p-ISSN: 1306-696x | e-ISSN: 1307-7945
Volume : 15 Issue : 3 Year : 2024

Quick Search

SCImago Journal & Country Rank
Turkish Journal of Trauma and Emergency Surgery - Ulus Travma Acil Cerrahi Derg: 15 (3)
Volume: 15  Issue: 3 - May 2009
EXPERIMENTAL STUDY
1.The effect of different lengths and placements of median laparotomy incision on wound dehiscence in the rat
Turkay Kırdak, Erdal Uysal, Nusret Korun
PMID: 19562539  Pages 205 - 209
AMAÇ
Sıçanlarda farklı uzunlukta ve farklı yerleşimli orta hat karın duvarı kesilerinin yara ayrışmasına etkisi araştırıldı.
GEREÇ VE YÖNTEM
Seksen dişi Wistar sıçan, her grupta 10 sıçan içerecek şekilde sekiz gruba ayrıldı. Her sıçan grubuna farklı uzunlukta (2, 3, 4 ve 6 cm) ve farklı yerleşimli (üst-alt) orta hat (median) laparotomi uygulandı. Cerrahi sonrası üçüncü günde tüm sıçanlarda insuflatör yardımı ile pnömoperitoneum oluşturuldu. İnsuflasyon sırasında kesiden dışarıya gaz kaçağının fark edildiği ve karın içi basıncın ani düşme gösterdiği basınç değeri ayrışma basıncı olarak kaydedildi. Ek olarak açılmanın fark edildiği ana kadar geçen süreler kayıt edildi. Farklı kesi grupları karşılaştırıldı.
BULGULAR
Dört sıçan çeşitli nedenlerle çalışma dışı kaldığı için, istatistiksel değerlendirme 76 sıçan üzerinden yapıldı. Farklı uzunluktaki üst karın kesileri ile farklı uzunluktaki alt karın kesileri kendi arasında karşılaştırıldığında ayrışma basınç ve süreleri açısından anlamlı fark bulunmadı (p>0,05). Benzer şekilde, karın üst ve daha alt kesimdeki aynı uzunluktaki kesiler karşılaştırıldığında, üst ya da altta yerleşen kesilerin ayrışma basıncının ve sürelerinin farklı olmadığı görüldü (p>0,05).
SONUÇ
Farklı uzunluktaki ve farklı yerleşimdeki (karın üst ya da alt kesimde) karın orta hat kesileri erken dönemde artmış karın içi basınç karşısındaki benzer ayrışma basınçlarına sahiptirler.
BACKGROUND
To assess the effect of different lengths and placements of median laparotomy incision on wound dehiscence in the rat.
METHODS
Eighty female Wistar rats were divided into 8 groups of 10 rats each. Groups underwent median laparotomy with different incision lengths (2, 3, 4, 6 cm) at two sites (upper and lower abdomen). Pneumoperitoneum was established in all rats using an insufflator on postoperative day 3. When gas leakage through the wound with an instantaneous decrease in intraabdominal pressure was noticed, these values were recorded as dehiscence pressure. In addition, the time until wound breakage was recorded. The different incision groups were compared.
RESULTS
After excluding 4 rats for various causes, statistical analysis was performed on the remaining 76 rats. When the different incisional lengths were compared, there were no significant differences in dehiscence pressures and time (p>0.05). Similarly, there were no significant differences between the incision groups according to upper or lower abdominal wall site of incision (p>0.05).
CONCLUSION
Midline abdominal wall incisions of different lengths and placements (upper or lower abdomen) have similar dehiscence pressures against the pneumoperitoneum in the early postoperative period (p>0.05).

ORIGINAL ARTICLE
2.Evaluation of the process and effectiveness of consultation system in the Department of Emergency Medicine
Zeynep Karakaya, Yüksel Gökel, Ayça Açıkalın, Olcay Karakaya
PMID: 19562540  Pages 210 - 216
AMAÇ
Hasta ayırımı, konsültasyon, radyoloji ve laboratuvar incelemeleri gibi farklı süreçler acil serviste geçirilen toplam bekleme süresini belirlemektedir. Bu durum göz önüne alındığında, konsültasyon sistemi ve işleyişini değerlendirmenin önemi açıktır. Bu çalışmada, konsültasyon sisteminin işleyişi değerlendirildi.
GEREÇ VE YÖNTEM
İleriye dönük ve tanımlayıcı bu çalışma, acil servise başvuran ve konsültasyon istenen 276 hasta üzerinde gerçekleştirildi. Bu hastalardan toplam 342 konsültasyon istendi; başvuru şikâyetleri, yaşamsal bulguları ve genel durumlarına göre çok acil, acil ve acil olmayan olarak sınıflandırıldı. Anket formları acil tıp araştırma görevlilerince dolduruldu.
BULGULAR
Çalışmaya alınan hastalardan en sık dahiliye konsültasyonu istendiği (%72) görüldü. Konsültasyona yanıt süresi 29±43 dk olarak hesaplandı. Konsültasyona en hızlı yanıt veren bölüm kardiyoloji iken, en geç gelen bölüm genel cerrahi idi. Hastaların aciliyet derecesi arttıkça, konsültasyon süresinde anlamlı azalma görüldü.
SONUÇ
Çalışmamızda, acil görevlilerince acil servise başvuran hastaların aciliyetlerinin belirlenmesinin, konsültasyon etkinliğini belirleyen en önemli etmen olduğu bulundu. Acil servislere hasta başvurularının gelecekte daha çok artacağı düşünüldüğünde, konsültasyon ile ilgili daha ayrıntılı ve ileriye dönük çalışmaların yapılmasına ihtiyaç vardır.
BACKGROUND
Triage, consultations, and radiological and laboratory test processes have different effects on the total waiting time in the emergency department (ED). Under these circumstances, the importance of the consultation system process and effectiveness of consultation becomes very clear. Our aim in this study was to verify the process of the consultation system.
METHODS
This prospective and defining study was performed with 276 patients admitted to the ED. A total of 342 consultations were requested. These patients were classified as very urgent, urgent and non-urgent according to their problems, and a survey form was completed by the ED resident.
RESULTS
The most frequently requested consultation was to the Department of Internal Medicine (72%). Mean time for reply to the consultation was 29±43 minutes. The earliest reply to the consultation was from Cardiology while the latest responders were the general surgeons. Timeline for replying to the consultation was shorter depending on the urgency of the case.
CONCLUSION
In our study, we determined that the most important factor for the effectiveness of consultation was the definition of the urgency of the patients by the residents in the ED. Since the number of patients admitting to the ED will continue to increase in the future, more detailed prospective studies are needed about the efficiency of consultation in the ED.

