p-ISSN: 1306-696x | e-ISSN: 1307-7945
Volume : 15 Issue : 4 Year : 2024

Quick Search

SCImago Journal & Country Rank
Turkish Journal of Trauma and Emergency Surgery - Ulus Travma Acil Cerrahi Derg: 15 (4)
Volume: 15  Issue: 4 - July 2009
REVIEW
1.Volume Replacement in Trauma
Marcelo Augusto Fontenelle Ribeiro Jr, Marina Gabrielle Epstein, Luciana Daniela Lossurdo De Araujo Alves
PMID: 19669957  Pages 311 - 316
Çoklu travma hastalarındaki volüm replasmanında kullanılma endikasyonu bulunan değişik sıvıları, endikasyonlarını, etki mekanizmalarını ve yan etkilerini aydınlatmak suretiyle karşılaştırdık. 1997 ve 2008 yılları arasındaki yayınlar (dizin dergileri) kapsamlı olarak incelendi. Travma hastalarında hangi sıvıların kullanılması gerektiği konusunda halen bir fikir birliği bulunmamaktadır. Mevcut sistematik gözden geçirmeler, kolloid sıvıların kristaloid sıvılara karşı herhangi bir üstünlüğünü ortaya koymamıştır. Kristaloidler, hipovolemiye bağlı olarak interstisiyel ve intraselüler alanlardan intravasküler alana sıvı geçişi ile kolaylaşan fizyolojik internal dilüsyonu artırırlar. Resüsitasyonda kullanılan en yeni hipertonik solüsyonlar, kan hacmini genişletmekte ve kan basıncını yükseltmekte büyük bir kaliteye sahiptirler. Dekstran solüsyonunun hiperonkotik etkisi, intravasküler volümde, uygulanan hacimden daha fazla bir başlangıç genişlemesi oluşturur. Kristaloidlere kıyasla önemsiz volüm genişletme yetenekleri ve potansiyel anafilaktik reaksiyon riskleri nedeniyle, jelatinler, gelişmiş ülkelerde artık kullanılmamaktadırlar. Bazı uzmanlar daha hızlı intravasküler volüm restorasyonu oluşturabilen koloidleri kullanmayı tercih etse bile, travmada kristaloidler daha fazla kullanılmaktadır. Bu arada, volüm açığının restorasyonu ile ilgili olarak kristaloidlere göre açık bir koloid üstünlüğünü gösteren inandırıcı hiçbir kanıt bulunmamaktadır.
We aimed to compare different fluids indicated in volume replacement in multiple trauma patients, enlightening the indications, mechanisms of action and side effects. An extensive review of references (indexed journals) between 1997 and 2008 was performed. There is not yet a consensus about which fluids should be used in trauma patients. The systematic reviews available did not show a benefit of colloid solutions over crystalloid fluids. Crystalloids intensify physiological internal dilution, furthered by water migration from interstitial and intracellular spaces into intravascular space due to hypovolemia. The most recent hypertonic solutions used in resuscitation have a large role in expanding blood volume and making blood pressure rise. The hyperoncotic effect of dextran solution produces an initial expansion of intravascular volume that is bigger than the administered volume. Gelatins are no longer used in developed countries due to their insignificant ability regarding volume expansion when compared to crystalloids and the potential risks of anaphylactic reactions. The crystalloids are used more in trauma, even if some authors prefer the use of colloids, which can produce a quicker restoration of the intravascular volume. No convincing evidence shows a clear superiority of colloids over crystalloids for restoration of the volume depletion.

EXPERIMENTAL STUDY
2.The Effects of Long Term-Low Dose Cyclosporin-A Treatment on Muscles and Tendons: An Experimental Study
Ranan Gulhan Aktas, Seref Aktas, Omer Yazgan, Semsi Altaner
PMID: 19669958  Pages 317 - 323
AMAÇ
Az sayıdaki çalışmada, siklosporin-A (CsA) içeren immünsüpresif tedavi alan hastalarda kas ve/veya tendon patolojileri görüldüğü bildirilmiştir. Çalışmamızda, (i) CsA ile düşük doz ve uzun süreli tedavinin ardından mikroskobik düzeyde çizgili kas dokusu ve tendonlarda değişiklik olup olmadığı ve (ii) tedaviye CsA’nın çözücüsü Cremophor-EL ya da steroid eklenmesinin ek bir değişiklik oluşturup oluşturmadığı araştırıldı.
GEREÇ VE YÖNTEM
230-300 gr ağırlığında, dişi ve erişkin 24 adet Sprague-Dawley cinsi sıçan, rastgele dört gruba ayrıldı. Grup 1 kontrol olarak ayrılırken, diğer üç gruba 2,5 ay süre ile CsA (4 mg/kg/gün) periton içine verildi. Grup 2’ye CsA’nın oral formu, Grup 3’e CsA’nın Cremophor-EL içeren intravenöz (İV) formu verildi. Grup 4’e ise CsA’nın İV formu ile birlikte prednizolon (1 mg/kg/gün) uygulandı. Aşil tendonları ve triseps kaslarından hazırlanan doku örnekleri ışık mikroskobunda incelendi.
BULGULAR
Tüm deney gruplarında kaslarda lokal dejenerasyon, bağ dokusu artışı, mononükleer hücre sayısında artış gözlendi. Tendonlarda herhangi bir değişiklik yoktu.
SONUÇ
Çalışma, uzun süreli ve düşük dozda CsA kullanımı sonucu kas dokusunda morfolojik değişiklikler olmuştur. Tendonlarda herhangi bir değişiklik gözlenmemiştir. Cremophor-EL veya steroidlere bağlı olabilecek ek bir değişiklik belirlenememiştir. CsA nedeni ile oluşmuş bu değişikliklere, travma ya da cerrahi girişim sonrası kaslarda oluşabilecek hasarın eklenmesi ile çok daha dramatik bir tablo oluşabileceği göz ardı edilmemelidir. Bu sonucu destekleyen birkaç olgu sunumu vardır.
BACKGROUND
Limited studies report that patients receiving immunosuppressive therapy, including cyclosporin A (CsA), face muscle and/or tendon pathologies. The current study aimed (i) to investigate if CsA cause changes in the microscopic structure of striated muscle tissues and tendons after long–term low-dose therapy and (ii) to examine if the vehicle of CsA, Cremophor EL, or steroid administration might cause additional effects.
METHODS
Twenty-four adult female Sprague-Dawley rats weighing 230-300 g were divided at random into four groups. Group 1 served as the control. Groups 2-4 received CsA intraperitoneally for 2.5 months: Group 2 received the oral form of CsA, Group 3 received the intravenous form of CsA, which contains Cremophor EL, and Group 4 received the intravenous form of CsA and prednisolone. Samples from the Achilles tendons and triceps surae muscles were examined at light microscope level.
RESULTS
Focal necrotic areas, enlargement of connective tissue and increase in mononuclear cells were clear on muscles in the experimental groups. No morphologic effects were observed on tendons.
CONCLUSION
Long-term low-dose CsA therapy causes focal microscopic changes in muscles but not in tendons. No additional effects were demonstrated with Cremophor EL or steroids. It should be noted that muscle tissue damage after trauma or surgeries in patients receiving CsA might be more dramatic due to the pathologic changes already caused by CsA, as supported by several case reports.

