six months under emergency conditions that was treated by thoracotomy.

18.Popliteal artery embolism by Ascaris lumbricoides: a case report
Hakeem Zubair Ashraf, Abdul Ghani Ahangar, Farooq Ahmad Dar, Reyaz Ahmad Lone, Mohammad Lateef Wani, Masrat Zubair Ashai, Shiraz Ahmad Rather
PMID: 20037884  Pages 619 - 620
Arteriyel oklüzif hastalıklar, oldukça yaygındır ve ölümlerin en büyük nedenini oluşturmaktadır. İstenmeyen olaylar; beyin, kalp, karınsal organlar veya ekstremiteler gibi yaşamsal hedef organlardaki bozulmuş dolaşımın etkilerine bağlıdır. Akut tromboembolizm, majör bir cerrahi sorun olarak kalmaya devam etmektedir. Optimal cerrahi tedaviyle bile, tromboembolik olaylardan kaynaklanan akut alt ekstremite iskemisi, önemli morbidite ve mortaliteye neden olmaya devam etmektedir. Biz, oriyent kolanjiyohepatiti bulunan bir hastada Askaris solucanı ile oluşan sol popliteal arter tromboembolizmi olgusunu sunuyoruz.
Arterial occlusive diseases are highly prevalent and constitute the leading overall cause of death. Adverse events are due to the effects of impaired circulation on critical end organs, namely the brain, heart, abdominal viscera or extremities. Acute thromboembolism remains a major surgical challenge. Even with optimal surgical management, acute lower extremity ischemia resulting from thromboembolic ds continues to cause significant morbidity and mortality. We report a case of thromboembolism of the left popliteal artery by an Ascaris worm in a patient with oriental cholangiohepatitis.

19.Traumatic aortic injury: a case report
Asif Huda Ansari, Ahmed S. Ahmed, Navin P. Lal
PMID: 20037885  Pages 621 - 623
Travma, dünya genelinde 35 yaş altındaki ölümlerin en büyük nedenidir. Travmatik aortik yırtık, bütün karayolu kaza mortalitesinin %18’inden sorumludur. Bu hastaların %80’i, kaza bölgesinde ölür. Sağkalanların %50’si, tedavi edilmeden bırakılmaları durumunda 24 saat içinde ölür. Hızlı transport ve resüsitasyon, travma konusunda uyanıklık, çok kesitli bilgisayarlı tomografi varlığı ve zamanında girişim, aortik yaralanmadaki sağkalımı anlamlı şekilde düzeltebilmektedir.
Trauma is the leading cause of death under the age of 35 years worldwide. Traumatic aortic rupture is responsible for 18% of all road accident mortality. Eighty percent of these patients die at the scene of the accident. Of the survivors, 50% die within 24 hours if left untreated. Rapid transport and resuscitation, awareness of the injury, availability of multi-slice computed tomography (MSCT), and timely intervention can significantly improve survival in aortic injury.

20.Attempted suicide with screw penetration into the cranium
Berker Cemil, Kağan Tun, Okan Yigenoğlu, Erkan Kaptanoğlu
PMID: 20037886  Pages 624 - 627
Yabancı cisimler kafa içine sıklıkla penetran kafa travmaları sonrasında yerleşmektedirler. Çiviler, bıçaklar, tornavidalar, dikiş iğneleri, kurşunlar ve şarapnel parçaları penetran beyin hasarı ile ilgili bulunmuşlardır. Bu yazıda, sağ paryetal lobunda intrakraniyal olarak vida bulunan 34 yaşında bir olgu sunuldu. Mahkûm olgu, intihar girişiminde vida kullanmıştı. Vida sağ paryetal kraniyektomi ile başarılı şekilde çıkartıldı. Ameliyat öncesi penetran kafa travmasının tipinin bilinmesi, beyinde bulunan yabancı cismin çıkarılması için kullanılacak en iyi yöntemin belirlenmesini sağlamaktadır. Uzun süreli radyolojik takip ileride oluşabilecek beyin apsesi gibi komplikasyonların saptanması için gereklidir.
Intracranial foreign bodies are usually secondary to penetrating injuries. Nails, knives, screwdrivers, sewing needles, bullets, and shrapnel have been described related to penetrating brain injury. In this report, we present a 34-year-old prisoner with an intracranial screw located in the right parietal lobe. The screw was used by prisoner in an attempted suicide. A right parietal craniectomy was performed, and the screw was removed successfully. It is important to know the type of penetrating brain injury preoperatively in order to determine the best surgical approach to remove the foreign body settled in the brain. A long-term radiological assessment should be performed to detect any future complications, such as a cerebral abscess.