3.Factors affecting mortality in acute mesenteric obstruction
Ali Aktekin, Seyfi Emir, Abdullah Sağlam
PMID: 19562541  Pages 217 - 221
AMAÇ
Akut mezenter tıkanıklığı (AMT), çoğunlukla ölümle sonuçlanan bir hastalıktır. Bu çalışma, AMT olan hastaların demografik özeliklerini belirlemek ve bu hastalardaki prognostik faktörleri ortaya koymak için planlandı.
GEREÇ VE YÖNTEM
Ocak 2000 ile Aralık 2004 tarihleri arasında acil servisimizde AMT ile başvuran hastaların demografik özellikleri, laboratuvar bulguları, ameliyat bulguları ve mortalite geriye dönük olarak incelendi.
BULGULAR
Otuz hasta (18 erkek, 12 kadın; ort. yaş 67; dağılım 26-92) incelendi. Yaşayan hastaların oranı %43,3 olarak bulundu. Yaşayan hastalarda ALT, yüksek pH ve kreatinin istatistiksel olarak daha düşük olduğu saptandı (sırasıyla, p=0,0027, 0,0004, 0,02). Kolonun etkilendiği durumlarda mortalitenin istatistiksel olarak yüksek olduğu bulundu (p<0,001). Papaverin infüzyonu, embolektomi ve ikincil bakışların yaşam süresine etkili olmadığı görüldü.
SONUÇ
Ameliyat öncesi karaciğer enzimlerinin yüksek olması, asidoz varlığı ve kolonun etkilenmiş olması kötü prognozu gösterir. Papaverin infüzyonu, embolektomi ve ikincil bakışlar mortalite oranını değiştirmez.
BACKGROUND
Acute mesenteric obstruction (AMO) is usually fatal. This study was designed to demonstrate the demographic characteristics and prognostic factors of affected patients.
METHODS
The patients admitted to our emergency department and diagnosed as having AMO between January 2000 and December 2004 were investigated retrospectively. Their demographic characteristics, laboratory results, per-operative findings and mortality were investigated retrospectively.
RESULTS
Thirty patients (18 males, 12 females; mean age: 67 [26-92]) were evaluated. 43.3% of patients survived. Surviving patients had statistically significantly lower alanine aminotransferase (ALT) but also higher pH and creatinine levels (p=0.0027, 0.0004, 0.02). Colonic involvement also increased mortality (p<0.001). Papaverine infusion, embolectomy and second-look operations had no effect on outcome.
CONCLUSION
Preoperatively increased liver enzymes, acidosis, and colonic involvement indicated poor prognosis. Papaverine infusion, embolectomy and second-look operations showed no advantages with respect to survival.

4.Esophageal foreign bodies: analysis of 188 cases
Atila Türkyılmaz, Yener Aydın, Ömer Yılmaz, Şahin Aslan, Atilla Eroğlu, Nurettin Karaoğlanoğlu
PMID: 19562542  Pages 222 - 227
AMAÇ
Özofagus yabancı cisimleri çocuklarda daha fazla olmak üzere tüm yaş gruplarında görülebilen, bazen önemli morbidite ve mortaliteye yol açan acil bir klinik tablodur. Rijit özofagoskopi bazı riskleri olmasına rağmen özofagus yabancı cisimlerinde en önemli tanı ve tedavi yöntemidir.
GEREÇ VE YÖNTEM
Kliniğimizde 1996-2006 yılları arasında özofagusta yabancı cisim şüphesi nedeniyle yatırılıp rijit özofagoskopi uygulanan 188 olgu (111 erkek [%59], 77 kadın [%41]; ort yaş 19±22,63; dağılım 4 ay - 96 yıl) geriye dönük olarak değerlendirildi.
BULGULAR
Olguların 158’unda (%84,0) yabancı cisim öyküsü vardı, direkt grafiyle 145 olguda (%77,1) yabancı cisim belirlendi. Olgularda yabancı cisimlerin 137’si (%79,2) hipofarenks ve servikal özofagusta yerleşimliydi. Madeni para (n=72) ve kemik (n=41) en sık saptanan yabancı cisimler iken, olguların 15’inde (%8) rijit özofagoskopide yabancı cisme rastlanmadı. Beş olguda cerrahiyle yabancı cisim çıkarıldı. Komplikasyon olarak iki olguda (%1,06) rijit özofagoskopi esnasında özofagus yırtığı gelişti. Ortalama hastanede kalış süresi 1,82±1,60 gündü. Bir olguda mortalite gözlendi.
SONUÇ
Özofagus yabancı cisimlerinde erken tanı ve doğru tedavi yöntemleriyle oluşabilecek komplikasyonlar önlenebilir. Rijit özofagoskopi, özofajiyal yabancı cisimlerde etkili ve güvenli bir tanı ve tedavi yöntemidir.
BACKGROUND
Esophageal foreign bodies (EFBs) represent an urgent clinical condition that can be seen in all ages, especially in children, and sometimes cause important morbidity and mortality. Rigid endoscopy is the most important diagnostic and treatment tool in EFBs, although there are some risks.
METHODS
Between 1996-2006, the records of 188 inpatient cases (111 males [59%], 77 females [41%]; mean age 19±22.63; range 4 months to 96 years) who underwent rigid endoscopy were evaluated retrospectively.
RESULTS
There was a history of foreign body in 158 cases (84%), and foreign body was shown by chest X-ray in 145 cases (77.1%). Of the foreign bodies, 137 (79.2%) were located in the hypopharynx and cervical esophagus. While the most commonly detected foreign bodies were coins (72 cases) and bones (42 cases), no foreign body was detected in 15 cases (8%) in rigid esophagoscopy. Foreign body was removed via surgery in 5 cases. Esophageal rupture as a complication during esophagoscopy occurred in 2 cases (1.06%). Mean hospital stay was 1.82±1.60 days. Mortality occurred in 1 case (.53%).
CONCLUSION
Complications may be prevented with early diagnosis and accurate treatment. Rigid endoscopy is an effective and safe procedure for foreign body removal.

5.Traumatic extracranial carotico-juguler fistulation
Haydar Yaşa, Orhan Gökalp, Tevfik Güneş, Haluk Recai Ünalp, Tayfun Adanır, Ufuk Yetkin, Cengiz Özbek, Ali Gürbüz
PMID: 19562543  Pages 228 - 231
AMAÇ
Ekstrakraniyal karotiko-venöz fistüller tedavi edilmedikleri takdirde inme, serebral ödem, yüksek debili kalp yetersizliğine neden olabilir ve okülofasiyal bulgularla ortaya çıkabilirler. Travmadan hemen sonra tanı konulan ve cerrahi tedavi uygulanan beş ekstrakraniyal arteriyovenöz fistül olgusu incelendi.
GEREÇ VE YÖNTEM
Kliniğimizde beş hastaya (ort. yaş 32,4; dağılım 27-38) travnatik ekstrakraniyal karotiko-juguler fistül nedeni ile acil cerrahi girişim uygulandı. Travmadan sonra hastaların tanı konulup ameliyat edilmesine kadar geçen süre ortalama 2,4 saatti. Bir hastaya mediastende büyük bir hematom varlığı nedeni ile arkus aortografi yapıldı. Bir hastaya arteriyel Doppler ultrasonografi yapıldı. Diğer üç hastanın tanıları fiziksel incelemeyle konuldu.
BULGULAR
Üç hastada ateşli silah yaralanması iki hastada kesici-delici alet yaralanması vardı; üç hastada sağ ana karotis arter iki hastada sol ana karotis arter yaralanması saptandı. Erken veya geç mortalite izlenmedi. Kros-klemp süreleri 14,3±4,7 dk idi. Majör kanama olmadı. İleri derece kanama ile acilen ameliyata alınan bir hastada hipotansiyona bağlı iskemik inme gelişti ve ameliyat sonrası 5. gününde nöroloji kliniğine devredildi.
SONUÇ
Travmatik karotiko-juguler fistül olgularında tanı konur konmaz cerrahi girişimin etkili ve güvenli bir yaklaşım olduğu, bu sayede geç tanı ve tedavi nedeniyle oluşabilecek komplikasyonların da önlenmesinin mümkün olduğu görüşündeyiz.
BACKGROUND
Extracranial caroticovenous fistulae, if left untreated, may cause stroke, cerebral edema, and high output cardiac failure and may present with oculofacial signs. In this study, 5 cases with extracranial arteriovenous fistulae who were diagnosed and surgically treated promptly after trauma are presented.
METHODS
Five patients with extracranial traumatic caroti-cojuguler fistulation underwent urgent surgery in our department. Their mean age was 32.4 (range: 27-38). Mean door to operating room time was 2.4 hours. One patient underwent arcus aortography due to a large hematoma in the mediastinum. One patient underwent arterial Doppler ultrasound examination. The remaining three patients were diagnosed via physical examination.
RESULTS
There were three gunshot and two stab wounds. The right common carotid artery was injured in three cases and left common carotid artery in two. There was no early or late mortality. Cross-clamp time was 14.3±4.7 minutes. There was no major bleeding. One patient developed ischemic stroke secondary to hypotension due to massive bleeding before surgery and was transferred to the Department of Neurology on the 5th postoperative day.
CONCLUSION
We suggest that as soon as the diagnosis of traumatic caroti-cojuguler fistula is made, a surgical approach is effective and safe and may prevent possible complications due to delayed diagnosis and treatment.