3.Effects of Autologous and Homologous Blood Transfusion on TNF-alpha levels and Survival in an Intraabdominal Infection Model
Yusuf Alper Kılıç, Hande Canpınar, Dicle Güç, İskender Sayek
PMID: 19669959  Pages 324 - 329
AMAÇ
Homolog kan transfüzyonunun immünmodülatuvar etkilerinin cerrahi hastalarda kanser nüksü ve enfeksiyon gelişimi üzerine olumsuz etkileri olabileceği yönünde bulgular vardır. Bu olumsuz etkileri ortadan kaldırmaya yönelik bir yaklaşım otolog kan transfüzyonudur. Bununla birlikte, otolog transfüzyonun bu açıdan yararı netlik kazanmamıştır. Bu çalışmada, sıçanda karın içi enfeksiyon modelinde otolog ve homolog kan transfüzyonunun TNF-alfa düzeyleri ve sağkalım üzerine etkileri araştırıldı.
GEREÇ VE YÖNTEM
Çalışmada toplam 92 adet Spreague-Dawley cinsi sıçan kullanıldı. 44 sıçanda kan transfüzyonunu takip eden 7. günde çekal ligasyon delme yöntemi ile karın içi enfeksiyon oluşturuldu, ardından 90. dakika ve 6. saatte kan örnekleri alınarak ELISA yöntemi ile TNF-alfa düzeylerine bakıldı. 48 sıçanda ise (Sağkalımın değerlendirilmesi için kullanılan sıçanlar homolog ve otolog gruplarda 12’şer sıçandan oluştu.) transfüzyon ve çekal ligasyon delme işlemini takiben bir hafta süreyle sağkalım gözlendi.
BULGULAR
Çalışma sonucunda otolog transfüzyon grubuna göre, homolog kan transfüzyonu grubunda TNF-alfa yanıtında belirgin bir baskılanma olduğu görüldü, fakat gruplar arasında sağkalım açısından bir fark bulunamadı.
SONUÇ
Bu bulgulara dayanarak, otolog kan transfüzyonunun transfüzyona bağlı immünmodülasyonu azaltacak bir seçenek olduğu, fakat karın içi enfeksiyonda mortaliteyi azaltmadığı sonucuna varılmıştır.
BACKGROUND
Autologous blood transfusion is one of the approaches used for prevention of the undesirable immunomodulatory effects of homologous blood transfusion that can cause an increase in cancer recurrence and surgical site infections. On the other hand, the benefits of autologous blood transfusion in that respect are not yet clearly identified. In this experimental study, we investigated the differences in effects of autologous and homologous blood transfusion on tumor necrosis factor (TNF)-alpha levels and survival in an intraabdominal infection model in rats.
METHODS
A total of 92 Sprague-Dawley rats were used in the study. Forty-four of those rats were divided into autologous and homologous transfusion groups, and intraabdominal infection was instituted by cecal ligation puncture method on the 7th day after blood transfusion. Blood samples were taken at the 90th minute and at 6-hour intervals after cecal ligation puncture and were used for measurement of TNF-alpha levels by ELISA method. In the remaining 48 rats, survival was investigated within the first week of cecal ligation puncture.
RESULTS
Our results revealed significantly depressed TNF-alpha levels in the homologous blood transfusion group, but with respect to survival, no difference was detected between the groups.
CONCLUSION
Based on these findings, we concluded that autologous blood transfusion decreases transfusion-related immunomodulation but does not cause a decrease in mortality due to intraabdominal infection.

4.Peritoneal Resorption Capacity for the Inflammatory Mediators in Acute Experimental Staphylococcus aureus Peritonitis
Fawaz Chikh Torab, Fikri M. Abu-zidan, Suhail Al-salam, Dieter Berger, Frank James Branicki
PMID: 19669960  Pages 330 - 336
AMAÇ
Gram-pozitif veya gram-negatif peritoniti bulunan hastaların peritoneal sıvılarında hem endotoksin hem de interlökin-6 (IL-6) konsantrasyonlarının yüksekliği, bu hastaların periferik kanlarındaki endotoksin ve IL-6 konsantrasyonlarının yüksekliğinin bin katıdır. Bir bakteriyel (gram-pozitif) peritonit modelinde, peritonun endotoksin ve IL-6’ya yönelik rezorpsiyon kapasitesi değerlendirildi.
GEREÇ VE YÖNTEM
Wistar cinsi 93 adet erkek sıçana, fosfat tamponlu serum fizyolojik (FTS) içinde önceden müsin ile işleme tabi tutulan stafilokoklar veya tek başına FTS intraperitoneal (İP) enjeksiyon şeklinde uygulandı. Rezorpsiyon çalışmaları, 4., 8., 12. ve 24. saatte gerçekleştirildi. Sıçanların 44’üne endotoksin, kalan 49’una da IL-6 İP yolla enjekte edildi. 0., 5., 10., 15., 30. ve 60. dk’dan sonra kan örnekleri alındı. Endotoksin ve IL-6, sırasıyla LAL testi ve ELISA tekniği kullanılarak ölçüldü.
BULGULAR
Kontrol grubunun kanlarında endotoksin veya IL-6 saptanmadı. Peritonit grubunda, plazma endotoksin ve IL-6 seviyeleri anlamlı şekilde yüksek bulundu. İP endotoksin enjeksiyonundan sonra plazma endotoksin seviyelerinde ilave bir artış gerçekleşmedi. İP IL-6 enjeksiyonunu takiben, peritonitin 4. saatinde periferik kandan gerçekleştirilen IL-6 örneklenmesi ile ilgili olarak zamanla bir artış oluştu.
SONUÇ
Bu akut gram-pozitif peritonit modelinde, endotoksin ve IL-6 ile ilgili peritoneal rezorpsiyonda belirgin bir azalma oluşmuştur.
BACKGROUND
Elevations in both endotoxin and interleukin-6 (IL-6) concentrations in peritoneal exudates are a thousand times higher than their respective concentrations in the peripheral blood in patients with gram-positive or gram-negative peritonitis. We aimed in this study to evaluate the resorption capacity of the peritoneum for endotoxin and IL-6 in a model of bacterial (gram-positive) peritonitis.
METHODS
Intraperitoneal (i.p.) injection of mucin-pretreated staphylococci in phosphate buffered saline (PBS) or of PBS alone was performed in 93 male Wistar rats. Studies of resorption were undertaken at time points of 4 hours (h), 8h, 12h and 24h. Endotoxin was intraperitoneally injected in 44 rats and IL-6 in 49 rats. After 0, 5, 10, 15, 30 and 60 minutes (min), blood was sampled. Endotoxin and IL-6 were measured using the limulus-amoebocyte-lysate (LAL) test and ELISA technique, respectively.
RESULTS
No endotoxin or IL-6 was measured in the blood of controls. Plasma endotoxin and IL-6 levels were significantly high in the peritonitis groups. There was no further increase in endotoxin plasma levels after i.p. injection of endotoxin. Following i.p. injection of IL-6, there was an increase in IL-6 level over the time of sampling in the peripheral blood at 4h of peritonitis.
CONCLUSION
There was a clear reduction in peritoneal resorption of endotoxin and IL-6 in this acute model of gram-positive peritonitis.

5.Methylen Blue Usage In Evaluation Of Traumatic Necrosis In Rabbit Liver Injury
Akbar Behdad, Mehrdad Hosseinpour
PMID: 19669961  Pages 337 - 341
AMAÇ
Bu çalışmada, metilen mavisinin travmatik tavşan karaciğerinin vital ve devaskülarize alanlarının ayırımı konusundaki etkisi araştırıldı.
GEREÇ VE YÖNTEM
Yirmi adet sağlıklı tavşan rastgele iki eşit gruba ayrıldı. Cerrahi işlem, karın üst bölgede orta hattan gerçekleştirilen 5 cm uzunluğunda bir insizyonla uygulandı. Karaciğer hasarı oluşturulduktan sonra, portal ven yoluyla dilüe edilmiş metilen mavisi enjekte edildi ve boyanmaya başlanma zamanları ile boyanın kaybolduğu zamanlar kaydedildi.
BULGULAR
Yirmi tavşanın hepsi de deney bitimine kadar yaşadı. Deneklerde karaciğerin perfüze olmayan alanları boyanmadı. Kontrol tavşanlarında, karaciğer parankimi homojen olarak boyandı. Normal parankimdeki ortalama boyanmaya başlama zamanı, deneklerde 18,1±1,3 sn olurken kontrollerde de 17,7±1,4 sn oldu (p=AD). Ortalama diskolorasyon zamanı, deneklerde 53,1±3,7 sn ve kontrollerde de 53,1±3,2 sn oldu (p=AD).
SONUÇ
Cerrahi girişim gerektiren majör karaciğer yaralanmalarında, karaciğerin perfüze olmayan alanlarının saptanması için metilen mavisi enjeksiyonu kullanılabilir.
BACKGROUND
In this study, the efficacy of methylene blue in the differentiation of devascularized and vital areas in a traumatic liver model in rabbits was investigated.
METHODS
Twenty healthy rabbits were selected and randomly divided into two equal groups. Surgery was performed through an upper abdominal mid-line incision 5 cm in length. After induction of liver injury, diluted methylene blue was injected through the portal vein and staining onset and discoloration times were recorded.
RESULTS
All 20 rabbits survived until the end of the experiment. In cases, non-perfused areas of the liver remained unstained. In control rabbits, liver parenchyma was stained homogeneously. The mean onset time of staining in normal parenchyma was 18.1±1.3 sec in cases and 17.7±1.4 sec in controls (p=NS). The mean discoloration time was 53.1±3.7 sec in cases and 53.1±3.2 sec in controls (p=NS).
CONCLUSION
In major liver injuries requiring surgical intervention, methylene blue injection can be used for detection of non-perfused areas in the liver.

ORIGINAL ARTICLE
6.Necessity Of Preventive Colostomy For Fournier’s Gangrene Of Anorectal Region
Alper Akcan, Erdogan Sozuer, Hizir Akyildiz, Namik Yilmaz, Can Kucuk, Engin Ok
PMID: 19669962  Pages 342 - 346
AMAÇ
Bu çalışmanın amacı, anorektal bölgeyi içine alan Fournier gangreni olgularında koruyucu kolostominin gerekliliğini değerlendirmektir.
GEREÇ VE YÖNTEM
Perianal bölgeyi içine alan 37 Fournier gangreni olgusunun tıbbi kayıtları geriye dönük olarak değerlendirildi. On sekiz hastaya sadece debridman uygulanırken (Grup D), 19 hastaya debridmanın yanısıra Hartmann kolostomisi de uygulandı (Grup D ve HC).
BULGULAR
Gruplara arasında yaş (p=0,73), cinsiyet (p=1,00), diabetes mellitus varlığı (p=0,88), eşlik eden hastalıklar (p=0,57) ve uygulanan debridman sayısı (p=0,75) yönünden istatistik olarak anlamlı fark saptanmadı. Medikal ve cerrahi komplikasyonlar, mortalite oranları, hastanede ve yoğun bakım ünitesinde kalma süreleri arasında anlamlı fark saptanmadı (p>0,05). Fekal diversiyon 11 hastada ilk operasyonda yapılırken, 6 hastada ikinci, 2 hastada ise üçüncü debridman sırasında uygulandı. Bu hastalarda morbidite aynı iken, mortalite arasında istatistiksel olarak anlamlı fark saptandı (p=0,031).
SONUÇ
Fournier gangreni, hala zor bir klinik problemdir. Etkin multidisipliner yaklaşımlara karşın mortalite oranı yüksektir. Fekal diversiyon Fournier gangreni tedavisinde hala tartışmalıdır. Eğer gerekli ise koruyucu kolostomi ilk debridman sırasında uygulanmalıdır.
BACKGROUND
The aim of this study was to evaluate the necessity of preventive colostomy for Fournier’s gangrene of the anorectal region.
METHODS
The medical records of 37 patients with perianal Fournier’s gangrene were evaluated retrospectively. Debridement(s) alone was performed in 18 patients (Group D), while debridement(s) plus Hartmann colostomy was performed in 19 patients (Group D&HC).
RESULTS
There were no statistically significant differences between the D and D&HC groups with respect to mean age (p=0.73), sex ratio (p=1.00), diabetes mellitus (p=0.88), concomitant diseases (p=0.57), and number of debridements (p=0.75). The medical and surgical complication and mortality rates and duration of hospital and intensive care unit stays were also not significantly different between the D and D&HC groups (p>0.05). Fecal diversion was done at the initial operation in 11 patients, at second operation in 6 patients, and at third operation in 2 patients. When compared, morbidity rates were similar, but mortality rates were statistically different (p=0.031).
CONCLUSION
Fournier’s gangrene remains a difficult surgical problem. Despite aggressive multidisciplinary treatment, it still has a high mortality rate. Fecal diversion in the treatment of Fournier’s gangrene is controversial. If necessary, preventive colostomy should be performed during the initial debridement.