6.Independent risk factors of morbidity in penetrating colon injuries
Sadullah GİRGİN, Ercan Gedik, Ersin Uysal, İbrahim Halil Taçyıldız
PMID: 19562544  Pages 232 - 238
AMAÇ
Penetran kolon yaralanmalı hastalarda, kolon ile ilişkili morbiditeye etkili faktörler değerlendirildi.
GEREÇ VE YÖNTEM
Hastaların (n=196) medikal kayıtlarından yaş, cinsiyet, travma etkeni, travma operasyon entervali, şok, ameliyat süresi, Penetran Abdominal Travma İndeksi (PATİ), yaralanma şiddeti ölçeği (ISS), yaralanan kolon segmenti, kolon yaralanma skoru, fekal kontaminasyon, ilk 24 saat içinde yapılan kan transfüzyonu, intra ve ekstra-abdominal yandaş yaralanan organ sayısı ve cerrahi şeklini içeren değişkenler incelendi. Bağımsız risk faktörlerini saptamak amacıyla bu değişkenlere multivaryant lojistik regresyon analizi uygulandı.
BULGULAR
Ateşli silah yaralanması, travma ameliyat entervalinin ≥6 s, şok varlığı, ameliyat süresi ≥6 s, PATİ ≥25, İSS ≥20, kolon yaralanma skoru ≥3, majör fekal kontaminasyon, karıniçi yandaş yaralanan organ sayısı >2, ekstra-abdominal yandaş yaralanan organ sayısı >2, multipl kan transfüzyonunun yapılması ve diversiyon uygulanmış olması morbiditeyle ilişkisi anlamlı bulundu. Multivaryant analiz, ilk 24 saat içinde yapılan kan transfüzyon sayısının ≥4 olması ve diversiyon uygulamasının penetran kolon yaralanmalarında kolon ilişkili morbitite gelişimi üzerine etkili bağımsız risk faktörleri olduğunu gösterdi.
SONUÇ
Kolon ilişkili morbidite gelişimi üzerine etkili bağımsız risk faktörleri; ilk 24 saat içinde yapılan kan transfüzyon sayısının ≥4 olması ve diversiyon olarak belirlendi.
BACKGROUND
The present study explored the factors effective on colon-related morbidity in patients with penetrating injury of the colon.
METHODS
The medical records of 196 patients were reviewed for variables including age, gender, factor of trauma, time between injury and operation, shock, duration of operation, Penetrating Abdominal Trauma Index (PATI), Injury Severity Score (ISS), site of colon injury, Colon Injury Score, fecal contamination, number of associated intra- and extraabdominal organ injuries, units of transfused blood within the first 24 hours, and type of surgery. In order to determine the independent risk factors, multivariate logistic regression analysis was performed.
RESULTS
Gunshot wounds, interval between injury and operation ≥6 hours, shock, duration of the operation ≥6 hours, PATI ≥25, ISS ≥20, Colon Injury Score ≥ grade 3, major fecal contamination, number of associated intraabdominal organ injuries >2, number of associated extraabdominal organ injuries >2, multiple blood transfusions, and diversion were significantly associated with morbidity. Multivariate logistic regression analysis showed diversion and transfusion of ≥4 units in the first 24 hours as independent risk factors affecting colon-related morbidity.
CONCLUSION
Diversion and transfusion of ≥4 units in the first 24 hours were determined to be independent risk factors for colon-related morbidity.

7.Dangers faced by emergency staff: experience in urban centers in southern Turkey
Betul Gulalp, Ozgur Karcioglu, Zikret Koseoglu, Azade Sari
PMID: 19562545  Pages 239 - 242
AMAÇ
Bu çalışmada, acil servislerde sağlık çalışanlarına yönelik şiddet, tehdit ve fiziksel saldırının sıklık ve özellikleri araştırıldı.
GEREÇ VE YÖNTEM
Acil serviste çalışanlar tarafından anket dolduruldu. Toplanan bireysel bilgiler şiddet şekli ve sıklığı, cinsiyet, yaş, meslek, acil serviste deneyim süresi, saldırganların özellikleri, olayların sonucunı içermektedir. Veriler 1 ile 31 Mayıs 2006 tarihleri arasında elde edildi.
BULGULAR
Toplam 109 personel değerlendirildi. Meslek (p=0,000) dışında, şiddet ve cinsiyet, yaş, deneyim süresi arasında anlamlı ilişki yoktu (p değerleri sırasıyla 0,464, 0,692, 0,298). Tehdit oranı ile cinsiyet, yaş, meslek ve deneyim arasında ilişki anlamsızdı (p değerleri 0,311, 0,326, 0,278, 0,994). Diğer yandan fiziksel saldırı ile cinsiyet, yaş, meslek, deneyim arasında anlamlı ilişki bulundu (p değerleri 0,042, 0,000, 0,000 ve 0,011).
SONUÇ
Acil personeline karşı şiddet sıktır. Şiddet belirgin olarak acil hekimine yönelik gelişmektedir. Bunun dışında şiddet, tehdit ve kişisel özellikler arasında anlamlı ilişki yoktur. Ama, erkek cinsiyet, ≥31 yaş, acil hekimi olmak, acil serviste beş yıl ve üstünde çalışmış olmak, fiziksel saldırı için risk faktörleridir.
BACKGROUND
The aim of this study was to investigate the incidence and characteristics of aggression, threat and physical violence directed towards the staff in emergency departments.
METHODS
A questionnaire was completed by the emergency staff. The individualized data collected included the pattern and incidence of violence, sex, age, profession, and years of experience of the emergency staff, and the behavioral characteristics of the assailants, together with outcome of incidents. Data regarding incidences occurring between May 1-31, 2006 were abstracted.
RESULTS
A total of 109 staff were evaluated. There was a statistically significant relationship between aggression and profession (p=0.000), but no relation was determined with sex, age or years of experience (p values 0.464, 0.692, and 0.298, respectively). The relationship of incidences of threat with sex, age, profession, and experience was insignificant (p values 0.311, 0.278, 0.326, 0.994, respectively). On the other hand, significant relationships were identified between physical assault and sex, age, profession, and experience (p values 0.042, 0.000, 0.000, 0.011).
CONCLUSION
Violence directed towards the emergency staff is common. Aggression occurs towards the emergency physician distinctively. Otherwise, there is no significant relationship between aggression or threat and personal characteristics. However, male sex, ≥31 years of age, being an emergency physician, and having worked for longer than five years in the emergency department are the risk factors for physical violence.