7.Blunt Colonic Injury: a 64-Case Series
Gürkan Öztürk, Bülent Aydınlı, Sabri Selçuk Atamanalp, Fehmi Çelebi, Hamit Acemoğlu, Ramazan Dönmez
PMID: 19669963  Pages 347 - 352
AMAÇ
Künt kalın bağırsak yaralanmaları nadirdir ancak, künt travma hastasının tedavisini zorlaştırıp sonucu kötüleştirebilirler. Bu çalışmada, künt karın travması sonucu oluşan kalın bağırsak yaralanmaları incelendi.
GEREÇ VE YÖNTEM
Altmış dört hastanın (60 erkek, 4 kadın; ort. yaş 39,3; dağılım 16-69) kayıtları geriye dönük olarak incelendi. Kayıtlar, klinik prezentasyon, araştırmalar, tanısal yöntemler, eşlik eden yaralanmalar, yaralanma ile ameliyat arasında geçen zaman, kalın bağırsak yaralanmasının yeri, ameliyatta yapılan işlemler, morbidite ve mortalite açısından incelendi.
BULGULAR
Olguların 53’üne tek aşamalı ameliyat uygulanırken (%82,8), 11’inde (%17,2) iki aşamalı ameliyat tercih edildi. Seçilen cerrahi yöntem, fekal bulaşın ve kalın bağırsak yaralanmasının derecesi ile kuvvetli bir şekilde ilişkili bulundu (p<0,01). Kalın bağırsak yaralanmasına bağlı karın komplikasyonların genel oranı %26,5 (n=17) idi. Kalın bağırsak yaralanmasına bağlı olmayan 6, bağlı olan 1 ölüm oldu. Müracaatta şok olması, şiddetli fekal bulaş, kalın bağırsak yaralanması skalası (CIS) ve eşlik eden yaralanmalar, komplikasyon ve ölümlerle ilişkili bulundu.
SONUÇ
Başvuruda şokta olan, şiddetli fekal bulaş olan ve yüksek CIS derecesi olan hastalarda iki aşamalı ameliyatın uygun olduğu çıkarımına varıldı.
BACKGROUND
Blunt colonic injuries are rare but can complicate the management of the blunt trauma patient and worsen the outcome. We analyzed in this study the colonic injuries caused by blunt abdominal trauma.
METHODS
The records of 64 patients (60 male, 4 female; mean age 39.3 years; range 16 to 69 years) were investigated retrospectively. The records were reviewed for clinical presentation, investigations, diagnostic methods, associated injuries, time from injury to operation, site of colon injury, operative management, morbidity, and mortality.
RESULTS
One-stage operation was performed in 53 cases (82.8%) and two-stage operation in 11 cases (17.2%). The treatment chosen was strongly related with the degree of fecal contamination and grade of colonic injury (p<0.01). The overall incidence of colonic injury-related abdominal complications was 26.5% (17 cases). There were six non-colon-related and one colon-related mortalities. Shock at presentation, severe fecal contamination, colon injury scale (CIS) grade, and associated injuries were related with complications and mortality.
CONCLUSION
We conclude that in patients with shock at presentation, severe fecal contamination and higher CIS grade, two-staged operation is appropriate.

8.Missile Cardiac Injuries: Review of 16 years experience
Reyaz Ahmed Lone, Mehmood Ahmad Wani, Zahur Hussain, Abdul Majid Dar, Mukhand Lal Sharma, Mohd Akbar Bhat, Abdul Gani Ahangar
PMID: 19669964  Pages 353 - 356
AMAÇ
Sivil toplumdaki şiddet olaylarında ateşli silahların ve bombaların sık kullanılması nedeniyle, penetran kardiyak travma, ciddi travma formunu oluşturmaktadır. Silahlarla oluşan kardiyak yaralanmalarla ilgili olarak 16 yıllık deneyimimizi bildiriyoruz.
GEREÇ VE YÖNTEM
Ateşli silahla, kardiyak yaralanmalı 40 olguyu (30 erkek, 10 kadın) gözden geçiren retrospektif bir çalışma gerçekleştirildi. Yaralanmaların şekli, tedavisi ve sonuçlar değerlendirildi.
BULGULAR
Olgular 14 ile 68 yaş arasında idi. Hastaların hastaneye ulaştırılması için geçen ortalama süre 4,1 saat idi. Hastaların %40’ı ateşli silah ile yaralanırken, %60’ı da kalbe gelen saçma veya şarapnel nedeniyle yaralanmıştı. Kurşun yaralanması bulunan grubun %37,5’i hayatta kalırken, şarapnel/saçma grubunun %66,6’sı hayatta kaldı. İzole kardiyak yaralanması bulunan hastalardaki sağkalım %60 iken, diğer yaralanmalar da eşlik edenlerde sağkalım yalnızca %40 oldu. Kalbin tek odacığına yönelik yaralanma hastaların %87,5’inde kaydedildi ve bu hastalarda sağkalım %62,8 oldu. Resüsite edilen hastalarda 14 komplikasyon kaydedildi. Bir hasta aşırı kanamaya yönelik olarak yeniden ameliyata alındı ve gözden kaçmış bir sağ ventrikül yaralanması onarıldı.
SONUÇ
Ateşli silahla kardiyak yaralanmalarda en iyi sonuçlar hastalar erken ameliyata alındığında elde edilir ve klinik sonuç, hastaneye başvuru sırasındaki klinik durum, tedaviye kadar geçen zaman, yaralanmanın şekli ve eşlik eden yaralanmaları da içeren çok sayıda faktöre bağlıdır.
BACKGROUND
Penetrating cardiac trauma represents an increasingly important form of trauma due to the frequent use of firearms and bombs in civilian violence. We report our experience over the past 16 years with missile-induced cardiac injuries.
METHODS
A retrospective study reviewing 40 cases (30 males, 10 females) of missile cardiac injuries was conducted. The nature of injuries, management and outcomes were analyzed.
RESULTS
The ages ranged from 14-68 years. The mean time in which patients reached the hospital was 4.1 hours. Forty percent of the patients had firearm injuries and the remaining 60% had pellet or splinter injuries to the heart. Survival was noted in 37.5% in the gunshot group and in 66.6% in the splinter/pellet group. The survival in patients with isolated cardiac injury was 60%, while it was only 40% in those with associated injuries. Single-chamber injury was noted in 87.5% of the patients and the survival in these was 62.8%. Fourteen complications were noted in the patients who were resuscitated. One patient was re-explored for excessive bleeding and a missed right ventricular perforation was repaired.
CONCLUSION
In missile cardiac injuries, results are best if operated early, and outcome depends upon multiple factors including clinical status at arrival, time interval till management, nature of injury, and associated injuries.

9.Periferal Vascular Injuries Related Deaths
Sadık Bilgen, Nursel Türkmen, Bülent Eren, Recep Fedakar
PMID: 19669965  Pages 357 - 361
AMAÇ
Periferik damar yaralanmaları sıklıkla ölümcül ve ölümcül olmayan travmalarda saptanmaktadır. Tedavide önemli ilerlemeler kaydedilmesine karşın, bunlar hala önemli ölüm nedenleri olarak kalmaktadır.
GEREÇ VE YÖNTEM
Bu çalışmada, 1996 ile 2006 yılları arasında Adli Tıp Kurumu Bursa Grup Başkanlığı Morgu’nda yapılan 6796 otopsiye ait raporlar retrospektif olarak incelendi.
BULGULAR
Çalışmaya, damar yaralanmasına bağlı hayatını kaybettiği saptanan 63 (%0,9) olgu dahil edildi. Olguların 57’si (%90,5) erkek olup, yaş ortalaması 36 bulundu; yaralanmaların %58,7’si kesici delici alet yaralanmasına bağlı idi. Olguların %85,7’sinde orijinin cinayet olduğu belirlendi; %25’inde kan alkol seviyesi 44 ile 256 mg/dL arasında saptandı.
SONUÇ
Ekstremite damar yaralanmalarında, mortaliteyi azaltmak açısından tecrübeli cerrahi ekibin bulunması, bunun yanında efektif hastane öncesi acil girişim yapılması hayati önem taşımaktadır. Primer ekstremite damar yaralanmasına bağlı ölen kişilerin otopsilerinde; yaralanan damar, yaralanma sayısı ve ölümcül yaralanma sayısı, yaralanma yerleşimi ve tarafı özellikle üzerinde durulması gereken konulardır.
BACKGROUND
Peripheral vascular injuries are frequently encountered in lethal and nonlethal trauma. Although significant improvements in treatment have been achieved, such injuries are still important causes of mortality.
METHODS
In this study, the records of 6769 autopsies performed between 1996 and 2006 at the Council of Forensic Medicine Bursa Group Chairmanship Morgue Department were evaluated retrospectively.
RESULTS
The 63 cases (0.9%) who were determined to have died due to vascular injury were included in this study. Fifty-seven cases (90.5%) were men (mean age: 36 years); 58.7% of the injuries were due to stab wounds. The femoral artery and vein were the most frequently injured vessels. The origin was a homicide in 85.7% of the cases. In 25% of the cases, blood alcohol levels were between 44 and 256 mg/dL.
CONCLUSION
The availability of experienced surgical teams and effective prehospital emergency care are vital for decreasing the mortality due to extremity vascular injuries. In the autopsy of a patient who died primarily due to extremity vascular injury, the injured vessel, numbers of injuries and of lethal injuries, and locations and sides of the injuries shed light on the possible presence of intention.

10.Penetrating Cardiac Injuries; Analysis of The Mortality Predictors.
Mustafa GÖZ, Ömer Çakır, Mehmet Nesimi Eren
PMID: 19669966  Pages 362 - 366
AMAÇ
Penetran kalp yaralanmaları, dramatik ve ölümcül travmalardır. Bu hastaların birçoğu, hastaneye ciddi şok veya ölü olarak ulaşırlar. Erken tanı ve ameliyat prognozu belirler. Bu çalışmada, kliniğimizde tedavi edilen penetran kalp yaralanmalı olgulardaki yaralanma biçimi, acil servise geliş tablosu, geliş süresi ile tedavi yaklaşımlarının morbidite ve mortalite üzerine olan etkileri değerlendirildi.
GEREÇ VE YÖNTEM
Penetran kalp yaralanmalı 52 hasta retrospektif olarak incelendi. Hastaların demografik karekterleri, yaralanmanın sebepleri, hastaneye geliş zamanı, acil servis inceleme bulguları, kullanılan tanı yöntemleri ve uygulanan cerrahi yöntemlerin sonuçlar üzerine etkisi incelendi.
BULGULAR
Erkek-kadın oranı 48: 4 olup yaş ortalaması 27,86±13,73 idi. Kırk altı hastada (%88,5) delici alet, dört hastada ateşli silah ve iki hastada iyatrojenik yaralanma etyolojide rol oynamaktaydı. Tüm hastalara acil cerrahi girişim uygulandı. Kardiyak yaralanmalar primer dikişle tamir edildi. Sekiz olgu ile hastane mortalitesi %15,4 olarak saptandı.
SONUÇ
Penetran kardiyak yaralanmalarda kanama ve/veya tamponad nedeniyle çok kısa sürede şok gelişebilir. Erken tanı ve acil torakotomi penetran kardiyak yaralanma sonrası hastaların yaşamasında temel faktörlerdir.
BACKGROUND
Penetrating cardiac injuries are a dramatic and lethal form of trauma. Most of these patients reach the hospital already dead or in severe shock. The prognosis is determined by early diagnosis and operation. In this study, we discuss the effects of the etiology of trauma, the state of presentation in the emergency department, and the treatment approaches on the morbidity and mortality in penetrating cardiac trauma treated in our clinic.
METHODS
Fifty-two patients treated due to penetrating cardiac injury were investigated retrospectively. Demographic characteristics, etiology of the injury, arrival time at the hospital, physical examination findings in the emergency room, diagnostic methods used, and surgical methods applied were determined along with the results.
RESULTS
The male to female ratio was 48: 4, and mean age was 27.86±13.73. The etiology was stab injury in 46, gun shot injury in four and iatrogenic trauma in two patients. Surgery was applied in emergency condition for all cases. Cardiac injury was repaired using primary repair technique. Hospital mortality was determined as 15.4% (8 patients).
CONCLUSION
Penetrating cardiac injuries lead to shock in a very short period of time because of bleeding and/or pericardial tamponade. Early diagnosis and prompt thoracotomy are the fundamental factors affecting patient outcome after penetrating cardiac injury.

11.Spontaneous pneumothorax: retrospective analysis of 348 cases
Recep Demirhan, Altuğ Koşar, Hatice Eryiğit, Hakan Kıral, Mehmet Yıldırım, Bülent Arman
PMID: 19669967  Pages 367 - 370
AMAÇ
Spontan pnömotoraks’lı (SP) hastalar iki gruba ayrılarak yaş, cinsiyet, tanı yöntemleri, uygulanan tedavi şekli ve sonuçları açısından geriye dönük olarak değerlendirildi.
GEREÇ VE YÖNTEM
Haziran 1997 ile Mayıs 2005 tarihleri arasında SP nedeniyle tedavi edilen 348 hasta (320 erkek, 28 kadın; ort. yaş 34,5; dağılım 14-80) çalışmaya alındı. Hastaların 274’ü (%78,7) primer SP’li, 74’ü (%21,3) sekonder SP’li idi. Sekonder SP’li hastalarda tüberküloz en sık sebepti. Hastaların %10’una ilk tedavi olarak nazal oksijen ve aspirasyon, %90’ına tüp torakostomi uygulandı.
BULGULAR
Nazal oksijen ve aspirasyon ile başarı oranı primer SP’li hastalarda %85,7, sekonder SP’li hastalarda %66,7 olarak bulundu. Tüp torakostomi ile başarı oranı primer SP ve sekonder SP’li hastalarında benzerdi (%88,4 ve %85,7). Tüp torakostominin başarısız olduğu primer SP’li 29 (%11,6) hastanın 15’ine aksiller torakotomi, 14’üne video yardımlı torakoskopik cerrahi (VATS) yapıldı. VATS ile cerrahi uygulanan bir (%7,1) hastada nüks meydana geldi.
SONUÇ
Tüp torakostominin başarı oranı hem primer SP’li, hem de sekonder SP’li hastalarda yüksektir. Bununla beraber tüp torakostominin başarısız olduğu hastalarda cerrahi yöntemler güvenle ve düşük nüks oranları ile uygulanabilir.
BACKGROUND
In this study, spontaneous pneumothorax (SP) cases were divided into two groups and retrospectively evaluated according to age, sex, diagnostic methods, treatments, and results.
METHODS
Between June 1997 and May 2005, 348 patients (320 males, 28 females; mean age 34.5; range 14 to 80 years) with SP were enrolled into our study. There were 274 (78.7%) primary SP and 74 (21.3%) secondary SP patients. Tuberculosis was the most common cause in secondary SP patients. Nasal oxygen and aspiration was the first-line therapeutic option in 10% of patients and tube thoracostomy was performed in 90%.
RESULTS
Nasal oxygen and aspiration success ratio was 85.7% in primary SP patients and 66.7% in secondary SP patients. Tube thoracostomy success ratio was nearly the same in patients with primary and secondary SP (88.4% and 85.7%). Of the 29 patients (11.6%) with primary SP with unsuccessful result of tube thoracotomy, 15 underwent axillary thoracotomy and 14 underwent video-assisted thoracoscopic surgery (VATS). One patient among these 14 who underwent VATS (7.1%) had recurrence.
CONCLUSION
Tube thoracostomy success ratio was high in both primary and secondary SP patients. Surgical procedures can be applied safely, with low recurrence rate, when the tube thoracostomy remains unsuccessful.