8.How should open tibia fractures be treated? A retrospective comparative study between intramedullary nailing and biologic plating
Cemil Kayalı, Haluk Ağuş, Ahmet Eren, Serkan Özlük
PMID: 19562546  Pages 243 - 248
AMAÇ
Açık tibia kırıklarında iki farklı tedavi yönteminin geriye dönük incelemeyle karşılaştırılması amaçlandı.
GEREÇ VE YÖNTEM
Tip I ve II açık tibia kırıklı 45 olgu çalışmaya alındı. Olguların 25’i (Grup I) minimal invasif plak osteosentezi (MİPO) ile, geriye kalan 20 olgu (Grup II) kısmi oymalı intramedüller çivi ile tedavi edildi. Son kontrolde klinik değerlendirme modifiye Ketenjiyan ölçütler kullanılarak yapıldı.
BULGULAR
Olguların tam yüklenme süreleri Grup I’de 21, Grup II’de 22,4 hafta idi. Grup I’de kaynamama saptanan bir olguya halkasal fiksatörle yeniden tespit sağlandı. Bir olguda kronik ostemiyelit gelişmesi nedeniyle tespit cihazı çıkarıldı. Bir diğer olguda da kötü kaynama saptandı. Grup II’de kaynamama gelişen iki olguya; biri intramedüller çivi ile diğeri halkasal fiksatörle yeniden tespit uygulandı. Ek olarak bir olguda kötü kaynama, bir değerinde ise kronik osteomiyelit gelişen geç komplikasyonlardı. Son kontrolde klinik yeterlilik oranları; Grup I’de 21/25, Grup II’de 18/20 idi. Bu sonuçlar arasında anlamlı fark saptanmadı (p>0,05).
SONUÇ
Her iki grupta sağlanan klinik sonuçlar benzerdir. İntramedüller çiviler açık tibia kırıklarında ilk tercih olmasına rağmen MİPO alternatif bir tedavi seçeneğidir.
BACKGROUND
In this retrospective study, our purpose was to compare two treatment alternatives clinically.
METHODS
Forty-five patients who had grade I or II open tibia fractures were included. Twenty-five of them, treated via minimally invasive plate osteosynthesis (MIPO), comprised group I. The latter 20 cases, treated via partial reamed intramedullary nailing (PR-IMN), comprised group II. Clinical evaluation was made on the basis of modified Ketenjian’s criteria.
RESULTS
Full weight-bearing periods in groups I and II were 21 and 22.4 weeks, respectively. Non-union in one case of group I was revised with circular fixator. In another case, implant removal was needed due to chronic osteomyelitis. Mal-union was detected in another. In group II, two cases needed implant revision with intramedullary nail in one and circular fixator in another for non-union. Mal-union in one case and chronic osteomyelitis in another were the late complications in group II. At the last follow-up, satisfaction rates were: 21/25 in group I and 18/20 in group II. There was no significant difference between groups (p>0.05).
CONCLUSION
The clinical results of both groups were similar. Although intramedullary nailing is the first choice, MIPO is an alternative method for open tibia fractures.

9.Open reduction and internal fixation of radial head fractures
Yüksel Özkan, Alpaslan Öztürk, Recai Mehmet Özdemir, Serkan Aykut, Nazan Yalçın
PMID: 19562547  Pages 249 - 255
AMAÇ
Açık redüksiyon ve internal tespit uygulanan radius başı kırıklı olguların radyolojik ve fonksiyonel sonuçları değerlendirildi.
GEREÇ VE YÖNTEM
1998-2003 yılları arasında radius başı kırığı ile başvuran ve açık redüksiyon ve internal tespit uygulanan 15 olgu (7 erkek- 8 kadın; ortalama yaş 34,1; dağılım 18-49) değerlendirildi. Takip süresi 54,6 (dağılım 42-78) aydı. Mason sınıflandırmasına göre olguların 3’ü tip II, 8’i tip III ve 4’ü tip IV idi. Radyolojik değerlendirme arka-ön ve yan radyografilerle, fonksiyonel değerlendirme Broberg ve Morrey ölçütlerine göre yapıldı.
BULGULAR
Kaynamama tespit edilen tip III kırıklı olgu dışında tüm kırıklarda kaynama saptandı. Dirsek eklemi fleksiyonu 20°-145° arasında saptandı. Ortalama pronasyon 71,9° ve supinasyon 83,2° idi. Sekiz olguda mükemmel, 4 olguda iyi, 1 olguda orta ve 2 olguda kötü sonuç alındı. İmplant yetersizliği nedeni ile 1 olguda radius başı eksizyonu ve protez uygulaması yapıldı.
SONUÇ
Radius başı kırıklarında açık redüksiyon ve internal tespit uygulamasını dirsek fonksiyonlarında tatmin edici sonuçlar elde edilmesi ve ayrıca radius başı eksizyonu sonrası oluşan radius kısalığının, el bileği eklemi disfonksiyonunun ve hareket kısıtlılığının önlenmesi nedeniyle parçalanma miktarının fazla olduğu durumlarda bile önermekteyiz. Ayrıca, kötü sonuç elde edildiğinde eksizyon ve protez uygulaması daha sonra yapılabilir.
BACKGROUND
We evaluated the radiologic and functional outcomes of patients with radial head fractures managed with open reduction and internal fixation.
METHODS
Between 1998-2003, 15 patients (7 males, 8 females; mean age 34.1; range 18 to 49 years) with radial head fracture were treated with open reduction and internal fixation. Follow-up time was 54.6 months (42-78). Three fractures were Mason type II, 8 were III and 4 were IV. They were evaluated by anteroposterior and lateral radiographs and functionally by Broberg and Morrey criteria.
RESULTS
All the fractures except in 1 patient with Mason type III had united. The mean range of motion of the elbow was 20° to 145° with 71.9° of pronation and 83.2° of supination. According to Broberg and Morrey criteria, the outcome was excellent in 8, good in 4, fair in 1 and bad in 2. Excision and prosthetic replacement were performed in 1 patient because of implant failure.
CONCLUSION
We suggest open reduction and internal fixation even in comminuted cases because it gives satisfactory elbow function and avoids radial shortening, loss of motion and wrist joint dysfunction as a result of radial head excision. When it fails, excision and prosthetic replacement can be done later.