12.Assesment of Surgical And Conservative Treatment Of Forearm Fractures Results In Juvenil's
Firat Seyfettinoglu, Fatih Duygun, Emrah Kovalak, Önder Ersan, Bülent Ateş, Yalım Ateş
PMID: 19669968  Pages 371 - 376
AMAÇ
Cerrahi ve konservatif tedavi kriterleri henüz kesinleşmemiş önkol çift kırığı olan büyük çocuk ve genç erişkinlerde tedavi sonrası ortalama iki yıllık izlem sonuçları değerlendirildi.
GEREÇ VE YÖNTEM
Mart 2001 ile Aralık 2003 tarihleri arasında, önkol çift kırığı tanısıyla kliniğimize başvuran ve yaşları 10-18 arasında değişen cerrahi veya konservatif olarak tedavi edilmiş, epifizleri kapanmamış 41 hastadan en az bir yıl takibi olup düzenli kontrole gelen 34 hasta çalışmaya dahil edildi. Hastaların 23’üne konservatif, 11’ine cerrahi tedavi uygulandı. Hastalar kaynama süresi, fonksiyonel ve kozmetik açıdan değerlendirildi. Ortalama izlem süresi iki yıldı (dağılım 12-36 ay).
BULGULAR
Konservatif tedavi edilen 23 hastanın 21’inde (%91) Anderson kriterlerine göre mükemmel ve iyi sonuç, cerrahi tedavi edilen 11 hastanın 9’unda (%82) Anderson’a göre mükemmel ve iyi sonuç görüldü. Kötü sonuçlar konservatif grupta kabul edilen 15° üzeri açılanması olduğu halde ameliyatı kabul etmeyen hastalarda görüldü. Cerrahi grupta ise 1 hastada implant yetersizliği sonucunda ikinci ameliyat gerekmesi nedeniyle kötü sonuç alındı.
SONUÇ
Önkol çift kırıklı büyük çocuklarda öncelikle konservatif tedavi denenmeli, takiplerinde redüksiyonda kayma ve 15 derecenin üzerinde açılanma olan hastalara cerrahi tedavi planlanmalıdır.
BACKGROUND
We aimed to assess treatment outcomes of forearm fractures in patients aged between 10-18 years, for whom strict guidelines for surgical and conservative treatment are not yet clear.
METHODS
From a total of 41 patients between the ages of 10-18 years, 34 patients with a minimum of one-year follow-up in our clinic with the diagnosis of forearm fracture were evaluated retrospectively. All the patients had open epiphyses. Twenty-three of these patients were treated conservatively and 11 surgically. Patients were evaluated according to time of union, function and cosmesis. Average follow-up was two years (12-36 months).
RESULTS
Conservative treatment gave excellent and good results in 21 (91%), while surgical treatment gave excellent and good results in 9 (82%) of the patients when evaluated according to Anderson’s criteria. A bad result was seen in one patient who did not accept an operation, and had an angulation of over 15 degrees. We also had one bad result in the operatively treated group because of implant failure and a need for a second operation.
CONCLUSION
According to our results, conservative treatment should be the mainstay in the treatment of childhood fractures of the forearm. However, we should not hesitate in considering surgical treatment when the patients have a malalignment of more than 15 degrees.

13.The Relationship Between Level of Injury and Bladder Behaviour in Patients with Post-Traumatic Spinal Cord Injury
Bülent Erol, Taner Koçak, Ateş Kadıoğlu, Lütfiye Müslümanoğlu, Şafak Karamehmetoğlu, Mustafa Akıncı, Firdevs Arıkan
PMID: 19669969  Pages 377 - 382
AMAÇ
Spinal şok dönemi sonrası, suprasakral lezyonlar klasik olarak detrusor hiperrefleksisi (veya aşırı detrusor aktivitesi) ve detrusor sfinkter dissinerjisi ile sonuçlanır. Sakral lezyonlar ise alt motor nöron hasarı ile arefleksif mesane ve yüksek mesane kompliyansı ile kendini gösterir. Buna rağmen bazı yazarlar spinal kord travması ile ürodinamik bulguların her zaman korele olmadığını göstermiştir. Bu çalışmada, travma seviyesi ile ürodinamik bulguların ilişkisi değerlendirildi.
GEREÇ VE YÖNTEM
Posttravmatik spinal kord lezyonlu 51 hasta radyolojik olarak belirlenen travma seviyesi, travmanın nörolojik seviyesi ve spinal hasarın şiddetine göre sınıflandırıldı. Daha sonra tüm hastalara ürodinami işlemi uygulandı.
BULGULAR
Suprasakral lezyonlu 36 hastanın 26’sında (%72,2) hiperrefleksi ya da aşırı detrusor aktivitesi (p<0,05), 29’unda (%80,5) detrusor sfinkter dissinerjisi (p<0,05), 9’unda (%25) normal kompliyans ve 1’inde (%2,8) arefleksi saptandı. Sakral lezyonlu 14 hastadan 6’sında (%42,8) arefleksi, 2’sinde (%14,3) hiperrefleksi ya da aşırı detrusor aktivitesi, 2’sinde detrusor sfinkter dissinerjisi ve 6’sında (%42,8) normal kompliyans saptandı.
SONUÇ
Spinal kord travmalı hastaların somatik nörolojik bulgular veya görüntüleme yöntemlerinde saptanan seviye ile ürodinamik bulgular arasında her zaman korelasyon olmayabilir. Bu çalışma tek başına klinik nörolojik muayenenin ürolojik disfonksiyonu tahmin etmede uygun bir parametre olmadığını, ürodinamik değerlendirmenin her hasta için kesin tanı koyabilen yöntem olduğunu göstermiştir.
BACKGROUND
After the spinal shock period, suprasacral injuries classically result in detrusor hyperreflexia/overactive bladder and detrusor sphincter dyssynergia. Sacral cord injuries produce detrusor areflexia consistent with lower motor neuron injury and often increased bladder compliance. However, previous investigators have noted an inexact correlation between spinal cord injury level and urodynamic findings. The aim of this study was to evaluate the relationship between level of injury and urodynamic findings.
METHODS
Fifty-one patients with post-traumatic spinal cord injury were classified by the radiographically determined level of injury, clinical neurologic level and completeness of injury. Urodynamic studies were performed in all patients.
RESULTS
Twenty-six of 36 patients with suprasacral injuries had hyperreflexia/overactive bladder (72.2%). Twenty-nine (80.5%) had detrusor sphincter dyssynergia, 9 (25%) had normal compliance and 1 (2.8%) had areflexia. Six of the 14 patients with sacral injuries had areflexia (42.8%), 2 (14.3%) had hyperreflexia/overactive bladder, 2 (14.3%) had detrusor sphincter dyssynergia, and 6 (42.8%) had normal compliance.
CONCLUSION
The correlation between somatic neurologic findings or spinal imaging studies and urodynamic findings in patients with spinal cord injury is not exact. These data suggest that the neurologic examination alone is not an adequate parameter to predict urological dysfunction and that urodynamic evaluation provides a more precise diagnosis for each patient.