10.Leg length discrepancies in adult femoral shaft fractures treated with intramedullary nailing
Levent Karapınar, Ahmet Kaya, Hasan Öztürk, Taşkın Altay, Cemil Kayalı
PMID: 19562548  Pages 256 - 261
AMAÇ
İntramedüller çivileme uygulanan erişkin femur diafiz kırıklı olgularda ekstremite uzunluk eşitsizliği (EUE) geriye dönük olarak değerlendirildi.
GEREÇ VE YÖNTEM
Altmış üç hasta (58 erkek, 5 kadın; ort. yaş 29,9±12,4; dağılım 15-77) çalışma grubunu oluşturdu. Kırıklar Winquist-Hansen (W) ve AO sınıflamalarına göre tanımlandı. 16 W0, 18 WI, 16 WII, 7 WIII, 6 WIV ve 35 tip A, 22 tip B, 6 tip C kırık tedavi edildi. Olguların 30’una konvansiyonel, 18’ine distal kilitli, 12’sine statik ve 3’üne proksimal kilitli çivileme uygulandı. Ekstremite uzunluk eşitsizliği fiziksel inceleme ve ortoröntgenografi ile değerlendirildi.
BULGULAR
Ortalama izlem süresi 90,2±29,9 (dağılım 39-193) ay, ortalama EUE ortoröntgenografi ile 12,3±15,2 [12-(-60)] mm, fiziksel inceleme ile 12,9±13,7 [10-(-60)] mm bulundu. Yalnız yedi olguda EUE saptanmadı. 10 mm’den fazla uzunluk eşitsizliği tespit edilen 28 femurda 27 kısalık ve 1 uzunluk vardı (%44,4). Açık ve kapalı kırıklar (r=0,02, p=0,86), politravma (r= -0,09, p=0,47) ve geç cerrahiye alınma süresi (p=0,31) ile uzunluk eşitsizliği arasında anlamlı ilişki saptanmadı. Bununla birlikte, parçalı kırıklar (WIII, IV) (r=0,33, p=0,007) ile anlamlı ilişki saptandı.
SONUÇ
İntramedüller çivileme uygulanan erişkin femur diafiz kırıklı olgularda EUE yüksek oranda görülebilmektedir. Özellikle parçalı (WIII, IV) femur diafiz kırıklarında mutlak kemik uzunluğunun sağlanmasından sonra yapılacak statik intramedüller çivileme uygulaması bu sorunun önüne geçebilir.
BACKGROUND
To evaluate the leg length discrepancy (LLD) retrospectively in adult femoral shaft fractures treated with intramedullary nailing (IMN).
METHODS
Sixty-three patients (58 male, 5 female; mean age 29.9±12.4; range 15 to 77 years) were included in the study. Fractures were identified according to the Winquist-Hansen (W) system and AO classification. 16 W0, 18 WI, 16 WII, 7 WIII, and 6 WIV fractures and 35 type A, 22 type B, and 6 type C fractures were repaired. Thirty-one (49.2%) patients had multiple injuries. Fourteen patients sustained an open fracture. LLDs were measured on physical examination and using orthoroentgenography.
RESULTS
The mean follow-up was 90.2±29.9 (39-193) months. The mean LLD was 12.3±15.2 [12-(-60)] mm using orthoroentgenography and 12.9±13.7 [10-(-60)] mm according to manual measurement. In seven cases, no LLD was observed. Twenty-seven shortenings and one lengthening were observed in the 28 femurs with a discrepancy greater than 10 mm (44.4%). There was no statistical correlation between LLD and open or closed fracture (r=0.02, p=0.86), polytrauma (r=-0.09, p=0.47), or delayed surgery (p=0.31), but there was a tendency to a greater discrepancy in comminuted fractures (WIII, IV) (r=0.33, p=0.007).
CONCLUSION
LLD may be seen in high rates in adult femoral shaft fracture cases treated with IMN. Static IMN following absolute restoration of the length may prevent this problem in femoral diaphysis fractures, especially comminuted WIII and IV types.

11.A retrospective study on the epidemiology and treatment of maxillofacial fractures
Özay Özkaya, Gürsel Turgut, Mahmut Ulvi Kayalı, Kemal Uğurlu, İsmail Kuran, Lütfü Baş
PMID: 19562549  Pages 262 - 266
AMAÇ
Maksillofasyal kırıklar akut travmalar içerisinde önemli bir yer tutar. Bu tanımlayıcı çalışmada, maksillofasyal kırıkların nedenleri, tipleri insidansı, demografik özellikleri ve tedavi seçenekleri değerlendirildi.
GEREÇ VE YÖNTEM
Retrospektif olarak planlanan çalışmaya Şişli Etfal Hastanesi Plastik ve Rekonstrüktif Cerrahi Kliniğinde 1 Ocak 2000 ile 31 Aralık 2005 yılları arasında, ortalama yaşı 29,8 olan maksillofasyal kırık nedeniyle farklı yöntemlerle tedavi edilen 216 hasta dahil edildi. Hastaların cinsiyeti, yaş dağılımları, travma etyolojisi, kırıkların yeri, tedavi yöntemleri, tedavi süresi ve ameliyat sonrası komplikasyonlar kaydedildi.
BULGULAR
Maksillofasyal kırık şikayeti ile başvuran hastaların en sık 20-30 yaş aralığında olduğu görüldü. Erkek oranı %75,5 olarak saptandı. Bu kırıklarda en sık görülen neden trafik kazalarıydı, bunu sırasıyla darp, düşme, iş kazası ve spor nedenli yaralanmaların takip ettiği gözlendi. Hastaların %50’sinde izole mandibula kırığı, %23,6’sında izole orta yüz kırığı ve %26,3’ünde orta yüz ve mandibula kırığının birlikte olduğu belirlendi. Mandibuler kırıklar kırık oluşum bölgelerine göre %14,8 angulus, %11,1 simfisiz ve %11,1 korpus olarak saptandı. Hastaların %6’sında komplikasyon gözlendi. Bu komplikasyonların sıklık sırasına göre maloklüzyon, enfeksiyon ve birleşmeme olduğu görüldü.
SONUÇ
Kliniğimizde tedavi olan hastaların epidemiyolojik bilgileri, tedavi yöntemleri, kırık oluşum nedenleri ve oluşan komplikasyonlar değerlendirilmiş, bulguların ülkemizin sosyoekonomik ve kültürel yapısıyla ilişkili olduğu düşünülmüştür.
BACKGROUND
Maxillofacial injuries constitute a substantial proportion of cases of trauma. This descriptive analytical study assesses the cause, type, incidence, and demographic and treatment data of maxillofacial fractures.
METHODS
A retrospective study on maxillofacial traumas was carried out in the Department of Plastic and Reconstructive Surgery at Şişli Etfal Hospital (Istanbul, Turkey) between January 1, 2000 and December 31, 2005. The study included 216 patients with a mean age of 29.8 years. Sex and age distribution of patients, etiology of trauma, localization of the fractures, treatment modalities, time to treatment after the trauma, and postoperative complications were recorded.
RESULTS
The male predilection was 75.5%. Road traffic accident was the most common causative factor (67.1%), followed by interpersonal violence (19.4%), falls (12.5%), and work- and sport-related accidents (0.9%). A total of 50% of the patients suffered isolated mandibular fractures, 23.6% had isolated midface fractures, and 26.3% had combined midface and mandibular fractures. Regarding distribution of mandibular fractures, the majority (26.8%) occurred in the parasymphysis, 14.8% in the angulus, and 11.1% each in the symphysis and corpus. Complications occurred in 6% of patients, and the most common was malocclusion followed by infection and nonunion.
CONCLUSION
The causes and pattern of maxillofacial fractures reflect trauma patterns within the community and, as such, can provide a guide for the design of programs geared toward prevention and treatment.

12.Treatment of type I capitellar fractures in adolescents
Ahmet Kaya, Taşkın Altay, Levent Karapınar, Hasan Öztürk, Fatih Sürenkök
PMID: 19562550  Pages 267 - 270
AMAÇ
Çocukluk ve genç adölesan dönemde kapitellum kırıkları oldukça nadir olduğu için tedavisi halen tartışmalıdır ve görüş birliği oluşmuş bir tedavi yöntemi yoktur. Çalışmamızda açık redüksiyon ve posteriordan anteriora gönderilen 3,5 mm’lik tek kortikal çektirme vidası ile tedavi edilen, adölesan yaş gurubundaki Tip I kapitellum kırıklı olguların sonuçları değerlendirildi.
GEREÇ VE YÖNTEM
Çalışmamızda ortalama yaşı 13,5 olan ve aynı yöntemle tedavi edilen 12 adet Tip I kapitellum kırığının tedavi sonuçları objektif bir skala kullanılarak (Broberg ve Morrey) değerlendirildi.
BULGULAR
Son kontrollerde (24 - 90 aylık takipte) ortalama Broberg ve Morrey fonksiyonel değerlendirme puanı 96,7 (dağılım 91-100) olarak bulundu. Tüm kırıklar anatomik pozisyonda kaynadı ve avasküler nekroz ya da heterotrofik ossifikasyon gözlenmedi.
SONUÇ
Çocuk ve genç adölesanların deplase Tip I kapitellum kırıklarının tedavisinde dirsek ekleminde tam hareket açıklığı elde edilmesi esas olduğu için, açık redüksiyon ve stabil bir internal fiksasyon iyi bir tedavi yöntemidir ve eklem yüzünü delmeden, posteriordan anteriora gönderilen tek bir kortikal çektirme vidası ile bunu sağlamak mümkündür.
BACKGROUND
Because fractures of the capitellum are rare in childhood and the young adolescent period, their treatment is still debatable and there appears to be no established treatment protocol. In the present study, we evaluated the results obtained in adolescents with type 1 capitellar fractures who were treated with open reduction and internal fixation with a 3.5 mm lag screw, directed from posterior to anterior.
METHODS
Twelve type I capitellar fractures in adolescents were treated with open reduction and internal fixation with a single 3.5 mm cortical lag screw directed from the posterior to the anterior and the results were evaluated by an objective evaluation score (Broberg and Morrey’s functional rating index). Mean age of the patients was 13.5.
RESULTS
At final examination (24 to 90 months follow-up), mean Broberg and Morrey’s functional rating index was 96.7 points (91 to 100 points). All fractures had healed in anatomic position and no avascular necrosis or heterotrophic ossification was observed.
CONCLUSION
Since it is essential to obtain the full range of motion at the elbow, accurate open reduction and stable internal fixation are best to manage displaced type I capitellar fracture in children and adolescents. Single cortical lag screw directed from posterior to the anterior without penetrating the joint surface is suitable for this purpose.

13.Prognostic factors in severely traumatized eyes with posterior segment involvement
Yaprak Banu Unver, Nur Acar, Ziya Kapran, Tuğrul Altan
PMID: 19562551  Pages 271 - 276
AMAÇ
Pars plana vitrektomi ile tedavi edilen, arka segmenti içeren şiddetli göz yaralanmalarında fonksiyonel sonuçlara etki eden prognostik etkenler değerlendirildi.
GEREÇ VE YÖNTEM
Cerrahi sonrası fonksiyonel sonucu belirleyen faktörlerin sayısını belirlemek için 101 hastanın 106 gözü geriye dönük olarak değerlendirildi. Bu olası prognostik faktörler şöyleydi: Başlangıç görme keskinliği, retina dekolmanı, travma tipi, göz içi yabancı cisim varlığı ve tipi, travma sonrası endoftalmi, hifema, koroid dekolmanı, başlangıç hipotonisi, eşlik eden lens disloksasyonu veya subluksasyonu ve yoğun vitre içi kanama. Çalışmamızda görme keskinliğinin 5/200’den büyük ya da eşit olması fonksiyonel başarı olarak kabul edildi. İstatistiksel analiz için Fischer kesin ve ki-kare testleri kullanıldı.
BULGULAR
Ortalama takip süresi 12,8±0,52 ay (dağılım 8-18) idi. Otuz üç gözde (%31,33) fonksiyonel başarı sağlandı. Ameliyat öncesi retina dekolmanı olan 64 gözün 44 tanesinde (%68,7) anatomik başarı (total retinal yapışıklık) sağlandı. Kötü görme prognozuna (≤5/200) neden olan belirleyici faktörler; düşük başlangıç görme keskinliği (p<0,0001), retina dekolmanı varlığı (p<0,001) ve travmaya bağlı endoftalmi varlığı (p<0,05) olarak saptandı. Diğer olası belirleyici faktörlerle sonuç görmeleri arasında istatistiksel olarak anlamlı korelasyon bulunamadı (p>0,05).
SONUÇ
Vitreoretinal cerrahi ile ağır arka segment travması olan gözlerde anatomik ve fonksiyonel başarı artırılabilir. Başlangıçtaki düşük görme keskinliği, retina dekolmanı ve postravmatik endoftalmi kötü prognostik faktörlerdir.
BACKGROUND
To determine the prognostic indicators of functional outcome in eyes with severe posterior segment trauma managed with pars plana vitrectomy.
METHODS
One hundred and six eyes of 101 patients were retrospectively reviewed to determine the accuracy of a number of factors in predicting functional outcome after surgery. These potential prognostic indicators included initial visual acuity (VA), retinal detachment (RD), type of trauma, presence of intraocular foreign body (IOFB), type of IOFB, posttraumatic endophthalmitis, hyphema, choroidal detachment, initial hypotonia, accompanying lens subluxation/dislocation, and severe vitreous hemorrhage. In our study, functional success was defined as VA ≥5/200. Fisher’s exact and chi-square tests were used for statistical analysis.
RESULTS
The mean follow-up time was 12.8±0.52 (8-18) months. Thirty-three eyes (31.13%) had functional success. Forty-four (68.7%) of 64 eyes with preoperative RD had anatomical success (total retinal reattachment). Predictors of poor visual outcome (VA ≤5/200) were found to be poor initial VA (p<0.0001), presence of RD (p<0.001), and presence of endophthalmitis (p<0.05). No statistically significant correlation was found between the other predictors surveyed and visual outcome (p>0.05).
CONCLUSION
Vitreoretinal surgery can improve anatomical and functional success in eyes with severe posterior segment trauma. Poor initial VA, RD, and posttraumatic endophthalmitis are poor predictors of visual outcome.

14.Falls from height in childhood in Diyarbakır province: a questionnaire study combined with clinical data
Aslan Guzel, Ali Ceylan, Mehmet Tatlı, Mehmet Başoğul, Nuri Özer, Recep Kahraman, Tarık Salcan, Ömer Satıcı, Mehmet Emin Kurt, Ersen İlçin, Perran Tokgöz
PMID: 19562552  Pages 277 - 284
AMAÇ
Diyarbakır’da yaz aylarında geceleri evlerin korumasız olan dam veya balkonlarında yatılması nedeniyle yüksekten düşmelerin oranı artmaktadır. Bu konuda somut veriler ve öneriler sunmak istedik.
GEREÇ VE YÖNTEM
Bu çalışmada anket ve klinik verilerinden yararlanıldı. Anket çalışması, il merkezindeki 1445 konuta gidilerek gerçekleştirildi. Klinik veriler ise son altı yılda Dicle Üniversitesi Hastanesi Nöroşirürji Kliniği’nde kafa travması nedeniyle yatan 15 yaş ve altındaki hastaların dosyalarından sağlandı.
BULGULAR
Anket çalışmasında 246 olgunun yüksekten düştüğü (ort. yaş 15,4 yıl), olguların %98’inin kazara ve daha çok yaz aylarında ortalama 3,6 metreden düştükleri, son altı yıllık prevalansın 472/100.000, mortalite oranının ise %6,9 olduğu saptandı. Gecekondu ve yığma bina şeklindeki konutların önemli bir kısmında dam, balkon, merdiven ve pencereler korumasızdı. Son altı yılda klinikte yatan 464 hastanın 326’sı yüksekten düşmüş hastalardı ve bunların %59’u damdan düşme olgularıydı. Yaş ortalamaları 8,9 yıl, düştükleri ortalama yükseklik 4,2 m saptandı.
SONUÇ
Diyarbakır’daki konutlarda meydana gelen yüksekten düşmeler, toplum sağlığı açısında halen ciddi bir sorundur.
BACKGROUND
In Diyarbakır, the rate of falls from height increases during summer months since people sleep on the unprotected balconies and roofs of their houses. We aimed to determine the frequency of falls from height and the related risk factors.
METHODS
We used questionnaire method and clinical data in this study. The questionnaire was administered in 1445 residences. Clinical data were obtained from files of patients hospitalized due to trauma in the Neurosurgery Clinic of Dicle University over the last six years.
RESULTS
In this questionnaire study, it was determined that 246 people had fallen, their average age was 15.4 years, 98% of them had fallen accidentally (mostly from 3.6 m height in summer months), mortality was 6.9%, and the prevalence of falls from height over the previous six years was 472/100,000. Of 464 patients who were hospitalized during the last six years, 326 were cases of fall from height and 59% of these patients were falls from a roof. The average age of these patients was 8.9 years, and average height of the fall was 4.2 m.
CONCLUSION
Falls from height, particularly from roofs in Diyarbakır, remain a serious problem in terms of public health.