14.Treatment of femoral shaft fractures with expandable intramedullary nail
Feridun Çilli, Mahir Mahiroğulları, Özcan Pehlivan, Kenan Keklikçi, Mesih Kuşkucu, Ahmet Kıral, Serdar Avşar
PMID: 19669970  Pages 383 - 389
AMAÇ
Femur şaft kırıkları, genç yetişkin nüfusta, yüksek enerjili travmalarla oluşan, beraberinde diğer organ yaralanmalarının olabildiği kırıklardır. Bu çalışmada, femur şaft kırığı olan 20 hastanın şişirilebilir intramedüller çivi ile tedavi sonuçları değerlendirildi.
GEREÇ VE YÖNTEM
Yaş ortalaması 34,7 olan hastalardan birinin kırığı ateşli silah yaralanmasına bağlı tip 3A açık, kalan 19 hastanınki kapalı kırıktı. Kırıkların 2’si (%10) femurun proksimal üçte bir, 15’i (%75) orta üçte bir, 3’ü (%15) alt üçte birlik bölümündeydi. Hastalara elektif şartlarda, skopi altında kapalı redüksiyon, intramedüller oyma ve şişirilebilen intramedüller çivilerle (Fixion, Disc-O-Tech, İsrail) iç fiksasyon uygulandı. Kapalı olarak redükte edilemeyen kırıklarda ikinci bir insizyonla açık redüksiyon sağlandı. Ortalama ameliyat süresi 26,3 dakikaydı.
BULGULAR
Tüm hastalarda kaynama sağlandı. En kısa kaynama süresi 12, en uzun kaynama süresi 24 hafta ve ortalama kaynama süresi 15,2 haftadaydı. Thorensen ölçütlerine göre hastaların 15’inde (%75) mükemmel, 4’ünde (%20) iyi, 1’inde (%5) orta derecede sonuç alındı.
SONUÇ
Majör komplikasyon olmaksızın kaynama sağlayan şişirilebilir intramedüller çiviler klasik çivilerdeki distal kilitleme ve fazla radyasyona maruz kalma gibi sorunlara alternatif çözümler sunmaktadır. Sonuçlarımız, şişirilebilir intramedüller çivilerin femur kırıklarının tedavisinde hızlı, basit ve etkili bir çözüm sağlayan, klasik çivilere alternatif bir yöntem olduğunu göstermektedir.
BACKGROUND
Femoral shaft fractures are usually seen in the young population as a result of high energy traumas and are often accompanied by major organ injuries. In this paper, we aimed to assess the clinical results of expandable femoral intramedullary nails in the treatment of 20 femoral shaft fractures.
METHODS
The average age was 34.7. One fracture was the result of a gunshot wound, type 3A open fracture, and the other 19 fractures were closed. Under fluoroscopic control, all patients underwent elective closed reduction and internal fixation with intramedullary expandable femoral nails (Fixion, Disc-O-Tech; Israel). In case of failed or unacceptable closed reduction, open reduction was achieved with a second incision over the fracture site. Average operation time was 26.3 minutes.
RESULTS
Full union was achieved in all patients. The shortest union time was 12 weeks and the longest 24 weeks, with an average of 15.2 weeks. Results in 15 patients (75%) were excellent, in 4 patients (20%) good and in 1 patient (5%) moderate according to Thorensen criteria.
CONCLUSION
Use of expandable nails provides union without major complications and offers advantages such as less exposure to radiation as seen in distal locking of classical intramedullary nails. In conclusion, the good results of this study show that the expandable femoral intramedullary nail provides a successful option to classical intramedullary nails.

15.Analysis of motorcycle accident victims presented to the emergency department
Faruk Güngör, Cem Oktay, Zafer Topaktaş, Mehmet Akçimen
PMID: 19669971  Pages 390 - 395
AMAÇ
Motosiklet kazaları travmalara bağlı mortalite ve morbiditenin önemli bir nedenidir. Bu çalışmanın amacı, motosiklet ile ilişkili herhangi bir kaza nedeni ile acil servise başvuran hastaların özelliklerinin değerlendirilmesidir.
GEREÇ VE YÖNTEM
Akdeniz Üniversitesi Hastanesi Acil Servisi’nde 01 Temmuz 2005 ile 30 Eylül 2005 tarihleri arasında hastaların verileri ileriye dönük olarak kaydedildi.
BULGULAR
Acil servise motosiklet kazası nedeni ile 142 hastanın başvurduğu saptandı. Hastaların 16’sının dosyasına ulaşılamadığı ve 4’ü halen hastanede yattığı için değerlendirmeye alınmadı. Kalan 122 yaralanma olgusunun 72’si (%59) taburcu olurken 40’ı (%32,8) hastaneye yatırıldı, 7’si (%5,7) yatış amacı ile sevk edilirken, 3’ünün (%2,5) tedaviyi kabul etmediği saptandı. Sadece 11 yaralının kaza sırasında kask taktığı öğrenildi. Ortanca yatış süresi 5 gün (en az 1, en çok 43 gün) olarak bulundu.
SONUÇ
Motosiklet kazaları güvenlik önlemlerinin kısıtlılığı ve travma mekanizmasının farklılığı nedeni ile araç içi kazalara göre daha ciddi yaralanmalara neden olmaktadır. Kazaların sıklığı, yüksek yatış oranları, hastanede kalış süresinin uzunluğu ve yüksek tıbbi harcamalar motosiklet kazalarının halk sağlığı ve ekonomik açıdan önemli bir sorun olduğunu göstermektedir. Kazaların önlenmesi amacı ile motosiklet sürücülerinin mevcut yasal düzenlemelere uyumunun denetlenmesi yanında, güvenlik önlemlerinin artırılması ve sürücülerin bilinçlendirilmesi için çalışmalar yapılmalıdır. Bu çalışmaların kaza ve yaralanmaları önleme üzerindeki etkileri yeniden değerlendirilmelidir.
BACKGROUND
Motorcycle accidents are one of the major causes of traumatic injuries and deaths. The purpose of this study was to analyze the features of the victims presenting with motorcycle-related injuries.
METHODS
This study was conducted prospectively from July 1 to September 30, 2005 at the Emergency Department (ED) of Akdeniz University Hospital.
RESULTS
During the study period, 142 patients presented to the ED with motorcycle-related injuries. Sixteen patients were excluded from the analysis because their forms were incomplete and four were still under treatment in the hospital. Of the 122 injured, 72 (59.0%) were discharged and 40 (32.8%) were admitted. Only 11 patients declared use of a helmet. Median length of stay in the hospital was five days.
CONCLUSION
Motorcycle accidents result in more serious injuries than motor vehicle accidents due to the limited safety precautions and the difference in injury mechanism. The frequency of accidents, higher admission rates, longer periods of admissions, and higher total hospital costs highlight motorcycle accidents as a major public health issue and an economical burden. To prevent accidents, compliance with the legal requirements should be regularly audited. Studies should be done to increase motorcycle safety precautions, and education programs should be organized for motorcyclists. The effects of these interventions should be analyzed.