15.Role of anatomic and physiologic trauma scoring systems in forensic cases
Mehmet Eryılmaz, Murat Durusu, Gürol Cantürk, M. Öner Menteş, M. Tahir Özer, Erdem Çevik, Nurkan Törer, Ali Avcı, Ümit Kaldırım
PMID: 19562553  Pages 285 - 292
AMAÇ
Yeni Türk Ceza Kanununda adli raporlarda yaşamı tehlikeye sokan durumların bildirilmesi istenilmektedir. Çalışmamızda anatomik travma skorları (ISS, TRISS) ile fizyolojik (RTS) travma skorları mortalite riskleri açısından karşılaştırıldı.
GEREÇ VE YÖNTEM
Çalışma verileri 2007 yılında GATA Acil Tıp Anabilim Dalı Acil Servisi’ne müracaat eden ve adli rapor düzenlenen olguların retrospektif dosya taramalarından elde edildi. Olguların yaş, cinsiyet, müracaat ettikleri mevsim, 24 saat içinde müracaat ettikleri zaman dilimi kaydedildi. Tüm bu parametreler ile hayati tehlike varlığı ve mortalite arasında ilişkiler kuruldu.
BULGULAR
Üç yüz yetmiş üç olguya ait adli raporun %6,16’sında “yaşamı tehlikeye sokan durum”ların (YTSD) belirtildiği, verilerde mortalite oranının ise %1,34 olduğu saptandı. Travma nedenleri incelendiğinde, ateşli silah yaralanması ile delici kesici alet yaralanmasına bağlı rapor düzenlenen olguların travma skorlarının istatistiksel olarak anlamlı farklılık yarattığı görüldü (p<0,001). ROC eğrisi ile analizde, ISS ve TRISS değerlerinin RTS’ye göre üstünlüğü görülmedi (ISS: 0,968, TRISS: 0,922, RTS: 0,196). Mortaliteyi tahmin etmede de; ISS, TRISS ve RTS travma skorlarının değerleri arasında bir fark olmadığı saptandı (ISS: 0,992, TRISS: 0,0995, RTS: 0,005).
SONUÇ
YTSD kararları için kullanılan fizyolojik ve anatomik skorlama sistemlerinin mortaliteyi ön görmesi bakımından birbirlerine üstünlük sağlayamadıkları kanaatine varılmıştır.
BACKGROUND
The Turkish Penalty Law has recently been changed. The novel law asks the practitioner to report if there is any ‘Situation Placing a Life in Danger ’. Herein, we evaluate the anatomic (ISS, TRISS) and physiologic (RTS) trauma scores assessing mortality.
METHODS
Study data were obtained from a retrospective chart screening of cases who were accepted to the emergency department in GATA Faculty of Medicine in 2007 and from archived forensic reports. Demographic features and the time period of admittance were recorded. Trauma scores were calculated. All parameters were evaluated with the reported condition of “life threat” and mortality.
RESULTS
Forensic reports were completed for 373 patients and 6.16% of them were noted as being in a life-threatening condition. Mortality rate was 1.34%. A significant rate of trauma patients suffered from firearm injury and stab wounds (p<0.001). There was no statistical difference between ISS, TRISS and RTS with respect to predictive value of a ‘life-threatening condition’ (Area under curve [AUC] in the receiver operating characteristic [ROC] curve analysis: ISS: 0.968, TRISS: 0.922, RTS: 0.196). There was also no statistical difference between ISS, TRISS and RTS scores regarding mortality prediction (AUC in the ROC analysis: ISS: 0.992, TRISS: 0.0995, RTS: 0.005).
CONCLUSION
We assume that there is no difference between physiologic and anatomic scoring systems to predict mortality for deciding a life-threatening condition.

CASE REPORTS
16.Synchronous perforation of sigmoid diverticulae - a rare presentation
Syed Imran Hussain Andrabi, Muhammad Usman Latif, Jawad Ahmad, Arshad Hussain Malik, Ahmed A S El-hakeem
PMID: 19562554  Pages 293 - 294
Divertiküler hastalık Batı’da 60 yaş üzerindeki nüfusun %50’den fazlasını etkiler ve nüfus yaşlandıkça daha sık görülür. Divertiküler hastalığın komplikasyonlarından birisi divertikülittir ve kolon perforasyonu ile sonuçlanabilir. Perfore (delinmiş) divertiküler hastalık seyrek olmamasına rağmen, divertikülitte eşzamanlı kolon delinmeleri seyrektir. Hasta akut karın tablosunda başvurdu ve tanısal laparotomide sigmoid kolonda iki adet delinme saptandı. Hartmann girişimi uygulandı. Makro ve mikroskopik değerlendirme divertikülite bağlı, iki perfore sigmoid divertikülün varlığını teyit etti. Yanyana aynı hizada iki sigmoid divertikülün aynı zamanlı perforasyonu seyrektir bu nedenle ihtiyatlı bir cerrah daima, böylesi muhtemel tanıları akılda bulundurmalıdır.
Diverticular disease affects more than 50% of the population over the age of 60 years in the west and becomes even more common as the population ages. Diverticulitis is one of the complications of diverticular disease and can culminate into colonic perforation. Though perforated diverticular disease is not uncommon, synchronous colonic perforations in diverticulitis is rare. Our patient was admitted with acute abdomen and exploratory laparotomy revealed two side-by-side perforations of the sigmoid colon. A Hartmann’s procedure was performed. Macro- and microscopic evaluation confirmed the presence of two perforated sigmoid diverticula due to diverticulitis. Simultaneous perforation of two abreast sigmoid diverticula is uncommon; thus, a cautious surgeon should always take into account such a probable diagnosis.

17.Shrapnel injury due to a firecracker causing gastric and gallbladder perforation
Dipesh D Duttaroy, Jitendra Jagtap, Ujjwal Bansal
PMID: 19562555  Pages 295 - 297
On dört yaşında erkek çocuk kestane fişeğini ateşlemeye çalışırken geçirdiği karına delici yaralanma nedeniyle başvurdu. Hastanın konserve kutusu içinde patlattığı kestane fişeği nedeniyle metal bir parça karnını delmişti. Şok tablosundaki hastada, karnın ultrasonografisi (USG) ve radyografisi çekildi. Karın radyografisi serbest gazı ve radyoopak bir nesneyi gösterirken, USG karın içindeki serbest sıvıyı tespit etti. Eksplorasyonda, sırasıyla primer onarım ve kolesistektominin yapıldığı, mide ve safrakesesi delinmeleri saptandı. Henüz, kestane fişeği patlamasını takibeden viseral yaralanma bildirilmemiştir. Biz potansiyel olarak ciddi, hayatı tehdit edici viseral yaralanmalara neden olabilecek, kestane fişeğinin sorumsuz şekilde kullanımını önlemek için, ebeveyn gözetiminin önemini vurgulamak isteriz.
A 14-year-old boy presented with a penetrating injury to the abdomen after trying to light a firecracker. A piece of metal from the tin box in which he had ignited the firecracker had penetrated his abdomen. The patient, who was in a state of shock, underwent ultrasonography (USG) and radiography of the abdomen. USG revealed free fluid in the abdomen, while abdominal radiographs demonstrated free gas and a radiopaque object. Exploration revealed gastric and gallbladder perforations for which repair and cholecystectomy were done, respectively. Visceral injury following a firecracker explosion has not been reported previously. We would like to stress the importance of parental supervision to prevent irresponsible use of firecrackers, which can cause potentially life-threatening visceral injuries.

18.Unusual migration of K-wire following fixation of clavicle fracture: a case report
Murat BEZER, Nuri AYDIN, Bülent EROL, Tunç LAÇiN, Osman GÜVEN
PMID: 19562556  Pages 298 - 300
Başta Kirshner (K) teli olmak üzere internal fiksasyonda kullanılan birçok implantın migre olabildiği (yer değiştirdiği) bilinmektedir. Yer değiştirme sıklıkla retrograd doğrultuda olmakla beraber eğer antegrad yönde gerçekleşirse ciddi komplikasyonlar ortaya çıkabilir. K-telinin akciğer, kalp, dalak, subklaviyan arter, pulmoner arter, aorta doğru migre olduğu olgulara literatürde rastlamak mümkündür. Yirmi altı yaşındaki erkek hasta göğüs ağrısı şikayetiyle ortopedi polikliniğimize başvurdu. Özgeçmişinde iki yıl önce klavikula kırığı nedeniyle açık redüksiyon ve internal fiksasyon öyküsü bulunan hastanın yapılan fiziksel incelemesi normaldi. Toraks grafisinde bir adet K-telinin sternum arkasından karşı hemi toraksa doğru yer değiştirdiği saptandı. Torakoskopi altında K-teli sternum üzerinden bir insizyonla girilerek çıkartıldı. K-telinin ekstraplevral yerleşimli olduğu görüldü. Hastada torakoskopiye ya da göğüs tüpüne sekonder bir morbidite gelişmedi. K-teli kolaylıkla migre olarak ciddi komplikasyonlara sebep olabilir. Bu nedenle ameliyat sonrası dönemde yakın takip gereklidir.
The migration of various internal fixation devices, especially Kirshner (K) wires, is well established. The wires usually follow a retrograde path, protruding near the entry point. When they migrate in the other direction, serious problems may occur. Migration of K-wires to the lung, heart, spleen, subclavian artery, pulmonary artery and aorta have been reported in a few cases. A 26-year-old male with chest pain was seen in our clinic. The patient had been operated for left distal clavicle fracture two years before. No abnormality was noted on the physical examination. Radiographs showed migration of the wire outside the clavicle across the sternum to the opposite hemithorax. The pin was removed through the incision over the sternum under direct vision with thoracoscope. The pin was extrapleurally located. There was no additional morbidity attributed to thoracoscopy or chest tube. In conclusion, K-wires can easily migrate, resulting in serious complications. Close follow-up should be done after internal fixation.

19.Management algorithm for intestinal obstruction due to ascariasis: a case report and review of the literature
Ashraf F Hefny, Yousif A Saadeldin, Fikri M Abu-zidan
PMID: 19562557  Pages 301 - 305
Ascaris lumbricoides en büyük ve en yaygın insan helmintidir. Askariasis yüksek morbidite ve mortaliteye sahip, kendine has sorunlarla birlikte olan intestinal tıkanmanın özgün bir tipine neden olur. Literatürde böyle olguları tedavi için algoritma bulunmamaktadır. Bu çalışmada, askariasise bağlı intestinal tıkanmanın tedavisine yönelik bir algoritmayı geliştirmeyi amaçladık. Askariasise bağlı bağırsak tıkanıklığıyla ilgili olarak İngilizce literatürde bir medline taraması yapıldı. Askariasise bağlı intestinal tıkanmalı hastalarımızın birinin tedavisi, bu tip olguların bir örneği olarak sunuldu. Askariasise bağlı intestinal tıkanma, özellikle postoperatif dönemde, yüksek bir morbidite ve mortaliteye sahip ciddi bir hastalıktır. Tedavi için bir algoritma geliştirildi. Askariasise bağlı intestinal tıkanmanın tedavisi güçtür ve zor kararların alınması gereklidir. Biz, bu algoritmanın hızlı ve başarılı bir tedavi için büyük yarar sağlayacağını düşünüyoruz. Bu algoritma böyle olguları tedavi eden klinisyenler için çok değerli olabilir.
Ascaris lumbricoides is the largest and most prevalent of the human helminths. Ascariasis causes a unique type of intestinal obstruction with specific problems, having high morbidity and mortality. There is no management algorithm available in the literature to treat such cases. We aimed in this study to develop an algorithm for the management of intestinal obstruction due to ascariasis. A medline search of the English literature on the management of intestinal obstruction due to ascariasis was performed. Management of one of our patients with intestinal obstruction due to ascariasis is presented herein as an example of such cases. Intestinal obstruction due to ascariasis is a serious disease with a high morbidity and mortality, especially postoperatively. A management algorithm for the treatment was developed. The management of intestinal obstruction due to ascariasis was challenging and required difficult decisions. We think that this algorithm will be of great assistance in facilitating a rapid and successful treatment. This algorithm may prove to be of a great value for physicians treating such cases.

20.Subtotal ear amputation with a very narrow pedicle: a case report and review of the literature
Derya Özçelik, Toygar Ünveren, Gaye Toplu
PMID: 19562558  Pages 306 - 310
Total kulak amputasyonu sıklıkla görülür. Tedavisi özellikle mikrocerrahi anastomozlar olmak üzere farklı yöntemler gerektirebilir. Ancak, dar bir pedikülden beslenen kısmi kulak amputasyonları nadiren bildirilmiştir. Subtotal ampute olan bir aurikulada, dokunun yaşaması pedikül içindeki damarlanmaya bağlıdır. Bizim olgumuzda, 36 yaşındaki erkek hastanın sağ kulağı trafik kazasını takiben, kraniyal kısımda sadece 6 mm’lik deri pedikülü kalacak biçimde subtotal olarak ampute olmuştu. Subtotal ampute olan segment yara kenarlarından kanıyordu. Kulak optimal debridmanı takiben, mikrocerrahi teknikler kullanmadan primer dikilerek yerine adapte edildi. Ameliyat sonrası mikrosirkülasyonu iyileştirmek ve kan hacmini artırmak için dekstran 40 ve enfeksiyon kontrolü için antibiyotik uygulandı. Ameliyattan hemen sonra ve takipte, ödem, venöz konjesyon veya arteriyel yetersizlik bulguları izlenmedi. Replante olmuş aurikula yüzde yüz yaşayarak tamamen iyileşti ve normal bir kontur ve görünüme sahip oldu. Mikrovasküler anastomoz olmaksızın gerçekleşen bu başarılı sonuç, kulak bölgesindeki vasküler ağın anatomik özelliklerini vurgulaması açısından önem taşımaktadır.
Total ear amputation is common, and management can necessitate different procedures, especially microsurgical anastomosis. Partial ear amputations supplied by narrow pedicles, however, have been reported rarely. In a subtotally amputated auricle, the chance of survival depends on the vascularization within the pedicle. In our case, the right ear of a 36-year-old male patient was subtotally amputated following a traffic accident, leaving only a 6-mm skin pedicle on the cranial side. The subtotally amputated segment was bleeding from the wound margins. The ear was reattached with primary suture without using microsurgical techniques after optimal debridement. Postoperatively, we administrated dextran 40 for 5 days to improve the microcirculation and increase blood volume and antibiotic to control the infection. No signs of edema, venous congestion or arterial insufficiency were observed immediately after the operation or subsequently. The replanted auricle healed completely with 100% survival, resulting in an essentially normal contour and appearance. This successful result without microvascular anastomoses also points out the anatomical features of the auricular vascular networks.