CASE REPORTS
16.Pancreatic injury revealed in abdominal ultrasound. A case report
Ioannis Papadoliopoulos, Panagiotis Bourikos, Christos Chloptsios, Georgios Ilias, Elias Moustakis, Vasilissa Karanasiou, Kostantinos Stamatiou
PMID: 19669972  Pages 396 - 398
Künt travmaya bağlı pankreatik laserasyon nadirdir ve retroperitoneal organ yaralanmasıyla birlikteliği enderdir. Renal yaralanmalar klinik ve radyografik görüntüleme incelemesinde kolaylıkla saptanabilirken, pankreatik yaralanmalara klinik olarak tanı koymak zordur ve bazı durumlarda da pankreatik yaralanmalar tanı konulmadan kalmaktadır. Her ne kadar ultrasonografi travma hastalarının ilk değerlendirilmesinde önerilmese ve intra veya perihepatik biliomaların takibinde yeri sınırlı da olsa, pankreas yaralanmalarının araştırılmasında yetkin bir tetkik olduğu gösterilmiştir. Bu yazıda, ultrasonografiyle saptanan pankreatik yaralanması olan 23 yaşındaki bir erkek olgu sunuldu.
Pancreatic laceration due to blunt trauma is relatively uncommon and it is less likely to accompany injury of a retroperitoneal organ. While renal injuries are easily detectable in both clinical and radiographic imaging examination, pancreatic injuries are difficult to diagnose clinically and in several cases remain occult. Although ultrasonography is not generally recommended for initial assessment of the trauma patient and its role is limited in the follow-up of contained intra- or perihepatic bilomas that are treated conservatively, it was demonstrated to be capable for exploration of pancreatic injuries as well. We present a case of a 23-year-old male with pancreatic injury found in ultrasonography.

17.A remarkable intestinal lipoma case
Şafak Kızıltaş, Elif Yorulmaz, Bülent Bilir, Feruze Enç, İlyas Tuncer
PMID: 19669973  Pages 399 - 402
Üç yıldır, demir eksikliği ve anemi şikayetleri olan otuz yedi yaşındaki kadın hasta, subileus nedeniyle hastaneye yatırılarak takibe alındı. Enteroklizis yöntemiyle jejunumun proksimal kısmında bir tıkanıklık ve polipoid kitleye ait dolma defekti gözlendi. Hastaya, ince bağırsak rezeksiyonu yapıldı. Histopatolojik değerlendirme sonucu submukozal lipomdu. Sonuç olarak, klinik ileus ve aneminin tanısal sürecinde lipomu da içeren ince bağırsak selim tümörleri göz önünde tutulmalıdır.
A 37-year-old female patient with a history of iron deficiency anemia for three years had been hospitalized and followed up with subileus. An obstruction at the proximal part of the jejunum was found by enteroclysis method and a filling defect due to a polypoid mass was determined. The small intestine was resected. It was reported as a submucosal lipoma based on results of the histopathological examination. In conclusion, benign tumors of the small intestine, including intestinal lipomas, should be considered during the diagnostic process of clinical ileus and anemia.

18.Extraction of a rectal foreign body - an alternative method
Syed Imran Hussain Andrabi, Nick A Johnson, Arshad Hussain Malik, Muhammad Ahmed
PMID: 19669974  Pages 403 - 405
Bu yazıda, rutinde kullanılmayan bir alet yardımıyla, yabancı cismin rektumdan transanal yolla çıkarıldığı bir olgu sunuldu. Rektumda kalan yabancı cisim şikayetiyle başvuran hastanın psikoz yakınması vardı ve stoma yoluyla uygulanacak laparotomi uygulaması çok zor olacaktı. Bu nedenle, yabancı cismi transanal yoldan geri çıkarmak üzere girişimin gerçekleştirilmesine karar verildi. Retraktörler ve endoskopi ile gerçekleştirilen girişimlerin başarısız olmasından sonra, yabancı cismi transanal yoldan geri çıkarmak için Kielland obstetrik forsepsi başarılı bir şekilde kullanıldı. Bu çalışmanın yazarları, yabancı cisimleri rektumdan geri çıkarmak üzere Kielland obstetrik forsepsinin kullanıldığı başka herhangi bir makale bulamamışlardır.
We present a case report of trans-anal extraction of a foreign body from the rectum using an unconventional instrument. Our patient presented with impacted retained rectal foreign bodies. As the patient suffered from psychosis, a laparotomy with a stoma would have been difficult to manage. It was thus decided to make every effort to retrieve the objects transanally. After failed attempts with retractors and endoscopy, Kielland obstetric forceps were used successfully to retrieve the foreign body transanally. The authors have found no other report describing use of Kielland obstetrical forceps to retrieve foreign bodies from the rectum.

19.An unusual etiology of fever of unknown origin: Foley catheter
Şahin Aslan, Yavuz Katırcı, Turgut Yapanoğlu, Hayati Kandiş, Mustafa Uzkeser
PMID: 19669975  Pages 406 - 407
Fever may appear due to known causes such as infections, but may sometimes occur as a result of unknown pathologies. These pathologies can be included in a miscellaneous group of fever of unknown origin. We report one case of bladder stone including a foreign body in a 40-year-old man with a stroke admitted for high fever, blocked miction and bladder symptoms.
Yüksek ateş, enfeksiyon gibi belli bir nedene bağlı olarak gelişebildiği gibi, nedeni belirlenemeyen patolojilere bağlı da gelişebilir. Bu patolojiler nedeni bilinmeyen ateşin değişik gurublarını içerebilir. Biz burada, yüksek ateş, üriner sistem semptomları ve idrar yapamama şikayeti ile başvuran 40 yaşındaki bir erkek hastayı sunduk.

20.Use of double flaps in high-voltage electrical injury of scalp and calvarium: Case report
Cengiz Açıkel, Hüseyin Karagöz, Yavuz Narin, Ersin Öztürk, Erdem Toğrol, Bahattin Çeliköz
PMID: 19669976  Pages 408 - 412
Yüksek voltajlı elekrik yaralanmasına bağlı paryeto-oksipital bölgede tam kalınlıkta saçlı deri ve kalvaryal kemik nekrozu gelişen 15 yaşındaki erkek hastada yaralanma sonrası 5. günde nekrotik yumuşak dokular debride edildi, cansız kalvaryal kemik yerinde bırakıldı ve üzeri bipediküllü perikraniyal flep ve bipediküllü skalp flebi ile iki tabakalı olarak kapatıldı. Ameliyat sonrasında herhangi bir komplikasyon izlenmez iken geç takiplerinde cansız kemik bölgesinde orijinal boyuttan daha küçük bir rezorpsiyon alanı gözlendi.
A 15-year-old boy sustained a high-voltage electrical injury with full-thickness scalp and calvarial bone necrosis in the parieto-occipital region. While necrotic soft tissues were debrided on the fifth day of injury, the devitalized calvaria was preserved. Bilayered coverage of the necrotic bone was achieved by transposition of ‘bipedicled pericranial flap’ and ‘bipedicled scalp flap’. No complication was observed in the postoperative period. A bone resorption area, smaller than the original necrotic bone area, was observed in the long-term follow-ups.